“Böyle Akademi Türkiye İçin Yeterli Kardeşim!”
CBT sayı 1287, Gündem, 18 Kasım 2011
Türkiye Bilimler Akademisi’ne siyasi iktidarın operasyonuna,
iktidarın adamlarından tam destek gelmesi şaşırtıcı değil. Birileri TÜBA’nin
dinsiz imansızların elinde kaldığını, evrimcilerin orada cirit attığını belirtirken,
“bilimden yana” gözüken bazı iktidar yazarları da, Akademi’nin “bilim
felsefesi”nin hiç de iyi olmadığını, çoğulcu bir bilim anlayışının orada egemen
olması gerektiğini belirtmekte ve “Akademi
kimden yana?” diye sormakta.
Aslında “kimden yana” sorusu, başlı başına bir ihbarcılıktır ve ayrıca iktidarın yaptırımına
gerekçe sunmaktadır. Efendim, Korkut
Boratav, Akademi’de konferans vermiş. Boratav dünya ekonomik krizini
Marksist açıdan anlatmış.. Türkiye ekonomisinin İMF’ye teslim edilmesini
eleştirmiş... Merkez kapitalist
ülkeler kendi çıkarlarına oluşturdukları ekonomi programları Türkiye’ye
dayatırlar, demiş.. Oysa Kemal Derviş’in programı başarılı olmuş.. Akadmi
“böylesine ideolojik bir konferans”a nasıl izin vermiş. Eğer veriyorsa,
Derviş’i de savunan bir iktisatçıyı da davet etmeliymiş...
Bu eleştiriye, iktidar haddini katbekat aşan gözü kara
destek mi, yoksa gözü karalığın doğurduğu bir şanssızlık mı desem, bilemedim.
Akademi’nin davet ettiği konuşmacılara bakıldığında, örneğin
ABD’nin dünyada ekonomi çıkarlarını savunan yabancı bilim insanları da var! Ama
onların yanına Boratav gibi birini koymak gerekmez. Çünkü doğru olan bugünkü
dünya ekonomik düzenidir! (Çöktüğünün farkında bile değiller!)
Akademi’ye böyle bir saldırı ile, Akitçilerin “vayy evrimi
savunan broşür yayınladılar” şeklindeki saldırısı arasında bir fark
yoktur!
***
“Çoğulcu bilim”
(ne demekse) adına, “orada niye bir
ilahiyatçı profesör üye değil?” diye de sorulmaktadır! Bence Diyanet İşleri Başkanı da Akademi’ye
girmelidir! O “zat-ı profesörleri”,
bilime büyük bir katkıda bulunmaktadırlar:
“Depremi sadece
tesadüfle, fay hatlarıyla izah etmeye çalışmak yetersiz olacaktır. Bu tür
afetlerin, sınanmak için olduğu düşünüldüğünde, depremi yaşayan insanların bu
imtihanı verdi (ölerek!!!), şimdi imtihan sırası geride kalanlardadır (onlar da
ölüme hazırlanmalı!!!)... İnsanlar tarih boyunca doğal afeti yorumlamada
zorlanmaktadır; yaratıcı kudret yok sayılarak, deprem tesadüflere
bağlanmamalıdır.. Böyle yapanlar zihin tembelleridir..”
Mehmet Görmez,
unutmayın, profesör doktordur! Diğer profesör doktorlardan ne gibi bir
ayrıcalığı olabilir ki!
***
Bilim akademilerinin dünyada örneklerinin işleyiş
mekanizmaları hakkında okurlarına tek satır bilgi vermeyeceksin, ama TÜBİTAK Bilim Kurulu’nun TÜBA’ya üye
atamasını normal karşılayacaksın. Deniyor ki, “o da bilim kuruludur”! Tabi, o
bilim kurulu üyelerini atayanın Başbakan olduğu belirtilmeden!
TÜBİTAK’a 3 üyeyi YÖK atıyor. 3 üyeyi Bilim Kurulu seçiyor.
İkisini TÜBA seçiyor. Her boş koltuk için ikişer aday öneriliyor ve son seçimi
Başbakan yapıyor!
14 üyeli TÜBİTAK Bilim Kurulu’nun geride kalan diğer 6 üyesi
de, üniversiteyi bitirdikten sonra kamu hizmetinde 10 yıl çalışmış kişiler
arasından seçiliyor. İkisini TOBB; 4’ünü de Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
öneriyor. Tabii, her bir koltuk için ikişer öneri aday arasından, Başbakanın 6
üyeyi atıyor. TÜBİTAK Bilim Kurulu, bir akademisyenler topluluğu değildir.
Aralarında oda başkanları, sanayiciler vb var!
Özetle hepsi
Başbakanın atamasıdır.. “Başkanın
adamları” böyle oluşuyor! Derin minnet duygularıyla!!! Onlar TÜBİTAK Bilim
Kurulu’nu oluşturuyor. Bu bilim kurulu, Akademi’ye 100 üye atayacak!!!
TÜBA’ya üye seçimi ise, seçkin bilim insanlarınca yapılıyor.
Üst başarı kriterleri aranıyor.. Seçkin üyeler, ancak, en az kendileri kadar
bilimsel başarımı olanlar tarafından seçilebilir!.. TÜBİTAK olsun YÖK olsun,
Akademi’ye ancak en iyi olasılıkla kendi düzeylerinde insanları üye olarak
seçerler. Şüphesiz aralarında “iyiler” olacaktır, ama bunlar vitrini kurtarmak
amaçlı kişiler olacaktır.
İktidarın mdya adamları, istifa edenlere diyorlar ki “yanlış
yaptınız geri dönün... size kapı açık..” Buna işçiler olsa, “patronun grev kırıcıları” diye
seslenirdi! Ayrıca, “merak etmeyin,
TÜBA’ya üye seçerlerken de liyakata dikkat edeceklerdir,” diye de güvence
veriyorlar!
Kah kah kih kih!
TÜBA’ya 100 üye seçme yetkisi verilen iktidarın emir ve
talimatlarını uygulamakla memur YÖK’çülerden seçme yetkisinin, üniversitelere
ve öğretim üyesi derneklere verilmesi önerisi de başka bir zırvalıktır.
Bütün öneriler “Roma’ya” çıkıyor, yani “TÜBA kendi üyelerini kendileri
seçmemeli. Hükümet seçmeli, siyaset seçmeli.. Türkiye’ye evrensel karakterde
bir bilim akademisi gerekmiyor, bilimler akademisine kimlerin gireceğini
siyaset saptamalı...”
***
Her zaman şunu kendimize layık görüyoruz: Bu kadarı, Türkiye
için yeterli (Doğu İçin Geçerli,
diploması)!
Akademi’ye seçim mi; eğitim kalitesi mi, iktidarın hukuk
politikası mı, demokrasi uygulaması mı.. Türkiye için yeterlidir bu kadarı..
Daha ötesi, Batı için, gelişmiş uygarlık için geçerlidir!
Akademi’den istifa
etmeyecekler için de bu anlayış geçerli olacaktır:
“Bize yeterli kardeşim, parayı iktidar veriyor... eeee tabi ki düdüğü
çalacaktır...”
Akademi’ye parayı sanki babalarından hesabından veriyorlar!
Fransız Bilimler Akademisi de devlet bütçesinden destek
alır.. Orada ve diğer ülkelerde hiç bir iktidarın aklına “parayı veririm, üyeyi de atarım”
gelmez.
Buna cesaret bile edemezler! Neden acaba?
Diyorum ki özetle, bir musibet, özgürlük doğuracaktır!
***
TÜBA ve Açık Ders Programı
CBT Gündem, Sayı 1286, 11 Kasım 2011-11-11
Şüphesiz Türkiye Bilimler
Akademisi’ni çeşitli açılardan eleştirmek mümkün. Örneğin ben tanınmışlık,
yaygınlık ve sahip olduğu bilimsel niteliğe uygun önemli ölçüde önderlik
yapabilecek duruma gelemedikleri için eleştiririm. Ayrıca, üye seçmede biraz
daha genişleme konusunda kıskançlıklarını gündeme getirebilirim, en azından 138
üyelikten 175-200’e yakın üyeye ulaşabilirlerdi ve bu potansiyel Türkiye’de
bulunuyor. Toplumun çeşitli kurumlarıyla işbirlikleri geliştirebilirlerdi! Bunlar
gerçekleşebilseydi, bugün siyasi dayatmalara karşı daha korunaklı bir kurum da
olurlardı!
Ama hiç bir eleştiri, TÜBA’nın
siyasi boyunduruk altına alınmasını haklı gösteremez. Eleştiri ve iktidara
destek çıkmak, tamamen birbirinden farklı iki kategoridir! İktidar ve yandaş
kaynaklılar eleştirilerini ileri sürerken, TÜBA üzerinde yapılan (üstelik
dinci-)siyasi operasyonu haklı gösteriyorlarsa, ahlâki temelden
yoksunluk batağındalar demektir...
***
“Ne yaptı, ne yapıyor ki,” diyenler TÜBA’nın internet sitesindeki
çalışmalarına bile bakmıyor veya siyasi operasyonu haklı çıkarmak için gündeme
getirmiyorlar.
TÜBA çok iş yapıyor. Bunlar
arasında genç araştırmacı bilim insanlarını yetiştirmeyi amaçlayan Ödül
Programı (GEBİP) da var. Bu program, izlediğim için söyleyebilirim ki, çok
etkin çalışmaktadır! Programa projeleriyle başvuran ve seçilen genç bilimciler,
TÜBA üyelerinin danışmanlığında, bilimsel çalışmalarını üst düzeyde yürütüyor,
üniversitelerinde de örnek oluyor.
Ama önemle vurgulamak istediğim son çalışmaları, uluslararası işbirliği
ile yürüttükleri açık ders malzemeleri
programıdır; (www.acikders.org.tr)
bu tam bir Bilgi Toplumu uygulamasıdır. Fizik, Kimya, Matematik, Yer Bilimleri
ve Biyoloji’yi kapsayan temel bilimlerde 32 ders ulaşılabilir ve özgürce-
ücretsiz öğrenci ve öğretim üyeleri tarafından kullanılabilir ve indirilebilir
durumdadır. Ayrıca sosyal bilimlerde de 11 ders açılmıştır. Bu yılın sonuna
kadar siteye yüklenen ders sayısı 80’i bulabilir. Açık ders programını çok
sayıda izleyeni var. Bu kadar yeni üniversite açıldı ve büyük çoğunluğunda
özellikle yetişkin ve kaliteli akademisyen azlığı nedeniyle tatmin edici bir
ders programı izlenemiyor. Programda, hem öğrenciler bilimin son bulgularıyla
tanışıyor hem de kendilerini hayat boyu geliştireceklere bir olanak sunuluyor.
Bu program aslında dünyada 2000 yılında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nün
(MIT) öncülüğünde “Açık Ders Malzemeleri” girişimi olarak başladı. Amaç,
siteden özetliyorum, “yüksek öğrenim
kurumlarında verilen derslerin internet üzerinden açık kullanıma sunulmasıydı.
Günümüzde 19 ülkeden 200'e yakın kuruluşun yer aldığı “Open Courseware
Consortium” (www.ocwconsortium.org/) adı altında uluslarası bir nitelik kazandı.
Açık Ders Malzemeleri, öğrencilerin dersle ilgili kaynaklarını
zenginleştirirken öğretim üyelerine de verdikleri derslerin içeriklerini benzer
dersleri verenlerle karşılaştırma ve geliştirme olanağı sunmakta. Ayrıca açık
ders malzemeleri yaşam boyu öğrenme için önemli bir kaynak.
TÜBA girişimiyle “Ulusal Açık Ders Malzemeleri Konsorsiyumu (UADMK)”, 25
Mayıs 2007 tarihinde yapılan ve 45 üniversitenin temsil edildiği Genel Kurul
Toplantısı'nda hayata geçti.
Program, TÜBA'nın Bilim Toplumu Projesi'nin çok
önemli ayaklarından biri. Konsorsiyumda, Hacettepe, ODTÜ, Ankara Üniversitesi,
Başkent Üniversitesi, Ege Üniversitesi var…”
Derslerin bir kısmını inceledim, iyi hazırlanmış
ve öğrencilere temel bilgileri ilettiği gibi, merak edip daha fazla bilgiye
ulaşmaya da teşvik edici buldum. Arada sırada derslere girerek bilgimi
genişletmeye karar verdim! Dersler, akademik bir titizlikle hazırlandığı
görülüyor. Derslerin belirli aralıklarla güncelleştirildiğini, durmadan yeni derslerin
portala yüklendiğini de öğreniyoruz. Dersler için hem bir izleme takvimi
öneriliyor hem de bir ölçme ve değerlendirme sunuluyor. Öğrenciler başka
kaynaklara yönelmeleri, ödev vb hazırlıklarına teşvik ediliyor.
TÜBA ‘Açık Ders Kaynakları Ödül Programı’ da
başlattı. Amaç akademisyenleri açık ders programına katılmaya teşvik etmek ve
programı nicelik ve niteliksel olarak geliştirmek. Dersler bazen çeviri bazen
de özgün olarak hazırlanıyor. Bir örnek olarak Prof. Bozkurt Güvenç’in çevirdiği
Kültürel Antropolojiye Giriş (MIT)
(Prof. James Howe) dersinin tanıtımına bir göz atalım:
“Kursun
amacı, öğrencileri kültür antropolojisinin yöntem ve bulgularıyla
tanıştırmaktır. Okumalarda; bir nükleer silah laboratuarı, Sudan’da
hayvancılıkla geçinen bir toplum ve Los Angeles’teki bir Yahudi Huzurevi gibi
çok farklı durum ve kurumlara yer verilmiştir. Antropolojinin bazı bulgu ve
sonuçları tartışıldığı kursun asıl amacı: kültürel farklar ile farkların yarattığı
sorunlar; toplum ve kültürlerin uzun süreli alan çalışmasıyla incelenmesi, ve
hepsinden önemlisi, öteki toplumlarla kendi toplumumuzun yaşam farkları
üzerinde analitik (bilimsel / karşılaştırmalı) düşünmeyi öğrenmektir.”
Bunun gibi, sosyal bilimler araştırma
yöntemleri, iletişim teknlojileri ve toplum, ekonometri, mikro iktisat, para
teorisi ve politikası, halk bilimi, Türk mitolojisi, coğrafi bilgi sistemleri,
petroloji, uzaktan algılama, yapısal jeoloji ve temel bilimler konuları… TÜBA,
çevrisi yapılacak dersleri de sitesinde ilan ediyor, program ayrıca şimdi Kalkınma Bakanlığı
olan DPT tarafından desteklendi. Telif dersler hazırlanması için de çağrı
yapılıyor.
***
Demek istediğim, açık ders
malzemeleri programı devasa bir çalışmadır ve TÜBA bu programla da Türkiye’ye
büyük bir katkı yapmaktadır! İktidarca azarlanan bir gazeteci, TÜBA hakkında
düzgün haber ve yorum yapamıyorsa eğer, ahlaken konuya hiç girmemesi gerekir!
Gelecek Cuma’ya kadar,
hoşçakalın..
***
Okurlardan
Mektuplar, Hepsine Teşekkür
Bu hafta, genellikle sadece
yanıt verdiğimiz ve ayıp olur diye yayınlamadığımız, dergimiz üzerine
yazılardan bir bölümüne yer vereceğim. Kimse kusura bakmasın, belki hepimiz
için bir enerji kaynağı olur...
***
“Bizim size
öğrettiklerimizin yarısı muhtemelen yanlıştır, ama maalesef hangi yarısı olduğunu bilmiyoruz.”
‘Nükte
de içeren bu söz, bilimde bugün doğru gözüken bazı bilgilerin yarın yanlış
olabileceğini ve bilimin sonsuzluğunu vurguluyor bir bakıma..’
Sevgili
Arkadaşlarım, bu soruyu tekrar önünüze getiriyorum: Cumhuriyet’in Bilim ve
Teknoloji Eki’ni (parasız) kendiniz,
çocuklarınız, yeğenleriniz, diğer yakınlarınız için edinebildiniz mi? İnsanın
yaşamını bilgili, bilinçli, anlamlı yaşaması ve düşüncelerini, duygularını
sürekli geliştirme zorunluluğunda olduğunu düşündüğümüzde, bu olanak Türkiye
koşullarında gerçekten çok önemli.. Arzulanan siyasal ve ekonomik çıkarlar için
arzulanan düşünce kalıplarının, ideolojilerin etki alanından kurtulabilmemiz,
bireysel ve toplumsal temelde daha özgür daha eşit dolayısıyla daha mutlu
dünyalar kurabilmemiz için çok önemli.. Dergi’yi yıllardır titiz çabalarıyla ve
sıra dışı üretkenliği ile bu düzeye taşıyan yönetmeni Orhan Bursalı..
Güzel
günler, sevgiler...
Not: Ünsal Aysun’un kendi çevresine yaptığı duyurudan..
***
“... İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Araştırma Görevlisiyim.
Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji'nin, Ayhan Sicimoğlu'nun güzel deyişiyle
“hastasıyım”. Her cuma alıp okuyup bitirmek zorunda hissediyorum. Aynı durum
NTV Bilim için de geçerli idi. Haziran ayında kapatılana kadar. Reklam
alamadıkları için kapatıldıkları söyleniyor. Ben buna inanmıyorum. Cumhuriyet
Bilim ve Teknoloji de reklam almıyor son sayılarında... Bu derginin başına da
böyle bir kapatılma durumu gelmesi beni çok üzer. Bu dergi sonsuza kadar
yayınlanmalı... Çünki Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji eleştirel bakabilmemi
sağlayan birkaç dergiden biri, bir türlü “gelişemeyen” ülkemizde...
İyi Çalışmalar dilerim Orhan
Bey.”
Not: Teşekkür ederiz, adını vermiyorum,
üniversiteler bir alem oldu çünkü! Sevgiler sana...
***
“Sayın Bursalı, 40 yıllık Bilim Teknik okuru iken bu
iktidarın bu kuruma burnunu sokması üzerine 8 yıldır bu dergiyi almıyorum. Buradan
oluşan
boşluğu C.B.T. ile dolduruyorum. Bunun için bir teşekkür.. Doyurucu bir dergi çıkarıyorsunuz, bir de bunun için teşekkür.. Kuban ve Şengör gibi üstadlar damardan yazıyorlar; bir de bunun için ve bütün teşekkürler Cumhuriyet’in olsun... AKP, siyasi tahlillerin tam bilimsel ve gözlemsel... ”
boşluğu C.B.T. ile dolduruyorum. Bunun için bir teşekkür.. Doyurucu bir dergi çıkarıyorsunuz, bir de bunun için teşekkür.. Kuban ve Şengör gibi üstadlar damardan yazıyorlar; bir de bunun için ve bütün teşekkürler Cumhuriyet’in olsun... AKP, siyasi tahlillerin tam bilimsel ve gözlemsel... ”
Mehmet Şavlug
***
“Sevgili Orhan, TÜBA için
verdiğin desteğe teşekkür. TÜBA olarak bilim insanına yakışır şekilde çözüm
aramamızın doğru olduğunu düşünüyorum. Bu çözümlerin gelmeyeceğini bile bile.
Cumhuriyet’teki yazında
bahsettiğin gibi, bence de TÜBA üyelerinin çoğu istifa edecek ve yeni bir
derneğin peşinde koşacağız. Paranın çok önemli bir sorun olmayacağına ben de
katılıyorum yeter ki bizlerin solukları tükenmesin… Ben ODTÜ’den mezun olup
Amerika’ya gittim ve hep ülkeye dönüp orada çalışacağım günleri düşledim.
Almanya macerasından sonra 1980’de Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. O günden beri
bu kararımdan hiç pişman olmadım, ta ki 3-4 yıl öncesine kadar. Bilim
insanlarının toplumda özel bir yerleri olduğunu düşünen, kendine ayrıcalıklar
arayan biri de değilim. Ama bilginin bu
kadar aşağılandığı bir ortamı da hak etmiyoruz (Bu sadece TÜBA konusu değil
doğal olarak, üniversitelerin yönetimlerine de bakabilirsin, TÜBİTAK’ın
defalarca altüst edilen durumuna da). Kızım bu sene oldukça iyi bir
üniversiteye doktoraya gitti, O da hep geri gelmek düşüncesinde. Ama ben daha
ona bir kere bile “Geri gel” diyemedim. Bu bana TÜBA’nın durumundan da daha acı
geliyor.”
Not: Ne olur ne olmaz, dostumuzun adı bizde..
***
“Sayın Bursalı, öncelikle
yazılarınızı zevkle (ve üzülerek) okuduğumu belirtmek isterim. Son
günlerde de TUBA ile ilgili haberleri kaçırmamaya çalışıyorum. Hiçbir şekilde
geri dönüşü olacağına inanmıyorum, ayrı bir akademi kurulsa da onu yaşatırlar
mı? Çok yazık, Türkiye'ye çok yazık oluyor.
Derginin 9 Eylül
sayısında Sn. Doğan Kuban'ın yazısı çok güzel- her zamanki gibi. Ancak ikinci
sütunda "Köprüleri mühendisler yapar" diye başlayan paragrafta
"İlaçları kimyagerler....yapar" kısmına takıldım. Hayır, ilacı
eczacılar yapar! Kimyacı ilaç yapmaya kalkarsa dincilerin bilim yapmasına benzer
bu. Burada ayrıntıya girmeyeceğim, ilaçla ilgili her türlü konuyu ayrıntısı ile
veren eğitimin eczacılık eğitimi olduğunu biliyoruz zaten. Sanırım Sayın
Kuban, İngilizler eczacıya "chemist" dedikleri için burada eczacı yerine
kimyacı tabirini kullandı. Türkçede kimyacı denince kimyager veya kimya
mühendisleri anlaşılmaktadır ki onların eğitimi bizimkinden oldukça farklı ve
sağlıkla, biyoloji ile ilgili hiçbir konuyu öğrenmiyorlar.
Burada bir kasıt olduğuna
inanmıyorum ama maalesef son zamanlarda mesleğimiz de ciddi tehlike altında
olup elimizden alınmaya çalışılıyor, o nedenle de yılların öğretim üyeleri
olarak konuya çok duyarlıyız.” Prof.Dr.
Gül Dülger
***
Şimdilik bu kadar…
Gelecek Cuma yeniden buluşmak umuduyla..
CBT sayı 1284, 21 Ekim 2011
***
Metin Münir’e Destek
Metin Münir
(Milliyet), daha çok haberin ve yorumun ekonomi koridorlarında dolaşır; onu nükleer
santralden tutun köprü ve yollar ile bankalara kadar pek çok konuda olayların
perde arkasını kovalarken görürüz. Münir’i izlerim, o güne kadar hiç
ilgilenmediği konulara da el atmasına şaşırmam. Ekonomi alanından sıkıldığında,
gider mutluluk nedir’i araştırır; sonra da, çocuklarda dikkat eksikliği ve
hiperaktiviteyi günlerce kalemine dolar.
Şimdi, Metin Münir’in bu köşede işi ne, diyeceksiniz. Şüphesiz,
bu yazıyı Cumhuriyet’teki köşemde yazabilirdim, ama özellikle burayı seçtim;
amacım aslında, hiperaktivite konusunda kışkırtıcı yayınlarına gelen büyük
tepkiler karşısında, Münir gibi ciddi bir gazeteciye destek çıkmak. Üstelik,
buradan!
Münir bilmediği bir konuya el attı; olabilir. Araştırırsın,
bilgi sahibi olursun, uzman referanslara dayanırsın, arka plana itilen bir
temel görüşü ön plana getirirsin, konuyu hasta-hastalık ve uzmanlar arasında
tartıştırırsın.. Bunu yaparken de mutlaka bir amacın olur. Münir, bunu yaptı,
amacı da, hem ilacı hem hastalık ve teşhisi tartışmalı ve zor bir konu üzerinde
farkındalık yaratmaktı. Ve muazzam bir ilaç sanayi karşısında öncelikle insanı,
çocuğu korumaktı...
Tabii, büyük saldırılara da uğradı. Bir kısım psikiyatrist
onu uzman olmadığı konuda yazmak, yanlışlıklar yapmak ve hastaya zarar vermekle
suçladı. Münir’in üslubunu tartışmayacağım. Bazıları onu psikiyatristlere düşman
olarak algılamıştır, kesin yargıları olduğunu düşünmüştür vb.
Münir’in bu konuyu gündeme taşıyarak herhangi bir hastaya
zarar verdiğini düşünmüyorum. Yazıları arasında ortaya çıkan hasta-hastalık öyküleri,
psikiyatrinin –alan çalışması ve pratiğinde- hem yetersizliklerini hem de
standartlaşamamış hallerini ortaya koyuyordu aynı zamanda. Hasta doktor ilişkisinde,
genellikle hastanın çaresiz kaldığı durumlar az değildir. Tedaviyi salt ilaç
yazmak olarak algılayan anlayış yaygındır. İlaç şirketlerinin baskısı fazla
olabilmektedir. Pek çok alanda, dar bir kesimi kapsadığını ileri sürsek bile,
ilaç şirketi-doktor arasında etik olmayan bir dizi ilişki vardır.
Burada en çok karşı çıktığım, bir konuyu araştıran gazeteci üzerinde
“uzman olmadığın bir alanla neden
ilgileniyorsun..” biçiminde baskı uygulamaya kalkışmaktır. Gazeteci, aynı
zamanda bir köprüdür, zor bir konu ile halk arasında! Geliştirdiği dil ile, sürecin
anlaşılır olmasına yardımcı olur. Aynı zamanda, kamunun çıkarlarını savunmaya öncelik
verir. Kamu ile, hasta kesimi, ve halkın çıkarlarını kastediyorum.
Toplum, bir çıkarlar çatışmasının toplamıdır. Hastayı
doktora karşı, doktoru devletin ezmesine karşı savunuruz gerektiğinde. İnsan
hak ve özgürlükleri ve hasta hakları (aynı zamanda doktor hakları da) yazılarımızın
odağında olur, olmalıdır.
Mazlum, bazen büyük bir işadamı, bir ilaç şirketi bile
olabilir!
Bunları yaparken bir gazeteci, yanlış da yapabilir. Ama bunu
gördüğünde de düzeltir. Amaç gerçeği aramaktır.. Gerçek neyse! Doğruya en yakın
olanın yanında durmak, diyelim..
Aslında Münir’in konuyu deşmesinden rahatsız olanların
yapması gereken, saldırmak değil ona yardımcı olmaktı! Doktorluk, uzmanlık, aynı
zamanda yol göstericilik yapmaktır! Doktorluk, bilimci gözlüğüne en çok ihtiyaç
gösteren bir uzmanlık alanıdır. Çünkü elinde insan ve hayatı vardır.
Bilinmezlikleri o kadar çoktur ki bu mesleğin, uzmanlığı üzerinde
herşeyin çok açık, seçik, net ve herşeyin bilinir olduğuna inanan doktorlar için
öğrenecek ve araştıracak bir şey de yoktur. Bu anlayışın, hastaya yarardan çok
zararı dokunacağını kabul etmeliyiz. Özellikle psikiyatri –ve daha pek çok tıp
uzmanlık alanı– gri alanlarla, bilinmezliklerle doludur.
Bu bakımdan, genellikle doktorların, konularına ve hastalarına,
hiç bir şey bilmezmiş gibi yaklaşmasında sayısız yarar vardır.. hem kendisi hem
hastası hem uzmanlık alanı için..
STEVE JOBS
Yapabileceğine inanmak, yapabileceğini mükemmel yapmak,
zamanın özellikle ve öncelikle kendine ait ve kısıtlı olduğunu bilmek, içinizdekileri
dışa vurmak ve başkalarının şovlarından çok kendi şovunuz üzerinde yoğunlaşmak...
Dijital çağın insanının ihtiyaçlarını önceden görerek pek çoğuna liderlik eden
bir insan, genç yaşta göçüp gitti. Bilgisayara ilk başlangıcım ve daha sonrası,
hep onun tasarladıklarıyla oldu. Zenginliğini ne yapacağını bilemedi. Bütün büyük
zenginler gibi! Oysa, hiç bir maddi şeyi beraberinde götüremeyeceğini bilip açıkladığı
halde. Belki de, kendi işine olan büyük sevgisinden, paralarını ne yapacağına
akıl erdirecek zamanı olmamıştır! Gönül isterdi ki, kişisel servetini, şu dünya
üzerindeki büyük haksızlıklara karşı ve daha iyi bir dünya kurulması için
vakfetseydi... Servetini çocukları yaratmadı, şüphesiz onlara da Steve’in çocukları
denecek bir zenginlik bahşederek..
Teknoloji ile insan ilişkisini bu kadar iyi koklayan ve bu
amaçla en mükemmeli yaratmaya
soyunan, şüphesiz ki ender insanlardan birini yaşadı dünya...
Gelecek Cuma beraber olmak umuduyla...
***
Bilimsel Mükemmeliyet
İçin Bağımsız Bir Akademi Şart
American Association for the
Advancement of Science'ın (AAAS) haftalık yayını Science dergisinin Genel Yayın
Yönetmeni Bruce Alberts, 30 Eylül 2011 tarihli sayının gündem köşesinde Türkiye
Bilimler Akademisi'nin hükümet kararı ile yapısının değiştirilmesini
eleştiriyor. Yazıda son on yıldır
Türk bilim insanlarının üretkenliklerini engelleyen bir yönetim ile karşı
karşıya olduğunu ileri süren Alberts’in yazısına aşağıda yer vereceğim.. Ancak
biraz gelişmeleri anımsayalım:
TÜBA Başkanı Kanpolat bir
gurup TÜBA üyesi (Tarık Çelik, Bozkurt Güvenç, Çiğdem Kağıtçıbaşı,
Namık Kemal Aras, Metin Gürses, Atilla Aşkar) ile birlikte Cumhurbaşkanı
Gül ile görüştü. Bu görüşmenin, TÜBA üyelerinin dileği üzerine “son bir
çare arayışı” olarak gerçekleştirildiğini biliyoruz. Heyetin, ile TÜBA
yasasının değiştiren Kanun Hükmünde Kararname’nin “TÜBA’nın bir bilimler akademisi olma niteliğini
ortadan kaldıracağını ve bu düzenlemenin Türkiye’yi dünya bilim camiasından
koparacağı” konusunda kaygılarını ilettiği açıklandı.
Cumhurbaşkanı, ilgiyle izlemiş. Heyet, Gül’den, durum üzerinde yeniden
çalışılabileceği konusunda izlenimler edinmiş.
Bu süreçte iki haber daha izledik: İlki, YÖK, TÜBA’ya
yapacağı 100 atama için isimler üzerinde çalışıyor.. İkincisi: Bilim Sanayi ve
Teknoloji Bakanı, TÜBA’ya yapılacak atamaların bilimsel bakımdan iyi olanlar
arasında seçileceğini duyurdu.
Ben de yazı yazmak için şu sürecin tamamlanmasını
bekliyorum!!!
Şimdi Science’ın editoriyal yazısını yayımlalıyorum.
“TÜRKİYE ve BİLİM
AKADEMİLERİ
“Türk Hükümeti son günlerde Türkiye Bilimler Akademisi'nin
(TÜBA) başkanını ve üyelerinin çoğunluğunu doğrudan ya da dolaylı olarak
atayacağını bildirdi. Tepki olarak TÜBA üyeleri hükümeti istifa etmekle ve
hükümetten bağımsız bir akademi kurmakla tehdit etti. Bundan sonra olacaklar
Türkiye'nin geleceğini dramatik olarak etkileyecek. Çünkü bilim ve teknoloji
alanında liyakate dayalı araştırmalar modern ekonomilerin en büyük itici
gücüdür. Aynı zamanda Türkiye – tüm diğer ülkeler gibi-21.yüzyılın rekabetçi
dünyasında varlık gösterebilmek için ulusal yeteneklerini korumak ve
desteklemek zorundadır.
Türkiye 1995 ve 2007 yılları
arasında ARGE'ye olan desteğini altı misli arttırmış bulunmaktadır. Sonuçta
bugün ARGE harcamaları GSYH'nın %0.7'sine ulaşmıştır. Bu harcamaların yerinde
kullanıldığından emin olmak için Türkiye'nin yaratıcılığı teşvik eden ve
mükemmeliyeti ödüllendiren bilimsel bir ortamı koruması gerekir. Ne yazık ki
son on yıldır Türk bilim insanları üretkenliklerini engelleyen bir yönetim ile
karşı karşıyadır. Öğretmenlerin evrimin çağdaş kuramlarını öğretmemeleri için
sürekli baskı altında tutulduğuna ilişkin duyumlar geliyor ve yeni yasalara
göre üniversitelerdeki öğretim görevlilerinin hizmet koşulları hükümetin
denetimi altındaki YÖK tarafından belirleniyor. Bugün çok sayıda akademisyen bu
konulara ilişkin samimi görüşlerini açıkça belirtmekten korkuyor. Bilimin böyle
bir ortamda yeşeremeyeceği kesindir ve Türkiye'nin en yetenekli bilim
insanlarının geleceklerini daha özgür bir ortam sunan ülkelerde araması da
normaldir.
TÜBA yalnızca 1993 yılında
kuruldu; ancak bu kadar kısa bir süre içinde bile Türkiye'de bilim ve bilimsel
eğitimin gelişmesinde önemli bir
rol oynadı. Örneğin Üstün Başarılı
Genç Bilim İnsanlarını Ödüllendirme Programı ve çocuklar için sorgulamaya
dayalı bilimsel eğitim faaliyetlerini desteklemesi, eğitime verdiği önemi
gösteriyor. Ayrıca uzmanlarının hükümete bilim politikalarıyla ilgili
danışmanlık yapması, siyası kaygılardan bağımsız fikirlerini beyan etmesi TÜBA'nın en önemli görevlerinden
biridir. Ancak üyelerinin pek çoğu hükümet tarafından atanmış bir akademi, bu
görevini hakkıyla yerine getiremez.
Akademinin işini layıkıyla
yaptığı yerlerde, bilimsel mükemmeliyetin sağlanmasında akademiler çok önemli
bir rol oynar. Örneğin Amerikan Bilimler Akademisi'ne seçilmiş bir üyeye, kendi
bağlı olduğu kurumda daha büyük sorumluluklar verilir ve başka yerlerden
liderlik teklifleri alır. Kısmen bu nedenle seçilmesi düşünülen adayın
belirlenmesi ve hakkında ayrıntılı bir soruşturma yapılması ciddiye alınır. Ve
bu görevi daha önce seçilmiş olan adaylar üstlenir. Bildiğim saygın akademiler,
üyelerinin seçiminde daha farklı bir yöntem izlemez. Bilim insanlarının
birlikte çalışacakları üyeleri kendilerinin seçmesi, seçimde tek kriterin
liyakat olması kuralını garantiye alır. Ayrıca hükümetten bağımsız olarak
yürütülen bu faaliyetler, tarafsız önerilerde bulunmalarının yolunu açar. İşte
bu nedenle Dünya Akademiler Birliği, InterAcademy Panel, Türkiye Başbakanı'na
ve Devlet Başkanı'na mektuplar
yazarak hükümetin “TÜBA'nın daha önceki yönetişim ve özerkliğine yeniden
kavuşması” için ilgili KHK'nın yeniden gözden geçirilmesini talep ediyor.
Bir ülke bugün başarılı
olmak istiyorsa meritokrasi dediğimiz düzeni yaratmak zorundadır. Bu düzende
liderlik ve sorumluluk pozisyonları, kişisel ilişkilerden ve sosyal sınıfından
bağımsız olarak en liyakatli bireyler arasında dağıtılmalıdır. Güçlü, liyakete
dayalı, bağımsız bir bilimler akademisi o ülkede bilimin gelişeceği garantisini
vermez; ancak bilimin gelişmesi için benim bildiğim en iyi yol bu yoldur.”
Türkçesi için Reyhan Oksay’a
teşekkür. Kaynak: www.sciencemag.org,
vol 333, 30 Eylül 2011
CBT sayı 1281,
***
53 Ulusal Bilimler Akademisi’nden
Cumhurbaşkanı’da Mektup:
“Akademilerin ana misyonu toplumda bilimin bilinci olarak görev
yapmaktır..”
ALLEA, 40 Avrupa ülkesinden
53 Ulusal Bilimler Akademileri’nin oluşturduğu bir federasyon. ALLEA’ya üye
akademelerine hepsi özerktir ve bağımsızdır. Akademilerin üyeleri bilimin her
dalından, fen bilimlerindern sosyal ve insani bilimlere kadan çeşitli dallardan
başarılı bilim insanlarından seçilir. Türkiye Bilimler Akademisi’nin hükümetin
kararıyla yasa olarak ortadan kaldırılmasının dünyada yarattığı tepkiye,
bilimler akademisi federasyonu da katıldı. ALLEA Yönetim Kurulu, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül’e bir mektup yazarak, TÜBA’nın özerkliğini yitirmesinden
duydukları kaygıyı dile getirdi.
Burada mektubu özetliyoruz:
“TÜBA İnandırıcılığını
Yitirir”
“Bir ulusal
akademinin temel misyonu toplumda bilimin bilinci olarak görev yapmaktır: Bunun
için de siyasi, ekonomik ve ideolojik bağımsızlığa sahip olmalıdır; ülkenin en
iyi bilim insanlarını çatısı altında toplamalıdır.
Son yapılan yasal
değişiklik ile TÜBA’nın bağımsızlığını yitireceğinden ve temsil ettiği bilimsel
mükemmelliğin erozyona uğramasından kaygı duyuyoruz. Sonuçta Akademi, bilim ve
teknolojinin gelecekteki rolü konusundaki ulusal ve uluslararası tartışmalarda
inandırıcılığını yitirmiş olacak.
TÜBA, 2020 yılına kadar
ALLEA Yönetim Kurulu’nun uzun süreli bir üyesiydi. TÜBA’nın üyeleri, Avrupa
düzeyinde bilim ve etik, telif hakları, değerlendirme, bilim eğitimi ile ilgili
uzman komisyonlarında aktif olarak görev alır. TÜBA delegelerinin çalışmaları
özellikle bizim için önemlidir, çünkü dünyanın en hızlı büyüyen öğrenci
nüfusuna sahip bir ülkeyi temsil etmektedir. Üstün Başarılı Genç Bilim
İnsanlarını Ödüllendirme Programı (TÜBA-GEBİP) hem Avrupa hem de dünya
için umut vaat eden genç yetenekleri destekleme konusunda model oluşturuyor.
Son yıllarda hükümetinizin
bilimi ve teknolojiyi teşvik için daha aktif bir rol oynamasından son derece
mutluluk duyuyoruz. Ancak bilim ve politika arasında başlatılan bu yakın
diyolog, hükümetin bilimin bağımsız sesini bastırma girişimlerine bağlı olarak
güvenirliliğini yitiriyor.
Dahası bu son yasal
değişiklikler hem TÜBA’nın başarılarına gölge düşürüyor, hem de bilim,
teknoloji ve inovasyon dünyasında ülkenin adını lekeliyor.
Bu nedenle yetkiniz altındaki
anayasal araçlardan yararlanarak, akademinin özerkliğine yeniden kazanmasına
yol açacak şekilde kararnamenin yeniden gözden geçirilmesini rica ediyoruz:
“Ciddi Sonuçlara Yol Açar”
Özellikle aşağıda konuların
çok ciddi sonuçlara yol açacağını belirtmek istiyoruz:
-Akademi’nin başkan ve
üyelerinin, hükümet tarafından değil, bilimsel topluluk tarafından yalnızca
liyakate göre seçilmesi gerekir. TÜBA seçim konusunda açık ve şeffaf kurallar
belirlemişti.
-Akademi üyeleri hükümetin
memuru değildir. Dolayısıyla emeklilik koşulları Akademi tarafından özerk bir
şekilde belirlenmelidir. Kaldı ki TÜBA şu anda Avrupa’daki pek çok kardeş
akademilerden daha gençtir.
-Akademi’nin büyük
araştırma enstitülerine hesap verecek konuma getirilme niyeti yepyeni bir
kategorinin ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu enstitülerde görev yapan
araştırmacılar ve yöneticiler için normal işlerliği olan emeklilik kuralları
geçerli olmalıdır. Ancak enstitü çalışanları ile Akademi üyeleri arasında fark
vardır.
-Akademi, hükümete bağlı
kurumlardan parasal ve proje desteği almaya devam ederken, hükümete yakın bir
mesafede, Türkiye’de bilim ve teknolojinin bilinci olarak görev yapmaya devam
edebilir. Demokratik yollarla seçilmiş, arkasında büyük kamuoyu desteği olan
bir hükümet, ancak özerkliğini koruyan, şeffaf kurallar çerçevesinde çalışan,
liyakate dayalı bir seçim ile başkanını ve üyelerini seçen bir Ulusal
Akademi’den yarar sağlayabilir. Bu Akademi parasal kaynaklarını ihtiyaca göre
harcar ve bilimsel önerileri yansız ve önyargısızdır.
40 Avrupa ülkesinden 53
Ulusal Akademi’nin oluşturduğu bir Avrupa Federasyonu olarak hükümetinizin
adaletli uygulamalarını paylaşmaya hazırız. İnanıyoruz ki hükümet ve toplum
bağımsız bir Ulusal Bilimler Akademisi olarak TÜBA’nın sağladığı benzersiz hizmetlerden
en iyi şekilde yarar sağlayacaktır.
Bu yazdıklarımızın ışığı
altında TÜBA’nın ulusal bir Akademi olarak görev yapabilmesi için temel
koşulların –bağımsızlık ve mükemmeliyet- korunmasında bizimle görüş
birliği içinde olacağınıza güveniyoruz.
ALLEA Başkanı Jüri
Engelbrecht
ALLEA Başkan Yardımcısı:
Profesör Nicholas Mann”
***
Umarım bir faydası olur,
Hükümet ve Cumhurbaşkanı, en hafifinden fazla iblgi sahibi olmadan yapıldığını
söyleyebileceğimiz bu büyük hatayı telafi edici yeni adımlar atarlar.
Bugünkü sayımızda Türkiye
Bilimler Akademisi üzerine yazıları sürdürüyoruz. Lütfen izleyiniz..
Hükümet değişiklik
yapmazsa? Akademi içinde az sayıda üye, hükümet geri adım atmasa bile, “başa
geleni çekelim, istifa etmeyelim..” görüşünde! Ancak büyük bir çoğunluk,
iktidara kul köle yaratacak böyle bir siyasi bağımlılık ilişkisini kabul
etmiyor ve istifasını cebinde tutuyor.
İstifa etmeye karşı çıkan
düşüncelerin iki özelliği var, bir kısmı iktidara siyasi olarak yakınlık duyan,
yakın duranlar; ikincisi, yeni ve özerk bir akademinin kuruluşunun maddi
bakımdan zor olacağını düşünenler.
Devletten gelecek
kaynaklarla iş yapmayı düşünmek, geleneksel bir tutum.
Oysa, bağımsız bir akademi
olarak varlığını sürdürmek kararının alınması durumunda, çok hızlı kaynak oluşturulabileceğine
ilişkin de işaretlerin olduğu belirtiliyor.
Devlet, paranı veriyorum, o
halde benim memurum olacaksın, diyor.
Bakalım bir yol ayrımı
konusunda, kimler hangi yollardan gidecekler...
Gelecek Cuma yeniden
birlikte olmak üzere..
--Cumhuriyet Bilim ve
Teknoloji, Gündem, sayı 1279, 23 Eylül 2011
***
TÜBA Ne Olacak, Genç Bilim İnsanları, Ayhan
Ulubelen
Toplantı, TÜBA’nın başına
gelenlerden çok önce saptanmıştı. Türkiye Bilimler Akademisi’nin başarılı ve
dünyaya da örnek projesi olan Genç Bilim İnsanlarını Ödüllendirme Programı’nın
(GEBİP) onuncu yıllık toplantısı İzmir Ege Üniversitesi’nde yapılacaktı. Bu
kargaşalıkta kazaya uğrar, YÖK ve hükümet yeni üyelerini ve başkanı atar,
GEBİP de arada güme gider...diye düşünürken, toplantı yapıldı...
Ayhan Ulubelen “Bilimin Gelişmesi”
üzerine güzel bir konferans verdi, zevkle dinledik.. Ulubelen’in 80. Yaş günü
de İstanbul Üniversitesi’nde ululararası katılımlı bir bilimsel toplantı ile bu
hafta başı kutlandı! Ne yazık ki toplantıda bulunamadım! Toplantıya katılan
Pakistanlı bilim insanı, Pakistan Bilim Akademisi’nin başkanı, Bilim ve
Teknoloji eski Bakanı, İslami Ülkeler Bilimler Akademileri Ağı Başkanı Atta-ur-Rahman,
toplantıda, TÜBA üzerindeki siyasi denetime karşı çıktı.. İç sayfalarımızda
okuyacaksınız… Diyor ki, “Türk hükümetinin kararından şoke oldum…”
Ulubelen’e dönelim: “Belki
de bu TÜBA’nın son toplantısı” dedi. “Toplumsal lişkileri yeniden inşa ederek
bilimi de yeniden inşa etmiş oluruz,” sözünden etkilendiğini söyledi!
Türkiye’nin Nobel ödülü alabilmesinin, toplumun ve bilimin gelişmişlik
düzeyiyle ilişkisini gündeme getirdi.. Kenan Evren adındaki kişinin,
darbeci olarak devletin tepesinde otururken, Istanbul Üniversitesi’ni
ziyaretinden anılar anlattı. O kişi, bilim insanlarından söz ederek “bunlar,
bayrağın ucundan tutmak için bile ‘kaç para’ diye sorarlar..” demiş! Tam
utanmazlık! Ayhan Ulubelen gibi, ülkesini tepeden tırnağa seven bir bilim
insanının bunu duymasıyla uğrayacağı travmayı düşünün!
Ulubelen, haklı bir saptama
ile, “Osmanlı ileri gidebilseydi Arap dünyası da ilerleyecekti”
görüşünde.. Sartre’ın “varoluş nedeni yaratıcılıktır” sözünü
anımsattı bize. Bilim ki, yaratıcılığın ana kaynaklarındandır! Ayhan Hanım,
bilgi sahibi olmadan bilirmiş gibi yapanların üniversitede gerçek bilimcilere
her zaman engel çıkartacaklarını anımsattı.. “Ama bizim dünyamızda korkuya,
başkasına darılmaya, ülkesini terketmeye yer yok..” dedi.. İstanbul
Üniversitesinde Eczacılığın başına gelenleri anlattı ki bu başka bir yazı
konusu olacak cinstendir…
Sevgili Ayhan Hocamıza nice
80 yaşlar diliyoruz..
GEBİP PROJELERİ: “ORTA VE
ÜSTÜ”
GEBİP’I gözden
kaçırmayalım: GEBİP ödülü alan 50 kadar genç bilimci ile TÜBA üyesi 25
danışmanı / yol göstericisi katıldı toplantıya. Fen bilimleri, Sağlık ve Yaşam
bilimleri, Mühendislik bilimleri ve Sosyal bilimler dallarında, genç bilimciler
projeleri ve çalışmaları üzerine sunumlar yaptılar ve çalışmalarını tartışmaya
açtılar. TÜBA iyi bir gelenek yarattı!..
Eğitim gazetecisi olarak
tanınan bir köşe yazarının yazdığı boş, boş olduğu kadar daha çok iktidara
yarayan yazısı aklıma geldi. Diyordu ki, “TÜBA da ne yaptı ki…” Aslında
internet sayfalarına baksa, Akademi’nin etkinliklerini ve başka akademilerin
etkinlikleriyle kıyaslayarak izlese, bu yazıyı yazmaz. Ama ikitdarın haksız yere
ağır saldırısına uğradığını da düşünmek gerekir… Yine de, böyle bir yazı
yazmaktansa, konuya hiç girmemeyi tercih etmeliydi!
Bozkurt Güvenç’e, sosyal bilimlerde
yapılan sunumların kalitesini sordum. “Orta ve üstü” yanıtını verdi,
sevindirici! Biri dışında diğer toplantılara girip yer yer sunumları izledim;
umut verici ve sorun çözücü kaliteli bilim konuları! İyi üniversitelerimizde
gerçekten kaliteli araştırmalar yapılıyor! TÜBA da bunları ödüllendiriyor,
destekliyor ve kapılar açıyor! Genç bilimcilere büyük başarılar dileriz..
AKADEMİ NE OLACAK
Hükümetin TÜBA’yı bitiren
kararından sonra, şüphesiz ne olacak şimdi sondajı yapıp durduk.. Akademi
içinde bir kaç kişi tarafından savunulan şöyle bir grüş var: “Akademi kurmak
pahalı bir iş, yerimiz yok, paramız yok, biz böyle bir işe kalkışamayız..
Gelenler arasında iyiler de olacak, bekleyelim, yapacak bir şey yok..”
Dünyanın iyi bilim
ülkelerinde böyle bir uygulamaya karşı protestolar yükselirken… siyasi
tasarruflara boyun eğmek… Bilemeyiz tabii, herkes kabul ettiği ilişkiler
içinde yaşamını, varlığını sürdürür.. Ama önemli bir çoğunluk, yönetimsel ve
bilimsel özerkliğin olmadığı yeni bir kurumun akademi olamayacağını görüşünde. Sıradanlığın
egemen oluğu yerde, gerçeğin borusu ötmez!
Özgür ve gerçek bilim akademisinin
kuruluşuna, ilk taşı biz koyuyoruz! 5’er- 10’ar bin liralarla neler olmaz!
Dünya biliminin böyle bir girişime de katkısı olacağını varsaymalı.. Bilim
insanı, kendi özgürlüğü için, bazan bizzat kendi elini cebine atmak durumunda
kalacaktır..
Ama “iktidarın akademisi”,
iktidardan akacak paralarla akademi üyeliğini sürdürmek, şüphesiz ki,
Türkiye’nin insan-devlet-siyaset kültür ilişkisine ve alışkanlığına da uyar,
duruma pek de yabancı kalmaz! TÜBA yasasını değiştirenler de bunun bilincinde!
Neyse şimdilik daha fazlasını yazmak gerekmez..
Umarım iktidar bir geri
adım atar, Akademi’nin kendilerinin “malı” değil, bu ülkenin “malı” olduğunu,
bu ülke için desteklenmesi gerektiğini, iktidarın istekleri varsa, bunu
Akademi’yle konuşup tartışmanın en iyi yol olduğunu anlar.. Doğan Kuban Akademi
üzerine yazılarında, İslam’da bilgiye, uzmanlığa verilen önemin altını her
zaman çizmiştir.. Osmanlı hiyerarşisinde de liyakat hep ön plandaydı!
Ama bu iktidarın temsilcisi
olduğunhu iddia ettiği geçmişle ilgili üstlendiği, devraldığı hiç iyi bir şey
görmemiş bir bir insan olarak, iktidarın bu kez doğrular üzerinde hidayete
ereceğine ilişkin elde ne veri var, derseniz, size bir şey diyemem..
Gelecek Cuma yeniden
birlikte olmak dileğiyle..
--Cumhuriyet Bilim ve
Teknoloji, sayı 1278, 16 Eylül 2011
***
Akademi: Sorun Çok Boyutlu;
Nüket Yetiş'in Sadece 8 Makalasi var
Türkiye Bilimler Akademisi’nin, içerik ve gerçek akademi olarak, siyaset tarafından yasal anlamda
bitirilmesinin belki tek yararı, bilimin ve akademinin, bilimle siyaset
ilişkisinin ne olduğu ve ne olması gerektiği konusundaki tartışmalardır. Bu
tartışmalar ne kadar bilim dünyasına yayılırsa, daha geniş kamuoyunda
tartışılırsa, sonuçta belki elimizde, hayati önemdeki bir konuda bir parça
farkındalık yaratabilmişlik, kalabilir! Akademi üzerine yazıları bloğuma da
aktardım, “konuk yazılar” bölümüne koyuyorum. Orada, yazılara olan büyük ilgiyi
görüyorum.
Doğan Kuban, bilge kişiliği ile, Akademi konusuna derinlemesine değiniyor yanda. Ne
kadar bilim, o kadar bilimden anlayan siyaset! Kuban konuya kökten yaklaşıyor..
daha önceki, yurdu yuvası olmayan Türkiye Bilimler Akademisi yazısı da
(bloğumda okunabilir), aslında bugün Akademi’nin başına gelecekleri önceden
haber veriyordu!
İktidarın, bilimin esası üzerindeki “derin bilgisini”,
yasadan anlayın: Hükümet, Akademi’ye 100 tane adam atayacak! Kumanda ettiği
YÖK’e de 100 tane attırıyor! Doğan Hoca diyor ki, o kadar yetmez, bilimde ne
kadar büyük olduğumuzu göstermek için 1000 kişi atanmalı!
Ferhan Sağın, dünyadaki diğer akademilere bakıyor.. Tabii, Avrupa’da AKP Akademisine
benzer bir örnek yok.. Ama nerede var, meselâ İran’da: “akademinin
direktörlüğünü İran İslam Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı” yapıyor! Eh yani,
RTE de 10 yıldır Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurul’na altı ayda bir başkanlık
yapıyor, Akademi’ye başkanlık için İran Cumhurbaşkanından daha deneyimli
olduğunu söyleyebiliriz! “Mozambik Bilim Akademisi 2009 yılında Bilim ve
Teknoloji Bakanlığı’nın görevlendirdiği bir komite tarafından oluşturuluyor.”
Dünya bilimi, bizim Akademi’nin başına gelenler
üzerine daha yeni yeni bilgileniyor. Nature kısaca yasa değişikliğini
duyurdu.. Bilim dünyasının diğer ünlü dergisi Science de kulaklarını
Türkiye’ye dikti, ne oluyor diye sorup duruyor. Önümüzdeki günlerde epey bir
gürültü kopacak gibi. Hükümet, büyük bir yanlış yaptı. Ama bundan geri
döneceklerini hiç sanmıyorum. Umarım yanılırım! Merak ettiğim bir nokta da,
Akademi’nin alacağı kararlarda fire verecek mi, kimleri verecek.. Gazetelerde
de “TÜBA’nın öteki yüzü” makaleleri yazan, Tayyip Erdoğan Akademisi’ne
kapağı atmaya hazır insanlar ortaya çıkmaya başladı.
NÜKET YETİŞ’İN 8 MAKALESİ
TÜBİTAK eski başkanı Nüket Yetiş’in Avrupa Bilimler
Akademisi adlı örgüte üye olduğunu ve CV’sinde 70 bilim araştırma çalışmasını
ilan ettiğini duyurmuştuk ya.. Derin Orhon merak etmiş, “Web of
Science veri tabanı esas alındığında – ülke yayınlarının ve bizlerin
akademik performaslarının değerlendirilmesinde esas alınan veri tabanı-
Yetiş’in 8 yayını gözüküyor”, diyor.
* Üçü, mesleki dergilerde yayınlanmış makale; İlki
1981; ikincisi 1997; üçüncüsü ise 2006 yılında yayınlanmış. Bunlardan birine 4
biri de 1 atıf almış, yani toplam 5 atıfı var. Yani bütün atıflarını (!)
bunlara almış.
* İkisi Nature dergisi editörüne gönderilmiş birer
sayfalık mektup; ironik olarak 2.ci mektubun başlığı : “Turkish research
council is proud of its independence”.. (Yani “TÜBİTAK, bağımsızlığından gurur
duyar..”) Ayrıca bir tane konferans bildirisinin özeti; ve iki tane de
konferans bildirisi..
Belki merak edenler vardır, diye duyuruyorum.
***
Bir de Avrupa Bilimler Akademisi (ABA) üzerine
bir kaç söz. “Sol” Portal’da da bu akademi üzerine kısa bilgi verilmişti. Bu
akademi, AB 5. Çerçeve Programı sırasında kurulmuş. 2002 yılında Nature’da
yayımlanan bir haberde bu “Akademi” araştırılmış. Bazı NOBEL almış insanlarına
mektup göndermiş ABA: “Dünyanın en saygın bilim insanlarından birisiniz, sizi
bizim Akademiye üye yapıyoruz, 115 dolar üyelik ücreti gönderiniz..” Onlar da
Nature’a sormuşlar, yahu bu neyin nesi diye.. Brüksel’de kiralık bir ofisi var.
Her yıl bir takım madalyalar dağıtmakla meşgul. Ünlü akademilerin yöneticileri
“bu akademinin varlığı bizim için yeni” diyorlar, yazıda.
“Sol” diyor ki: “15 Mart 2007 tarihli bir Nature
makalesinde ise tartışmalı bilim akademisinin kurucularından olan jeofizikçinin
Avrupa araştırma projelerinde finansal usulsüzlük iddiası ile itham edildiği yazıldı.”
CBT sayı 1277
***
Türkiye
Bilimler Akademisi’nin Ardından Fatiha!
-Nüket
Yetiş’in Sorunlu Yayınları-
Evet. Türkiye Bilimler Akademisi’nin ardından “İyi
doğdu, iyi yaşadı, başaramadıklarının yanısıra başardıkları daha fazla, Allah
Rahmet eylesin, hepiniz haklarını helal etsin..” diye bir övgü yazmanın
zamanıdır belki..
Ama onun yerine sizlere TÜBA’nın web sitesini
incelemeye çağırmak en iyisi.. Sanırım, eksiğiyle de olsa herşey orada var.
“Son Başkanı” Yücel Kanpolat’i aradığımda,
Resmi Gazete’deki Kanun Hükmündeki Kararname’den sadece haberi vardı! “Bize
hiç bir şey sormadılar ki..” dedi.
İyi niyetin en yüksek derecesi, dedim kendi kendime. Kimse, boğazlayacağı insana,
koyuna, kuzuya, ineğe, seni keseyim mi diye sormaz!
Akademi kendisini her zaman, bu ülkenin, bu
devletin ve hükümetlerin kurumu olarak gördü!
Şüphesiz ki doğru bir bakıştı bu! TÜBA tabii ki
devletin ülkenin kurumuydu! Aslında hükümetlerin de!
Ama 9 yıldır, doğrudan kendi yönetmedikçe, kendi
adamlarını başlarına getirmedikçe, ülkedeki hiç bir şeyi “hükümetin, devletin”
görmeyen bir iktidar var.
Bilimden habersiz mi desek, yoksa kendi dışında her
kişi ve kuruma, gerçek bilime kin dolu desek, daha mı doğru olur!?
TÜBA’nın seçtiği üyeleri beğenmiyor mu, onları fazla
laik mi buluyor, fazla bilimci mi, biraz Atatürkçü mü, referanslarına mı kızıyor,
hepsi dinsiz imansız mı diyor... ne bileyim.
Ama kesin bir şey var, diyor ki:
1) Benim yönetmediğim şey olamaz, o benim değildir;
2) TÜBA’da benim adamlarım yok...
Yasayla TÜBA üyelerinin sayısını önce 300’e
çıkartıyor, sonra “toplam sayının üçte birini hükümet atar, üçte birini de YÖK”
diyor.. TÜBA’ya: “Sen de ancak üçte birini seçersin..”
Şeref üyelerine de seçimlere katılma yasağı getiriyor,
onlar birer kukla! İyi mi!
TÜBA’nın, (belki de çok fazla titizlikle seçtiği,
belki de pek çok iyi bilim insanını içine almakta epey cimrilik yaptığı, ama
seçilenlerin bilimselliklerini kimsenin de tartışmayacağı) üyeleri, Tayyip
Beyin seçtikleri arasında bir avuç kalacaklar.
Zaten radikal davranmaları da bu nedenle. TÜBA’ya
“azıcık üye” atasalar, atadıkları orada zor hayat bulur, rahatsız olur, başka
bir çeşit olarak çoğunluk içinde rahatsız olurlar; dolayısıyla amaca hizmet de
etmez.
Bu nedenle, atanmışları çoğunluk yapacaklar ki,
Akademi’nin esas sahibi olsunlar, esas akademi üyeleri azınlıkta kalsın ve
zamanla giderek ortadan kaybolsunlar...
Dünyada bir ilki deniyor hükümet: Bilim
Akademisinin üyelerini atayan ilk Başbakan, kabinesi ve Cumhurbaşkanı!
Nihayet dünyada bir ilkimiz oldu, demiyelim, kötüler
arasına bir birincilik daha katıldı, diyelim..
Özetle, “Bu akademi, o akademi değil..”
***
Türkiye’de devlete, siyasete bağlı bir Bilimler
Akademisi mi? İşte ömrü bu kadar olur...
Şimdi anımsamıyorum, ama kuruluş aşamasında,
Türkiye’de bir Akademinin siyasi taarruzlardan bağışık olması için, özel
önlemler alınması gerektiğini arkadaşlarla tartışmıştık. Devletin Akademisi
olmaz.
Ama, vakfedilmiş ve gelir yaratan bir varlık ile
Akademi’nin kurulması gerekirdi.
Yasa ile siyasal iktidara bağlı bir akademinin
hayat ömrü, siyasilerin anlayışları, kafa yapıları ve içinde taşıdıkları
bilinç kadardır.
Türkiye’de bütçesi bu başbakana bağlı bir Bilimler
Akademisi’nin başına böyle şeylerin gelmesi doğaldır.
Akademi, zaten 9 yıldır diken üzerindeydi, duyarlıydı,
kendisine nasıl ve ne zaman dokunulacağı kuşkusu içinde yaşıyordu!
İntihalci bakanların baştacı edildiği bir yönetimin, bilimin b’sinden haber olduğunu kim
söylerse, o iyi bir bilim dayağını hakketmiş demektir!
Akademi üyeleri toplanıyorlar.. Şüphesiz türlü çeşitli
düşünceler arasında ne yapacaklarına karar verecekler...
Hem herkesin kişisel tutumu ve kararı olacaktır, hem
de kurumun geleceğine ilişkin görüşü..
Ama ben derim ki, birileri, bir vakıf ve bağımsız bir
bilimler akademisini de en azından düşünsün ve tartışsın...
Ama, önceden, iktidarın bu saldırısına karşı, en etkili
toplu bir yanıt versin!
Bu yanıtın ne olabileceğini, her doğru akıl, kafasında
bulabilir...
NÜKET YETİŞ AVRUPA BİLİMLER AKADEMİSİ ÜYESİ
YETİŞ’İN “ARAŞTIRMA MAKALELERİ” İLANI SORUNLU!
Bir dosttan gelen mesaja aşağıda yer vereceğim.
Biliyorsunuz TÜBİTAK yasası da değişti, belki onu sonra yazarım. Ama Nüket
Yetiş de Başkanlıktan alındı. Yenisi atanıncaya kadar orada...
Şimdi mesaja geliyorum, gönderenin adını vermeyeceğim:
“Nüket Yetiş Avrupa Bilimler Akademisi üyeliğine
seçilmiş. İnanılır gibi değil. Avrupa Bilimler Akademisi'nin www.eurasc.org/new_mem.asp sayfasına
baktım. O sayfada Nüket Yetiş'in 70'den fazla araştırma makalesi olduğu
yazıyor. Nüket Yetiş'in TÜBİTAK'ın www.tubitak.gov.tr/home.do?ot=5&rt=&sid=546&pid=0&cid=6413
sayfasından bulduğum CV'sinde "yayın" diye gösterdiklerine de baktım.
Bunların çok büyük çoğunluğu yayın değil, konferans ve seminer özetleri ve
hatta sadece konuşmalar. Bana kalırsa, zorlayacak olursak ancak 3 yayın
bulabiliriz..”
Ben de baktım, dostum haklı...
-- Cumhuriyet Bilim ve
Teknoloji, sayı 2 Eylül 2011, Gündem, Orhan Bursalı, biraz genişletilmiş
versiyonu..
***
Feza Gürsey’de Olumlu Gelişmeler Ve TÜBİTAK
Biliyorsunuz, TÜBİTAK Yönetimi, pratikte Önder Yetiş /
Nüket Yetiş Yönetimi, Bilim Kurulu’ndan geçirdikleri bir kararla, Feza Gürsey
Enstitüsü olarak da bilinen fizik ve matematik temel araştırmalar birimini,
internet ve bilgi teknolojileri konusunda araştırmalar yapan BİLGEM’e
bağlamışlardı. Bu pratikte temel teorik araştırmaların sonu demekti.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, BİLGEM’in başında
Önder Yetiş var. Yetiş, ayrıca TÜBİTAK’ın Marmara Araştırmalar Merkezi’ni ve
bir de Kriptoloji Enstitüsü’nü yönetiyor! Eşi Nüket Hanım da TÜBİTAK’ın
başında! Yetiş’in bütün yöneticilik görevleri de Nüket Yetiş’in başkanlığı
döneminde gerçekleşmişti! Tam bir uygulamacı olan Önder Yetiş’in, Nüket
hanım’la birlikte, öyle uygulamayla bütünleşmeyen teorik fizik matematik
araştırmalara önem vermedikleri, bu kararlarıyla belli olmuştu.
Bu karara karşı çıkan yerli ve yabancı bilim
insanlarının sayısının, 1500’i aştığını belirtelim. Üniversitelerimizden ve
araştırma dünyamızdan böyle bir tepkinin yükselmesi, son yıllarda suskun,
susturulmuş YÖK-AKP üniversite düzeninde, umut verici olarak görülmelidir.
Doğrusu ben bu hacimde bir tepkiyi beklemiyordum! O halde gelecek için umutvar
olacağız, demektir!
***
Bu arada, Feza Gürsey Enstitüsü için Boğaziçi
Üniversitesi’nden olumlu girişim haberleri geliyor. Önceki hafta, Boğaziçi
Üniversitesi İstanbul Matematiksel Bilimler Merkezinde 10 üniversiteden 40
kadar matematiksel bilim alanında çalışan akademisyenin katıldığı bir toplantı
yapıldı. Burada, konu ile ilgili akademisyenler konuştu.
Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü, Enstitü’nün daha
önce planladığı bilimsel etkinliklerinin sürdürülmesine maddi destek sözü
verdi. Feza Gürsey Enstitüsü’nün ismiyle yaşaması ve etkinliklerini artarak
sürdürebilmesi için de, yeni bir yapılanma modeli üzerinde duruluyor.
Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte ilgili üniversitelerin
de paydaş olacağı yeni bir yapılanma modelinin, Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığına önerilerek hayata geçirilmesi için destek istenmesi planlanıyor.
Konuşmacılar, temel fizik ve matematiksel bilimlerin
ülke çapında bir ülke modeli olarak örgütlenmesi ve uzun vadeli stratejik
perspektiflerin de hazırlanması gereğinin de altını çizdiler.
***
Bu arada TÜBİTAK’ın, Feza Gürsey Enstitüsü üzerindeki
tasarrufları karşısında oluşan tepkilere 13 sayfalık yeni bir yanıt verdiği
görüldü. TÜBİTAK’tan bu yanıtın, tepkilerin dile getirildiği
savefezagursey.wordpress.com ve yasasinfezagursey.wordpress.com sitelerinde
yayınlanması için de, sözlü ve kişisel olarak epey baskı yaptığı da, site
yöneticilerinden öğrenildi. İlginç bir şekilde, TÜBİTAK yönetimi bu kamuoyu
açıklamalarına kendi internet sitesinde ise yer vermedi.
Bu açıklamada, esas olarak, devasa kadroya ve maddi
olanaklara sahip olan TÜBİTAK, kendisini, topu topu 4 kadrolu araştırmacısı
kalan ve yeni kadro olanakları verilmeyen Feza Gürsey Enstitüsü ile
kıyaslamaktadır! Bu arada belirtelim ki, FGE kadrosundan iki akademisyen, son
gelişmeler üzerine istifa etti ve 2 akademisyen de, TÜBİTAK kararı üzerine
BİLGEM’e geçti.
TÜBİTAK’ın açıklamasında, BİLGEM çatısı altında,
Enstitü’nün daha da geliştirileceği belirtiliyor. Ancak bu açıklamanın kamuoyu
baskıları karşısında yapıldığı anlaşılıyor. Karar alındıktan sonra, Enstitüsü
yönetimine hiç bir açıklama yapılmamış ve karar hemen uygulama için sadece
tebliğ edilmişti. TÜBİTAK’tan, bu tasarrufu konusunda da, kamuoyunu aydınlatıcı
bir bilgi sunulmamıştı!
Ancak TÜBİTAK açıklamadan anlaşılıyor ki, karar esas
olarak, teorik matematiksel ve fiziksel çalışmaların, BİLGEM’deki uygulamalı
çalışmalara hizmet edecek bir şekilde yürütülmesi için alındı. Yani,
BİLGEM’deki uygulamaların gerektireceği, eğer ihtiyaç varsa, teorik destek
çalışmalarının yapılması düşünülmüş.
Şüphesiz, uygulayıcı bir merkezde, amaca yönelik
teorik çalışmalar yapılması istenebilir ve bu gerekebilir de. Ancak, BİLGEM’in
alt yapısında buna uygun yeni bir birim veya çalışma düzeni ve kadrolar
oluşturulabilirdi. TÜBİTAK’ın böyle bir gereksinimi varsa, teorik matematik
araştırmaları yapan tek enstitüyü kapatması veya onu bünyesine katarak faaliyet
alanını değiştirmesi, gerekmiyordu!
TÜBİTAK neden bilimlere geniş bir açıdan yaklaşmıyor?
***
Bu arada, TÜBİTAK kurumlarında Merkezi Aile
Yönetimi’nin iktidar ve yeni bakanlık çevrelerinde de rahatsızlık yarattığı
biçiminde, doğrulatamadığımız söylentiler dolaşıyor.
TÜBİTAK’ın kişiselliklerden uzak, siyasetin de bilime
aykırı dayatmalarından uzak, bilimsel ölçütleri herşeyin ötesinde tutan, Bilim
Kurulu’na da gerekli ve hakkettiği işlevselliği veren, ülkemizin gereksinim
duyduğu bilimsel ve teknolojik atılımları ön plana alan bir yapıya kavuşması,
bilim dünyasının en büyük temennisidir.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, tarihsel bir
görevle karşı karşıyadır. Yılladır, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde,
bilim ve teknoloji konularının en üst düzeyde örgütlenmesi ve desteklenmesi
gereği konuşuluyordu. Bakanlığın kurulmasıyla bu gerçekleşti! Bakanlık ayrıca
sanayi bakanlığı olarak da görev yapıyor. Böylece bilim ve teknoloji ile
ekonomik faaliyetlerin birbirini destekleyerek sürdürülmesini isteyen bir yapı
ortaya çıktı.
Burada soru şudur: Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı, amacına, ismine, kendisinden beklentilere uygun tarihsel rolünü
yerine getirecek midir; siyasi mülahazalardan arınmış, eşyanın tabiatına uygun
kararları hayata geçirecek midir?
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak dileğiyle...
Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, Sayı 1275, 26 Ağustos
2011
***
Eğitimde Eleştiriden Fiiliyata
Üstün Dökmen’i büyük çoğunluk tanır. Epey zaman önce bizim dergide de yazıları
çıktı. Henüz o zamanlar bugünkü şöhretinin ilk basamağındaydı. Sonra kitapları
sökün etti bir bir ardına, ayrnı zamanda oyunları; TRT’de aile kurumunu, aile
içi ilişkileri ele alan çok başarılı, yaratıcı, kurgusu yenilikçi programları
yayınlanınca, yetenekleri Türkiye çapında görüldü; aranan, izlenen, okunan bir
insan oldu.
Dökmen’le uzun bir sohbetimiz oldu geçenlerde. Bu
arada öğrendim ki, "Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi"
oluşturmuş ve ilkini Ankara’da açtığı “Küçük Şeyler Akademisi Anaokulu”
kurmuş.. Koyduğu ilkelere uymak koşuluyla da isteyene bu anaokulunun şubelerini
açtırıyor. Bu şubeleri denetleyen uzmanları var ve aylık denetimlerle okullara
profesyonel destek veriyor. 23 şube Dökmen’in denetiminde faaliyet gösteriyor.
Bugüne kadar iki şubeden ilkelerine uymadığı gerekçesiyle adını çekmiş.
Anaokullarını çocuklarımızın yetişmesindeki önemi
biliyoruz. Türkiye’de giderek yaygınlaşmaları olumlu bir gelişme. İyi bir
anaokulu, çocuklar için, ilköğretime çok iyi bir başlangıç demektir.
Kendilerine verilecek bütün iyi şeyleri almaya hazır, bunun da ötesinde daha
fazlasını isteyen bir öğrenci kitlesi demektir!
Dökmen’in bu girişimini öğrenince sevindim, oralarda
çağdaş çocuklar yetişeceğini biliyoruz..
***
Üstün Dökmen bununla yetinmiyor, iyi bir eğitimcinin
yapacağı her zaman çok şeyler vardır! Bu alan çünkü bitmez tükenmezdir! Sonsuz
bir deniz gibi! Dökmen de yeni projesi ile bu yıl, anaokulları projesinden
edindiği deneyimlerle, ilköğretim ve liseye yöneldi! YÖNDER okulları girişimini
başlattı. Bu okullar da Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi’nin
kuruluşları. Dökmen iddialı, sınava hazırlamayan bir okul projesi!
“Hem velilere hem öğrencilere rahat nefes
aldıracağız” diyor: “Okul öncesi dönem ve ilköğretim dönemi çocukların
yaratıcılıklarının ve kendiliğindenciliklerinin en yüksek olduğu dönemdir.
Sınav karmaşası nedeniyle, çocuklarımızın yaratıcılıklarını yok ediyoruz..
Sınavlar çocukların sadece bir kaç seçenekli düşünmesini teşvik ediyor, onları
ezberci kılıyor” diyor ve soruyor: “Bu sınavları yüksek derecelerle
kazanmış yüzlerce çocuğumuzdan kaçı uluslararası başarıların parçası oldu.”
Bu eğitim sisteminden çıkardığı sonuca çoğumuz da
katılırız:
Sınavlardan ortaya çıkan Türkiye başarı ortalaması 25
yıldır kayda değer önemli bir artış göstermiyor… bu kadar test, dershane, özel
ders… bir işe yaramıyor.. kitap okuma alışkanlığı kazanmayan insanların sayısı
durmadan artıyor…5 kıtada yapılan uluslararası araştırmalar (TIMMS) matematik
ve fende Türkiye’nin dünyadaki yerini 60 ülke arasında 30. ve AB içinde de
sonuncu gösteriyor…
Dahası var: Sınavlar ana baba çocuk ilişkisini olumsuz etkiliyor… ülkemizde
sanatta bilimde vb söz sahibi olacak yetenekli çocukların sayısı giderek
azalıyor.. okullar her yıl biraz daha dershaneleşiyor.. çocuklar okul ve
dershanelerden keyif almıyorlar..
Dökmen diyor ki, “biz bu kısır döngünün ve
başarısız eğitimin bir parçası olmayacağız. Bu durumu kabullenmeyeceğiz, bu
sessiz kabullenişe dur diyebilmek için yola çıktık..”
İddiaları büyük: Eğitim dünyasına pusulalık ve
önderlik etmek. Zaten kavramlarını kendileri oluşturmuşlar, Okul müdürüne
eğitim lideri, genel müdüre okul lideri, öğretmene yönder, zümre
başkanına bölüm lideri, sınıfa öğrenim merkezi, rehberlik
servisine değişim merkezi, laloratuvara deneme ve araştırma merkezi
diyorlar! Daha bir dizi yeni kavramı eğitime sokuyorlar..
Eğitsel etkinlikleri yenilikler içeriyor, başarı
değerlendirme ve disiplin vb anlayışları ve ölçme değerlendirmedeki amaçları
da.
Bugüne kadar varolan sınav sistemine dayalı eğitimi
hep eleştirmekle kaldık. Dökmen, bu eleştiriyi fiiliyata döküyor. Kendilerine
başarılar diliyoruz..
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak umuduyla..
22 Temmuz 2011, CBT 1270
***
Bu Hafta Kitaplar
Renk Gümbürtüsü: Bu hafta Gündem’i bazı
kitaplara ayırıyorum… İlk kitap biraz sıra ve konu dışı: Renk Gümbürtüsü.
Şiirlerini severek okuduğum Selah Özakın ile çizgi sanatçısı Firuz
Kutal’ın desenlerinin birlikteliğinden oluşuyor kitap (Kutal Yayın).
“tıpkı gülmek gibi/ sıradanlaşıyor öldürmek/ mesela
insan/ insan eti yer mi/
sakın belertme gözlerini/ eğer hayatta kalmaksa konu/
utandığımız geçmişimizdeki gibi/ homo sapiens yani/ yedi hemcinslerini/
bu sabah “yine” dedi/
inan bana yarın da yiyecek/
ah be usta/ içinde olduğum canlı türü/ yani taptığı
tanrının yaratıcısı olan insan/ sıradan canlı kimliğini öğrenene dek/ bu böyle
sürecek.”
Selah Özakın’ın bu arada çocuklar için iki kitabını da
anımsatayım: “Selo ile Yelo” ve “Dalya Göçebe Yıldız” (www.bencekitap.com.tr) Çocuklanınız
sevecek, İçlerindeki çocuk için büyüklere de önerilir!
***
Dicle Üniversitesi’nhden Prof. Emrullah Güney
bir mesaj göndererek, “Taşra üniversiteleri için şöyle bir anlama, kavrama var:
Hiçbir şey üretilmiyor. Havanda su döğülüyor. Elbet, bir gerçek payı var
burada. Çünkü, birçok alanda ‘iş ehline verilmiyor’, fakat, istisnaları da var
bunun. 26 yıldır görev yaptığımız Dicle Üniversitesi'nde kitap yayımına önem
verdik. Çünkü, öğrencinin yararlanacağı ders kitabı yok. Var olanlar
tükenmiş, sadece kütüphanelerde bulunuyorlar. Onlardan da yararlanma olanağı
yok,” dedikten sonra, Literatür’den yeni yayımlanan iki kitabını
anımsatıyor. YERBİLİM 1: Jeoloji; YERBİLİM 2: Jeomorfoloji...
Prof.Güney, “tanıtımı
da iyi yapılmadı. Kendi üniversitemde bile ilgilenen olmadı,” diye de haklı
bir serzenişte bulunuyor ve iddialı konuşuyor: “Bugüne dek yerbilim alanında
yazılmış en kapsamlı kitaplardır bunlar. Elbet, yerbilim konularında ilk söz
söyleyen değiliz. Son söz diyen de olmayacağız. Fakat, öğretmenin ve öğrencinin
yararlanabileceği kaynaklardır bu iki kitap. Coğrafya, jeoloji, maden mühendisliği,
tarım-orman-çevre mühendisliği eğitimi alan öğrencilerin, eğitim veren öğretim
elemanlarının haberleri olsun isterim.”
32 yıllık üniversite birikiminin ve deneyiminin kitaba
dönüşmesi olarak nitelendirdiği kitaptan, öğrenciler kadar öğretim elemanları,
liselerde görevli coğrafya, biyoloji öğretmenleri de yararlanabilecekler.
Jeoloji konulu kitap 298 sayfa.. Jeomorfoloji kitabı
414 sayfa.. Jeomorfoloji, yeryüzü biçimlerini inceleyen bilim dalı. “Kitapta
topoğrafyalar ele alınmakta: İçindekiler: Akarsu
topoğrafyası, Yanardağ topoğrafyası, Eriyen kayaların yer tuttuğu alanların
topoğrafyası; Karlı, buzlu alanlar topoğrafyası; Kurak ve yarıkurak alanlar
topoğrafyası; Buzul çevresi alanlar topoğrafyası; Okyanus, deniz, göl
kıyılarının topoğrafyası”
***
Şükrü Halûk Akalın’ın Türk Dil Kurumu Yayınları’ndan çıkan Seyyâh-ı Alem Evliya Çelebi
kitabı, ünlü seyyahımızı çeşitli yönleriyle tanıtıyor. Yazar Evliya Çelebi’nin
Seyahatnamesi içinde iz sürüyor. Evliya Çelebi, İstanbul’un kapılarını nasıl
anlatmış, Bursa üzerine neler demiş, Padişah’la nasıl tanışmış, nereleri
gezmiş.. Kısa öz bir Evliya Çelebi kitabı. Kitap çok keyifli, eskitilmiş
görünüşlü, renkli ve siyah beyaz güzel desenler, çok güzel minyatürler kitaba
eşlik ediyor.
Evliya Çelebi’nin doğumunun 400.yıldönümü, UNESCO’nun
etkinlikleri içinde kutlanıyor. Türk Dil KUrumu Başkanlığı’nın verdiği
bilgilere göre, Avrupa Konseyi de Çelebi’yi “21.Yüzyılda İnsanlığa Yön Veren
En Önemli 20 Kişiden Biri” olarak belirledi. Bu bağlamda Kurum da Evliya
Çelebi etkinlikleri içinde, “Seyahatname’nin tıpkıbasımını ve ansiklopedik
yayımının yapılması, televizyonlar için belgeseller hazırlanması, uluslararası
bilimsel bir toplantı gerçekleştirilmesi, yurt içinde ve dışında etkinlikler
düzenlenmesi” gibi gündem maddeleri saptamış.
Bunlar arasında, Evliya Çelebi ve eserini tanıtan iki
ayrı kitabın yayımı da var. İşte Şükrü Halûk Akalın’ın tanıttığımız kitabı,
bunlardan biri.. Kitap çok güzel, içinde Evliya Çelebi’nin gezdiği kentlerin
bir de haritası var.. 96 sayfa.
Yazar, Seyahatnameyi kısaca tanıtıyor ve bu eserin
nasıl yazıldığına ve Evliya Çelebinin nasıl bir insan olduğuna ilişkin bilgiler
veriyor. Bütün yönleriyle Evliya Çelebi! Evliye Çelebi’nin İstanbul hakkında
neler yazdığını öğreniyoruz, kalabalığı (iyi ki bu günleri görmemiş..), burcu
ve kapıları… “Adanalılar hangi şiiri okuyarak sıcaktan kaçar? Iman yurdu
Konya, Ankara Kalesi, Evliyamız Viyana’da, Hezarfen Ahmet çelebi, Evliya Çelebi
Hicaz Yolunda, dilbilimci ve derlemeci olarak Evliya Çelebi…”
CBT sayı 1269, 14 Temmuz 2011
***
Bilim İnsanı Olmak Hakkında
Bitkilerle Şifa;
Feza Gürsey Enstitüsü
Bu bir kitap adı. Kitabın alt başlığı ise “Araştırmada
Sorumlu Davranış Biçim Rehberi”. Türkiye Bilimler Akademisi çevirerek
yayımladı. Kitabın orijinalin yayımlayan ise Amerikan Ulusal Bilimler
Akademisi, Amerikan Ulusal Mühendislik Akademisi ve Amerikan Ulusal Akademiler
Tıp Enstitüsü.. Bu akademilerin oluşturduğu komiteler, bu kitabı hazırladılar.
Kitabın önsözündeki başlangıç cümlesi, kitabın neden
yazıldığının somut bir anlatımı gibi:
“Bilimsel fgirişimler güven temeli üzerine
kuruludur. Toplum, bilimsel araştırma sonuçlarını, araştırmacının çalışmasının
dürüst ve doğru bir yansıması olduğuna güvenir. Araştırmacılar da aynı şekilde
çalış=ma arkadaşlarının verileridoğru topladığına, uygun analitik ve istatistik
teknikleri kullandığına, sonuçlarını doğru şekilde rapor ettiğine ve diğer
araştırmacıların çalışmalarına saygı ile yaklaştığına güvenir. Bu güven
sarsıldığında ve bilimin profesyonel standartlari ihlal edildiğinde,
araştırmacılar sadece kişisel olarak aşağılanmış olmazlar, aynı zamanda
mesleklerinin temelinin de sarsıldığını hissederler. Bu da bilim ile toplum
arasındaki ilişkiyi etkiler.”
Kitap, “bilimin profesyonel standartlarına gevnel bir
bakış sunmakta v ebu standartlara bağlı kalmanın bilimin sürekli ilerlemesi
için neden vazgeçilmez olduğunu açıklamaktadır... Ayrıca, bilim camiasının
21.yüzyıl başlarında karşı karşıya kaldığı belli başlı zorluklar üzerinde” durmaktadır.
“Bu rehber, temel olarak yüksek lisans, doktora ve akademik ortamdaki genç
öğretim üyelerine yöneliktir; endüstri ve devlet bünyesinde çalışan bilim
insanları da dahil olmak üzere, her aşamadaki bilim insanlarının eğitim ve
kariyeri için faydalıdır..”
Topu topu 60 kadar sayfa olan kitap tek fazladan
sözcük kullanmadan, çok temel noktalarda bilimin araştırma etiği değerleri
üzerine kristalize olmuş düşünceleri dile getiriyor.
Merakla okudum! Bilim ve araştırma kültürünün oldukça
yeni olduğu ülkemizde, bu çok değerli bir yapıtı, bilim dünyasında bulunan ve
bu dünyaya adım atan ve atacak olan herkesin okuması gerektiğini düşündüm..
İçindekilerden bazı başlıklar: Teerminoloji: Değdeler, Standartlar ve
Uygulamalar; Verilerin işlenmesi; Hatalar ve İhmalkârlık; Araştırma Suçları;
Profesyonel standartların ihlâl edildiği şüphelerine yanıt verme; Araştırmada
kullanılar insanlar ve deney hayvanları; Araştırmada laboratuvar güvenliği,
Araştırmada sonuçların paylaşımı; Yazarlık ve itibarın paylaşımı; Fikri haklar;
Çatışan çıkarlar, bağlılıklar ve değerler; Toplumda araştırma..
Bunlar ana başlıklar, hepsinin ilginç alt başlıkları
ve ayrıca örnekler bulunuyor.
UYDURUK TEDAVİ HOCALARI
Kapak konumuz hiç biri doktor olmayan, ama bitkilerden
herkese sağlık dağıtan profesör ünvanlı kişiler ve eylemleri üzerine.. Uzun
zamandır önemli ölçüde şarlatanlığa dönüşen “bitki ile hastalık tedavisi” ile,
aslında yurttaşların dertleri, sağlık sorunları istismar edilmektedir. Pek çok
televizyon bunlara kapılarını açmış durumda. Gün geçmiyor ki, belirli
ekranlardan birinde bitkilerle şifa dağıtılmasın. Bunların hemen hepsi yüksek
ücretler ödeyerek TV’lere çıkıyor! Asgari limiti 5 bin TL, yukarıya doğru 20
bin TL’ye çıkıyor ekrana çıkmak! Bu parayı nasıl karşılıyorlar demeyin; sattıkları
şişelerin fiyatlarına bir göz atın yeter...
Çoşkun Özdemir teşvik etti ve bu rezalete kim dur diyecek diye sordu! Sağlık ve
Tarım Bakanlığı, verdikleri ruhsatlara ne kadar uyulduğunu, hastaların
nasıl istismar edildiğini, bu kişilerin tamamen tedaviye yönelip yönelmediğini,
yasaları çiğneyip çiğnemediklerini denetliyor mu? Yoksa yurttaşları bilgisiz,
kimsesiz mi bırakıyor, arenayı boş bulmuş koşturup duran bu boğaların
karşısında ve elinde! Bu konuda aydınlatıcı ve bilimsel yayını sürdüreceğiz..
***
Poligami ve Monogami konusuna, Bozkurt Güvenç yazısıyla katkıda bulunuyor ve daha
geniş bir çerçevede konuyu ilerletiyor. Bu konuda bilimsel katkılara dergimiz
açıktır, söylemeye bile gerek, sadece “durumdan vazife çıkarmaya” soyunmak
yeter..
Bu sayımızda, kolesterol üzerine Doğan Yücel’in
yazısının önemine de işaret etmek istiyoruz... Tabii, dergimiz dolu dolu, hemen
hepsini severek seçip dergimize koyduk..
TEMEL BİLİMLERİN BOYNUNA BİR İLMİK Mİ?
Feza Gürsey Enstitüsü, geçmişi epey eski, teorik fizik ve matematiğin yapıldığı bir yer.
Hatta ülkemizde biricik. Son aldığımız bir habere göre, TÜBİTAK Bilim Kurulu,
burayı yoketme yolunda önemli bir karar almış. Boğaziçi Üniversitesi Deprem
Araştırmaları sahasında bir binada faaliyet gösteren Enstitü, Gebze’deki
TÜBİTAK’a ait BİLGEM adı verilen merkeze bağlanmış ve hemen 10 gün içinde
taşınmaları istenmiş.. Şimdilik konunun kısa haberini vermekle
yetinelim...
7 Temmuz 2011 / CBT Sayı 1268
***
Özcan ve Rektör Seçimi, Marmara Üniversitesi
Olayı, Bilimci Kavramı
YÖK Başkanı Özcan, Gazetemiz Ankara Temsilcisi Utku
Çakırözer’e verdiği demeçte (27 Haziran 2011), öyle anlaşılıyor ki Cumhuriyet
okurlarına şirin görünmek istemiş; ÖSYM Başkanlığına getirdiği ve sınav
rezaletlerinin başındaki isim Ali Demir için “ben olsam istifa
ederdim..” demiş.. Ama istifasını istemeyi düşünmemiş, çünkü ön soruşturma
sonucu suçlu görülmemiş!
Özcan, örneğin YÖK’ün Ali Demir ve sınav
rezaleti konusunda savcılığa neden soruşturma izni verilmediği konusunda bir
şey söylemiyor. Oysa en önemli nokta budur! YÖK’teki beyler tam bir yargıçlık
pozisyonuna yattı ve savcılığın soruşturma yapmasını istemedi! Böylece sınav
üzerindeki tüm şaibelere ortak oldu veya bu şaibeleri üzerine aldı! Bir
kurumun, neden savcılığın görevini yapmasına izin vermediğini anlamak zordur!
Bu ancak kendisine verilen idari bir yetkiyi bence öktüye kullanmaktır! Ayrıca
böyle bir idari yetki, her yurttaşın yargı karşısında eşit olmadığını
gösterdiği için de anlamsızdır ve suç olasılıkları karşısında siyasi
korumacılığa hizmet eder. Bu karar bile YÖK’ün Ali Demir’e kefil olduğunun
göstergesidir, bırakınız “ben olsam istifa ederdim..” lafının samimiyetini
tartışmayı!
4 yılı tamamlayacak olan Özcan, buna karşılık, “türbana
zorluk çıkartan öğretim üyeleri hakkında hemen soruşturma başlatacağını”
ise rahatlıkla söyleyebiliyor!
Diğer bir konu da Rektör seçimi:
Üniversitelerde Rektör seçimlerini kaldırmak istediklerini söyledi. Pardon,
zaten uyduruk bir seçim yapılıyor, bunu demokratik hale getireceğiz ve en
çok oy alanı bir dönemle sınırlı olmak üzere rektör seçilmelerini sağlayacağız,
tabii ki demiyecektir.
Bir Seçiciler Kurulu’nun belirlemesini
istiyoruz, diyor. Nasıl bir seçiciler kurulu? Bunu kim oluşturacak, seçecek,
içinde kimler olacak? Anlaşılan, bu işi kökten halletmek istiyorlar! Doğrudan
atamalarla!
Veya üniversitelerde mütevelli heyetler
oluşturulmasını bir başka seçenek olarak belirtiyor.. Bu heyetleri kim
oluşturacak, siyasi iktidar mı? Üniversitelerin özgürce kendi mütevelli
heyetlerini oluşturmalarına izin verilecek mi? Bu konuların hiç birinde bir
açıklık yok..
Özcan’ın yönetimi, AKP’nin politik programı
çerçevesinde gerçekleşmiştir. Üniversitelerin iradelerine karşı karar alan
tepelemeci bir organ olarak görev yapıyorlar.. Yeni düzenlemelerin ruhunun da
bunun dışında gerçekleşeceğini kimse sanmasın..
MARMARA ÜNİVERSİTESİ’NDA KEYFİ ATAMA
Mesela, AKP’nin önemli hukukçularından Doç. Osman
Can’ın, bütün atama kurallarına aykırı olarak, Marmara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’ne tamamen tepeden atanmasını da, sadece Rektörlüğün bir tasarrufu
olarak görmemeliyiz, burada bizzat YÖK Başkanlığının onayı olduğunu da
düşünmeliyiz..
Zamanın ünlü Anayasa Mahkemesi Rapörtörü.. Kadrosu,
Erzincan Hukuk Fakültesi’nde.. Başbakanlıkta görevlendirilmiş göründüğü
belirtilen Osman Can, önce üniversitenin Anayasa Hukuku Anabilim Dalı
Başkanlığına başvurmuş.. “Talebi üniversite gelenekleri ve akademik
teamüller gereği, Anabilim dalında görev yapan bütün öğretim üyeleri ile
birlikte değerlendirilmiş ve kendisine öğretim üyesi ihtiyacı bulunmadığı
bildirilmiş.”
Tabii, siyaset ve Rektör kesin kararlı..
İlgili fakülteİlk reddi alan Can’ın anlaşılan bu kez
rektörlükçe tepeden anabilimdalına kondurulma süreci başlatıldı.. Atandığı veya
atanacağı Anayasa Hukuku anabilim dalının halihazırdaki Başkanı İbrahim Kaboğlu, bütün yasa ve kural
dışılıkları ayrıntılarıyla anlatan bir açıklama yaptı! Bu açıklama Can olayında üniversitenin nasıl bir kuralsızlıklar
içinde olduğungu göstermesi bakımından önemli bir belgedir.. Sonuç olarak
Kaboğlu diyor ki, Osman Can olayı “Üniversitemizin belirlemiş olduğu ölçütlere,
Yönetmeliğe, 2547 sayılı Kanuna, Danıştay içtihadına, Anayasa’ya, hatta
Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelere açıkça aykırıdır.. İşlem,
kamu hizmeti ve yerindelik gereklerine aykırıdır.”
BİLİM ADAMI…BİLİM İNSANI…BİLİMCİ
Hacettepe Üniversitesi’nden Demir İnan, bir
öneride bulunuyor:
“Adem babamızı çağrıştıran “adam” sözcüğü Türkçede
genellikle “erkek” kişiyi çağrıştırırsa da her zaman bu durum geçerli değil.
“Oku da adam ol!” sözünü hem kız hem de erkek çocuğa söyleyebiliriz. “Adam gibi
adam” da hem kadın hem de erkek için kullanılabilir.
“Son zamanlarda “bilim adamı”nın sadece
erkekler için olduğu kanısı doğduğundan, bilimle uğraşan kadınlara “bilim
kadını” denmesi yada her iki türden kişiyi de içine aldığı düşünülen “bilim
insanı” deyiminin kullanılması öneriliyor. Bilim insanı tanımlaması insanın
aklına madem bilim insanı var o halde “bilim hayvanı” da olmalı düşüncesini
getiriyor ve acaba böyle bir yaratık olabilir mi diye düşündürüyor.
“Türkçede bir işi yapan aygıt yada düzenek için “aç,
eç, geç” ekleri çoğunlukla kullanılmaktadır; sayaç, kaldıraç,
çevirgeç, sarkaç… Bir işi yapan yada bir işle uğraşan kişiler
için de “cı, ici” ekleri kullanılmaktadır: elektrikçi, boyacı,
simitçi…
“Söz gelimi, Güler Sabancı kimdir dendiğinde
“sanayici” diyoruz; sanayi adamı, sanayi kadını yada sanayi insanı değil. İlhan
Selçuk kimdir dendiğinde “gazeteci” diyoruz; gazete adamı, gazete insanı
değil. A. Einstein kimdir dendiğinde “fizikçi” diyoruz; fizik adamı,
fizik insanı değil.
“Öyleyse bilim ile uğraşan kişilere neden “bilimci”
demeyelim? Hem tek sözcük, hem Türkçe anlatıma uygun hem de kadın erkek herkesi
içine alıyor.
“Önerimin çoğunlukça benimsenmesi ve yaygın kullanım
kazanması dileğiyle.”
***
Mümtaz Soysal da geçen ay bir yazısında bilimci denmesi önerisini yapmıştı, biz de
yazılarımızda arada sırada bu kavramı kullanıyoruz..
Gelecek Cuma’ya kadar sevgi ve dostlukla..
CBT sayı 1267, 1 Temmuz 2011
***
Bu hafta çeşitli bilim haberlerim var
MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ, diğer adıyla Son Sümer Kraliçesi, 20 Haziran 2011 tarihinde 97 yaşına
bastı.. Onun adına Ulusal Kanal “Son Sümer Kraliçesi” belgeselini gösterdi. Çığ
“Hatıra defterlerini ve fotoğraf albümlerini belgesel için açtı.. belgesel
çekimleri için çocukluğunu ve gençliğini yaşadığı şehirleri gezdi. Son iki
yıldır adım adım takip edilen Muazzez İlmiye’nin hiç bilinmeyen yönlerine tanık
olundu ve kayıt altına alındı. 9 bölüm olarak hazırlanan belgeselle Sümerlere
gizemli bir yolculuk da yapılıyor. İlk aşk şarkısı, ilk ağıtlar, ilk ninni, ilk
şehir planı, ilk su kanalı... Bu bölümün çekimleri için MSÜ tarafından bir
Sümer tapınağı inşaa edildi.. Sevgili Çığ’a uzun ve sağlıklı ömür diliyoruz.
YÜCEL KANPOLAT Avrupa Bilimler ve Sanatlar Akademisi (European Academy of Sciences and
Arts) üyeliğine seçildi. Tıp alanında üyeliği Akademi’nin Başkanı Prof. Dr. Dr.
h.c. Felix Unger tarafından mektupla bildirildi. “Merkezi Avusturya’da bulunan
Avrupa Bilimler ve Sanatlar Akademisi’nin 28’i Nobel Ödülü sahibi bilim insanı
olmak üzere 1400’den fazla üyesi bulunuyor. Akademi, Beşeri Bilimler, Tıp,
Sanatlar, Doğa Bilimleri, Sosyal Bilimler/Hukuk/Ekonomi, Teknik/Çevre Bilimleri
ve Dünya Dinleri olmak üzere 7 alanda projeler yürütüyor, yoğun ve detaylı
çalıştay ve sempozyumlar düzenliyor.”
Kanpolat, özellikle ağrı cerrahisi konusundaki özgün
çalışmaları ile tanınıyor. Ağrı cerrahisinde “Kanpolat Kiti” olarak anılan ve
dünyaca bilinen buluşu var. Kanpolat’ın “ana uğraş alanları, trigeminal
nevralji (yüz bölgesinde şimşek çakar tarzda ağrı atakları), glossofarinjial
nevralji (şimşek çakar tarzda boğazda ağrı atakları), genikulat nevralji
(şimşek çakar tarzda kulak içinde ağrı atakları), atipik yüz ağrıları ve
dayanılmaz kanser ağrılarıdır.” Kanpolat’ı tebrik ederiz..
MİKRO UYDU YARIŞMASI’NDA BİRİNCİLİK. Amerikan Havacılık ve Uzay Enstitüsü (AIAA) ve
Amerikan Astronomi Topluluğu (AAS) tarafından ABD’nin Texas eyaletinde
düzenlenen geleneksel Mikro Uydu Yarışması’nda, İstanbul Teknik Üniversitesi
takımı HEZARFEN birinci oldu. University of Michigan, Virginia
Tech, UCSD ve IIT gibi dünyanın en iyi üniversitelerinden 21 takımın yer aldığı
yarışlarda İTÜ takımı ilk kez hem final tasarım raporu hem de uçuş
performansında en yüksek notu alarak rakiplerini geride bıraktı.
İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Kontrol ve Aviyonik
Laboratuvarı HEZARFEN Takımı tarafından özgün bir şekilde tasarlanıp üretilen
mikro uydu, yaklaşık 5000 ft. yüksekliğe çıkan roket üzerinden atılarak
paraşütle başarılı bir şekilde yere indi. Fırlatma ve iniş sırasında yer istasyonuna
GPS pozisyon, hız, basınç, sıcaklık verilerini aktaran uydu, 1500 ft.
yükseklikte faydalı yük mödülü ve servis modülü kontrollü bir şekilde ayrılarak
faydalı yük modülü zarar görmeden yere indirdi.
Takımın danışmanlığını Doç. Dr. Gökhan İnalhan
yaptı. Takım, Mentör Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden Emre Koyuncu, Takım
Kaptanı Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nden Aykut Çetin,
Elektrik-Elektronik Fakültesi’nden Çağrı Güzay, Makina
Fakültesi’nden Hasan Erdem Harman, İşletme Fakültesi’nden Uğur
Özen ve Elektrik-Elektronik Fakültesi’nden İsmail Ulutürk’den
oluştu. Genç bilim ekibini tebrik ederiz..
KUBAN – ŞENGÖR ve MEDYA: Geçen haftaki gazeteler ve televizyonlar yazarlarımız Celal Şengör ve
Doğan Kuban’ın peşine düştüler! Kuban’ın Monogami yazısı ve Şengör’ün
Pornografi konusunu ele alması, medyanın ilgi odağıydı.. Ancak bu süreçte,
medyadan pek çok meslektaşın cahilliği de tepe noktasına vardı.. Dergimizi
arayan bazı gazeteciler arasında “Sizin dergide Kuban’la bir röportaj çıkmış,
Monogami üzerine..” diye söze başlayanlar çoğunluktaydı! Kuban’ın dergimizin
düzenli yazarı olduğundan habersiz.. belki de dergimizin varlığından
habersiz... büyük olasılıkla Kuban’ın kim olduğunu bilmeyen ve tek yazısını
bile okumamış bir dizi meslektaş.
Doğan Hoca dedi ki, “gelenlerin bir kısmı, yazımı bile
okumamış. Bilgisi ise Hürriyet’te yayınlanan haberle sınırlı. O haber de,
yazımın özünü değil, toplumun ilgi çekeceği bölümüne odaklanmıştı!” Ne diyelim
ki! Ama örneğin Ezgi Başaran, Hoca’nın atıfta bulunduğu kitabı bile
okuyarak gitmiş röportaja! Hani, söyleşi fena da değildi!
Haberlerimiz bu kadar! Gelecek hafta yeniden buluşmak
umuduyla...
24 Haziran 2011 / Gündem, CBT sayı 1266
***
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı
Üçüncü AKP iktidarı döneminin paketinden sürpriz bir
bakanlık çıktı: Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı.. Bu bakanlık
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın yerine geldi! Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,
bünyesindeki müdürlüklerle, sanayiye teknolojik araştırmalar için zaten ARGE
desteği veriyordu.. TÜBİTAK ile de yer yer rekabet ve çatışma durumları da
yaşanıyordu!
AKP öncesi hükümetlerden tutun geçen 9 yıl boyunca sık
dile getirilen bir öneriyi, Erdoğan bu dönem gerçekleştiriyor. İyi yapıyor!
Bilim ve teknolojinin bakanlık düzeyine yükseltilmesi ve üstelik sanayi ile
birleştirilmesi, kulağa iyi çağrışımlar yapıyor!
Bu Bakanlık, Hükümetin yapısındaki değişikliklerle
birlikte açıklandı. Devlet Bakanlıkları kaldırıldı. 4 Başbakan yardımcılığı
oluşturuldu! 20 icracı bakanlık, başbakan ve yardımcıları ile birlikte Bakanlar
Kurulu 25 üye olarak saptandı.. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın
yanısıra, yeni kurulan 4 Bakanlık şunlar: Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı, Avrupa Birliği Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Gençlik ve Spor
Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı..
Tabii bunların yanısıra, bazı bakanlıkların adı ve
işlevi değiştirildi: ÖrneğinTarım ve Köyişleri Bakanlığı, yerini Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bıraktı.. Çevre ve Orman Bakanlığı ile
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı birleştirilerek, Çevre, Orman ve
Şehircilik Bakanlığı oldu...
Başbakan, bilişim teknolojilerinin ülkemizde hızla
gelişen yatırımlarının eşgüdüm eksikliği içinde bulunduğunu açıkladı. Bu
sözlerinden, TÜBİTAK’tan istediği randımanı alamadığı anlamı çıkartılabilir.
Başbakan konuyla ilgili olarak özetle şu sözlerle Bakanlığın görevleri hakkında
ipuçları verdi:
“ARGE’ye daha çok önem vereceğiz, daha etkin
hareket edeceğiz.. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'mız hem Tübitak
hem de özel sektörle içiçe olmalı. Dünyada bilim ve bilişim
sektörünün bulunduğu alanların yanında o bölgedeki şirketlerin personel
ihtiyacını karşılayacak meslek liseleri ve meslek yüksek okulları da bulunuyor. İvedik'te,
OSTİM'de bu okulları kuralım. Buradaki öğrenciler gelsinler, bu şirketlerde
çalışsınlar. Hem kendilerine mali imkan sağlanmış olsun hem de pratik
yapsınlar. Elde ettikleri bu birikimi de üniversitede pekiştirerek yetişmiş bir
personel olarak bilim ve bilişim dünyasındaki yatırımcıların şirketlerinde iş
hayatına atılsınlar."
***
Bakanlıkla ilgili kararname de Resmi Gazete’de
yayımlandı. Anadolu Ajansı haberini özetleyerek alıyorum:
Bakanlık, sanayi politika
ve stratejilerini, sanayi ürünlerine yönelik idari ve teknik düzenlemeleri
hazırlayacak ve uygulanmasını sağlayacak. Sanayi işletmelerinin sicili
Bakanlıkça tutulacak, sanayi istatistikleri ve analizleri hazırlanacak.
Bakanlık bilim, teknoloji ve
yenilikçilik politikalarını ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak
belirleyecek, uygulayacak veya uygulanmasını sağlayacak. Ürün güvenliği ve denetimine ilişkin
politikaların hazırlanmasına yardımcı olacak. Piyasa gözetimi ve denetimi
yapacak veya yaptıracak, risk analizleri gerçekleştirecek, sanayi ürünlerinin
denetimine ilişkin usul ve esasları belirleyecek.
Bakanlık teşkilat yapısı, müsteşar ve 3 müsteşar
yardımcısı ile şu hizmet birimlerinden oluşacak, bazı
ilgili genel müdürlükler:
*Sanayi; *Bilim veTeknoloji;
*Sanayi Bölgeleri; *Metroloji ve Standardizasyon
*Sanayi Ürünleri Güvenliği ve Denetimi; *Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler;
*Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı; *Strateji Geliştirme Başkanlığı.. Bakanlığın
merkez teşkilatı için toplam 2042, taşra teşkilatı için de 2641 kadro ihdas
edildi.
Ayrıca, bakanlıkta özel önem ve öncelik
taşıyan konularda bakana yardımcı olmak üzere 20 Bakanlık Müşaviri de
görevlendirilebilecek.
Bakanlık, görev alanına giren konularda
çalıştırılmak üzere sanayi ve teknoloji uzmanı ile sanayi ve teknoloji uzman
yardımcısı istihdam edecek. Uzman ve uzman yardımcılarının mesleğe alınmaları,
yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, tez hazırlama ve yeterlik sınavı ile diğer
hususlar, yönetmelikle düzenlenecek.
Bakanlık, merkez ve taşra teşkilatında
Devlet Memuru Kanununa göre aylık alan memurlar ile sözleşmeli personele en
yüksek devlet memuru aylığının yüzde 200'ünü geçmemek üzere her ay ek ödeme
yapabilecek…
***
Şimdilik, ismi dışında, Bakanlığın görev ve misyonları
ile ilgili heyecan verici bir durum yok! AKP seçim bildirgesinde
ARGE harcamalarını yüzde 3’lere kadar arttıracaklarını açıklamıştı! Bunu ancak
büyşük ulusal bilim, teknoloji sanayi politikalarıyla, hedefleriyle
gerçekleştirebilirler! Kore, Çin, Finlandiya, Almanya ve bütün diğer ülkelerin
bu alandaki ulusal hedefleri vardır ve bunlar açıklanmıştır..
Bu yeni bakanlığı, aslında, Sanayi Bakanlığının daha
once açıkladığı sanayi stratejileriyle birlikte düşünmek gerekir. Bu
stratejiler, belirli teknolojik alanlara önemli destekleri ve öncelikleri de
öngörüyordu…
İktidar, ekonominin büyümesi konusunda, sürekli olarak
cari açığın baskısını hissetmektedir. En azından bir iki yıldır, iktidardan
gelen işaretler, sürekli ithalata bağlı büyüme politikalarında bazı düzeltmeler
yapılması gerektiğini gündeme getiriyordu. Bu, büyümek için gerekli pek çok
ürünün burada üretilmesi öngörülerinin ve isteklerinin haklılığını da
gösteriyor..
Ancak bilim ve teknoloji ve bilgi toplumu
politikalarının özünde özgürlük de vardır. Bu konuda iktidar içinde çelişkili
düşünceler vardır. Özellikle İnternet üzerindeki baskıyla, bilim ve teknoloji
politikalarını ve üretimini geliştirmek mümkün değildir!
Hele Avrupa Birliği 2013 yılına kadar her yurttaşını
internetle buluşturmayı hedeflediğini açıklarken..
17 Haziran 2011 Gündem CBT 1265
***
İslam İleriye Türkiye Geriye: Mümkün mü?
Aslında partilerin seçim bildirgelerinde, sanayi,
kalkınma, bilim ve teknoloji konularını dergimizde çalışmamız gerekiyordu,
ancak şimdilik yapamadık. Özellikle iktidarın bildirgesinde bir dizi çelişik
ARGE konusunu ele alacağız ileriki sayılarda.. İki gün sonra seçim var, Pazar
gecesi ilerleyenleri ve gerileyenleri göreceğiz.
Bu seçimin palavralar partisi AKP’dir, seçmenin
algılama kapasitesi bu konuda bir ipucu olacak. CHP ise umulmadık ataklarla,
oluşturduğu projelerle ve sorunları ortaya koyuşu ve çözüm önerileri ile gerçek
bir sosyal demokrat parti kulvarına girdi. Bu yolda ilerlemesi durumunda, iktidarın
çöküşünü ve CHP’nin yükselişini göreceğiz...
Tabii, eğer “demokrasi” buna izin verirse! Türkiye çok
zor bir döneme giriyor.. her açıdan ama, Ekonomi olarak da, Kürt Sorunu olarak
da ve Özgürlük Meselesi olarak da!... iktidara gelenin 4 yıl orada kalması zor
olabilir! Veya zorba bir iktidar durumu ortaya çıkabilir ve sonunu erken erken
yaşayabiliriz!
Seçim süreci ve öncesinde sergilenen Muktedirlik ve
Despotluk durumları, gerçekten fiiliyata geçerse, Türkiye tam bir polis
devleti rejimine girecektir..
Zaten Muktedir, “İleri Demokrasi”de polisin büyük
görevler üstleneceğini, emniyet güçleri sayesinde bunu gerçekleştireceğimizi,
bir polis töreninde dile getirmişti.. Bunun örneklerini en son Hopa’da,
çevreci kardeşlerimize karşı uygulanan polis ve devlet şiddetinde çok net
olarak gördük.. Onlar birer terör eylemcisi ve terör örgütü üyesi olarak, büyük
bir devlet avına konu oldular!
Erzurum Özel Yetkili Savcısı bu konuda üzerine düşeni
yerine getiriyor! Zaten iktidarın bu amaçla oluşturduğu mahkemelerin/savcılığın
görevlerine son derece sadık olduklarını görüyoruz!
***
Arap/İslam ülkelerinde demokrasi ve özgürlük yolunda
büyük ilerleyişler başlamışken, Türkiye’de yönetimin “Arap/İslam Despot
Başkanlığı” benzeri bir yönetime doğru ilerlemesi ne kadar mümkün? İranlı
muktedir mollalar bile İranlı kadınlara ne diyordu: Türkiye’de kadınlar
örtünürken, sizlerin başlarını açmak istiyorsunuz!
Bu hafta, bizim için de büyük önem taşıyan Arap
dünyasındaki büyük gelişmeleri, bu nedenle de gündeme getiriyoruz yeniden. Bu
kez, bir fransız sosyal bilimci, Emmanuel Todd’un bakış
açısıyla...
Todd, 2007’de bir meslektaşıyla yazdığı kitapta, Arap
devriminin ayak seslerini dile getirmişti.. Nüfus bilimci gözüyle konuya
yaklaşıyor.. Arap kadınları arasında okuma yazma oranındaki büyük artış, akraba
evliliklerinde büyük azalma ve kadın doğurganlığında yarı yarıya düşüşler, yani
bu üç önemli etkenin, despotluk rejimlerine karşı hareketi başlattığını
belirtiyor. Bu konuyu tartışmaya açıyoruz, bakalım ne katkılar gelecek...
***
Akademi Günü 2-3 Haziranda İstanbul Üniversitesi
Rektörlük binasında kutlandı. Gazetede yayımlanan yazıma “Blog”umdan
ulaşılabilir.
Fırsat bu fırsat, Doğan Kuban’ın taze taze
kaleme aldığı “Başını Sokacak Bir Çatısı Olmayan Bilimler Akademisi”
başlıklı yazısını da, acele bu sayıya koyuyoruz.. Kuban, Akademi’nin bu
durumunu, Türkiye’nin bilimdeki yeriyle örtüştüğünü vurguluyor!
Bu sayımızda bir diğer “ikilime” de Celal Şengör’den.
Tartışmaya yazdığı yazı epey bir süredir elimizdeydi, onu da yayına koyduk...
Tabii, Kuban ve Şengör hocaların, geçen haftanın
tartışma konusu çok eşlilik/ çok karılılık (Cumhuriyet’te benim de bu konudaki
yazıma ulaşabilirsiniz), seks ve toplumsal işlevi üzerine birbirini tamamlayan
normal köşe yazıları da, gündemin bir cilvesi olarak aynı haftaya denk geldi..
Ama iki yazı da eğlenceli ve bilgilendirici!
Ne diyeyim bu hafta?
Özgürlüğü güçlendirecek ve iktidar gücünü sınırlandıracak,
halkı ve muhalefeti güçlendirerek, gelecek için bize umut verecek bir seçim
sonucu..
Haydi hayırlısıyla.. CBT 10 Haziran 2011 Sayı 1264
3 Haziran 2011, CBT gündem, 1263
***
TÜBA; Akademi Günü; Neler Yapılıyor; Başkan Bu yıl
Değişecek
Türkiye Bilimler Akademisi’nin yıllık Akademi Günü,
bugün (3Haziran Cuma) İstanbul Üniversitesi rektörlük binasında yapılıyor.
Programa bakıyorum: 2010’da Akademiye seçilen üyeler beratlarını alacak ve
konuşma yapacaklar. Genellikle, uzmanlık alanlarında yaptıklarını
anlatıyorlar.
Ayrıca, bu yıl ödüllendirilen Üstün Başarılı Genç
Bilim İnsanları (GEBİP) da beratlarını alacaklar. Sonra da, sanırım 3 yıldır
sürdürülen ve teşvik amacı güden Üniversite Ders Kitapları Telif ve Çeviri Eser
Ödülleri verilecek. Akademi Günü’nün Cumartesi geleneksel konferansını
ise, Eğitim ve Üniversite başlığıyla, Bozkurt Güvenç verecek, saat
10’da, yine aynı binada!
TÜBA bu yıl başkanını değiştiriyor. Dört yıl çabuk geçmiş! Aralık’ta
seçim var. Yücel Kanpolat’ın dönemi bitiyor, yaşı nedeniyle de
seçilemiyor yeniden.. Kanpolat, “bence başkanlık bir dönemden fazla sürmemeli”
görüşünde.. Çok aday çıkması arzu ediliyor ki TÜBA Genel Kurulu iyi bir
tercih yapsın! Kanpolat’ın seçiminde, üyeler adaylara 40’dan fazla terletici
sorular yöneltmişlerdi! Sonuçta, TÜBA üyeleri, bakıyorlar, tartıyorlar ve iyi
bir başkan seçiyorlar!
Kanpolat diyor ki, toplumun, siyasetin,
dünyanın, biraz daha çok bilim insanlarını dinlemeye ihtiyacı var; “dünya
genelinde yaygınlaştırabilirsek bilim insanlarının toplumda daha etkin ve
dinlenir bir konuma gelmelerini, çok temel sorunlarımızın bir kısmına daha
rahat çözümler bulabiliriz..” Şüphesiz bu dilek, Türkiye için fazlasıyla
geçerli!
Peki, siyaset ile bilim dünyamız ve Akademi arasında
geçtiğimiz dönem, bu bağlamda duyarlı ve iyi ilişkilerden bahsedebilir miyiz?
Hayır diyor Kanpolat, “ama burada bizim de kusurlarımız olduğu
düşüncesindeyim..”
Ancak daha çok, herşeyi en iyi bilen siyaset
kültürümüz buna engel. Herkes herşeyi kendisiyle başlatıyor!
Bu noktada Kanpolat’ın, kendisinden önce başlayan iyi
projeleri sonuçlandırdığını belirtelim. GEBİP (Genç Bilim İnsanlarının
Ödüllendirme Programı) bunlardan biri, artık rayına iyice oturdu; Akademi, daha
sonra bu programın en başarılılarını da içine alarak gençleşiyor! Bütün
üniversitelerde büyük bir GEBİP havuzu yarattı!..
Diğer eski bir program da İstanbul Envanteri.
Bu da bitti ve internetten ulaşılabilir oldu. Türkiye’nin diğer bölgelerinden
de envanter çalışması için büyük talepler var, ama Kanpolat’a göre konuyla uğraşacak
insan kaynağımız yeterli değil..
Başka neler yapıldı? Yücel beyin önem verdiği diğer
bir proje de bilim eğitimi. Eller Hamurda başlıklı, Fransa’da
geliştirilen programın bir ayağı da Türkiye’de başarıyla sürüyor. Bu bir
deneyerek ve yaparak öğrenme, eğitim modeli.. En azından ilköğretimde
ezbercilikten kaçış.. Hem öğretmenler yetiştiriliyor hem de program desteği
veriliyor. Bu yıl Fransa’ya 9 öğretmen gönderilmiş, Paris’te Eller Hamurda
programına katılmışlar ve oradaki geliştiricilerle görüşmeler yapmışlar!
Bilim eğitiminin bir diğer parçası olarak, bilim
insanlarını tanıtan röportajlar TÜBA’nın sitesinde yayınlanmaya başladı.
Kanpolat, “sokaktaki çocuk ‘ben bilim adamı olmak istiyorum,’ dese önünde pek
örnek yoktu, bunu başlattık, TÜBA üyelerinden 25 bilimciyle, onları tanıdan ve
düşüncelerini aktaran röportajlar yaptık ve siteye koyduk, mesela Halet hanımı
merak eden onu öğrenebilir artık.. Bilimi Aydınlatanlar başlığıyla
yayınlanıyor, “bu özgün bir çalışma” diyor.. Fransız bilim akedemisinin hazırladığı
bilim insanlarını ve bilimi anlatan bir kitap da çevriliyor, amaç iyi örnekleri
topluma, gençlere sunmak.
TÜBA’nin bilim insanlarına desteğinin arttığını
öğreniyoruz. Ayrıca Elmadağ’da çam, badem ve diğer ağaçlardan oluşan bir TÜBA
Ormanı kuruldu. 110 dönümde 20 bin fidan dikilmiş..
Uzun zamandır süren bilim dili sözlük çalışması
son aşamaya gelmiş. Bilimsel kavramların, terimlerin Türkçe karşılıklarını
açıklayan ve bir dil birliği amaçlayan geniş katılımlı çalışmanın ilk ürünü Sosyal
Bilimler Sözlüğü, bir ilk olarak, bu yılın sonuna kadar çıkacak. Sonra
sırayla diğerleri.. “Hepimiz 2023 Türkiyesi ilan ediyoruz ama doğru dürüst
bilim dilimiz yok,” diyor.
Diğer önemli bir çalışma da, açık ders malzemelerinin
yayını! Bu programı ABD’nin ünlü teknoloji enstitüsü MIT başlattı, sonra
dünyada yaygınlaştı. Bilgisayar teknolojisi hızla geliştikçe de program giderek
daha geniş bir kamuoyu ile paylaşılmaya başlandı. TÜBA, Ankara Üniversitesi ve
ODTÜ bir anlaşma yaptı, belki bu iki üniversite veya biri bunun sürdürücüsü
olacak. Türkiye’den 50 üniversite ile bir konsorsiyum olarak program
sürdürülüyor..
Açık Ders Malzemeleri’nin ilk örnekleri yayımlandı, bu
malzemelere TÜBA da destek veriyor, zaman içinde öğretim üyesi bulunmayan
yerler için hazır derslere ulaşılmış olacak.. WEB’ten bu dersler izlenecek,
eleştiriler yapılabilecek..
Kanpolat “geleceğin üniversitesini düşünüyorum,”
diyor.. Bir tür açık üniversite; üniversite dışından insanlar da yararlanıyor!
“Üniversite dışından kimseler de bu programları izleyip, belli alanlarda
gerekirse sınavlara girip birer sertifika alabilecekler mi” soruma, “gelecekte
niye olmasın” yanıtını veriyor.. Bilgi Toplumu’nun bir gereği bu, aynı zamanda!
“Çarşamba ovasına Gaziantep çarşısına inememiş
üniversiteyi ben ne yapayım,” diyor Kanpolat; kastettiği, üniversitenin
Türkiye’nin sorunlarıyla çok yakından ilgilenmesi gereği! “Bilim adamının
misyonu da buna uymalı!”
Tabii, sürdürülebilirlik, sürdürülebilir bir dünya,
yaşam ve ekonomi de TÜBA’nın ilgi alanı içinde! “Üretim-tüketim ve sürdürülebilirlik,
bu üçlü nasıl gidecek ele ele gelecekte?” diye soruyor.. Dünya durmadan
kirleniyor, çocukları hızlı tüketici yapmak eğiliminde toplum.. bu amaçla
reklamların ahlaklı kullanılmadığı görüşünde!
TÜBA’nın sitesine arada sırada göz atın.. Orada iyi
şeyler bulacaksınız...
Gelecek hafta yeniden görüşünceye kadar, Akademi Günü
kutlu olsun diyelim...
***
Bu Ülke Adam Olur Mu?
Düşünün ki, bir bilimci insan sağlığı için araştırma
yapıyor ve sonuçlarını açıklıyor... Bundan doğal ne olabilir ki! Bilimcilerin
görevi, aldıkları eğitim ve meslekleri bunu gerektirir ve aynı zamanda
toplumsalo larak kenedilerinden beklenti de budur. Yani: öğrencilerine bilgiyi
tüm karmaşıklığıyla aktarmanın yanısıra, gördükleri sorunların da Bu Ülke
Adam Olur Mu?
üzerine gitmek, nedenlerini araştırmak ve
toplumu aydınlatarak çözüm yollarını tartıştırmak.
Ama durun, ülkemizde böyle insanları doğduğuna pişman
yapacağımızı da aklınızdan çıkarmayın.
Onur Hamzaoğlu, bir Halk Sağlığı Profesörü. Üstelik Kocaeli Üniversitesi’nde akademisyen.
Ve Anabilim Dalı Başkanı!
Üniversitenin hemen yanında, bütün Türkiye’nin de
bildiği bir Dilovası ve sağlık sorunu var.
Dilovası’nda kanser, neredeyse Türkiye’nin başka bir
yerinde görülmeyecek kadar yaygın. Bu da bilinen bir olgu. Dilovası, kimyasal
ağırlıklı sanayinin yoğun olduğu bir bölge. Hamzaoğlu, bir halk sağlığı
uzmanı olarak, “2005 yılında “Endüstri
Yoğun Bölgelerde Yaşayanlarda Ölüm Nedenleri: Dilovası Örneği”
isimli çalışmasının sonuçlarını yayınladı ve kansere bağlı ölümlerdeki
aşırılığı gözler önüne serdi. Bu çalışmasını yerel ve ulusal bilim çevreleri ve
siyasi otoriteler ile paylaştı. Çözüm
önerilerini 2006’da TBMM’ye sundu.” Kanser diğer bölgelere kıyasla
üç kat fazlaydı! Yapılması gereken de, Dilovası’nda artık daha fazla
sanayileşmenin yasaklanmasıydı!..
Son araştırmasında annelerin sütünde ve bebeklerin
dışkılarında çinko, demir, kurşun, aliminyum, kadmiyum gibi ağır metaller de
buldu. Üstelik bu araştırma tek başına değil, Kocaeli Üniversitesi’nde Halk
Sağlığı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ile Tıbbi Genetik Anabilim Dallarından
akademisyenler ile birlikte yapılmıştı ve üniversite de bu araştırmaya parasal
destek vermişti..
Dilovası’ndaki sağlık sorununa sadece seyirci
kalan iktidarın Kocaeli Büşük Şehir Belediyesi ve Dilovası Belediyesi, vay sen
nasıl bu raporu halka açıklarsın, halk içinde panik ve korku yaratırsın,
diyerek, savcılığa “suç duyurusu” yapıyor! Ayrıca bir iktidar
millletvekilinin de bilim insanının “şaklabanlık yapmak”la suçladığı
belirtiliyor!
Dikkat edin: Gerçekleri, bilimsel bulguları
açıklamayı, bir suç unsuru olarak kabul eden bir ülkede yaşıyoruz artık..
Arkasından ikinci bir vahim olay daha geliyor: Savcılık
bunu ciddiye alıyor ve soruşturma açıyor.. Daha doğrusu, Kocaeli Üniversitesine
başvuruyor “suç fiilinin incelenmesi” isteğiyle..
Başvuruyu elinin tersiyle iteceğine ve bilimsel
bulguların ve bu bulguları açıklamanın suç olamayacağını belirteceğine!
Üçüncü vahip durum, üniversitenin de savcılığın bu isteğini ciddiye alıp “ceza
soruşturması” yürüttüğünün açıklanmasıdır!
Rektörlük, savcılığa iki satır yazı yazarak, böyle bir suçu kabul etmiyoruz,
yazısı göndereceğine!
Hamzaoğlu’nu savunanların ve imza kampanyası açanların
yaptıkları açıklamaya gore, “Üniversite izin verirse, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu,
TCK’nin 213. maddesi
uyarınca 2 ila 4 yıl arasında hapis istemiyle yargılanacak...”
Ayrıca “Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi
Başkanlığı tarafından yukarıdaki gerekçelerle YÖK’e yazılan yazının, YÖK
tarafından Kocaeli Rektörlüğü’nün bilgisine sunulması ve gereğinin rica
edilmesi üzerine, Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü tarafından disiplin
soruşturması açıldı.”
www.onurumuzusavunuyoruz.org/
sitesinde açıklamalar ve imza kampanyası var:
“Bir tarafta siyasi ve ekonomik çıkarları insan
sağlığının üstünde tutanlar var, diğer tarafta toplum sağlığı, onurlu bilim
insanları ve Onur Hamzaoğlu var. Dilovası halkı canımızdır. Prof.
Dr. Onur Hamzaoğlu onurumuzdur. Onur Hamzaoğlu’nun kılına bile dokundurtmayız.
Analarımızın sütüne, bebeklerimizin kakasına sahip çıkıyoruz.”
***
Her açıdan utanç verici bir durum! Kelimenin tam
anlamıyla rezilane! Şu uyduruktan ünveriteleri kapatın da bu işi bitirelim
bari!
Gelecek Cumaya kadar umarız bu utanç durum gündemden
düşer..
27 MAYIS 2011 /CBT SAYI 1263
***
Kanal İstanbul'a Bilimsel Reddiye
Tabii ki gündem, “Kanal İstanbul”. Burada konunun
şüphesiz ki bilimsel yönlerini gündeme getireceğiz. İşte bu sayımızda özellikle
İstanbul Boğazını, Boğazlar rejimini, Karadenizi, Marmara ve Ege ile Akdeniz’i
bilen ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Emin Özsoy ile Prof.
Dr. Bayram Öztürk’ün yazısını sunuyoruz. Yazı, eldeki bilgiler ışığında,
Kanal İstanbul’a tam bir bilimsel reddiye! Kanal İstanbul projesini savunanlar,
öncelikle bu yazıdaki savları çürütmek zorundalar!
Başbakan böyle bir projeyi dillendirmiş olabilir, gerçekleştirmek de
isteyebilir... Nihayet o bir politikacıdır ve yeniden iktidar istemektedir!
2023’e kadar da ülkeyi yönetmek talebi vardır! Uzun soluklu böyle bir İstanbul
projesinin kendisini 12 yıl daha taşıyabileceğini düşünmektedir! Ama acaba bu
proje gerçekleştirilebilir mi? Gerçekleştirilirse neler olur? Bu soruları hiç
sormayan bir alkışçı takım, hemen medyayı işgal etmiştir!
En tehlikelisi de budur! Projenin gerçekleştirilebilirliği olup olmadığını,
gerçekleştirilirse derin ve geri dönüşü olmayan tahribatlara yol açıp
açmayacağını hiç bilmeden, sormadan, merak etmeden alkış tutanların gürültüsü
egemen olursa kamuoyuna, konunun bütün yönleri bilimsel bilgilerle ortaya
konmaz ve tartışılmazsa, vah ülkenin haline!
Özsoy, geçen hafta Roma'da yapılan bir uluslararası
proje toplantısına katılmış. Orada, “hem Karadeniz hem de Akdeniz oşinografi
gruplarının tamamı vardı, Bu ‘çılgın proce’den Ruslara bahsedince hemen Kırım
Adası'nın hikayesini hatırlattılar,” diyor. Olayı şöyle anlatıyor:
***
“Hikaye Vasily Aksyonov (1932-2009) tarafından
yazılan 'Island of Crimea' (1981) romanına dayanıyor, ve eski Sovyet dünyasında
çok iyi biliniyormuş: Kırım, yarımada yerine ada olsa ne olur? Bunun
jeofiziksel ve siyasi argümanları da var, Karadeniz'de buzul çağından önceki
zamanlarda değişik su seviyesi ile Kırım ada imiş. Kırım yarımadası ile anakara
arasında siyasi bir birlik çoğu kez olmamış. İlk Çağ'da Yunan kolonisi, Orta
Çağ'da Venedik ve Ceneviz kontrolü, sonra Osmanlılar, İngiliz, Fransız ve
Osmanlılarla Kırım Harbi, Kırım Hanlığı, iç savaşta İngiliz ve Fransız destekli
Beyaz Ordu'nun elinde kalması, Kızıl Ordu tarafından alınması, dagha sonra
Alman işgali, sonra da Ukrayna'ya bağlanması, Kırım Tatarları'nın Stalin
tarafından sürülmesi... Ama şu anda bile Ukrayna ve Kırım arasında Rusya'nın da
sık sık karıştığı anlaşmazlıklar.
“Aksyonov, Kırım'ın ada halinde kalsa ve Sovyetler
tarafından 1921'de ilhak edilemeseydi ne olurdu, bunu işlemiş, biraz da satirik
bir uslupla. Beyaz Ordu'nun elinde kalınca Kırım Adası Taiwan veya Hong Kong
gibi anakaradan kopuk, bir askeri diktatörlük ve Sovyetler için tam anlamıyla
bir baş ağrısı olur. Başarılı kapitalist gelişmeyle Kırım Sovyetler'de
bulunmayan bir lükse ve farklı bir topluma ulaşır, belki Amerikan üsleri bile
kurulur. Küba krizi'nin tersi Sovyetler için Kırım'da yaşanır. Bu ortamda
toplumun bütün iç çelişkileri ve doğu-batı karşıtlığı ortaya çıkar. İnsanlar
refah içindedir ama bir yere ait olmak, hatta anakaradaki insanların
sıkıntılarını da çekmek pahasına geri dönmek istemekte, ne İsa'ya ne Musa'ya
yaranabilmektedir.
“Yaratacakları İstanbul adasına benzemiyor değil Kırım
öyküsü. Bütün rantı paylaştıkları bir İstanbul Kontluğu hem Trakya hem de
Anadolu ile ayrışacak, Anadolu kıyılarına ikinci İstanbul kurulacak. Adalarında
mutlu yaşayacaklar. Gerçekten yukarıdaki gibi bir romana konu olabilir. (www.nytimes.com/1983/12/08/books/books-of-the-times-095866.html
; http://rooksmoor.blogspot.com/2010/12/what-if-crimea-was-island.html)
***
Bayram Öztürk de ayrıca diğer noktalara dikkat
çekiyor:
“1. İstanbul boğazından bedava geçiş varken (Montö sözleşmesine
göre) neden gemiler daha fazla para vererek bu kanaldan geçsin. Denizcilik
şirketlerini buradan geç diye zorlayamazsınız. Ayrıca Samsun-Ceyhan boru hattı
iptal mi edildi? Çünkü gemi trafiğindaki sıkışıklık için üzerinde çalışılan bir
projeydi bu. Üstelik bu hükümetin projesi.
2. Kanala girebilmek için Karadeniz’in hakim rüzgarı
poyrazdır, girecek ve bekleyecek gemilerin korunması için büyük bir mendirek ve
liman yapılması lazım. Bu ise mevcut balıkçılık sahalarını daraltacaktır.
3. İstanbul’un mikro kliması ve su kaynakları
değişecektir. Bunun havza bazındaki ekonomik zararı veya değeri hesaplanamaz.”
***
Dergimizdeki diğer an konu kolesterol düşürücü
haplar.. bu konuda keskin karşı görüşlere ve aynı zamanda yygın bilimsel
bakışlara sayfamızı açıyoruz. Şüphesiz kafalar daha da karışacaktır, aama
bunlardan bir sentez yapmak da okurun görevi olmalı..
Gelecek Cuma yeniden buluşmak dileğiyle, CBT 6
Mayıs 2011
***
Ulusal Ekonomi İçin Enerji ve MİLRES
Fosil yakıtların 50 yıl ve belki en
iyimser olasılıkla 75 yıllık bir ömrü kaldığı, tükendikçe pahalanacağı gözönüne
alındığında, yenilenebilir, yani tükenmeyen enerji kaynakları insanlığın
geleceğidir. Güneş ve rüzgar... Şüphesiz ki hidrojen! Bu enerji kaynakları
dünyaya, atmosfere, canlılığın ve ekonominin sürdürülebilirliğine de dosttur.
Ancak “doğal yollarla enerji” salt bir
kavramdır. Güneşe çıkıp ısınabilirsiniz. Rüzgarda çamaşır kurutabilirsiniz!
Bunların düzenli ve amaca uygun kullanılması gerekir.. Bu aşamada insanlığın
bilgisi, aklı; bilim ve uygulamalı bilimler, insanlığın deneyimi ve
yaratıcılığı devreye girer.
İnsan aklı, yerkürenin içinde saklı
enerjileri –kömürü, petrolü, doğal gazı, jeo termali.. başarıyla kullandı.
Bilim, atomu parçalayınca, buradan
kontrollu olarak enerji elde edebileceğini anladı. Nükleer santraller hem
yerkürenin saklı enerjisini kullanır hem de bir mühendislik harikasıdır. Bilgi
toplumunun fosil yakıtlardan bağımsız ilk ciddi enerji ürünüdür. Dünyada 442’si
üretimde, 65’i yapımda atom santralinden ikisinin başına gelen önemli felaket,
bu enerji kaynağını tartışmalı kılıyor.
Büyüme ekonomisi bu hızla sürdükçe,
ekonomide yeni yapısal bir dönüşüm gerçekleşmedikçe, klimalar ortadan
kaybolmadıkça, enerji talebi bu hızla arttıkça, enerji ihtiyacını
sınırlandırıcı yeni yapısal değişiklikler gündeme gelmedikçe, daha iyi
uygarlık= daha çok enerji tüketmek denklemi bozulmadıkça... dünyanın bu
santrallerden tamamen vazgeçeceğini düşünmüyorum!
Ancak atom santrallerine eş bir gelişme,
güneş ve rüzgar santralleri bilimi ve teknolojisinde gerçekleşti. Bu da bilim
ve teknolojinin başarısıdır! Bu teknolojilerde hem olayın bilim yönünde hem
malzeme geliştirmede hem teknolojik yenileşmelerde kayda değer ilerlemeler,
yenilenebilir enerji kaynaklarını çok kısa süre içinde önplana çıkardı!
***
Konumuz rüzgarsa, dünya aldı başını
gidiyor! Hem kurulu rüzgar enerji gücü artıyor hem de gelecek senaryolarında
rüzgara ayrılan payların büyüdüğünü görüyoruz. Dünya ve Avrupa Rüzgar Enerjisi
Teknoloji Platformlarında bilim dahil bütün “oyuncular” birleşmiş durumda.
Büyük şirketler hızla teknolojilerini geliştiriyorlar. Avrupa, 2020’de elektrik
tüketiminin yüzde 12-14’ünü, 2030’da yüzde 25’ini rüzgar enerjisinden sağlamayı
hedefledi. (2020: 180 GW, 2030: 300 GW)
Şüphesiz her ülke/ şirket teknolojisini
geliştiriyor, şüphesiz hiç biri al üret demiyor ve demiyecek, ancak “gizli
bilgi” yok! İsteyen ülke/şirket, bu alana el atınca hızlı bir şekilde kendi
üretimini gerçekleştirebilir..
Artık teknoloji üretmek ve geliştirmek,
ülkelerin/ şirketlerin niyetine bağlı bir iş haline geldi! Araştırarak, gereken
yetenekleri, bilim ve teknoloji güçlerini bir araya getirerek, konuya
hedeflenerek, bir dizi yeni teknolojiler yanısıra rüzgar türbinleri de
üretebilirsiniz! Bu, günümüz küreselleşen dünyasının en olumlu ve iyi yönlerinden
biridir!
Gerekli olan: Sadece niyet etmek!
Yüksek ve yeni teknoloji gerektiren
üretimlerde ve araştırmalarda niyet etmek, bazen ve genellikle şirketlerin
boyunu aşıyor. Bu durumda, ulus devlet devreye giriyor. Dahası, ulusal
çıkarları, ülkenin ve yurttaşlarının geleceğini ve refahını düşünen ve
planlayan iktidarların varlığı önşart olarak gündeme geliyor.. Destek, teşvik
mekanizmaları gerekiyor.
Bu, yeni teknolojilerde en önemli
noktadır. Geleceği planlayıcı ve kararlı siyasi irade gerekir; günlük hayhuy ve
siyasi çıkar hesapları içinde yuvarlaanan ve ülkenin bütçesinden geleceğe
önemli paylar ayırmayan iktidarların hüküm sürdüğü ülkeler, gelişmiş ülkelerin
sömürülen pazarları olurlar. Türkiye ne yazık ki henüz bu aşamadadır!
Savunma sanayi “ulusal hedefler”
açısından, zorun başarılabileceğinin iyi bir örneğidir. Milli Gemi projeleri de
öyle! Türkiye gerekli beyin gücünü her zaman bir araya getirebilecek büyük bir
potansiyel güce sahiptir!
İktidar 8 yıldır rüzgar enerjisini ciddi
olarak gündemine almamıştır! Doğal gaz lobileri ve politik çıkarlar burada
etkili oldu, denebilir. Ama siyasetin burada hareketsiz kaldığını rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Şimdi, rüzgar enerjisi üretiminde bazı
teşviklerin yürürlüğe girmesiyle, konu ile ilgili kurum ve kuruluşların hemen
bir araya geldiğini görüyoruz.
MİLRES projesi (Milli Rüzgar Enerjisi
Santrali) bugün hızla hayata geçirilmek üzere ileriye doğru ciddi ve büyük bir
adım olarak ortaya çıktıysa, türbin üretmek için gerekli bütün güçler bir araya
geldiyse ve bunu kısa sürede başarırız diyorlarsa, ayrıca ulusal bir heyecan
duyuyorlarsa, Ankara’dan aldıkları rüzgara teşvik işareti nedeniyledir...
Ulusal yeteneklerimizi geliştirmenin ve
kendin için bir güç olmanın başka yolu da yoktur! 29 Nisan 2011, CBT
gündem
***
Hayrettin Karaca ve Bozkurt Güvenç’ten
İki Önemli Mesaj
“Toprak Dede” Hayrettin Karaca, geçen ay
KanalB’deki programına davet ederek beni onurlandırdı. Bilim ve teknolojiyi
konuştuk! Karaca, CBT’nin çok iyi bir okuru.. Ne kadar sevindim! Teşekkür
ederiz! Bana, tabii ki çoğu toprakla ilgili kitaplar hediye etti! Okullarda
çocuklara “Toprak Ana”yı anlatıyor durmadan! Bir oyun halinde, eğlendirerek,
kavratarak... Yeni bir ekonomik düzene dünyanın acil ihtiyacı olduğu konusunda
fikirbirliği içindeyiz. Durmadan tüketici, yokedici olmaktan çıkmalı
insanoğlu...
Karaca’nın sırtında hep bir kırmızı
süveter görürsünüz ya.. Karaca kırmızıyı çok seviyor derim, gördüğümdü! “Bak”
dedi, süveterinin incelmiş, yer yer erimiş ve gerektiğinde örülmüş yerlerini
göstererek, “ne o beni terkedebiliyor ne de ben onu...”..
3-5 kırmızı süveteri yok, bir tanesi
var!
Hayrettin Bey, ayrılırken elime bir yazı
tutuşturdu. Baktım, “Golf Dünyası: Bazı istatistikler” yazıyor. Onu
buraya alıyorum:
*Kıyı Yaşamı isimli derginin Ocak/Şubat
2004 yayınında kıyı doğal yaşamı (deniz kuşları, su kaplumbağası veya diğer
fauna) ile ilgili fotoğraf adedi: 1
*Aynı yayında golf sahalarını gösteren
fotoğraf adedi: 61
*Birleşmiş Milletlerde yaşayan 4,7
milyar insan için gerekli olan günlük enaz su miktarı: 9.25 milyar litre
* Dünyadaki tüm golf sahalarının
sulanması için gerekli olan günlük su miktarı: 9,25 milyar litre
* 2. Dünya Savaşı’ndan önce Japonya’daki
toplam golf sahası adedi: 23
* 2004 yılında işleyen veya açılmak
üzere olan toplam folf sahası adedi: 3.030
* Golf sahalarında bir dönüm için
kullanılan yıllık tarım ilacı miktarı: 9 Kilo
* Tarım için kullanılan bir dönümlük
alanda yıllık tarım ilacı miktarı: 2,35 kilo
* Tayland’da 60 bin köylünün günlük
ortlama su tüketimi 6.500 metreküp
* Tayland’daki bir golf sahasının
ortalama günlük su tüketimi: 6.500 metreküp
* Bir zamanlar nehir sularının
taşmasıyla sulanan, ancak günümüzde nehir sularının sadece yüzde 0,1’ini
alabilen Kolorado nehri etrafındaki toplam sulak alan: 150 bin dönüm
* Las Vegas’ta bulunan 60’dan fazla golf
sahasının sulanması için Kolorado nehrinden çekilen 56 cm derinlikteki
suyun kaplayacağı toplam alan 150 bin dönüm..”
Hepsinin kaynakları var; acaba ülkemizde
açılan ve açılacak golf sahaları için ne kadar su tüketiliyor?
***
İkinci mektup Bozkurt Güvenç’ten..
“Sayın Bursalı, Osman Bahadır’ın
“Gezegenimiz ülkemizdir” yazısı, ilk bakışta Edgar Morin’in Dünya Vatan
(İletişim 2000) denemesini anımsatıyor; ama, bir Bilim Tarihi olduğu kadar
yaşamküremizin yakın geleceğiyle ilgili güncel sorunlara değiniyor: Mevsim
değişikliği, küresel ısınma, sera gazı salınımının denetlenmesi, temiz ya da
yaşama dost teknoloji ve enerji konuları vb. Geçen yıl Dünya Sosyalbilimler
Forumları, bilim insanlarıyla disiplinleri biraraya getirdi. “Earth Science”
adı verilen, yeni bir bilim dalı doğdu, doğuyor. Yer, hayat, toplum ve insan
bilimlerinin güncel ve ortak sorunlarını anlamaya ve anlatmaya yönelik dinamik
bir girişim.
Aslında, konu ve sorunlar Potomac-Roma
Klübü’nün Ekonomik Büyümenin Sınırları (İÜ-İF çevirisi 1978), A. Durning’in Ne
Kadarı Yeterli? (TÜBİTAK çevirisi 1997) ve Millennium Board’un İmkanlarımızın
Ötesinde Yaşam (bildirisi, TÜBA 2008), tüketim ekonomisinin sonuçlarını
yıllardır haber veriyordu. Ancak, Yeşillerin ve Yeşilbarışçıların gösterileri,
çevrebilimin ve HABİTAT zirvelerinin uyarıları, halen, uluslararası sermaye
denetimindeki Medyanın “Küreselleşen Dünya” söylemini aşıp toplumlara
ulaşamadı. National Geographic ve BBC’nin “Gezegen Dünyamız” belgeselleri,
“Dünyanın —Hayatın—Sonu mu?” kaygısını; acaba, “çok mu geç kaldık”
sorgulamasıyla geleceğimizi gündemde tutuyor.
Özetle, yerkürenin binde biri (soğan
zarı) kadar ince olan yaşamkürenin sonlu ve tükenen bir varlık alanı olduğu
anlaşıldı; ama henüz anlatılamadı. Herkesin sözü söylemi “sürdürülebilirlik”
ama büyüme mi yoksa yaşam mı? Sınırlı bir yaşamkürede sınırsız bir ekonomik
büyüme mümkün olabilir mi? Öte yandan, yaşamın sürdürülemediği bir dünyada,
ekonomik büyümeyi sürürmenin ne yararı olabilir ki? Küresel krize yol açan
“refah toplumu” senaryoları – günümüzün oto ve konut kampanyaları —: aman hemen
alın, değiştirin, yenileyin reklamları) küresel krizden çıkış amacıyla yeniden
gündemde.
İnsantürü zaman ve mekanda uzağı
görmüyor, belki görmek istemiyor. Ne ki uzak hızla bize yaklaşıyor. Kıyamete
2-3 derecelik ısınma, 30-40 yılımız kaldı. CBT bu sorunu gündemde tutarak,
yazılı ve görsel medyayı özendirmeye devam etmelidir.”
***
Ne denmek istendiği açık ve seçik...
Bunları yazarken, Anadolu”nun farklı
bölgelerinden yüzlerce doğa koruyucusu “Anadolu’yu Vermeyeceğiz” yürüyüşünü
başlatmışlardı. 40 gün 40 geceden sonra Ankara’da toplanacaklar... Kolay gelsin
canlarımız...
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak
dileğiyle...
-- CBT sayı 1256, 15 Nisan 2011 CBT
***
SINAV İPTAL EDİLMELİ
Şifre, ÖSYM, Bilimsel Yayında Etik
Dışılık
Olmayacak şey değil... Tepeden tırnağa
etikdışılığın sarıp sarmaladığı bir toplumu yöneten organların ve kurumların,
Türkiye’nin en önemli sınavında belirli bir kesimi koruyup kollaması çok
normaldir. Eğer iktidarda yandaşlık varsa, yandaş koruma/ kollama/ atama 8
yıldır sıradan bir olgu olarak kabul ediliyorsa, kendi türlerinin arkadan gelen
soy-soplarına yükselişin kapılarını açmalarından daha doğal ne olabilir?
ÖSYM’de operasyon 9 ay önce gerçekleşti
ve iktidar-YÖK orada egemenliği / yönetimi devraldı! Bu ilk büyük sınava, “asla
hilenin yapılamayacağı büyük teknolojik yeniliklerle” hazırlandıklarını
duyurdular...
Ali Demir, İTÜ’de tekstilci profesördü..
TV’de yaptığı açıklamada yanında bulunan kişi de endüstri mühendisi emekli
profesör Ercan
Öztemel ise TÜBİTAK Gebze’de çalışıyordu (ne üretiyordu?), anlaşılan Demir’in
yanına atanmış! İkisi de, zerre kadar ilgileri olmayan bir işi yönetmeye
getirildiler! Ama önemli olan “yandaş- cemaatdaş” olmalarıydı! YÖK nasıl bütün
atamalarda iktidarın adamlarını gözettiyse, Başkanı Özcan, ÖSYM’ye yaptığı
adamalarla da üstlendiği “tarihsel misyonunu” yerine getirdi!
Sınav’da ilk “kural bozma”, sadece
türbanlı kızların 8 okula özel olarak yerleştirilmesiyle başladı, ÖSYM önce
bunun kasıtlı atama olduğunu reddetti! Bilgisayar atadı, diyerek ilk yalanı
söylediler! Sonra da “pozitif ayrımcılık yaptık” dediler! Bu pozitif
ayrımcılığın, sınav sorularının çözüm anahtarını da vermeye kadar uzanmış
olabilir! Bu kızlar kimlerdir ve sınavdaki başarıları açıklanmalıdır!
Ali Demir, zerre kadar saydam
davranmadı! Her soru kitapçığının ayrı ayrı şifrelendiğini bile ileri sürecek
oldu! Sorular karşısında, eh o sayıya yakın, dedi.. Ancak anlaşılıyor ki,
1.700.000 soru kitapçığını guruplar halinde şifrelemişler! Böyle olunca,
bunları guruplar halinde istedikleri “okullara” gönderebilirler! Nasıl olsa
çözüm şifreleri de biliniyor!
Eğer isim isim bildikleri ve
belirledikleri türbanlı kızları İstanbul’da belirli okullara toplayıp sınavlar
sokabiliyorlarsa... O halde, kendilerine bildirilecek binlerce öğrenciyi de,
belirli yerlere guruplar halinde toplayabilirler... Ve bu guruba da anahtarıyla
birlikte şifreli kitapçıkları da dağıtabilirler!
Tam anlamıyla şaibeli işler merkezi ile
karşı karşıyayız, sanki...
***
Şaibe, etik dışılık, bilimi de sarmış
durumda! Kurumsal bir çürüme! Prof. Metin Balcı, uluslararası ünü olan çok
değerli bir bilim insanımız. Dergimizdeki makalesi çok önemlidir. Balcı,
uluslararası bilimsel makalelerin en çok yayımlandığı 10 bilim dergisini inceledi!
Gördü ki, bilim dünyamız bu dergileri çok seviyor! Ama dergilerin izlenme ve
bilimsel kriter değerleri en alt düzeyde! Üstelik makale yayını için ücret
alıyorlar! 500-750 doları bastırdın mı, hiç bir iyi/kaliteli derginin yüzüne
bile bakmayacağı sözde araştırma makalelerini hemen basıyorlar! Bir sürü Hint,
Pakisten, Afrika dergisi ve sadece düşük kaliteli makaleleri basmak ve iyi para
kazanmak için kurulmuş şirketler topluluğu!
Çünkü talep var! “Makale yayınlamak”,
akademisyenin “bilimsel faaliyeti” için gerekli! Ülkemizde akademik
yükseltmeler için de zorunlu! Bu tür dergilerde yayınladığınız kolay yazıları,
dosyanıza koyuyorsunuz, jüriye gönderiyorsunuz, sayın jüri bakıyor ki koşullar
yerine getirilmiş, akademik yükseltmeni veriyor! Kaliteymiş, etik dışıymış
falan filan...
İncelenen 10 dergide 1900 “makale”,
Türkiye’nin uluslararası yayın sayısını arttırıyor! Yayın grafiğini yukarıya
tırmandırıyor! Bilim yöneticilerimiz, bunları başbakanlarına, yerli ve
uluslararası toplantılarda bilim dünyasına sunuyor! Böylece bilimde “dörtnala
koştuğumuza” inanıyoruz!
Bilimsel araştırmacılığı /etkinliği bir
üst düzeye tırmandırmak için, koşulları değiştireceksiniz. Metin Balcı, bu
konuda önerilerde bulunuyor. Balcı, bilimi, iyiyi, doğru olanı, etiği, kaliteyi
koruyan ve daha ileri gidilmesini isteyen bir bilim insanımızdır.. Yanlışı
gösterir, ama bu tip bilim insanlarını pek çok kurum sevmeyebilir! Sesini
çıkarmayan insanları tercih ederler! Bataklığı görse bile üç maymunu oynayacak
insanları! 2 ay kadar önce, “bugüne kadar ki katkılarınız ve yardımlarınız için
teşekkür ederiz” mektubu, ÖSYM’den, bir tek sadece Balcı’ya, acaba bu nedenle
mi gönderildi!?
8 Nisan 2011/ Gündem, CBT
***
Hasan Mandal – Cemil Arıkan
İki dostumuz görev değişikliği yaptı.
Yıllardır takdirle izlediğim, ülkemizde sanayinin ve üniversitelerin ARGE ve
ürüne yönelik araştırma potansiyelini geliştirme politikalarında büyük emekleri
olan Cemil Arıkan, Sabancı Üniversitesi’ndeki görevini, yine bilimsel
çalışmalarını büyük bir takdirle izlediğim Hasan Mandal’a devretti.
Bu görev değişikliği, Sabancı
Üniversitesi’nin candamarı sayılacak bir bölümünde gerçekleşti: Araştırma ve
Lisansüstü Politikalar (ALP) Direktörlüğü. Bu bölümün kurucu başkanı idi
Arıkan. Bu direktörlük, üniversitenin içindeki bütün araştırma ve
eğitim/öğrenim faaliyetlerinden aynı zamanda bir toplumsal değer üretilmesini
denetleyen ve bu amaçla faaliyet yürüten bir merkez. Tüm faaliyetleri bir
değerler zinciri içinde görüyor. Üniversite içindeki araştırmalar ve akademik
aktivitelerden çıkabilecek fikri mülkiyetleri izleme, ticarileştirme; bilimsel
yayını ve kişisel araştırmaları destekleme fonları bu merkezin yönetim alanı.
Araştırma değerler zinciri, bir yandan tüm ARGE faaliyetlerini, bu faaliyetlere
kaynaklık edecek üniversite/ülke içi ve dışı herşeyi bir bütün olarak görüyor.
Bu amaçla da bir destek mekanizmaları sistemi, arayüz olarak çalıştırılıyor...
Hasan Mandal, Anadolu Üniversitesi’nde
Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Dekanlığı ve Rektör Yardımcılığı görevlerinde
iken, Sabancı Üniversitesi’nin bu sistemini incelemiş ve üniversitesinde
kurulmasına önayak olmuştu. Seramik Araştırmalar Merkezi (SAM), ülkemizdeki
seramikçilerin üye olduğu ve istedikleri ARGE vb hizmetlerine yardım ve destek
aldıkları bir merkez.. Mandal, SAM’nin sektör için önemli bir artı değere
dönüşmesinde büyük rol oynadı. Ayrıca akademisyenlerin araştırmalarının ürüne
dönüştürülmesinde de bizzat öncülük etti..
***
Sabancı Üniversitesi (SÜ), Anadolu
Üniversitesi’nden (AÜ) çok başarılı bir bilim ve uygulama adamını transfer
etti! AÜ’ye yazık oldu, SÜ ise büyük bir kazanç elde etti.. Rektör Nihat
Berker’e, Anadolu’nun parlak insanlarına yöneldiniz, diye takıldım.
Üniversiteler bir yarış içinde. Bu rekabetin evrensel bir yönü var şüphesiz.
Vizyonu olan, evrensel bir değer olma, evrensel değerler yaratma ve ülkeye
önemli toplumsal katkılar sunma amaçları olan üniversiteler bu yarışı
sürükleyeceklerdir..
Sabancı Üniversitesi şüphesiz ki
bunlardan biridir. Arıkan şu bilgiyi verdi: TÜBİTAK’ın 7. Çerçeve Programı 2010
yılı değerlendirmelerine göre, AB’ye 80 milyon Avro ödenmiş, 82 milyon Avro da
AB’den bilim ve araştırma kontratı alınmış. Bu kontratlarda SÜ en yakın yerli
rakibini iki kat aşan proje almış veya projeye katılmış. Bu alanda başarılı...
Öğretim üyesi başına düşen bilimsel makalelerde, KOÇ ve ODTÜ yılda 1 makale ile
önde... Bilkent 0.9, Sabancı ise 0.85.. Boğaziçi Ü. ve İTÜ ise 0.65..
Türkiye’de üniversite adı altında
kurulan bir dizi kurum, 20 yıl sonra mı yoksa 30 yıl sonra mı gerçekten
üniversite adını hakedecek bir faaliyetler bütünlüğüne ulaşacaktır, veya bir
kısmı hiç mi ulaşamayacaktır, göreceğiz... Bir kısım üniversiteler (çoğu
vakıf) sadece kazanç amaçlı üniversite olarak kalacaktır.. Diploma dağıtan...
Şüphesiz ki devlete girecek “üniversite
mezunları” ile özel sektörde çalışacak üniversite mezunları, genel olarak,
birbirinden çok farklı kalitete diploma sahibi olacaklardır (şimdiden öyle
değil mi?!).
***
Hasan Mandal’a başarılar dilerim.. Cemil
Arıkan’a da yeni “Emeritus Direktör” unvanı ile Rektör Danışmanı görevinde
başarılar dilerim..
SÜ’ndeki görev değişiklerini izliyoruz.
Tosun Terzioğlu rektörlüğü Nihat Berker’e devretmişti.. Şimdi o da “emeritus
profesör”.. Hepsine kolay gelsin...
Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak
dileğiyle...
CBT Sayı 1254, 1 Nisan 2011
***
Olaylar Haftası
Geçen hafta şenlikli bir haftaydı
üniversiteler açısından. Boğziçi Üniversitesinde Üniversite Sorurnlarını
Tartışıyor sempozyumunun ardından, üniversite öğrencileri ve akademisyenler
etkili bir yürüyüş yaptılar. Boğaziçili akademisyenler, gazeteci
tutuklamalarını eleştiren bir açıklma yapıt (en altta). ODTÜ Senatosu da
bildiri yayımladı (aşağıda). Tabii, gazeteciler de yürüdü! Yetmedi, başta ODTÜ
olmak üzere çok sayıda üniversiteden ve öğretim elemanları derneklerinden 300’ü
aşkın akademisyen, savcının serbest bırakılması isteğine rağmen mahkemenin
hangi gerekçelerle bilinmez tutukladığı ODTÜ’le araştırma görevlisi Çoşkun
Musluk için açıklama yaptı (6. Sayfada). Hepsine yer veriyoruz dergimizde..
Am önce 25. Yıl mesajlarındn bir demet..
“CBT'nin başarısını görmemek mümkün
değil. Bir gazete eki olmasına rağmen, neredeyse Türkiye'nin akademisyenlerinin
tek tartışma ve haberleşme organı haline geldi. Bilimin, teknolojinin,
üniversite sorunlarının, yayın değerlendirmelerinin ve benzer konuların
tartışılıp duyurulduğu en üst düzeydeki yayınımızın CBT olduğunu söylemek
sanırım abartılı olmaz. Yaptıklarınız için size teşekkürlerimi, başarılarınız
için de tebriklerimi sunuyorum. Prof. Dr. Cengiz Toklu Yeditepe Üniv. İnşaat
Müh. Bölüm Başkanı Türkiye Bilim Merkezleri Vakfı, Bilim Kurulu Başkanı”
***
“Bilim ve Teknoloji Dergimizin
kuruluşunun 25. yılını şahsım ve İKEK adına tüm içtenliğimle kutluyorum.
Bilimsel düşünce ve çalışmalarda ufuk açan, Atatürk’ün büyük mirası bilim ve
akla sahip çıkan, bilimi herkese ve her düzeye yayan, aydınlık yarınların
bilim temeli üzerine inşa edilmesine büyük katkılar getiren Bilim ve
Teknoloji’ye, başta siz olmak üzere emeği geçen herkese şükranlarımı sunuyorum.
Erdoğan Yılmaz”
***
“Sayın Bursalı, Cumhuriyet Bilim Teknoloji'deki
yazınızı okuyunca yaşadığım heyecanı anlatamam. Hem Cumhuriyet kitap eki hem
Bilim Teknoloji eki gençlik çağlarımdan beri vazgeçilmezlerim.. Bir kuşak
sizlerle büyüdük, ne mutlu bize! Emeğiniz, sabrınız, direnciniz ve umudunuz
için sağolun! Sedef Özkan, Luna Teknoloji”
“CBT'nin 25. yılına ulaşmasından çok
başka bir konuya değinmek istiyorum: Doğa yasaları bilinmeden, bilinip de
anlamlandıralamadan, dolayısıyla mikro düzeyden makro düzeye dek evrenin
işleyişi ve yaşam felsefesi kavranılamadan, insan yaşamını
düzenleyen yasaların/kuralların doğru oluşturulup düzenlenmesinin olanağı
yok. Çünkü insan denen canlı varlık evren dışı değil, evren içi bir varlık.
Dolayısıyla oluşturacağı sosyal yaşam kuralları (yasalar), doğa kuralları/yasaları
ile uyumlu olmak durumunda...
Görüşlerine çok değer verdiğim Ali
Sirmen'in açık yüreklilikle yapmış olduğu itiraf (ile), 2007 yılından bu yana
kırkın üzerinde gazete köşe yazarına gönderdiğim doğa yasaları ve tarikatlarla
ilgili yazımın neden anlaşılamadığını, daha iyi anladım. Sirmen gibi bir insan
(benim açımdan bilge düzeyinde) bilimden bu denli uzak ise, vay ülkemizin
haline!.. Şengör Hoca bir iletisinde şöyle yazmıştı: "Politikacılarımız
zaten biraz doğa bilimlerinden haberdar olsalar, ettikleri bu haltları
etmeyecekler."..Bu konuda, Sayın Kılıçtaroğlu'na bir dosya hazırlayıp
gönderdim. Anlaşılan o ki, bu çabam göle yoğurt mayası çalmak gibi bir
eylem...
İbrahim Gedik (Jeoloji Y.Müh.)
ODTÜ SENATOSU ENDİŞELİ
ODTÜ senatosu yaptığı açıklamada "Çağdaş
demokrasilerde üniversitelerin ve basının ortak zemini düşünce ve ifade
özgürlüğü, düsünce ve ifade özgürlüğünün güvencesi ise evrensel normlara uygun
bir hukuk sistemidir. Ülkemizde bu çizgiden uzaklaşan ve adalet hissini
zedeleyen her türlü uygulamadan derin bir kaygı duyuyoruz" denildi. Rektör
Ahmet Acar “Üniversitemiz Senatosu'nun 7 Mart 2011 tarihinde yaptığı
toplantıda, aşağıdaki duyurunun kamuoyunun bilgisine sunulmasına karar
verilmiştir:
"Düşünce ve ifade özgürlüğü
demokrasilerin olmazsa olmaz koşulu ve bir insan hakkıdır; en belirgin
unsurları arasında özgür basın ve özerk üniversite yer alır. Bu hakların hukuk
düzeni ile korunması bir zorunluluktur. Akademik özgürlük, yükseköğretim
kurumlarinin uluslararası normlara göre gerçek işlevlerini yerine
getirmelerini
sağlamada özel öneme sahiptir. Demokratik düzende, gerek basın gerekse
yükseköğretim kurumları müdahale ve baskı endişesi taşımadan işlevlerini yerine
getirebilmelidir. Hukuk ve yükseköğretim sistemimizin, mensuplarının görüş ve
uyarıları dikkate alınmaksızın evrensel normlara aykırı biçimde yukarıdan
asağıya doğru dönüştürülmekte olması, ilgili kurumlarımızı görevlerini
layıkıyla yapamayacak hale getirmektedir. Üniversitelerde öğretim elemanı alma
süreçlerine artan müdahaleleri ve sürekli hale getirilen öğrenci affı
uygulamasını üniversite özerkliğiyle bağdaştıramıyor ve özenle korumaya
calıştığımız akademik standartlarımızı aşındırmasından rahatsızlık duyuyoruz.
Basın üzerindeki baskıları ve akademik
özerkliği zedeleyen uygulamaları; ülkemizde düşünce, ifade ve bilimin
özgürlüğüne müdahale olarak görüyoruz. Özgür basının ve ozerk üniversitenin
olmadığı, hukuk sisteminin çağdas evrensel normlara uygun calışmadığı bir
düzenin demokrasi olmaktan çıkacağı endişesini kamuoyu ile
paylaşırız.”
"ÖZGÜR BİLİM, ÖZERK
ÜNİVERSİTE"
12 Mart tarihinde Tünel’den
Dolmabahçe’ye “Özgür Bilim, Özerk Üniversite, Tam Bağımsız Türkiye” yürüyüşü
gerçekleştirildi. Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden gelen binlerce öğrenci
ve çok sayıd öğretim üyesinin ktılıdğı yürüyüşe, öğrenci kulüpleri, öğretim
elemanları dernekleri, Bilim ve Ütopya ve Türkiye Gençlik Birliği çağrı yaptı.
Tabii, bütün bu gelişmelerin yanısıra,
deprem ve tsunami Japonyayı yıktı ve atom santralleri de büyük bir tehlike
yarattı. Celal Şengör ve Sinan Özeren, depremi ve tsunamiyi çözümleyen mükemmel
ve özgün yazılarıyla büyük olayı irdeliyorlar... Gelecek Cuma yeniden birlikte
olmak dileklerimizle..
CBT Sayı 1252,
18 Şubat 2011)
***
Bilim ve Fen Öğrencilerinin Önü Açık mı?
Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi öğrencilerinin
misafiriydim. Her yıl en üst düzeyde 24 seçkin öğrencinin tamamen burslu-yatılı
olarak alındığı Fen ve Teknoloji Lisesi, aslında, ülkemize seçkin bilim insanı,
seçkin insan yetiştiriyor. Hepsi bu okula neden girdiklerinin bilincinde..
Sadece okumuyorlar, projeler yaparak okuyorlar.
“Türkiye’de gelecek için umut veren 100 şey” arsına seçilmişler. Evrensel
düzeyde gerçekleştirilen robotik yarışmalarına katılıyorlar. Amerika’ya
yarışmaya gönderilecek bir robot projesi, orada ‘konteynır’a yüklenmeyi
bekliyordu.
Daha genç sınıftakiler, yine yarın gerçekleştirilecek
FLL yarışmasına (First Lego Ligi) hazırlanıyorlardı.. Projelerden biri
ilginçti, protez kullanan bir arkadaşlarının yaşadığı sorundan yola çıkmışlar.
Arkadaşları büyüme çağında, bir ayağı büyüyünce, protezli ayak aksama sorunu
yaratıyor. Bu sorunu görerek kendini boyca ayarlayabilen bir protez ayak
projesi üzerinde kafa yoruyorlar!
Fizik şampiyonları çıkartıyorlar.. Bir dizi alanda
başarılı etkinliklere imza atıyorlar... (İlginç web siteleri: www.bahcesehir.k12.tr/lise/fen/index.asp)
Bu çocukları seviyorum, eğitim kurumlarının kurucusu
Enver Yücel, Fen ve Teknoloji Lisesi ve ücretsiz öğrencileriyle ülkeye önemli
bir hizmette bulunuyor. Öğrencilerin genellikle orta ve alt gelir kesimlerinden
geldiğini de bu arada belirtelim!
Öğrencilerle sohbet ettik, akıllı sorular yönelttiler.
Sorular arasında “Raslantıların bilimle ilişkisi” bile vardı! Türkiye’nin 2023
düşleri, insanların ve ülkelerin gelecek projeleri, bilim ve teknoloji ile ülke
kalkınması ve ekonomi arasındaki ilişkiler...
Ve, tartışılan önemli bir soru: Bilim ve teknoloji
alanında yetişecek bu çocuklara, Türkiye’de yer ve gelecek var mı?
***
Var... Türkiye’de gelişme var. İyi üniversitelerimizde
iyi şeyler yapılıyor. Örneğin ODTÜ’de önceki gün “Biyomalzeme ve Doku
Muhendisliği Mükemmeliyet Merkezi” açıldı! Yanında da Araştırma ve Uygulama
Merkezi... (www.biomat.metu.edu.tr ; www.biyomalzeme.org.tr ) Burada organ tedavilerinde kullanılan biyo malzemelerin yerli
teknolojilerle üretimi için bilimszel altyapı amaçlanıyor. Bu malzemelerin
yüzde 85'inin ithal edildiğini düşünün.. “Kemik ve kıkırdak, kemik çimentosu,
dental malzemeler, eriyebilir kemik plakaları ile yapay deri gibi sert ve
yumuşak dokuların tedavisi için gerekli ürünlerin bilimsel altyapısı hazırlanacak..”
Bu ve benzeri alanlar için çok iyi uzmanlara,
beyinlere gereksinimi var Türkiye’nin... Bu yetenek gerektiren çalışmaların
giderek artacağını göreceğiz. Hem ülke gerçekleri dayatıyor hem de ekonomi..
Pek çok sanayici, geçen haftaki gündemde de belirttiğimiz gibi, üretiminin
kalitesini daha üst düzeye yükseltmek ve ayrıca yenilikçi olabilmek için
Araştırma-Geliştirme çalışmalarını hızlandırıyor!
Hayat, dünya, herkesi bilimi ve teknolojiyi öğrenmeye,
üretmeye zorluyor.
Çünkü bu ayakta kalma sorunudur.. Doğrudan doğruya!
CBT 1249, 25 Şubat 2011
obursali@cumhuriyet.com.tr
http://orhanbursali.blogspot.com/
***
Çin, Dünya Hegemonyası, Ülkemiz,
Katılımcı Demokrasi, Adalet vb..
Çin, ABD’den (14.6 trilyon $) sonra
dünyanın ikinci büyük ekonomisi oldu. Gayri Safi Yurt Içı Hasılası 5.8 trilyon
dolar! Çok istikrarlı bir yükselişle, 42 yıldır ikinci sırada olan Japonya’nın
(5.4 trilyon$) yerine tırmandı. Almanya 3,3 ve Fransa 2.6. Muazzam ekonomiler!
Çin’in büyüme hızı 10.3. Kişi başına
geliri 4500 dolar.. Bu büyümeyle en geç 2030 yılın kadar ABD’yi geçecek,
deniyor. Beş yıl önceki tahminler 2035 yılına işaret ediyordu, ABD’yi yakalamak
ve geride bırakmak için. Şimdi tarih öne kaydı! Dahası, süreyi 10 yıla indiren
araştırmalar var!
Çin, parası var, satın alıyor. Volvo
dahil! IBM yıllar önce “çinli” olmuştu! Son 10 yılda Çin’in dünyada satın
aldığı şirketlerin, madenlerin bir listesi var mı elde? Birileri yapmıştır!
Çin yine de henüz yoksul.. Üretimi ucuz!
Kapitalizmin, küresel ekonominin, küresel rekabet içinde baş derdi “ucuz
üretim”. Muazzam yatırımlar akıyor Çin’e.. Ama mesele sadece ucuz emek değil..
Bu da yetmez! Çin aynı zamanda büyük pazar! Dünyanın potansiyel müşteri olarak
en büyüğü!
Başka ülkelerce yatırım tercihi için,
kaliteli insan gücü, teknolojik yetenek, alt yapı, uluslararası hukuk vb de
gerek.. Çin’de bunların hepsi var!
Geçen hafta Çin’in yeni 2020 yılı Bilim
Vizyonu haberini vermiştik.
Çin bilim ve teknoloji üretimine
yıllardır büyük önem veren bir ülke!
Ekonomik yükselişini, bilim, teknoloji
ve yenilikçilik temelinde inşa ediyor!
2020 vizyonunda, öncelikli araştırma
konuları, enerji, biyotip (sağlığa, tıbba yönelik biyolojik araştırmalar) ve
bilgi teknolojileri!
Bilime hedef: Araştırmalar, ekonomik
büyümeyi güçlendirecek teknolojilere yönelecektir! Tabii, en önemli konular
arasında temiz enerjiler var! Gelecek orada!
Çin Bilimler Akademisi Strateji ve
Yönetim Enstitüsü’nden stratejist Duan Yibing diyor ki: “Dünyamızı
kıskaca alan mali krizlerin bizlere öğrettiği çok önemli bir ders var: Ekonomik
açıdan başarılı olmak için bilimsel inovasyonlar tarihin hiçbir döneminde bu
kadar önem kazanmamıştı. 13 yıl öncesi ile karşılaştırıldığında her şey artık
çok farklı”.
Akademi kaliteli araştırmalara önemli
destek sağlıyor. SCI’de en üst düzeyde yüzde 1’lik dergilerde yayınlanan Çin
kökenli makale sayısı, 1998’e göre, 12 kat daha çok!
Çin’den öğrenmek isteyenlere!
İkinci bir nokta, kapitalizmin eşit
olmayan gelişme dinamiği! Küresel ekonomi, Çin’i yükseltti! Tabii, “hazır
olanlar” ancak yükselebilir! Çin hazırdı! Üretim de sermaye de oluk oluk oraya
kaydı!
ABD ve AB’nin durağan ekonomik
yapılarının temelinde, “doygunluk ve refah” var! Küresel
ekonomide yeni korumacı sistemler devreye sokulmazsa, bunların yeniden zirve
yapması mümkün değil! Çin dünya ekonomisinin yeni “efendisi”dir!
Dünya hegemonya sisteminin altüst
olacağı yeni bir döneme giriyoruz! Umudumuz buradan daha sağlıklı bir dünya
çıkması!
***
Ülkemiz sanayinde ARGE ve yenilikçilik
bilincinin epey geliştiğini söyleyebiliriz. En son olarak, Eczacıbaşı,
“banyo ve seramik alanında üretim tesislerinin bulunduğu Bilecik-Bozüyük'te,
bütün ARGE ekiplerini buluşturacak bir inovasyon merkezi kurdu..”. Genel Müdürü
Karamercan açıklıyor: “VitrA İnovasyon Merkezi'nde, tasarımcıların
yaratıcılık sınırlarına yeni ufuklar açacak, tüketicilerin hayal ettiği
ürünleri gerçeğe dönüştürmemizi sağlayacak tasarımlar ve teknolojileri
geliştireceğiz.. ” Onlar bir dünya şirketi: İtalya’da vitra alanında uzman
bir şirket satın alıyorlar, teknoloji ve yenilikçilik yeteneklerini
gelişitirmek için.. Şirketlerinde çalışanların (10.300 kişi) yüzde 19’u
yabancı (ülkelerde)…
İlginç bir gelişme de, tekstilcilerdeki
dönüşüm.. Rekabet karşısında, tekstilciler, hem ARGE’ye hem tasarıma önem
verdiler. Nanoteknoloji kumaşa girdi, kumaşa yanmaz, buruşmaz, leke tutmaz gibi
yeni özellikler kattılar. Doğru bir çıkış yolu buldular!
Telekom’un araştırma şirketi Argela,
Femtocell teknolojisiyle, baz istasyonlarının sayısını azaltacak, daha az
eleketromanyetik dalga yayan ve maliyeti 100 kat daha düşük bir teknoloji
üretti. Kore’ye satmaya hazırlanıyor!
Tabii, bu sayımızda, ABD’de Scripps
Araştırma Enstitüsü’nde çalışan Cem Efe arkadaşlarının başarısını
okuyacaksınız.. Ekibi “farelerden alınan olgun deri hücrelerini 11 gün
içinde otomatik olarak atan kalp hücrelerine dönüştürmeyi başardı”. (Nature
Cell Biology’den kapak duyurusu!).
Kök hücre alanında devrim yaratacak bir
gelişme, deniyor!
Ülkemizde bu koşullar olmadığı için, Cem
orada dünya çapında işlere imza atıyor!
***
Bu sayımızda özel bir konu işledik: Beyoğlu
İmar Planı’nı, Beyoğlular ele aldı. AKP’nin iktidara ilk geldiğinde basbar
bağırdığı bir konuydu “katılımcı demokrasi”.. Kısa sürede yerini,
dayatmacı, tepeden inmeci, yaptırımcı “demokrasi” aldı! Ankara’yı bırakın,
Belediyeleri de öyle.. Boğaz köprüsü kararını bile, liderleri, yanında üç kişi
ile boğazın üzerinden helikopterle dolaşarak alıyor!
Beyoğlu semt sakinleri, koruma alanı
olan ve kendilerine hiç danışılmdan yapılan Beyoğlu’nun yeni imar planını
hallaç pamuğu gibi attılar ve katılımcı demokrasinin esas örneğini verdiler.
Biz de bu çabalarına destek veriyoruz.. Behiç Ak’a, itelemesi için teşekkür.
Doğan Kuban’ın yazısı her zamanki gibi gönül ve
ufuk açan saptamalarla dolu. “Uygarlığın yaygın kanıtı, davranışlarda insan
varlığına saygıysa, fiziksel çevrede estetik duyarlık, ve sanat yapıtı
üretimidir” diyor ve bir alıntı yapıyor: “Hiçbir insan yapıtı, eğer bizi insan
olmaya daha çok yaklaştırmıyorsa ‘bir sanat’ yapıtı değildir.”
Şengör’ün Adalet yazısı, ülkemizde yaşadığımız
olaylara ilişkin çağrışımlarla dolu!
18 şubat 2011, gündem, CBT 1248
***
Tam Gün Yasası, Tıp Fakültelerinin
Batırılışı
Tam gün yasası başladı.. Bunun tıp
fakültelerindeki yıpratıcı ve olumsuz etkilerini görmek için biraz zaman
geçmesi gerekecektir. Şüphesiz zorlu bir dönem başlamıştır.. İktidarın tıp
fakültelerini hastahanelerini çalışmaz duruma geçirmek için başından beri
uyguladığı politikaların dökümünü ve amaçlarını, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp
Fakültesinden Prof. Dr. Süleyman Çelik “Üniversite hastaneleri, bilim ve biat” başlıklı
yazısında net bir şekilde ortaya
koyuyor. Yazıda, iktidarın tıp fakültelerinin gelir kaynaklarını nasıl adım
adım yok ettiğini anlatıyor:
“Yeni yatırımlar bir yana; tamirat, tadilat
yapılması; hatta ders araç ve gereçleri alınması ve bilimsel araştırma
yapılması bile olanaksızlaştı.. döner sermaye gelirlerine de el attı. Maliye
Bakanlığı aldığı hazine payını artırdı. Sosyal güvenlik kurumlarının,
hastaların ilaç ve tedavi giderlerini geri ödemeleri geciktirilerek,
engellenerek hastaneler üzerindeki mali baskı iyice artırıldı.. Bu arada özel
hastanelerin sayısı hızla artmaya başladı. Hükümetin üniversitelerden
esirgediği desteği, teşvik adı altında buralara aktardığı görüldü. Gerek çalış
nların, gerekse emeklilerin özel hastanelerden aldıkları tedavi hizmetlerinin
giderlerini de sosyal güvenlik kurumları ödemeye başladı. Sonuçta hastalar,
üniversite hastanelerinden özel hastanelere yönlendirildi. Bu şekilde döner
sermaye gelirleri iyice azaldı. Öyle ki finansal krize giren üniversite
hastaneleri hizmet veremez duruma düştüler...”
Çelik, rektörler uslu çocuk
rolüyle isteklerini kabul ettireceklerini sandılar ama yanıldılar, diyor ve
ekliyor: “Söz konusu olan, Hükümet’in üniversite (ve diğer kamu) hastaneleri
üzerinde uyguladığı politik tercihidir. Hükümet, diğer alanlarda olduğu gibi,
sağlık alanında da tercihini halktan, kamudan ve sağlık emekçilerinden yana değil,
özel sektörden yana kullanmaktadır..”
8 yıllık dönemde geldiğimizi nokta,
sağlıkla ilgili herşeyin iktidarca denetlendiği ve yeniden
biçiimlendirildiğidir. Tıp fakülteleri hastahaneleri, bir tür “devletleştirilme”
yolunda gelişirken, iktidar, büyük özel hastahane zincirleri politikalarıyla da
“hastayı özelleştirme” yolunda adımlar atıyor..
Burada ilginç bir nokta, “ben
üniversitede çalışmayacağım, devlet hastahanelerinde de; sadece özel
muayenehanemde hizmet vereceğim”, diyen meslek sahiplerine de, dünyayı dar
eden kurallar koymasıdır; bu, şimdilik özel muayeheneleri işlemez duruma
getirerek, doktorları özel hastahanelerde çalışmaya zorlayıcı özellikte
gözüküyor.. Muayenehanelere getirilen kapı ve asansör kurallarının, günümüz
yapılarında uygulanması da şimdilik zor. Şüphesiz ki kurallar gerekli, ancak
insanların mesleklerini icra etmeyi imkansızlaştırıcı dayatmaların anlamı,
başka ne olabilir?
Pek çok doktorun muayenelerini, örneğin
Fulya’da, bu kurala uygun kapısı olan yeni bir işyerine taşıdığı belirtiliyor.
CEP TELEFONU ÜRETİMİ
Şu meşhur torba yasa tasarısına
ne girmiş biliyor musunuz? Yerli cep telefonu üretimine teşvik… Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Tayfun Acarer bunu
açıklıyor. Türkiye’de bilgi teknolojilerinde 2010 yılı parasal hacim 35 milyar
dolar olarak gerçekleşmiş. Şüphesiz ki bu alışverişe konu olan “mallar”ın belki
yüzde 90’ını yabancı üretimler oluşturuyor! Bilgi teknolojileri alanı geleceğe
yönelik olarak ucu açık, doyumsuz ve durmadan gelişecek bir sektör. Dolayısıyla,
Türkiye’nin burada yerel/küresel ama bir şekilde, yukarıya tırmanan güçlü bir
oyuncu olmak zorundadır. Yoksa, Batılı / Doğulu üretecek, bizler (ve diğer
müslüman ülkeler) sadece yiyecektir (ve durmadan ödeyecektir)!
Bu çerçevede cep telefonu alış verişi
büyük bir yekün tutuyor. 2010’da 16 milyon cep telefonuna IMEI numarası
verilmiş. 62 milyon mobil abone var. Neredeyse nüfusumuz kadar. Ama her evde en
az iki cep telefonu var! En hızlı değiştirilen ve bu nedenle de nakitin tıkır
tıkır işlediği bir sektör.. Tabii hemen hepsi yabancı üretim! Kaç milyarlık bir
pazar? Kaç milyar dolar ödüyoruz bu alıma yılda? 5? 10? Ve üretim olmadığı için
de geliştiremediğimiz uzman beyinler? Açamadığımız iş alanları?
Biliyoruz, bu alanda küresel rekabet
zor. Samsung, Nokia, Motorola ve diğerleri çok eskiden geliyorlar. Deneyimleri;
üretimlerini durmadan destekleyen, geliştiren ve yenileyen bilimsel-teknolojik,
tasarım, pazarlama altyapıları güçlü ve ileri. Pek çok Avrupa ülkesi bu alanda
yok. Ama bilgi –iletişim teknolojilerinin başka alanlarında güçlü bir şekilde
varlar! Daha önce bu köşede ASELSAN’ın ürettiği ve sonra vazgeçtiği cep
telefonlarını gündeme getirmiştim.
Fakat, bilgi ve iletişim
teknolojilerinin bütün üretim alanını da kapsayıcı niteliğini göz önüne alarak,
bu sektörde devletin büyük destekçi olarak devreye girmesi gerekir. Sorun sdece
cep telefonu değildir. Cep telefonu ile ilgili bütün alanlardaki
gelişmelerdir… Büyük düşünmek, büyük projelerin gerçekleştirilmesi
için şarttır.
11 Şubat 2011 CBT gündem (genişletilmiş)
***
ARGE'de Nerelere Gelmişiz?
15 Aralık 2010
tarihinde Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, Başbakan'ın katılımıyla 22.
Toplantısını yaptı. AK döneminde istikrarlı olarak her 6 ayda bir yasal
toplantısını yapıyor. Başbakan ve Nüket Yetiş 8 yıllık bilançolar çıkarmışlar,
nereden nereye geldiğimizi anlatmışlar. Başbakan bu işe inanmış, bu kurulda
yaptığı konuşmaları düzenli izliyorum, düzgün, “Cumhuriyetimizin kuruluşunun
100’üncü yılı olan 2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisi içinde yer almak”
hedefini açıklıyor, bilim ve teknoloji üretkenliğinden beklentileri yüksek!
2005'te toplantıda “2003-2023 Ulusal Bilim ve Teknoloji Vizyonu ile Ulusal
Bilim ve Teknoloji Politikaları Strateji Belgesi kapsamında, ulusal öncelikli
bilim ve teknoloji alanlarını belirlemiştik” ve “2005-2010 Ulusal Bilim ve
Teknoloji Politikaları Uygulama Planını da onaylamıştık” diyor..
Son toplantıda ise,
2005-2010 döneminde “gelinen nokta” değerlendirilmiş ve 2011-2016 Ulusal Bilim
Teknoloji ve Yenilik Stratejisi de karara bağlanmış.. Konuşmalar “şunu yaptık
bunu yaptık”la dolu.
* Üzerinde durdukları en
önemli nokta, 2003-2008 arasında “ARGE harcamalarını en hızlı artıran ülke
olduk.”. 2009 ARGE harcaması 8,5 milyar TL gerçekleşerek, 2003'ün yaklaşık 3
katına çıkmış.
* Özel sektörün ARGE ve
yenilik harcamaları 3,4 milyar TL’ye, yani 2003 yılı değerinin yaklaşık 5
katına çıkmış..
* ARGE insan kaynağındaki
artışa baktığımızda da, 2003-2009 arasında Tam Zaman Eşdeğer ARGE Personeli
sayısı yaklaşık 2 katına çıkmış. Burdaki artışın önemli bir kısmı, kategorideki
değişiklikten kaynaklanıyor! Cilalanarak Başbakana sunulmuş bir durum
var! Yüksek lisans yapanlar da eklendi! Bir de, bu büyük artışın ekonomiye
yansımasını görmüyoruz!
* Başbakan diyor ki:
“Dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmak için, üretim ve ihracatımızın
içinde ileri teknolojik ürünlerin payını yüzde 5’lerden yüzde 20’lere
çıkarmamız gerekiyor. Bunun için bugüne kadar 76 işletmeye ARGE Merkezi Belgesi
verdik, bugün bu merkezlerde çalışanların sayısı da 10 bini geçti”.
Ama şu yüzde 5 rakamının
açılımını bir yer göremiyorum. İki yıl önce OECD'deye göre bu pay yüzde 1,4
idi! Acaba bizim yüksek teknoloji ürünü kategorimiz mi farklı?! Rakamı yüksek
tutmak için- hangi mal ve ürünleri buraya ekledik? Devam edelim:
* “2002’de Türkiye’de
kurulu teknopark sayısı sadece 2'den bugün 39’a ulaştı ve bunların 26 tanesinde
ARGE ve teknoloji üretimine başlandı. 26 bölgede kurulu firma sayısı 1.451’e,
ihracat ise 540 milyon dolara ulaştı.
* “Teknogirişim sermayesi
desteğiyle, eğitimli ve nitelikli gençlerimizin teknoloji ve yenilik odaklı iş
fikirlerini hayata geçirmeleri için, her yıl 100 genç girişimcimize,
karşılıksız ve kefilsiz 100 bin lira veriyoruz.” Bugüne kadar 180 kişi
desteklenmiş..
* “Türkiye, 2009 itibariyle
son altı yılda, bilimsel yayınlarda, dünya sıralamasında 4 ülkeyi geride
bırakarak 18’inci sıraya yükseldi... 2003-2009 yılları arasında ülkemizdeki
yerli patent başvuru ve tescilleri yaklaşık 5 katına çıktı.
Cilalı sözler var: “Bilgi
çağında, bir ülke, ürettiği bilgi, geliştirdiği teknoloji ve gerçekleştirdiği
yenilikler ölçüsünde dünyada söz sahibi olacaktır. Tüm bunların ana kaynağı
insandır ve insanın eğitimidir. Kalifiye insan kaynağının yetiştirilmesinde de
en önemli kurum üniversitedir... Yükseköğretimde yapılacak bir hata, bir
ülkenin en az 100 yılına mal olur. Bir insanın çalışma hayatını 40 yıl kabul
edersek, o insanın yetiştirdikleri ve de onların yetiştirdiklerini düşünürsek,
bu süre bir asrı geçer..”
Üniversite yönetimlerini
bunun için mi ilahiyatçılara, türbancılara, bilimsel başarımları ortalamanın
altında olanlara, bilimsel liyakat yerine yandaşlık liyakatını geçirenlere
teslim ettiler!? Bu amaçla mı kendilerinden olmayan bilimcileri dışlayıp
duruyorlar!
Yalanla gerçek, en çok bu
maddede epey yer değiştirmiş durumda!
***
Harcamaları üç kat
arttırdık diyorlar, aslında milli gelire göre harcamalar yerinde sayıyor,
sadece milli gelir üç kat arttı ülkede! ARGE'nin payı ise binde 78'lerde!
Geldiklerinden beri hedefleri yüzde 2'ye ulaşmaktı ama yüzde 1'i bile
bulamadılar! Bu nedenler de “gelişmenin” ekonomide ciddi bir yansımasını
göremiyoruz..
BTYK toplantı sonuçlarını
sürdüreceğiz.. Gelecek Cuma'ya kadar, hoşçakalın...
Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, Gündem, 1243, 14 Ocak 2011
***
Yılı Bitirirken...
Raslantı bu ya, yılın sonu
ve yılın son sayısı. İlk kez karşılaştığım üniversiteden insanlar, dergi için
doğrusu uzun soluklu oldu diyerek tebrik ediyorlar. O zamanlar henüz öğrenci,
yüksek lisans, doktora veya yardımcı doçent olanlar, şimdi profesör bile oldu!
O zamanlar doçent ve profesör olanlardan emekli ettiklerimiz de epey olsa
gerek! Zaten onların bir kısmıyla da yazışıyoruz...
Arada sırada bizim burada
“derginin mali yükü”nden endişe edenler olmadı değil. İki üç kez, ne
yapsak acaba, sorusuyla niyetlerini de belli edenler bile oldu! Bizim de
“restimizi çektiğimiz”, “valla siz bilirsiniz, biz de paralı yayımlarız,
kazancımızdan da zırnık koklatmayız..” dediğimiz oldu!
Tabi bunlar olayın tadı
biberi. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, bir markadır ve Cumhuriyet gazetemizin
ülkemiz için yarattığı önemli bir değerdir. Dergi, desteklerle yayınını özgürce
sürdürüyor. Koç Vakfı, desteklediği sayfayla sağlık konusunda her tür bilimsel
bilgiyi okurla paylaşıyor. İstanbul Kültür Üniversitesi, geniş bir yelpazeye
yayılan bilimsel metinlerle, dergimizin içeriğine katkıda bulunuyor... Ve
nihayet TTNET'e de destekleri için çok teşekkür...
Bütün bu destekleri, aynı
zamanda, şüphesiz ki, ülkemizin bilim ve teknoloji yeteneklerinin
geliştirilmesine yönelik önemli katkılar olarak kabul ediyoruz. Sanayimizin ve
üniversitelerimizin sorunlarının her hafta çeşitli açılardan dile geldiği;
bilim ve teknoloji, bilim kültürü ve bilim politikalarının özgürce
tartışıldığı, dünya ile kıyaslandığı, üniversitelerimizde gerçekleştirilen ilginç
araştırmaların doğru olarak yayımlandığı bir başka forum da bulunmuyor.
24 yılı aşkın bir zamandır
bunu yapıyoruz.
Başta Doğan Kuban olmak
üzere, hepsi birbirinden seçkin ve sorumluluk duyguları yüksek yazarlarımızın
da katkılarını burada bir kez daha sevgi ve saygı ile anmak isterim..
***
Bu sayımızda kapak konumuzu
hazırlarken, her zamanki gibi seçkin bilim dergilerini taradık ve bitirdiğimiz
yılda öne çıkan bilim araştırma konuları seçimlerine baktık. Bu yazıyı iç
sayfamızda bizim değerlendirmemizle birlikte okuyacaksınız. Burada ilginç olan,
dergilerin internet sitelerinde en çok okunan haberlerle, bilim editörlerinin
önemseyerek seçtikleri araştırma haberlerinin veya konularının birbiriyle
ilgisinin bulunmaması!
Science, Nature gibi en
seçkin iki bilim dergisinde en çok tıklanan ve okunan haberlerden bazılarını da
yazıya ekledik. Ki bu dergiler bilim dünyasınca yaygın okunuyor!
Ama, çıplak çıplak ayakla
daha iyi koşulduğu, depressif köpeklerin daha fazla havladığı, hayvanlar
dünyasında bazı dişilerin çiftleştikten sonra eşlerini seçtikleri,
sivrisineklerin yokolmasının eko sisteme bir zararının dokunmayacağı, korkusuz
hayvanların ömrünün sakinlere kıyasla daha kısa ömürlü olduğu, evrenimizin
acaba bir kurt deliği içinde mi yaşadığı, dikenli böcek penislerinin daha
başarılı olduğu ve bunun Darwin'i desteklediğ gibi haberler daha çok
“tıklanmış.”
Neye göre? Editörlerin
çığır açısı nitelikte olduğuna kanaat getirerek, en önemli araştırmalar diye
ilk sıralara yerleştirdikleri haberlere göre!
Bilimin kısa ama merak
ettirici ve daha çok sosyal karaktere sahip diyebileceğimiz haberlerinin çok
daha ilgi çekmesinin de anlaşılır nedenleri var...
İç sayfalarımızda
okuyacağınız Atılım Üniversitesinde gerçekleştirilen araştırmanın başına
geldiği gibi...
İyi ve mutlu bir yıl
dileyelim.. Herkesin gönlünce yaşayacağı, ama kamusal yararın da gözetileceği
bir yıl...
Yeni yılda buluşmak
dileğiyle ve saygılarımızla...
CBT sayı 1241, 31 Aralık
2010-12-28
***
Ege ARGE Toplantısı
Ege Üniversitesi'nce
düzenlenen Ege ARGE toplantısını iki gün izledim. İlginç konuşmalar dinledim.
En çok dikkati çeken de, Ege'deki üniversitelerin aralarında kurulmaya başlanan
Platform'du. Nitekim 6 Rektör bu kapsamda ilgiyle konuştu. Geniş bir özeti iç
sayfalarımızda bulacaksınız.
Burada vurgulamak istediğim
şu: Devlet veya vakıf, rektörler arasında bir söz ve fikir birliği var;
Üniversiteler araştırıcı olmak, bilgi üretmek zorunda. Kalite böyle sağlanır.
Üniversiteler proje geliştirmeliler, çevrelerindeki ekonomik sorunlara çözüm
getirmeliler, öğrenciler aynı zamanda projelere ve araştırma alanlarına
çekilerek eğitilmeli ve araştırmacı yeteneğini kazanmalı! Üniversiteler ARGE'ye
mutlaka önemli pay ayırmalı. Sanayi ile ortak projeler hazırlamalı,
üniversite-sanayi işbirliğini geliştirmeli, patent almalı, ülke ekonomisine ve
halkına, ekonomik refha katkıda bulunmalı...
Bütün rektörlerin bu
kapsamda fikir açıkalmaları çok sevindirici! Doğrusu, üniversitelerimizde bu
gelişme, bu beyanlar doğrultusunda giderse, yakın gelecekte hem öğrenci
kalitesi artacak, hem de üniversitelerin araştırmacı niteliği... Ve ülkemize
katkıları... Ne diyelim, inşallah!
***
Ege Üniversitesi, şüphesiz
ki bu gelişmelerin göbeğinde. En eskisi olması nedeniyle de! Rektör Candeğer
Yılmaz nedeniyle, Ege'ye "Abla Üniversite” adını taktılar. Yılmaz
2008 Ağustosundan beri Rektör. Üniversitesini anlatırken, çok önem verdiğim bir
bilgi verdi: Yeni öğrencilerden 3500'ünün sosyal sorumluluk projesinde yer
almalarını sağlamışlar. Yeni kayıt döneminde ise bütün öğrenciler, 5 bin
öğrencinin hepsinin böyle bir projede yer alacaklar! Bu önemli, öğrencilerin
büyük çoğunluğu belki de ilk kez bir projede çalışmış ve üniversiteye öyle adım
atmış olacak!
Ege Üniversitesi'yle ilgili
bazı bilgileri içeride verdik. Diğerlerine gelince: Ege Sürekli Eğitim
Merkezi'ne sahip. Her yaşta eğitimi destekliyor ve sertifika veriyorlar. Geçen
yıl uzaktan eğitime başladılar. Gözlemevi, Botanik bahçesi, Herbaryum
Merkezi, Tabiat Tarihi Müzesi, Balkanlar ve Anadolu Giysileri Müzesi, Üretim
Çiftlikleri, sanayiciye yönelik ilaç, kimya, tekstil.. akredite araştırma
laboratuvarları, uzaktan algılama ile tarıma destek, yenilenebilir enerji
çalışmaları... Teknoloji Transfer Merkezi olarak EBİLTEM aracılığıyla bölgede
ARGE kültürünü ve üniversite-sanayi işbirliği örnekleri... Üniversite'de
13 SANTEZ projesi sürdürülmekte. Avrupa İşletmeler Ağı'nın üyesi...
Avrupa Birliği Proje Ofisi'ne sahipler.. 55 AB Projesine katılmışlar ve 6
milyon Avro kaynak sağlamışlar.
Tabii, sağlık
kümelenmesinde de öncüler: İnoviz- Sağlık İçin İzmir Platformu. 2010 ARGE Yılı
ilan etmişler ve bu kapsamda paneller düzenlemişler. Ege ARGE kapsamında da
Proje Pazarı'na 239, Proje Yarışması'na 163, Proje Sergisi'ne 70, Proje
Fikir Yarışması'na da 48 proje başvurusu olmuş. Bunlardan bir kısmını
gezdik, üniversitenin birim ve enstitülerinde yapılan örnek çalışmaları
dolaştık.. (Toplantılara destek verenler: TÜBİTAK, ESBAŞ, Elginkan Vakfı,
Atatürk Or. San. Böl., Vestel ve Netsis)
Candeğer Yılmaz, rektörlük
döneminin bugüne kadarki “hesabını” da bir kitapçıkla veriyor.
Ege Üniversitesi'ne kolay
gelsin diyorum ve başarılar diliyorum.
Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, Sayı 1238
***
Ege bölgesi üniversiteleri ARGE'ye koşuyor
Ege Üniversitesi'nde
düzenlenen 1.Ege ARGE ve Teknoloji Günleri (AreGE), 1-3 Aralık tarihleri
arasında Elginkan Vakfı ve TÜBİTAK'in destekleriyle gerçekleştirildi. İlginç
konuşmalar, Ege üniversiteleri rektörlerinin vurgulamaları, bilim teknoloji ve
ARGE'ye dayalı kalkınma, iş çevrelerinden ilginç saptamaları ve kapitalist
sistemin yeni yıkıcı ve yenileştirici unsuru olarak Yeni Yeşil Düzen...
Hepsinden bir parça...
“Üniversiteler ile toplumun
farklı kesimlerini bir araya getirerek geleceğe dönük stratejik ortaklıklar
için zemin hazırlamak ve ülkemizin geleceğinde üniversitelerin yerini ve katkılarını
vurgulamak” amacını taşıyan AreGe'de ayrıca 5 kategoride ödüller de dağıtıldı,
çeşitli kategorilerde 17 ödül verildi. Paralel olarak Proje Pazarı ve çeşitli
benzer etkinlikler de yer aldı. Proje yarışmasında 48 proje arasında kazanan üç
projeye ödül verildi.
“Yeni Nesil Üniversite
Kavramı” başlıklı Rektör Candeğer Yılmaz'ın yönettiği panelde Ali Rıza Kaylan,
Cemil Arıkan, Hamit Serbest, Mehmet Tiryaki konuştu. “Basının Gözünde
Üniversite ve Sanayi” başlıklı ve Ali Nail Kubalı'nın yönettiği panelde ise
Rüştü Bozkurt, İsmail Uğural, Orhan Bursalı konuştu.
İzmir için İzmir
Üniversiteleri Platformu'nda, 6 Ege üniversitesinin rektörleri konuştu:
Candeğer Yılmaz (Ege), Mehmet Füzün (Dokuz Eylül), Mustafa Güden (İzmir
Yüksek Tekno. Ens.), Atilla Sezgin (Ekonom Üni.) Murat Barkan (Yaşar Üni.) ve
Seyfullah Çevik (Gediz Üni).
Sosyo Ekonomik Rekabet ve
Üniversiteler paneline, Reha Denemeç, Süleyman Alata, Halil Kulluk, Baha
Kuban, Uğur Yüce katıldı.
ARGE destekleri ve
mekanizmaları konusunda Mustafa Kaplan, İsmail Doğan, Ömer Pak, Gökhan Karatoy,
Hamit Serbest konuşmalar yaptı ve daha sonraki programda başarı öyküleri
anlatıldı. Kongrede, İzmir İçin İzmirli Kurumlar üzerine konuşmalar yapıldı.
Bilginin Korunması (Habip Asan, Sertaç Köksaldı, Şevket Ruacan, Ahmet İnam,
Kaan Dericioğlu) ve 2010'lu yıllarda Bilim ve Teknoloji Öngörüsü (Refik Üreyen,
Ali Akurgal, Rezzan Karaaslan, Yusuf Işık) panelleri yapıldı.
Yeni nesil üniversitelerin
nitelikileri vurgulandı. Özellikle, üniversitelerin bu dönemde “bilgiden para
kazanmak” zorunluluğunun altı çizildi. Bu demektir ki, özetle, bilgi ve
teknoloji üreten üniversite! Aynı zamanda nitelikli hizmetleri ve
katmadeğerleriyle, çevresine, ülkesine ve dünyaya katkı yaparak kazanç elde
eden üniversite!
Dünyada üniversitelerin
önemli bir kısmı böyle yeniden yapılandırılıyor. Ege Üniversitesi üniversite
sanayi işbirliği ve topluma yararlı olmak noktasında İzmir'de başı çeken
etkinliklerin merkezi. Rektör Candeğer Yılmaz üniversitesinin öncü rolünü
vurguladı. Daha önce bu konularda çeşitli etkinliklere imza atan Fazilet Vardar
Sükan, aynı zamanda EBİLTEM başkanı, “bu etkinlikler kapsamında üniversite, sanayi, fikir ve yatırım
olanaklarını bir araya getirebilecek bir çatı oluşturmayı
hedeflediklerini” söyledi.
Candeğer Yılmaz, Ege
Üniversitesi'nin, ülkenin en iyi ilyk beş ünivresitesi içiinde olduğunu,
Hollanda Leiden üniversitesince yapılan araştırmaya göre, dünyanın en iyi 500
üniversitesi listesinde Türkiye'den giren 9 üniversite arasında olduğunu, 375
ikili anlaşma ve 75 ülke ile ikilii protokol yaptıklarını, öğretim üyelerinin
32 patent aldıklarını belirtti.
REKTÖRLER ANLATIYOR
Mustafa Güden, araştırma
üniversitelerinin niteliklerini, Goteborg ve John Hopkins üniversitelerinden
yola çıkarak anlattı. Araştırma üniversitelerinin sadece yüksek lisans ve
doktora eğitimi vermeleri gerektiğine inandığını altını çizdi. Ülkemizde bunun
örneği olmadığını, ilk başta doğru kurulan yüksek teknoloji enstitülerinin daha
sonra lisans öğrencisi de aldıklarını bunu yanlış bulduğunu söyledi. Tekerleğin
keşfini, en büyük buluş olarak nitelendirdi. Üniversitelerimizde araştırma için
harcanan paraların topluma geri dönmediğini, bilginin üretime dönüşmediğini, bu
durumun tipik bir azgelişmiş ülke niteliğini gösterdiğini belirtti! İzmir
Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nün savunma sanayi projeleri içinde yer aldığını,
Milgem, Ulusal Zırh Enstitüsü projeleri içinde bulunduklarını, İzmir'deki
üniversiteler arasında çeşitli işbirlikleri yapılabileceğini söyledi. Enstitüde
3000 lisan öğrencisine karşılık, 300 yüksek lisans ve doktora öğrenci
sayılarını arttıracaklarını belirtti.
Atilla Sezgin, Ege'de 7
üniversitenin varlığına, Katip Çelebi ve Şifa Üniversitesi'nin de kurulmasıyla
9 üniversite olduğunu, ortak araştırmaların yapılması gerektiğini, bu amaçla
insan ve alet olarak envanter çıkarma çalışmalarının başladığını, Ekonomi
Ünversitesi'nin gelirlerinin yüzde 1'ini ARGE'ye harcama kararı aldıklarını
bunu yüzde 2'ye çıkartabileceklerini vurguladı. "Üniversite ekonomiye
katkı yaratıyor” dedi ve 2010'da, bu katkının, Ege'de okuyan öğrenciler dikkate
alındığında 5 milyar TL'yi aştığını, GSYİH içinde İzmir'in payının 56 milyar TL
olduğunu, bunun yüzde 9,5'unu İzmirli üniversitelerin yarattığını
söyledi.
Murat Barkan, Ege
Üniversitesini “abla üniversite” olarak nitelendirdi ve Yaşar Üniversitesi
hakkında bilgi verdi. İlginç bir konuşma yaptı ve dünyanın bugünkü üniversiter
eğilimleri üzerine bir gelecek senaryosu çizdi. AB ülkelerinin nüfusunun
yüzde 86'sının yüksek eğitimli olduğunu, ABD ve Kanada da benzer oranlara sahip
bulunduğunu, dünyada öğrenci hareketliliğinin 100 milyar dolarlık bir ekonomi
yarattığını, 3,4 -4 milyon dolaşan öğrencinin, şimdi artık ABD yerine dünyanın
başka bölgelerine ve talebin arzı belirlemeye yöneldiğini belirtti: “ABD
kapılarını 11 Eylül olayından sonra kapatınca, yabancı öğrenci hacmi yüzde 20
daraldı, ayrıca beyin göçü bu ülkeden tersine dönmeye başladı.”
Barkan, Türkiye'ye
yansımaları konusundaki görüşlerini dile getirdi ve üniversite kuruluşlarının
ülke çapında yaygınlaşmasıyla birlikte, İstanbul'da toplam 53 üniversiteden pek
çok vakıf üniversitesinin öğrenci bulmakta zorlanacağını ve iflas edeceğini
ileri sürdü. Ayrıca, 2017 yılından itibaren de ÖSYM'nin artık öğrenci
seçmeyeceğini sadece yerleştirem işleriyle ilgileneceğini söyledi.
Seyfullah Çevik,
insanımızın girişimci özelliğini, Türki Cumhuriyetlerinde bulunduğu dönemde,
öğrencilerin aynı zamanda tuğla fabrikası kurarak üretici ve tüccarlık
yapmasında görerek yaşadığını belirtti. Hindistan'ın yazılım sektöründe nasıl
bir numara olduğunu, üniversitelerimizin kendilerini sorgulaması gerektiğini,
eğitimin ve temel bilimlerinin daha çok teorik öğrenimle yetindiğini, bu alanda
çok başarılı olduğumuzu, ancak pratik hayata yönelik olarak öğrencilerin yeni
bir anlayışla yetiştirilmeleri gerektiğini söyledi... Ve Gediz Üniversitesi'nde
buna dikkat edeceklerini, Japonya'da öğrenci/araştırmacı oranının 1/3'den ½'ye
yöneldiğini, öğrencileri proje çalışmalarına katacaklarını ve araştırmacı
yönlerini geliştireceklerini, öğretim üyelerini kaliteli ama genç insanlardan
seçtimlerini ve teşvikler koyduklarını belirtti.
Mehmet Füzün,
üniversitelerin kaliteyi hedeflemesinin, ARGE'ye önem vermelerinin, bilgi
üretmelerinin artık şart olduğuna değindi ve Dokuz Eylül Üniversitesi üzerine
bilgi verdi.
REKABET İÇİN ÜNİVERSİTE
Diğer ilginç panel Sosyo
Ekonomik Rekabet İçin Üniversite başlığı altında ve Ankara milletvekili Reha
Denemeç yönetiminde yapıldı. Halil Kulluk (İntekno), artık sadece “neden” diye
sormadıklarını, iş üretebilmek için “neden olmasın” tutumunun önemini vurguladı
ve Mevlana'dan ve Mesnevi'sinden girişimci/ yenilikçilik örnekleri verdi!
Baha Kuban, Çevre dostu
teknolojilere ve düşüncelere dayandırdığı “Eko inovasyon modeli” başlıklı
konuşmasında, kriz içinden yeşil teknoloji ve üretimlerin büyüyerek
çıkabileceklerini, bunun “Green New Deal –Yeni Yeşil Düzen- olacağını söyledi.
Kuban'a göre, şirketlerin kârlılık oranları 40 yıldır düşüyor, sistemin kendi
geleceği için kurulu düzeni restore etmek istediğini, restorasyonun yeşil olana
öncelik verilerek yapılabileceğini ileri sürdü. Kırılma yaratacak
teknolojilerin öncülüğüne, bu teknolojilerin de daha az enerji tüketenler
olacağına değindi.
DPT Daire Başkanlarından
Süleyman Alata, 2001-2023 Stratejik planının ana hatları konusunda bilgi verdi
ve hedefin dünyanın ilk 10 en büyük ekonomileri arasına girmek olduğunu
söyledi. 2007-2013 dönemini kapsayan 9. Kalkınma Planı vizyonunu “rekabetçi,
bölgesel gelişmeye odaklı, beşeri gelişmeyi dikkate alan, istihdam arttırıcı ve
kamu hizmetlerindeki hızı arttırma vizyonuna” sahip olduğunu söyledi. Bunlar
arasında gelirini daha adil paylaşan, bilgi toplumuna dönüşen ve AB'ye tam üye
olmaya hazır bir ülke vizyonu da var.
Bu amaçla, ARGE,
araştırmacı sayısı, teknoloji transfer merkezleri, GSMH içinde ARGE oranları,
teknoloji odaklı girişimci geliştirme ve destekleri, özel sektöre destek artışı
gibi konularda hedeflerini açıkladı ve 7 yılda pek çok hedefi tutturduklarını
vurguladı. Kalkınma Planında bilim ve teknoloji öncelikli alanları belirtti:
Nanoteknoloji, Biyoteknoloji, Aşı ve anti-serum başta olmak üzere yaşam
kalitesinin yükseltilmesine yönelik sağlık araştırmaları, Yeni nesil nükleer
teknolojiler ile hidrojen ve yakıt pili teknolojiler, Yerli kaynakların katma
değere dönüştürülmesini amaçlayan Ar-Ge faaliyetleri, Bilgi ve iletişim
teknolojileri, Savunma ve uzay teknolojileri.. Alata'nın gelişmelere ilişkin
verdiği bilgileri başka bir yazı konusu yapacağız.
Uğur Yüce (Enda Holding),
bilgi toplumuna geçmenin önemini vurguladı; Pazar var, para var, ürün fırsası
var bunları değerlendirmeliyiz dedi. 1980'lerde bugünkü gelişmeleri devlete
anlatamadıklarını belirtti ve o dönemde söylediklerin diktate alınsaydı bugün
Türkiye bilişim alanında bir Hindistan olma fırsatını kaçırmayacaktı, dedi.
Yüce, yenilikçilik ruhunun yaratıcılık ruhuyla birleştiğinde ARGE görevini
yerine getirebileceğini, bu olgunun ana okuldan itibaren çocuklara eğitimle
verilmesi gerektiğini söyledi.
Yüce önemli bir noktaya
daha dikkat çekti: Fen Liseleri çok önemliydi, ama kısa sürede onları yozlaştırdık..
Eğitimin kalitesinin iyi olması normay ama özel yetenekleri keşfetmek ve onlara
yol açmak çok daha önemlidir. Start Up destekler boşa gitmez, onlar vergi ve
istihdam olarak topluma döner, aykırı fikirlere önem vermeli.. (ob) CBT sayı
1238..
***
Rektörler Toplantısı ve Erdoğan
Alışılmamış bir durum oldu
ve Başbakan Erdoğan bütün üniversitelerin rektörlerini topladı! Neden acaba?
Söylentiye göre, YÖK Başkanı Özcan'ın Başbakanına önerisi üzerine böyle biri
toplantı düzenleenmiş. Yoksa, Başbakan mı böyle isted dile getirdi, bilmiyoruz.
Konuya rektörler açısından
bakmayacağım. Bir ülkenin Başbakanı rektörleri toplantıya çağırıyorsa şüphesiz
ki bu davete gideceklerdir.
Ama şöyle bir soru ortaya
atabiliriz:
Başbakan ne zaman
toplantıya çağrısı yaptı? 8 yıllık bir iktidar süresinin neredeyse sonunda.
Bu süre içinde neler oldu?
***
1) AKP iktidarından önce
ülkede 53'ü devlet 23'ü vakıf toplam 76 üniversite vardı.
Geçen 8 yıl içinde 78 yeni
üniversite daha (48'i devlet ve 29'u vakıf) kuruldu ve topla üniversite
sayısı 154'e ulaştı.
Erdoğan: “Cumhuriyet tarihi
boyunca kurulan üniversitelerin sayısından fazla üniversite kurduk. 81 ilin
tamamında üniversitemiz var.”
Hedeflerine ulaştılar!
Aslında bir hedef daha koysalar, örneğin bütün ilçelerde de bir üniversite veya
parçasını kurabilirler! Amaç kurmaksa!
Bugün 154 üniversite
arasında, bırakın evrensel standartları, AB'nin ortalama veya düşük düzeyli
üniversiteleriyle kıyaslarsak, acaba kaç üniversite eleğin üzerinde kalır?
3) Bütün üniversitelerin
yönetimlerine kendi seçtikleri kişileri getirdiler (En gelişmiş bir kaç devlet
üniversitesi ve kendi yandaşlarının/ideolojilerine yakın kişilerin kurdukları
üniversitelerin dışında).
Kurdukları bütün yeni
üniversitelerin başlarına kendi rektörlerini atadılar. Eskilerinde de
atamadıkları tek kişi kalmadı.
4) İktidarın
üniversitelerdeki siyasi isteklerine uygun davranacak atamalar yapmaya özen
gösterdiler. Burada türbanın serbestliği önemli bir kriter olarak ortaya çıktı.
Türbana özgürlük
bildirisinin altında imizası koyan büyük bir akademik kitle üniversitelerde
belirli yerlere getirildi. Üniversitelerde kadroları tamamen yeniden
biçimlendirdiler.
Anımsatalım: İktidara ilk
geldiklerinde üniversite reformu kisvesi altında, yeni bir üniversite yasa
tasarısı hazırlamışlardı. Bu tasarı, anabilimdalları başkanlıklarına varıncaya
dek, bütün kademelerde bulunan yöneticilerin istifasını ve yeniden seçimlerin
yapılmasını öngörüyordu!
Üniversitelerin ve
Üniversitelerarası Kurul'un büyük direnişi karşısında, bu “yönetimleri bütünüyle
değiştirme reformu”nu uygulayamamışlardı.
Ama bugün itibarıyla
bakıldığında, bu “reformu”nu, 8 yıllık bir süre sonunda,
atamalar/değiştirmelerle bütünüyle gerçekleştirmiş durumdalar.
***
5) Üniversitelerde iktidar
karşıtı neredeyse bütün sesler bastırılınca, YÖK Başkanı'nın anımsatmasıyla
artık zamanın geldiğini düşünmüş olabilir sayın başbakan.
Rektörleri tamamen bu
kavramın dışında tutarak belirtmek isterim: Başbakan artık “benim rektörlerim,
benim üniversitelerim, benim yöneticilerim işbaşında, onları toplayabilirim”
diye düşünmüşe benziyor.Son rektör atamalarının da tamamlanmnasıyla bu
toplantının yapılmasındaki zamanlama müthiş, tam bir örtüşme var!
6) Erdoğan, gazetelere
kısacık yansıyan konuşmasında demiş ki “üniversiteler statüko bekçiliği gibi bir
hatanın içine düşmeyin.”
Aynı konuşmasında YÖK'ü
kaldırmayı düşünmediklerini de söylemiş. YÖK'ü “reforme” edeceklermiş!
Bir başbakan üniversite
rektörlerine statüko bekçiliği yapmayın diyor, kendisi ise 12 Eylül 198 askeri
yönetiminin üniversitelere girdirdiği demirden elbise olan YÖK gibi bir kurumun
ise tam bir statüko bekçiliğine soyunuyor!
***
Ne demeli?
YÖK üniversiteleri tamamen
kendi ideolojine ve düşüncene göre tasarımlayacağınız, tasarım mühendisliği
yapabileceğiniz çok kullanışlı bir alet çünkü!
Bu alet olmasaydı, bugün
sütliman bir üniversite yaratabilir miydin!
Gelecek Cuma yeniden
birlikte olmak umuduyla...
Orhan Bursalı, Cumhuriyeti
Bilim ve Teknoloji, Gündem yazısı
***
Bir “Rektör Atama” Sahnesi
Rektör atamaları
meselesini, çok iyi anlatan bir mektuba yer veriyorum bu hafta:
“Sayın Bursalı, dört gün
sonra görev süresi dolacak İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörü olarak size
bu mesajı yazıyorum. Üniversiteleri rezil etmiş, çivisi çıkmış rektör
seçilme/atanma süreçleriyle ilgili olarak yaşadıklarımı aktarmayı bir borç
biliyorum.
Kendi üniversitemde
seçimleri kazandım. Bu seçim sürecinde diğer iki aday propagandalarını benim
“Cumhurbaşkanı tarafından atanmayacağım” söylemi üzerine oturttu. Bildiğim
kadarıyla Sn. Ahmet Necdet Sezer tarafından atanan rektörlerin yeniden seçime
katıldığı tüm üniversitelerde diğer adayların söylemleri hep bu merkezdeydi.
3 Kasım günü YÖK Genel
Kurulu’nda görüşmemiz vardı. Gittiğimde ilk dikkatimi çeken toplantı salonunun
karşısındaki büyük salonda bir üniversitemizin rektör adayının velisinin !!
(Ekrem Pakdemirli) oturuyor olmasıydı. Zamanı geldiğinde salona alındım; YÖK
Başkanı 5 dakika zamanım olduğunu, eğer genel kurul üyeleri soru sormak
isterlerse bir 5 dakika da onun için ayıracaklarını söyledi ve ‘evet anlatın’
dedi. Ne anlatmamı beklediklerini sordum, ‘ne isterseniz onu anlatın’ dedi. Ben
de en temel sorunlarımızdan olan maddi konularda ne gibi ek kaynak yaratma
çalışmaları yaptığımızdan ve bu konuda geleceğe yönelik planlarımızdan
bahsettim.
Konuşmam süresince üyelerin
çoğu önlerindeki dosyaları karıştırıyor, kimileri birbiriyle konuşuyor,
kimileri başka şeylerle ilgileniyordu. Konuşmamım sonu gelmeden YÖK Başkanı ve
genel sekreter odadan çıktılar; süremin dolduğu belirtildi ve ‘sorusu olan var
mı’ diye soruldu. Bir üye ‘bu anlattıklarınızın Yüksek Teknoloji ile ne alakası
var hoca’ dedi. Ben de, bana istediğinizi anlatın denildiğini bu nedenle maddi
konuları öne çıkardığımı ifade ettim.
Başka sorusu olan çıkmadı
ve yaklaşık 7-8 dakikalık bir görüşme sonrasında odadan çıktım. Bu diğer
adaylar için de sanırım böyle olmuştur.
Ve YÖK Genel Kurulu bu
ciddi!! ve kapsamlı !! görüşme sonrasında adayları değerlendirerek !! kararını
verdi; beni 3. sıraya indirdi, 3. sıradaki adayı 1. sıraya çıkardı, daha sonra
da Cumhurbaşkanı 2. sıradaki adayı atadı. Sonrasında da sayın YÖK başkanı bir
açıklama yaptı: ‘Sayın Cumhurbaşkanının atamalarına bakıldığında, YÖK olarak
fazla bir hata yapmadığımız görülmektedir’.
Yani bu mantığa göre
Cumhurbaşkanı hata yapmaz, YÖK biraz hata yapabilir, ama en büyük hatayı o
üniversitede çalışan, uygulamaları ve yönetimi bizzat yaşayan öğretim üyeleri
yapar!!
Bu yaşanılanlar için sözün
bittiği yerdeyim. Atama listelerinin bir takım kişiler ve oluşumlar tarafından
hazırlandığına eminim. Türkiye’yi yönetenler arasında torpili daha yüksek olan
adayın listenin başına çıktığına eminim.
Yazımı kendi Akademik
personelime attığım mesajın son cümlesi ile noktalayayım: Sonucun üniversitemiz
için hayırlara vesile olmasını diliyorum.”
Prof. Dr. Zafer İlken
***
Zafer Bey'den akademik
kadroya gönderidği iletiyi de istedim. Üniversitenin içine ayna tuttuğunu
düşündüğüm için yayımlıyorum
“Değerli arkadaşlar,
Enstitümüze yeni Rektör seçilmesi-atanması süreci bildiğiniz gibi gerçekleşmiş
bulunmaktadır. Gelinen bu aşamada bazı şeyleri söylemeyi, kendime ve sizlere
saygının bir parçası olarak görüyorum.
Hiçbir cemaat, tarikat veya
siyasi parti ile ilişkim bulunmamaktadır. YÖK Başkanıyla hemşehrilik veya
şirket ortağıyla akrabalık ilişkim yoktur. İYTE öğretim üyeleri dışında kimseye
veya hiçbir oluşuma güvenerek yola çıkmadım. Bölüm ziyaretlerimde sadece
yaptıklarımızı, yürüyen işleri ve yapacaklarımızı anlattım.
Kimsenin özeline dair
ağzımdan en ufak bir laf çıkmamıştır. Ancak benim kişisel yaşantım üzerine
yalan-yanlış ve iftiralarla dolu bir kampanya yürütenleri ve söylediklerinin
hepsini biliyorum ve bunu hiçbir zaman unutmayacağım.
Devrini tamamlamış akademik
muhterislerin, hâlâ makam peşinde koşan başarısız eski yöneticilerin,
narsistlerin, her dönemin rektör yardımcısı adaylarının, birbirleri hakkında
her türlü lafı eden benzemezlerin oluşturduğu kutsal ittifaka ve rektörlüğe
atanmayacağım propagandası ile yola çıkmış adayların Üniversiteleri rezil
etmiş bu sistem içerisinde verdiği amansız uğraşlara, lümpen proleterya’ya,
Athos, Porthos, Aramis ve Brütüs’e rağmen, beni birinci yapan dik duruşlu,
omurgalı arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler ediyorum. Sonucun Enstitümüz için
hayırlara vesile olmasını diliyorum!”
***
Şu rektör seçim-atama
sürecinin iğrençliğinin fotoğrafı, bundan daha iyi çekilemezdi, diye
düşünüyorum.. Gelecek Cuma yeniden buluşmak umuduyla..
Cumhuriyet Bilim ve
Teknoloji, Sayı 1236, Gündem,
***
Çankaya ve YÖK Yasası
Ne diyordu Çankaya Sakini?
Her “beşinci – onuncu” sıradan, yani seçim sandığının kuyusundan çıkartarak
liste başı yapılan adayları üniversitelere rektör olarak atamasından sonra
yapılan eleştirilere?
Anımsayalım: “Ben de bu
atama sisteminden memnun değilim. Bu sistem değiştirilmelidir, öğretim
üyelerinin oyları dikkate alınmalıdır..” Falan filan.
Biz de burada yazıp
çiziyorduk ki:
“Bakmayın siz
Cumhurbaşkanı'nın öyle söylediğine! Toplum, kamuoyu bastırınca ve böyle
konuşuyor. Aslında durumdan çok memnundur.. Badem bıyıklı veya bıyıksız,
ehliyetli mi, nitelikli mi, yetenekli mi hiç bakmadan, sadece kendilerinin
cemaatinden, dünyasından olan adamlarını üniversitelerin başına oturtuyor...”
Cumhurbaşkanı olmuş bir
insan, toplumda aldatılmış duygusu yaratacak şeyler söylememeli!
Ortalıkta “yahu
Cumhurbaşkanı da rahatsız bu durumdan, ne yapsın adam, YÖK liste başı yapıyor.
O da atamak zorunda kalıyor!” kanaatini uyandırdı durdu!
Rektör atamalarına yapılan
eleştirilere şöyle diyebilirdi:
“Kardeşim yasal hakkım
neyse onu kullanıyorum. Kimi atayacağıma ben karar veririm. Önceki
Cumhurbaşkanı da kendi karar veriyordu..”
O zaman kimsenin bir
diyeceği olmazdı!
***
YÖK başkanı ve bugünkü
heyet kim? Cumhurbaşkanı ve hükümetin atadıkları.. Rektörlerin kendi
aralarından seçtiği de iktidardan sayılır, çünkü rektörleri iktidar atıyor.
YÖK başkanını Çankaya atadı!
YÖK başkanı ve diğerleri,
YÖK yasasını değiştiren yeni bir yasa tasarısı hazırladı ve Milli Eğitim
Bakanlığı'na verdi.
Yasa tasarısında, rektör
seçimiyle ilgili yeni bir şey yok!
Eeee, hani Cumhurbaşkanı vb
atama sistemini değiştirmeli diyordu ve daha demokratik, akademianın oyunun
onurunu ve seçimini dikkate alacak bir yasa olacaktı?
YÖK Başkanı Çankaya'ya
çıktı. Uzun uzun konuştular. Ve atama sisteminin çok iyi işlediği ve
değiştirilmemesi gerektiği konusunda fikir birliğine varmış olmalılar: “Akademia,
eğer kendi adamlarını seçmiyorsa, kendi bileceği iştir, biz nasıl olsa kendi
adamımızı liste başına koyuyoruz ve rektör olarak atıyoruz.” Veya, “YÖK
Başkanı, Cumhurbaşkanının isteğini reddetti” mi diyeceğiz?!
12 Eylül 1980
darbecilerinin anayasasını değiştiriyoruz diye kampanya açabiliyorlar. Bir dizi
aydın bozuntusu “12 Eylülle hesaplaşmadır” diyerek buna evet oyu veriyor. Ama
darbe anayasasının en önemli kurumlarından olan YÖK'e dokunulmuyor.
Referandum'un seçkin (!) evetçileri, daha önceleri, “askerlerin YÖK'ü”,
“üniversiteye özgürlük isteriz”, “YÖK kalkmalıdır vb” diye basbar
bağırıyorlardı! Demek ki hepsi uydurukçuymuş! Sahte demokratmış. Dün dünmüş,
bugün de bugün! (Demirel'i de bu sözünden dolayı yerden yere vururlardı!)
Üniversiteye özgürlük derken,
kastettikleri, üniversiteye dinci iktidar baskısını getirmekmiş.
Akademisyenlerin oylarını, değersiz bir kağıt parçasına dönüştürmekmiş..
Türkiye her zaman bu iki
yüzlü, satılık, on para etmez aydınından çekmiştir! Kuruluş'unda da çekmişti,
bugün de çekmektedir!
***
Öte yandan türbanı
üniversitelerde (ve sonraki adımlarla giderek lise ve ilköğretimde bile!)
serbest bırakma girişimine karşı Üniversite Konseyleri Derneği
“Kabullenmiyoruz” açıklaması yaptı ve imza kampanyası başlattı; yüzlerce
öğretim üyesinin imzaladığı duyuruyu aşağıda veriyoruz.
***
Aşağıda gördüğünüz ve bir
yurttaşın hayal kırıklığını yansıttığı mezar taşı ülkemizin halini yeterince
anlatıyor mu dersiniz?
Gelecek Cuma yeniden
birlite olmak dileğiyle..
CBT, Sayı 1231, Gündem
***
Polisiye YÖK
AKP öncesi dönem
olsaydı... YÖK'ün başındakilerden herhangi biri, bugünkü Başkan Özcan'ın
yaptığının kırkta birini yapsaydı, kıyamete kopardı! Ne YÖK'ün faşistliği kalır
ne başkanının Hitlerliği ve Hitlerciliği.. Yazarlar, aydınlar, demokrasi, özgürlük
naraları atarak YÖK'ü ve Başkanını yerden yere vururlardı.
Aslında haklı da olurlardı!
Üniversitelerde sivil polis
karakolları kurmak ha!
Polislerin üniversite
yönetimleriyle güvenlik konusunda yılda en az iki toplantı yapmasını istemek..
Üniversitelerde
giriş-çıkışları kesin denetim altına almak...
Üniversitelerde bütün
etkinliklerin polise bildirilmesini istemek..
Kamera sisteminin bütün
üniversitlerde yaygınlaştırılmasını emretmek...
Fiziki ve parmak izi gibi
önlemlerin devreye sokulmasını istemek..
Ve buna benzer önlemler..
Üniversiteleri neredeyse
toplama kamplarına, büyük hapishanelere dönüştürebilecek bu istekleri
dayatanların kellesi koltuğunun altına verilirdi!
***
Ama şimdi? Hey
yazar-çizerler, bir zamanların aydınları ve sözde aydınları neden suspus
durumdasınız?
Hani özgürlük, bilim falan
filan?
YÖK'ün kendi kumaşından
rektörleri, bir iki oy alsalar bile atamasına, üniversitelerdeki seçimlerin
hiçe sayılmasına ses çıkartmıyorsunuz...biliyoruz.
O uzun kuyruklarınızı
kıstınız, gözlerinizi kapattınız, kulaklarınızı tıkadınız.. Duymuyor, görmüyor,
konuşmuyorsunuz...
Ama en azından polisiye
kampüslerine karşı tek sesiniz de mi yok?
***
Olmadığını biliyorduk..
Eskiden YÖK'e ve rektörlere
durmadan yüklenmenizin amacının, bilim ve eğitim-öğrenim özgürlüğü olmadığını
da...
Takkeleriniz düştü,
kelleriniz pırıl pırıl, en karanlık günlerde bile...
Bu tutumunuzdan doğabilecek
olası utancınızı, kazançlarınızın bastırdığını ve ardamarlarınızın üzerini
kalın bir yağ bağladını biliyorum...
Demokrat olabilmenizin, en
azından görünüşte ve sözde, eriştiğiniz iktidarların yıkılmasına bağlı olduğunu
da!
***
YÖK bağlamında tartışılacak
başka temel bir mesele daha var. Bu, ülke insanlarımızın kendilerine görev
veren, atayan, bir makama getiren siyasi otoritelerle olan ilişkisi...
Şüphesiz ki YÖK makamı uzun
zamandır, AKP'den de önce, bir bilim makamı, kurumu değildi... Orası her zaman
siyasi bir otoriteydi, kurumdu.. Taaa kuruluşundan bu yana. Arada sırada YÖK,
üniversitelerin bilimselleştirilmesine yönelik etkinliklerde bulunmadı,
kararlar almadı değil... Ama esas görevi siyasi oldu!
Ancak YÖK, belki de
Doğramacı döneminde bile bugünkü kadar tepeden tırnağa siyasal bir niteliğe
kavuşmadı; iktidarın üniversiteleri kendi amacına yönelik tamamen yeniden
yapılandırmasına hizmet eden bir kuruma hiç bir zaman dönüşmedi!
Bu durum, iktidarın
totaliterci siyasal anlayışının belgesidir..
YÖK'ün başına getirilen
Özcan ile YÖK'ten önceki Özcan arasında bir anlayış-davranış, bakış farkı var
mıydı yokmuydu.. Bu kıyaslamayı yapamam.. Arkadaşları bir şeyler diyebilir
belki..
Ama görülen şudur: Özcan,
sapına kadar bir siyasi görev adamıdır!
Kendisine herhangi bir emir
verilmeden bile, emri kapsamlı bir biçimde kavrayabilecek ve istenenin bir kaç
katını hemen yerine getirebilecek bir siyasal görev bilinci içindedir...
Özcan, ya içindeki büyük
saklı özelliği (veya aşkı!) dışa vurabileceği bir makama geldi... Ya da, zaten
bu özelliği bilindiği için, o makama atandı..
Hayırlı olsun demeyeceğim,
çünkü üniversitelerimiz için hiç de hayırlı görmüyorum..
CBT sayı 1239
***
YÖK ve Domatesler
YÖK Başkanı Özcan'ın, Türk
milletini yokedebilecek yabancı katil domatesleri gündeme getirdiği iyi oldu!?
Özcan anladığım kadar, “bizi şu yabancı domates tohumlarından kurtarın” çağrısı
yapıyor üniversitelere! Böylece biraz da, yabancı “GDO'lara ölüm!” derken, Türk
GDO'larının üretilmesini istiyor! Ancak Tarım Bakanlığı ile bu konuyu konuşsa
iyi olur!
Çünkü GDO'lu ürünler, Tarım
Bakanlığı'nın ve ülkemizin ve devletimizin baş düşmanlarından biri! Onları
ülkeye sokmamak ve ayrıca ülke içinde GDO malzemeleri ile araştırmalar yapmamak
için kıyasıya meydan savaşlarına sahne oldu ülkemiz! Meclis'ten yasalar
çıkardık, olmadı değiştirdik, yeniden çıkardık ve en sonunda Biyogüvenlik
Kanunu ve ilgili 2 yönetmelik 26 Eylül'de yürürlüğe girdi!
Ancak, Prof. Selim
Çetiner'e göre bu yasa ve yönetmelik sorunu çözmek şöyle dursun,
belirsizlikleri daha da artırdı ve pek çok olumsuzluğu da beraberinde getirdi.
Çetiner'den durum saptaması istedim. İşte özetle vurguladıkları:
***
* Kanun 18 Mart'ta
Meclisten geçti, Kanun'da 3 ay içerisinde ilgili yönetmeliklerin çıkacağı, 26
Eylül'de de (yani 6 ay içinde) Kanunun yürürlüğe gireceği belirtildiği halde,
Yönetmelikler 5 ay sonra ancak çıktı, Biyogüvenlik Kurulu da 27 Eylül'de
oluşturulabildi. Burada dikkat çeken noktalar:
* Geçen 6 ay verimli
kullanılmadı, gerekli düzenlemeler bu sürede yapılmadı, Kanunda uygulaya
yönelik geçşi dönmei de tanımlanmadığı için araştırmacılar dahil gıda, yem ve
hayvancılık sektöründeki herkes kanunsuz duruma düştü.
* Geçen yıl çıkıp da 3 kez
değiştirilmek zorunda kalınan GDO yönetmeliğinden ders çıkarılmadı; bu
aksaklıklar ne Kanun ne de daha sonraki Yönetmelikler çıkarılırken dikkate
alınmadı.
* En önemlisi, Kanun kendi
içerisinde tutarsız, muğlak ve AB'den uzak, üstelik Yönetmelik'teki maddelerin
bazıları Kanun'a ters!
* Örnek: Kanun gayet açık
ve net biçimde "Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi
yasaktır" derken, Yönetmelik ile bunların nasıl yetiştirileceği
anlatılıyor.
* Bu, araştırmacılar açısından
önemlidir; eğer araştırmacı bu yönetmeliği dikkate alıp ilgili evraklar,
izinler vs hepsini tamamlasa dahi Kanun'a göre suçlu duruma düşmektedir.
* Kanunda öngörülen cezalar
ise suçla orantısız olarak saptandı. Tabii ki kural ihlallerinin cezası vardır,
ama hiçbir medeni ülkede GDO yeiştirmeye hapis cezası öngörülmüyor.
* Tabii hiçbir medeni
ülkede, GD bitki ve hayvanların kanunla yasaklanması da söz konusu değil.
* Kanunun bir açmazı da,
amaç ve kapsamıyla ilgili. Amaç ve kapsamda "GDO ve ürünleri" ibaresi
çok geniş bir ürün gamını ifade ediyor. Bunun içerisine tıbbi genetik dahil her
türlü biyoteknolojik araştırmada kullanılan enzimler, plazmidler, bakteriler,
laboratuvar hayvanları da giriyor. Tabii gıda endüstrisinde kullanılan peynir
mayası, her türlü enzim ve işlenmiş gıdalardaki onlarca madde de GDO ürünü,
yine tekstil sanayinin kullandığı enzimler hatta çamaşır deterjanındaki
enzimler de "GDO ürünü".
* Şimdi tüm bunların ithali
için izin istendiğinden ve Osman Coşkunoğlu'nun Meclis'te verdiği araştırma
amaçlı ürünleri kanun kapsamı dışında bırakma önerisi reddedildiğinden müthiş
bir açmaz var. Bir de kanun her bir ithal için izin alınır şartı getiriyor.
* Tartışmalarda bu
endişeleri dile getirdiğimizde "yok öyle bir şey, biz araşatırmaları engellemiyoruz"
diyen zat, şimdi Biyogüvenlik Kurulu Başkanı olarak atandı sayın Bakan
tarafından.
* Bu tabii önemli bir
detay; biz Biyogüvenlik Kurulu bürokratlardan oluşturuluyor diye eleştirirken
Şark kurnazlığı devreye giriverdi hemen; 9 kişilik kurulda 3 tane de akademik
ünvanlı üye var bürokratların yanında. Garabetin detaylarını www.tbbdm.gov.tr
görebilirsiniz!
Özetle,
- GD yetiştirmek yasak,
- İthalata yasak yok ama
nasıl yapılacağı son derece muğlak.
- Kimin başvuracağı da
muğlak olduğu için (muhtemelen hiç kimse) daha bir süre ithalat yapılmayacak.
- Araştırmacılar dahil GDO
ve ürünü kullananların kanunsuz durumu sürdürecek; ta ki birisi ihbar edene
kadar.
- İthalatın bu şekilde
durması, yıl sonuna kadar olduğu tahmin edilen stoklar tükenene kadar yem ve
hayvansal üretimde pek sıkıntı yaratmayacak
- Geçtiğimiz hafta
yemcilerin kullandığı hammaddelerdeki artış buğday kepeği için % 180 ve
ayçiçeği küspesi için % 130 oldu, yem de % 30 zam gördü. Bu artış, ithal
stokları azaldıkça daha da yükselecek ve tüm et, süt, yumurta ve beyaz et
(kültür balığı dahil) fiyatlarına yansıyacak.
***
Madem GD ürünleri
yetiştirmek yasak, neden hala milyonlarca liralık DPT fonlarıyla
üniversitelerde yeni Biyoteknoloji Merkezleri kuruluyor? Neden taşra
üniversitelerinde bile Tarımsal Biyoteknoloji Bölümleri kurulup öğrenci
alınıyor?
Yetiştirilmesi yasak
ürünleri neden geliştirmeye kaynak ayırıyorsunuz?
Bu kadar öğrenci mezun
olduğunda bunları hangi işlerde istihdam edeceksiniz?
Prof. Özcan, bunlara yanıt
vermeli...
CBT sayı 1229, Gündem