Sandık ve sonuçları demokrasi midir? Bunu ülkemizin
saygın siyaset bilimcilerinden Prof. Ersin Kalaycıoğlu’na sorduk.. Ersin bey
sorumuzu şöyle değiştirdi: Mesele, demokrasilerde meşruiyetin dayandığı temelin
ne olduğudur.. Soruyu böyel sorarsak, demokrasi konusunda doğru saptamalar
yaparız. Sandık tabii ki sürecin bir parçasıdır, ama demokrasinin sandık kadar
önemli ve kutsal sayabileceğimiz yönü, itirat hakkıdır; sonsuz itiraz hakkı,
kararlar ne kadar büyük çoğunlukla alınırsa alınsın, şeffaf bir yönetim ve
mümkün olan en geniş çapta fraklı görüşlerin yaygınlaşması ve seçmenin kendi
görüşünü özgürce oluşturma olanaklarının yaratılıyor olması..
Temsiliyet ve katılım, kutsal itiraz/muhalefet hakkı
ile birlikte, sandık kadar önemlidir. Birini diğerine tercih edemezsiniz..
Yoksa meşruiyetini kaybedersiniz, sorgulatırsınız.... Sabancı Ünivresitesi
öğretim üyesi ve Bilim Akademisi’nin üyesi Kalaycıoğlu, sorularımızı yanıtladı
ve tartışmalara açıklık getirdi.. İşte ilginç söyleşi..
Orhan Bursalı
CBT: Ersin bey,
temel konumuz demokrasi ve sandık, doğrudan sorayım, demokrasi sandığa
iundirgenebilir mi.. Bu konu ilk kez ciddi ve ağır bir şekilde tartışılıyor
ülkemizde.. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine eleştirilen de “seçilmiy iktidar”
üzerinden kurgulandı.. Ama iktidarın meşruiyeti hiç sorgulanmadı.. Ama
bakıyorsunuz toplumların dinamizmi ile kurulu sistemin varsayımları her zaman
birbiriyle örtüşmüyor.. Eleştiriyorsunuz ama, bunu toplum dinamizmi dikkate
almıyor, örneğin bir darbe oluyor En son örneği Mısır...
Ersin Kalaycıoğlu: Esas soru sandık değil,
demokrasilerde meşruiyetin dayandığı temel nedir? Tabii oyu içermek
mecburiyetinde, süreç oy ile başlıyor; ama demokrasinin temel olarak neyi
içerdiğini bir daha hatırlayacak olursak, oradan bu soruya yanıtını vermeye
çalışabiliriz. Demokrasi iki temel özellik üzerine oturuyor, bu tanımı yapan Robert Dahl Yale üniversitesinden,
1950’lerde bir kitap yazıyor “Poliarchy-Poliarşi”
diye ve iki değer üzerine oturtuyor demokrasiyi..
Birincisi
inklusivity.. bunu içlemek diye çevirebiliriz ama uygulamada tanımı herkesi
içine almak, dahil etmek olarak anlamalıyız (Kapsamlılık). Bunun da
uygulamadaki yansıması katılım ve temsil’dir; siyasal katılım ve temsile
oturmak zorudadır demokrasinin çalışma prensipleri.. İkincisi temel ise, kafa tutmak, itiraz etmek, itiraz hakkı..
Bu da esas itibariyle demokrasilerde muhalefet
ile ortaya çıkar.. Ama bu muhalefetin olabilmesi için itiraz hakkının adeta kutsal olarak kabul edilmesi lazım, insanların
rahat şekilde itiraz edebilmeleri, hangi çoğunlukla alınırsa alınsın alınan
bütün kararlara özgürce kafa tutmaları gerekir. Yazdığı ikinci kitap da batı
demokrasilerinde muhalefet üzerinedir.. Bu üç özellikle, yani siyasal katılım,
siyasal temsil ve itiraz hakkı/muhalefet, demokrasinin temel unsurlarıdır. Bunlara dayanmayan, bunları herhangibir
şekilde engelleyen hükümetler meşruiyetlerini kaybederler..
CBT: Bizim yazıp
çizdiğimiz ve böyle olması gerekir diye hissettiğimiz şeyleri söylüyorsunuz...
Kalaycıoğlu: Robert Dahl’in formüle
ettiği bunlar, 1950’lerden beri kabul edilir siyaset bilimince.. Bu temel
unsurlardan herhangi birini diğerine tercih edemezsiniz, bunlardan birini
gerçekleştirip diğerlerini kabul etmeme lüksünüz olamaz.. Bu ilkelerin bütününü
gerçekleştirmek, hayatiyetlerini korumak ve sürekli kılmak kolay bir iş değil..
Bunları uzun süreli olarak 100-150 sene gerçekleştirebilen rejimlerin sayısı
bir hayli azdır. Ama oraları da demokrasi olarak anılır. Ama çok mükemmel
olmasa bile, bu üç ilkenin iyi işlediği ülkelere demokrasi diyebiliriz..
Bu ilkelerden
herhangi birini zedelerseniz, meşruiyetinizi zedelemiş olursunuz.. Demokrasiden
ayrılırsınanız meşruiyetten ayrılırsınız... Çağdaş standartlarda halk tanımı
değişiyor... demokrasi halkın halk için halk tarafından yönetimi. Halkın tanımı
değişiyor zaman içinde. 150 yıl önceki halk erkeklerden oluşuyordu, işçiler
kadınlar yoktu, orta sınıf mülk sahibiydi.. Halk mülkiyet sahiplerinden
oluşuyordu.
Demokrasinin halk
tarafından halk için yönetimini engellersiniz yine demokrasiden ayrılmış
olursunuz meşruiyetiniz azalır.. İngiltere’de halkın katılımı mutlak, AB’deki
sınırlamalar demokrasinin standartlarının düşük olmasından kaynaklanıyor..
Almanya’da uzun süre demokrasi yerleşmemiş. İngilizler zaten Avrupa’ya “Kıta”
derler, Kıta’da demokrasinin kalitesi ve gücünün İngiltere ile kıyaslanmayacak
derece sığ olduğunu görürler. Hollanda' gibi kıyı ülkeler de demokrasi
İngiltere’ye yakındır.. En büyük çok kültürlü ortamı gerçekleştirdiler...
CBT: Şu demokrasinin
koşullarını biraz da derinleştirir misiniz, örneğin örgütlenme özgürlüğü, medya
özgürlüğü açılarından..
Kalaycıoğlu: Sürecin başlangıcı
seçimlerde oluyor, Joseph Schumpeter,
ünlü bir iktisatçı, 1940’larda Kapitalizm Sosyalizm Demokrasi diye kitabını
yayımladı.. Demokrasi eğer özgür ve
rekabetçi bir içerikte olduğu sürece, seçimler ve seçimlerin belirli
periyodlarla yapılması demokrasinin varlığını kabul etmek için yeterlidir,
der.. Seçimlerin yapılmasını, demokrasiye indirgerseniz demokrasinin tanımı
için yeterli görürsünüz.
Ama verdiği koşullara dikkat çekerim: seçimler özgür
olacak, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü tam ve mutlak olacak, siyasal
temsiliyeti gerçekleştirmeniz için siyasal partilerin, çeşitli baskı ve çıkar
guruplarının, sivil örgütlerin kurulmaları, bunlara giriş ve çıkış serbest
olmalı, bunların faaliyet alanları olabildiğince özgür olacak, hükümetin bu
konuda düzenlemeleri son derece sınırlı olmalı..
Çok önemli bir nokta şu: Demokrasi teorisi için
başından itibaren mümkün olmayan bir şey varsaymıştı: Tam enformasyon... seçmen
siyasal sistem hakkında hükümetin ajanları hakkında kamu politikaları hakkında
her anlamda tam enformasyona sahip olamlıdır. Bunun mümkün olmadığını artık
biliyoruz.. Fakat..
CBT: Gezi olayları üzerinde 15 gün geçtiği halde,
olaylardan habersiz olan insanlarztanıdım. Bunlar yakınım, İstanbul’da
yaşıyorlar ama yaşlı insanlar, eski akademisyenler, çok şaşırdım.. Çünkü
izledikleri tv kanalları yelpazesi içinde, olayları hakkıyla veren tek bir
kanal bulunmuyordu.. Bazıları Gezi olaylarını haber bülteni içinde sıradan
olaylar çerçevesinde veriyordu, dolayısıyla İstanbul ve bütün Türkiye yıkılıyor
ama haberleri yok.. Bu durumun demokratik bir toplumla ne ilgisi olabilir..
Kalaycıoğlu: Bunun için Robert
Dahl’ın belirlediği ilkeleri anımsamalıyız, problem burada.. Demokraside
medyanın basının özgürlüğünün tanımı olarak verdiği, birden fazla farklı çıkar
gurubunun medya kanallarına sahip olmasını, farklı ideolojik açılardan ve
farklı sermaye gurupları tarafından yönetilmesi gerektiği.. Dolayısıyla herkes
aynı şeyi yazmayacak herkes farklı yaaacak, siz tümünü dinleyip seçmen olarak
bir sonuç çıkartacaksınız. Bu dünyada bizden farklı uygulanıyor.
Bir örnek vereyim: Fox TV, ABD’de 2008-2012 dört yıl
boyunca neredeyse 24 saat Barack Obama’nın Amerikan vatandaşı olmadığını,
Kenyalı olduğunu, babasının ülkesinin vatandaşı olarak sosyalizmi Afrikadan
Amerika’ya gerçekleştirmek için getirildiğini, komplo ile seçildiğini söyleyip
durdu.. Ama Obama bunu kapatmadı, herhangibir ceza vermedi, yayını etkilemeye
çalışmadı, maliyeyi falan yollamadı ABD’deki medya özgürlüğünün kriteri bu..
Siz kendi doğrunuzu yayarsınız, eğer seçmenseniz düşünme yeteneğiniz varsa (bu
yoksa demokrasi de yok demektir) bütün bu enformayon içinde alacaksınız, filtre
edeceksiniz ve oyunuzu vereceksiniz.. Tabii bazı şeyler uzmanlık alanı
gerektirir, o zaman bir kısmnını algılayabilirisiniz.. Kesin bir parti
tutuyorsanız bu konularda düşünmeyebilirsiniz..
CBT: Ülkemizde seçmenin tutumu, eğilimi nasıl bu
anlattıklarınız çercçevesinde..
Kalaycıoğlu: Türkiye’de
seçmenin üçte biri sıkıca parti tutuyor, bunlar seçim kampanyası izlemiyor
kafası karışıyor.. seçmen için çeşitli filteler çalışıyor. Tam enfornasyona
dayanarak karar verecek rasyonel bir seçmenin olamayacağı görülünce, onun
yerini, eğitim düzeyi, bilgi dağarcığı, kapasitesi, siyasal kanynakları farklı
olan ve dolayısıyla çeşitli filtreler kullanan, rasyonal değil de, makul düşünen seçmen aldı. Rasyonel
seçmen pek etrafta yok.. Bu oranlar, kamuoyu yoklamalarında kim ne ölçüyor, ona
göre değişir. Ama genel olarak endüstri ötesi toplamlarında bu oran çok yüksek,
endüstri toplumlarında daha düşük.. Tarım toplumlarında ise çok düşük.. Tarım
toplumlarında demokrasi çalışmıyor.. Gezi olaylarındaki siyasal katılımda,
endüstri ötesi toplum oranı yüksek mesela..
CBT: Köylü toplumundan ne kadar çıktık? Kültür
itibariyle pek ayrıldığımızı söyleyebilir miyiz köylülükten?
Kalaycıoğlu: Yapı itibariyle
endüstri toplumuyuz.. Biz bunlara siyasal toplumsallaşma süreci diyoruz. Bu
süreç ne kadar çocuklukta oluşuyor ve değişmiyor tartışılıyor. Freudiyen
düşününlere göre, çocuklukta bakışlar görüşler ana baba ilişkileri içinde bir
kere oluşuyor ve değişmiyor.. Çocuklukta edinilmiş olan din hakkındaki
uygulamalar düşünceler değerler, hayat boyu etkisini gösteriyor, bu değerler
etkisini azaltsa bile bu insanlar hayat boyu öyle düşünmeye ve davranmaya devam
ediyor. Ama başka konularda insanlar aile içinden çıktıklarında örneğin okulda
eğitimle yeni bir takım değerlerin düşüncelerin metodların hücumuna uğruyorlar
adeta! Bunlar daha önceki değerleri sorgulattırıyor ve değiştiriyor.. Artık
hayat döngüsü içinde insanların da dönüştüğünü değiştiğini varsayıyorsunuz..
CBT: Dinsel karakterli iktidarların, örneğin
AKP’nin öncelikle eğitime hemen el atıp muhafazakar bir modele, kendilerini
yineleyecekleri bir toplum yapısını güçlendirmeye yöneldiklerini görüyoruz...
Kalaycıoğlu: Şüphesiz, ama
sadece onlar değil.. onlar belirli bir ideolojik çerçeveden bakıyorlar, bu,
otoriter veya totaliter noktaya kadar gidebiliyor. Aynı tür ideoloik yaklaşıma
sahip Mussolini ve Stalin rusyası eğitimi dönüştürücü araç olarak kullandı.
ABD’de gayet zengin ailelerin çocuklarını gönderdikleri bir okul örneği var,
kalbürüstü anne baba cumhurietçi, kızları dört yıl okulda kaldıktan sonra
sapına kadar demokrat oluyorlar.. aileden kopmuş olmaları etken..
CBT: Tabii enformasyonun, bilginin, iletişimin
günümüzde ışık hızıyla yayılması, dünyanın küçülmüş olması da buradan etken..
Kalaycıoğlu: Burlar süreci
hızlandırdı.. onlar da sosyal değerleri düşünmeyi sorgulatmayı gündeme
getiriyor, başka hayat türlerini düşünce sistemlerini görüyorsunuz, yabancı dil
öğreniyorsanız, temasla bulunduğunuz insan sayısı üç beşten, çevreniz ve
mahallenizden çıkıp milyonlara ulaşıyor.. düşünce sisteminizin yanlış
olabileceği görüşü doğuyor sizde, toplumsallaşma bu etkilerden vareste değil,
insan olarak anne babalardan aldığımız değerler değişiyor, değişmeseydi zaten
kültür gelişmezdi.
CBT: İnsan yargıları en zor değişen olmasına rağmen..
Kalaycıoğlu: Evet bu bir kültür
yaratıyor, bir araştırma: dünyadaki 55 ülkeye baktıklarında Konfüçyüs, üç
mezhepli Hristiyanlık, Yahudiler ve Müslümanlar var.. Bunlar hep kendi
kültürlerini yarattılar. Müslüman mesela, sekülerler dahil, orada daha dünyevi
hale gelmiş insanlar dini daha geri plana koymuş insanlar dahil, kadının
toplumsal yeri açısınrdan hepsinden ayrılıyor. En temel fark, bu kültürlerde
kadının değeri ve toplumdaki kadın algısı. Kadın erkek eşitliği Müslüman
toplumlarda kolay kolay gelişmiyor, sekülerler arasında da.. Şeriat açısından
bakmıyorsunuz, çok dindar değilsiniz, olaylara din açısından bakmıyorsunuz, ama
böyle..
Başka bir dünyevi kişilik olan hristiyanlarda ise
kadın erkek eşitliği daha net gözüküyor, orada Hristiyan dünyevi bir kişilik
oluşuyor.. Aynı olay, özellikle cinsel farklılıklar içeren hayat tarzları söz
konusu olduğunda da, aynı farklar, çok ciddi olarak ortaya çıkıyor, dinsel
kimlikler kültürler arasında.. Bunların sekülerleşen hatta aeistleşenlerinde
bile kendi kültürlerinin damgasını görüyorsunuz, çocukluk içinde örülen koza
sizi etkiliyor. Bir meslektaşım şöyle demişti: Ben lutheran ateistim, ama Rus arkadaşım ateist ama o ortodoks ateist..
bizim atistliğimiz aynı değil.. Dinin kültür üzerinde muazzam etkisi var,
kültürü oluşturan temel unsur, onun değişmesi çok çok yavaş..
CBT: Bu etkileri, günümüz yaşam tarzı arttırmıyor
mu, değişimi hızlandırmıyor mu?
Kalaycıoğlu: Okulla medya ile
arkadaş guruplarıyla etkileşim, ailenin etkilerini ne kadar güçlendiriliyor
veya azaltıyor, buna bağlı.. Hayatınızda iletişim kanallarını geliştirmenize
bağlı daha çok liberal değerlere sahip insana dönüşebilmeniz...
Ali Çarkoğlu ile 2006’da bir
çalışma yapmıştık, İngilizce yayımlandı. Norris’in en büyük açıklayıcı
değişkenlerini denedik ve göstermeye çalıştık. İnsanları bu tür doğmatik
eğilimlere çeken şey, güvensizlik,
büyük değişim, birdenbire inandığınız bildiğiniz herşeyin yok olduğunu
gördüğünüz zaman, kendinizi belirsiz güvensiz ortamında buluyorsunuz..
Güvensizliği üreten de belirsizlik; muhafazakarlığın temeli bu.. Sadece din
olgusu değil.. Bu güvensizlik ortamı olunca temel özelliklere doğmalara dönme
ihtiyacı duyuyorsunuz.. Doğma en çok dinde var, ama muhafazakarlığın temelinde
belirsizlik yatıyor, belirsizliğin arttığı dönemde, insanlar kendilerine
tutunabilecekleri bir çıpa arıyorlar, en kolay çıpa da dindir. Bu temel bir
fonksiyon görüyor.
İkincisi geleneklerdir, çünkü geleneklerin ne
olduğunu geçmişten biliyorsunuz, tekrar onlara dönmek ve hayatınızdaki belirsizliği
yok etmek için geçmişe dönüyorsunuz, esas amaç bu.. Belirsizliğin yok edilmesi hepimiz
için temel bir duygu.. Gelecekte tamamen bir felaket olacağını düşünürseniz, o
zaman yaklaşımınız, geleceğin size umut dolu şeyler getireceğinden çok farklı
oluyor. Birinci tür düşünenler muhafazakar, ikinci tür liberal oluyor..
CBT: Eğitimli olmanın, resmettiğiniz muhafazakar
gelişiminde, etkisi var mı?
Kalaycıoğlu: Burada eğitimli
olup olmamak fazla farketmiyor.. Araştırmaların hepsinin gösterdiği temel şey
bu.. Tarım toplumunda belirsizlikler daha fazla, hava koşulları, yeni bir
mikrop çıkıyor birdenbire tarımı mahvediyor.. bunlarla uğraştığınız araçlar
azaldıkça muhafazakarlaşma artıyor, dinin etkisi artıyor.. Endüstri toplumunda
hayat daha belirgin, endüstri ötesi toplumunda refah toplumuna da geçiyorsunuz
ve pek çok şeyi çözmüş belirsizlikleri azaltmış oluyor, nerede ne zaman yemek
yiyeceğinizi biliyorsunuz.. Hayatın en büyük kaygıları çözülmüş oluyor..
barınmak giyinmek.. vb hayatın belirsizlikleri azalınca toplumlarda dine olan eğilim
de azalıyor.
Örneğin 1940’lardan 2000’lere kadar bazı ülkelerde
tanrı fikri sorulmuş.. İsveç’te o tarihte tanrıya inanıyormusun sorusuna yüzde
95 evet yanıtı veriyorken, 2000’de bu orana yüzde 40’lara düşüyor. Bu sadece
ABD’de değişmiyor, diğer hepsinde katolik ülkeler dahil hepsinde tanrıya
inanışta büyük düşüşler var... Belirsizliklerin azalması, insanların yarını
görmesi, insanların din gibi kurumlarla olan bağlantılarını da çözüyor, örneğin
İsveç’te yine, hayatında düzenli kilise gidenlerin oranı yüzde 5, İngiltere’de
yüzde 9.. Yani bitmiş durumda, aileye olan bağlantı da azalmış... Kiliselerin
bu kez sosyal fonksiyonları artmış.. bakıyorsunuz kilise aynı zamanda
insanların sosyal hayatlarının önemli parçası, senfoni orkestrası çalışıyor,
dans ediyorsunuz, evleneceğiniz eşinizi tanıyorsunuz, kredi alacağınız
bankacınızı tanıyorsunuz, çünkü aynı mekanı paylaşıyorsunuz.
CBT: Bizde camiler ise
kutsal mı kutsal, ayakkabılarınızla bile girmeyi bir dinsel suç olarak görüyor
iktidar..
Kalaycıoğlu: Evet, ama başka
Müslüman ülkelerde cami içinde çok fazla sosyallik yaşıyorsunu, Mısır’da
birlikte toplantı alanı, ama sadece erkekler. Müslüman toplumlarda kadın
toplumun içinde entegre edilmiş gözükmüyor.. En önemli unsur kadının yeri
müslümanlıkta.. Demokrasi açısından da büyük problem.. Kadın hakları Müslüman
ülkelerde Avrupanın, Asyanın bütün örneklerine kıyasla, bizim ölçülerimizden
ayrı farklı ikinci sınıf..
Farklı olana tahammül edilmesi gerekiyor, ayrıca
farklılık üzerinden siyasi hayata müdahale farklı olana tahammülsüzlüğü
artırıyor. Bu durumda demokrasiyi sürdürmeniz son derece zor. Tolerans
konusunda da zor bir ülkeyiz.. Homoseksüeller vb.. İran bile bizden daha
torelanslı. Bu hoşgörüsüzlük çok yaygın, özellikle Osmanlılara atfedilen edilen
hoşgörü argümanları da çok yanlış. Osmanlı ayrımcılık üzerinde yapılandırmıştı
İmparatorluğu zaten.. Kahire’de duvarların arkasında Yahudi ve Koptik
mahalleleri var.. Oysa bugünün dünyasında evinizin kapısını açacaksınız,
karşınıza başka birisi çıkacak ve ona günaydın diyeceksiniz.. otobüse oturup
yanyana gideceksiniz.
Karşısındakini dinden çıkmış hatta kafir gören bir
anlayışla, bir arada yaşamak mümkün olmuyor...
CBT: Bunlar zaten demokrasinin yerleşebilmesi
için kültürel özellikler, bu zayıf olunca siyasi örgütlenme de bu zayıflığı
taşıyor, temel sorunumuz nedir bizim bu açıdan baktığımızda.. Ilımlı, veya
siyasal İslam ile demokrasiyi birleştirme denemesini zayıflamış olanrak görüyor
musunuz?
(Sorunun yanıtı ve
Gezi Direnişi’nin anlattıkları konusu, haftaya...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder