Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Ocak 2022 Pazar

Geçmişten bugüne kötülük zincirini nasıl kıracağız?

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Geçmişten bugüne kötülük zincirini nasıl kıracağız?

25 Ocak 2022 Salı


Türkiye zulmün reva görüldüğü bir ülke. Yeni ve bugüne özgü değil, yıllardır. NATO ve Amerikan politikalarının zulmü, bunların ülkemizdeki işbirlikçisi iktidarlarının ve askerlerinin zulmü, ülkeyi ayağa kaldıramayınca halkı ezen politikaların zulmü...

Ve bugün de geçmişin kötülüklerini devralan ve bunları sürdüren tek adam rejiminin - AKP iktidarının zulmü.

Arkadaşım Mine Söğüt, Uğur Mumcu bağlamında 1977’lerden bugüne bir zincirin halkaları olarak yaşadığımız büyük cinayetleri katliamları adaletsizlikleri anlatmaya çalıştığım dünkü yazıma düştüğü notta “Bu ülke, 90’lardaki siyasi cinayetlerle bugünkü siyasi felaketler arasındaki bağı kurmazsa kendini toparlayamaz” derken çok haklıydı.

ADALETSİZLİK VE DEMOKRASİ OLMAYIŞI

Uğur Mumcu Günü aslında Adalet ve Demokrasi Haftası.

Dünkü yazımdaki katliam, cinayet, zulüm ve adaletsizliklerin dile getirildiği, anıldığı, demokrasi ve adaletin istendiği hafta.

Geçmişle bugünü birleştiren kavramlardır adalet ve demokrasi.

Bu iktidarın 20 yıllık döneminde, geçmişin kötülükleri bu iki kavram ile devralındı.

Kitlesel cinayetler ve gazeteci cinayetleri yaşanmadı mı?

Ankara Garı katliamı, iktidarın o dönemde IŞİD’e göz yumma politikalarının sonucuydu. İstanbul’da patlayan bombaları da bu bağlamda ele alabiliriz. İktidarın izlediği yanlış politikalar sonucu Suriye’deki bombalar ülkemizde patladı.

Gezi olaylarında öldürülenleri 70’li, 80’li, 90’lı yılların kayıplarıyla kıyaslamanın önünde bir engel mi var? Vb...

***

Peki, adalet var mı? Yok. Geçmişte belki de daha çok adalet vardı ve yargı bu kadar zapturapt altına alınamamıştı.

Adaletsizliklerin her türlüsünden yanıyor ülke...

101 emekli subayın, amiralin, askerin haksız ve hukuksuz bir şekilde hakkında dava açılmasını, içeri alınmasını... 28 Şubat davası bağlamında yine haksız ve hukuksuz orgenerallerin mahkûm edilip içeri atılmasını nasıl kabul edeceğiz?

Ya Balyoz ve Ergenekon davalarıyla, yüzlerce subayı beş yıl kadar içeri tıkan ve sonra da aa pardon kumpasmış diyen, ama aynı hukuksuzlukları sürdüren bu iktidar değil mi?

Bırakalım Kavalı’yı, Demirtaş’ı...

***

Demokrasi? Belki de geçmişte yine daha çok demokrasi vardı diyebilir miyiz?

Söz söyleme, ifade özgürlüğünün bu kadar baskılandığı zamanlar, belki askeri darbe dönemleriyle kıyaslanabilir.

Montrö hakkında söz söyleyemezsiniz, amiraller hakkında soruşturma açan hangi iktidar?

Geçmişte böylesine rezillikler, baskılar, adaletsizlikler görüldü mü diye sormayacağım, ama geçmişi paralel sürdüren bir iktidar... 

Bu cumhurbaşkanı 160 bini aşan hakaret davasıyla, belki de tüm dünyada tüm zamanların rekorunu kırmış durumda.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Mesela, TRT dahil medyada her açıdan tek adam tekelleştirmesi yaşadık mı? Hayır.

Türkiye medya - basın özgürlüğünde 150. sıraların üstünde olmuş muydu? Hayır.

Basın İlan Kurumu ve RTÜK’ün infaz mahkemeleri gibi hareket etmesini yaşadık mı? Hayır...

***

Peki, yolsuzluklarda, Türkiye böylesine har vurulup harman gibi savrulmuş muydu?

Diyebilirsiniz ki geçmişle bugün arasında fark yok. Dahası, Türkiye ekonomisinin bugünkü büyüklüğünü dikkate alırsanız, yolsuzlukların hacminin üstel bir şekilde arttığını rahatça söyleyebilirsiniz.

***

Eşitsizlikler? Her açıdan eşitsizlikleri körükleyen bir iktidar politikası gündemde.

***

Pek çok açıdan daha kıyaslama yapabileceğimiz konu var.

Ama adalet ve demokrasinin olmadığı, iyice budandığı bir ülkede, her şey olur.

Sezen Aksu’nun dili de kesilmeye kalkışılır.

Bu çağrıya uyan tapınanlar, sokağa çıkarak kafalara kurşun sıkmaktan da bahseder.

Muhalefet liderlerine saldırılar teşvik edilir ve saldıranlar sahiplenilir.

Yani her şey olur.

Bu iktidar, geçmişin kötülüklerini alıp daha ileriye taşıyan bir niteliktedir.

Ülke tarihindeki bu sürgit kötülük zincirini bir yerde kırmadan düze çıkamayız.

Mine Söğüt haklıdır.

Bitmeyen zulüm, Uğur Mumcu, büyük katliamlar ve aydınlığa hasret

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Bitmeyen zulüm, Uğur Mumcu, büyük katliamlar ve aydınlığa hasret

24 Ocak 2022 Pazartesi


Bir bomba patladı arabada ve Uğur Mumcu havaya uçtu. O gün bugün dinmeyen bir sancı var yüreklerimizde. 1993’ün o meşum bugünü.. Ama 1990’lar ülkenin hemen tüm yasa ve Anayasasının askıya alındığı yıllardır. Resmen ve fiilen..  Sanki 1990’lı yıllarda her şey yolundadır. Anayasa, mahkemeler, yasalar, siyasi partiler, iktidarlar, iş hayatı… İnsanlar evlenmekte, sevişmekte, çocuklar doğmakta, tatil yapmakta herkes, roman okumakta ve yazmakta.. Şiirler uçuşmakta, güneş doğmakta ve batmakta, dolunaylar seyredilmekte…

BİR YERALTI HÜKÜMETİ

Fakat ülkede olağanüstü bir rejim ve yönetim sürmekte.

Bir “yeraltı hükümeti” ise karanlık dehlizlerinde ülkede egemendir. Vurduğu vurduk astığı astık. Bu yeraltı iktidarını yerüstü iktidarı da seyretmekte. Bu iktidarın bazı adamları yeraltını da yönetmekte.

Uğur Mumcu, bu vahşi dönemin en büyük kurbanıdır.

1990’da ülkenin en iyi gazetecilerinden Çetin Emeç öldürüldü. Katiller bugün yaşamını sürdürüyor.

Turan Dursun öldürüldü, dini en iyi yorumlayanlardan, ve yalanları ortaya çıkartanlardan.

Onlarca evet abartmadan yazıyorum onlarca gazeteci öldürüldü, özellikle Güneydoğu’da görev yapanlardan. Musa Anter’in de aralarında olduğu.

Bugün yaşatılan Metin Göktepe öldürüldü.

Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü, ülkenin en iyi aydınlarından…

KÖKLERİ 1970’LERDE

Tabii, 1990’ların cinayetlerinin kökeni, 1979’lara Abdi İpekçi’lere gidiyor. Tabii Savcı Doğan Öz’lere..

Maraş katliamlarına, 1977’da Alevi cinayetlerine.

1980’lerde Ümit Kaftancıoğlu’larına uzanıyor.

1978’da yedi TİP’li gencin öldürüldüğü Ankara Bahçelievler katliamını gerçekleştirenler Meclis’te görev bile yaptılar ve makbul adam olarak kabul ediliyorlar.

Aynı yıl yine Balgat katliamında dört gencimiz yok edilecekti.

1970’li yılların sonları, vuruşturulan gençler arasında karşı taraftan gençler de kurban edilecekti.

Gazetecilerin dışında ülkenin aydın ilahiyatçı yüzü akademisyen Bahriye Uçok var, 1990’da.

Akademisyen, Atatürkçü, Hukuk Kurumu Başkanı ve ADD’nin kurucusu Muammer Aksoy var, yine 1990’da hayattan kopartılıp alınanlar arasında.

1990 başında öldürülenlerin hepsi, laik, ilerici, sosyal demokrat, Atatürk ve ilkelerine bağlı ve sürekli olarak dinci-faşist kesimlerin hedefleri arasında olan seçkin kişilerdi.

1990’lar bir aydın kırımının yaşadığı yıllardı.

Kürt aydınları, gazetecileri, iş adamları da bu kırımın parçasıydılar tabii ki faili meçhul cinayetlerle.

1993 aydınlarımızın yakıldığı Sivas katliamı zincirin en acı ve uzun halkasıydı.

HAKİKATLARA SADAKATIN ADI: UĞUR MUMCU

Uğur Mumcu, tüm bunlar arasında silahlanmaların peşine düşen, hukuksuzlukları bir bir ortaya çıkartan, dinci-şeriatçı siyasetlerin devlet içinde ve dışındaki faaliyetlerini sergileyen üstün ve seçkin gazetecimiz, yazarımızdı.

Cumhuriyet’in sağ alt köşesindeki Gözlem, ilk okunan yerdi.

Gazeteciliğinin ve yazarlığının yanı sıra…

Çok iyi bir hukukçu…

Çok iyi bir polemikçi..

Çok iyi bir tartışmacı..

Gözünü budaktan ayırmayan, sözünü asla esirgemeyen, olgulara hakikatlere sadakati en üst düzeyde tutan ve namusu sayan bir olağanüstü seçkin insan.

O zaman yazdıkları ve işaret ettiklerinin çoğu gerçekleşti.

Devlet ve ülke, siyasal İslamcıların üstelik en kötülerinin yerleştiği, toplumu yönettikleri, sıradan ve on para etmez imamların hilafet çağrısı yaptıkları, devletin resmen esir alındığı bir niteliğe kavuştu.

***

Geldikleri gibi giderler.

Çiğnedikleri yasalar, Anayasalar, yaptıkları katliam çağrıları, ağızlarından saçılan cehalet, çağdışılık…

Hepsi son bulacak.

Ülkenin temelleri sağlam atılmıştır ve ülke ileriye geleceğe çağdaşlığa bakmaktadır.

Hiç kuşkum yok.

Uğur Mumcu’ların canlarını verdiği hedef ve idealler bu topraklarda gerçekleşecektir.

Eninde sonunda..

Hiç kuşkum yok.

***

Ve bugün gazetecilere zulüm, daha farklı yöntemlerle sürüyor.

Bu zulüm de bitecek. 

24 Ocak 2022 Pazartesi

Sezen Aksu’nun dili

 obursali@cumhuriyet.com.tr

Sezen Aksu’nun dili

23 Ocak 2022 Pazar


Cami nutuk atma yeri midir? Evet öyle... değildir de, öyle yaptılar. Siyasete “minareler süngü, kubbeler miğfer” sözde “şiir”le giren ve üstüne üstlük yandaş “büyük âlim yazar çizerler” tarafından “Şiir okuduğu için ceza aldı” biçiminde propagandası yapılan bir eylemin varacağı nokta, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın ve ilgili maddelerinin çöpe atılmasıdır.

Ve anayasanın ve Türk Ceza Kanunu’nun bu maddeleri de tabii ki geçersiz kalmaktadır, Türk Ceza Kanunu’nun 312/2. maddesinde yer alan “halkı din, mezhep vs. farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik” suçu fiili olarak yoktur. Bu madde yasadan kaldırılmalıdır!

Siyaset kürsüsünde değil, üstelik camide imamın yanında nazır bekletilen mikrofondan “Hz. Âdem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” diyen bir Cumhurbaşkanımız var. 

Cami ve din niçin var? İnsanların inançlarını yerine getirmek için. Dinin insanlara güzellik, iyilik doğruluk dürüstlük sevgi vaat ettiği söylenir. Cumhurbaşkanı cami sahnesinde dil koparma vaazı vermektedir. Bu olabilir bir şey değil.

BELLEKTE SERBEST ÇAĞRIŞIM

Daha belleklerde kafa kesen Taliban, IŞİD vb. gibi köktendincilerin yanı başımızda din adına yaptıkları kıyımlar- işledikleri cinayetler henüz düşüncelerde varlığını sürdürürken, “yeri geldiğinde dil koparmak”tan bahsedilince, belleklerde hangi sahnelerin canlandırıldığını izah etmeye gerek yok. 

Cumhurbaşkanı bir açıklama yapabilir ve en azından “Mecazi anlamda söyledim, tabii ki asla Türkiye Cumhuriyeti’nde böyle sahneler olmaz, izin vermeyiz” diyebilir, demelidir de. 

Yoksa kendisini adeta tapınmaya varıncaya kadar seven bazıları gerçekten Sezen Aksu’ya, başkalarına, Sezen Aksu’yu savunanlara karşı şiddet uygulayabilir, yere yıkıp dil kesmeye bile kalkabilir, dil koparmak vaciptir, liderim fetva vermiştir diye düşünebilir..

EMİR SAYABİLECEK İNSANLAR

Dahası, sözlerden aldığı cesaretle “Cumhurbaşkanıma laf edenin kafasına sıkarım” diye harekete geçebilir.

Yasalarımızda “dil koparmak” diye bir ceza mı vardır? Hayır.

Peki, “dil koparmak” o halde kişiyi öldürmeye varıncaya kadar uzanabilecek yasadışı bir eylemdir. 

Yani bir suça girer. 

Peki, bir siyasi lider kalkıp “dil koparmak” propagandası yapabilir mi?

Hayır, bu da suça teşviktir.

Peki, dil koparmak şeriat uygulayan ülkelerde var mı, taşlayarak öldürmek var, ama bir şeriat lideri, isterse bunu yasal hale getirebilir mi, neden olmasın.

Cumhurbaşkanı yasalarımızın yerine başka yasaları geçirmeyi mi planlıyor? Hayır, daha doğrusu sanmıyorum.

SAVCILAR SORUŞTURABİLİR

Ama dil koparma açıklaması, normal koşullarda savcılar tarafından soruşturulmaya açık olabilir. Bunu hukukçular daha iyi tanımlar. Çünkü karşılarında her türlü yasayı geçirme gücüne sahip bir iktidar söz konusudur. Bu bakımdan savcı niyet sorgulayabilir. 

Bu şu bakımdan da önemlidir. Güçlü bir lider ve ona kökten bağımlı bazı insanlar, bunu sanki kendilerine verilmiş bir talimat gibi algılayabilirler. Sonuçta toplumu din temelli birbirine düşürme eylemine dönüşme potansiyelinin varlığı sorgulanabilir.

Cumhurbaşkanı bunu camide ve tamamen dini bir cümle içinde söylüyor. Bu cümlenin, anayasanın ve yasaların siyasi parti ve kimliklerin dini siyasete alet etmeyi yasaklayan maddelerine aykırılığı da gündeme geliyor. Açıkça bir savcı devletin kurulu düzenini değiştirme girişimi mi var diye merak edebilir. Saray’da ve iktidar partisinde böyle bir çalışma olup olmadığını, laikliği kaldırmak gibi bir girişimi araştırabilir.

SİYASİ PARTİLER KANUNU YASAKLIYOR

Çünkü Siyasi Partiler Kanunu’nun 84., 86., 87., 88., 89. maddelerinde, siyasi partilerin laiklik ilkesine aykırı faaliyetlerde bulunamayacakları yazılıdır. 

Anayasa ve yasalardaki “siyasetin dini araç olarak kullanmasını yasaklayan maddeler geçerli sayılmayınca camilerin siyasi bir propaganda alanına dönüşmesi” sıradan bir olaya dönüştü.

Günümüz Diyanet reisinin izinde giden ve oradan güç alan bir cami imamı, camide nutuk atarak hilafeti kurmaya çağırabilmektedir. Bu din adamı vaazıyla devletin yasalarını tahkir etmekte, cemaati adeta isya

na çağırmakta ve suç işlemektedir. 

Özetle, Cumhurbaşkanı bu ülkeye bir açıklama borçludur. Yoksa kimse kendini haklı olarak güvende hissetmeyecektir. 

Yoksa istenen bu mu?

23 Ocak 2022 Pazar

İmkânsızlıklar içine hapsolmuş Saray politikası

obursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

İmkânsızlıklar içine hapsolmuş Saray politikası

20 Ocak 2022 Perşembe


Cumhurbaşkanı’nın, Edirne’de yıllardır hapiste tutulan (yoksa rehin mi deseydim!) Selahattin Demirtaş’ın İmralı’ya (A. Öcalan’a) hesap vereceği sözleri şüphesiz ki sıradan ve laf olsun diye söylenmedi. “Sandık, seçim, oy oyunları” çerçevesinde yasal süreç sürecekse iktidarın büyük seçmen kayıplarını telafi edecek girişimlerde bulunması beklenir ve normaldir.

Yüzde 25’e oturan seçmen desteğinin hangi düzeyde istikrar kazanacağını kestirmek zor olsa da 2022’de enflasyon - hayat pahalılığının yüzde 40-50 dolayında gerçekleşeceği doğrultusundaki bankaların - piyasanın öngörüleri, Maliye Bakanı’nın “gözlerindeki ışıltıyı” söndürecek veya bu ışıltının aslında tamamen yalan olduğunu gösteren gerçeklik taşıyor. 

YALDIZLI LAFLAR NEYE YARAYACAK?

Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın 2022’nin en parlak yılımız olacağı, enflasyonun şimdiden düşmeye başladığı, 2023’e öyle gireceğimizi belirten ama ülkede uzman hiç kimsenin doğrulayamayacağı yüksekten atma umutlarının da boşa gideceği görülüyor. 

Şu aşamada iktidar döviz kurunu istikrarlı tutabilmek için başka ülkelerle swap denilen merkez bankalarında karşılıklı döviz tutma anlaşmaları yapıyor. En son BAE ile 5 milyar dolara yakın anlaşma yapıldı. Ama şirketlerin döviz ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını öğreniyoruz. Ankara, şirketlere ihtiyaçları olan yüksek miktarda döviz satışını önleme gayretinde. Bunun ise sürdürülebilir olmadığı açık ve seçik. 

Pahalılığın ise döviz artışına endeksli mevduatları ezip geçme olasılığı yüksek. Hesaplar da bunun üzerine kuruldu!

ŞAPKADAN ÇIKACAK TAVŞAN YOK

Gerçi herkes RTE’nin şapkadan tavşan çıkarma becerisini gündeme getiriyor ama ekonomi hesap kitap konusudur ve bugüne kadar da içinden beklenmedik tavşanlar çıkmamıştır, hiçbir dünyada!

Ayrıca bu beceriye de katılmıyorum. Son İstanbul yerel seçimlerinin sonuçları, Erdoğan’ın, gayet kötü bir politikacının belgesi olarak önümüzde duruyor.

Öyle ki bu kötü ve kendisinin / partisinin aleyhine işleyen politikasını, İstanbul için halen sürdürdüğünü görüyoruz. İstanbul, Mersin gibi büyükşehirlerin bulduğu kredileri onaylamayarak (metro ve metrobüsler), kentin en önemli sorunu olan ulaşımın biraz daha olsun rahatlamasının önünü kesiyor. 

SİYASİ AKIL TUTULMASI

 AKP yöneticilerinin, yerel seçimlerde seçmenlerden oy almak için “Bizim adayımızı desteklerseniz iktidardan gerekli en büyük desteği alırsınız kentiniz için” biçiminde sözler söylediğini anımsatırım. Bunun anlamı, “Seçmezseniz cezalandırırız”dır. 

Nitekim son yerel seçimlerden sonra iktidar neredeyse tüm olanaklarını kendi belediyelerine akıtmaktadır. Adeta “Benim yönettiğim, işbaşında olduğum kısımlar ülkedir, gerisi düşman işgalindedir” gibi bir anlayış içindeler..

Bu bir siyasi akıl tutulmasıdır.

Yerel yönetimlerini seçen seçmende ise iktidar aleyhine karşılığını bulacaktır.

ŞAPKADA ÖCALAN MI VAR?

Konudan uzaklaştık: AKP’nin oy oranını yükseltebilmesi için ekonomik ve yerel mucizeler üretmesi olası gözükmüyor. Ama bu konuda bol ve yaldızlı sözler havalarda uçuşacak.

Kürt oyları üzerindeki strateji bu nedenle gündeme geldi. Her zaman olduğu gibi. 

Kürt seçmenin genel eğilimi iktidar karşıtı bu aşamada. HDP üzerinde müthiş baskı, milletvekillerini ve seçilmiş belediye başkanlarını kriminalize etme çalışmaları, HDP’nin neredeyse doğal lideri Demirtaş’ın hapisliği, Kürt seçmenin çoğunluğunca hiç kabul edilebilir değil.

Bu nedenle ben, iktidarın kaybettiği Kürt seçmeni (muhafazakâr ağırlıklı) geri kazanma politikasından çok, Millet İttifakı’na yönelecek Kürt seçmeni, HDP bağlamında bölme, tarafsızlaştırma ve engelleme çalışmasına yöneldiğini düşünüyorum.

Peki, yine de soralım: Saray’ın şapkasında Öcalan olabilir mi ve oradan ne çıkar?

Olsa bile AKP’nin içinde bulunduğu imkânsızlıklardan sıyrılmasına katkısı olur mu?

21 Ocak 2022 Cuma

Beyin savaşında yoksanız hiçbir yerde olamazsınız

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Beyin savaşında yoksanız hiçbir yerde olamazsınız...

18 Ocak 2022 Salı

Türkiye, en hızlı beyin göçü veren ülkeler arasında. İktidar dışında herkes dert yanıyor. CHP Bilim Platformu Başkanı Prof. Dr. Fethi Açıkel, son yıllarda giderek artan beyin göçüne işaret ederek 20 OECD ülkesine verdiğimiz yetenekli beyinlerin ülkeye maliyetinin 220 milyar dolar olarak hesap edildiğini söylüyor.

Çıkınız efendim çıkınız... Salt göç edenlerin bugüne kadarki ailelerine ve ülkeye maliyeti dikkate alınıyorsa, ülkede kalmaları koşulunda yapacakları katkıyı, katma değeri de ayrıca ikiyle, üçle, beşle çarpınız.

Ayrıca giderek artan göç ile birlikte artan bir maliyet var. 

İktidar mensupları neredeyse “Beyin göçü yok” diyecek.. Ivırıyorlar, kıvırıyorlar, mızrak çuvala sığmayınca yarım ağızla “Eğitimli gençler gidiyor” diyorlar.

Ya kim gidecekti? Artık 1960’ların niteliksiz sıradan işgücü, fiziki bedenlerin Almanya ve diğer ülkelere göç ettiği zamanların altından, 50 yılda yaşanan baş döndürücü devrimleri - gelişmeleri dikkate aldığımızda, ancak yüzyıllar geçti diyebilecek durumdayım.

BEYİN AVI

Zengin ülkeler adeta bir “beyin avı”ndalar.

Nedeni açık: 

a) Nüfus artışları sıfır noktasında, gençlerini yönlendirmekte zorlanıyorlar.

b) Büyük bir emeklilik dalgası ile karşı karşıyalar. Zamanı gelen hadi eyvallah diyor, özellikle pandemi döneminde bu çok arttı ve yerlerini dolduracak nitelikli eleman yok; İsrail - Yeni Zelanda - Avustralya dahil. Hemşireden tutun doktora, nitelikli elektrikçiden makine uzmanlarına kadar, yani hizmet alanlarında bile büyük açıklar oluştu. 

c) Genç beyinleri zaten kapıyorlar, üniversitelerinin kapısını açıyorlar, üniversiteyi bitirmişlere koş gel çağrısı yapıyorlar. Almanya özellikle bilgi teknolojileri ve benzeri alanlarda uzmanlara hemen vize veriyor, altı ay gel, iş ara diyor. Berlin, bir dünya bilgi teknolojileri merkezine dönüşüyor.

d) Alman ve diğer liselerin gençleri, Avrupa ve ABD’ye boşalıyor adeta.

BEYİN ZENGİNLİK DEMEKTİR

Avrupa, 10 yılı aşkın süredir neredeyse tüm çalışan çalışacak insan kaynaklarını hızla üniversite eğitiminden geçirecek eğitim politikalarına yöneldi. Üniversite eğitimi üç yıla bu nedenle indirildi. Artı iki yıl yüksek lisansa dahil edildi uzmanlık yolunda ilerlemeleri için. Üstüne de üç yıllık doktora programı.

Neden? 

Çünkü ekonomi -iş hayatı, hizmetler hızla kalıp değiştiriyor ve her alan dijital- bilgi teknolojileri ve daha yüksek bir eğitim niteliği talep etmeye başladı.

Türkiye daha çoook nal toplayacak bu büyük gelişme ve toplumsal hayattaki evrilme karşısında.

HER ŞEY KAÇAR, PARA DA

Tüm eğitim programımız sil baştan, dünya gerçekleri ve yakın uzak gelecek dikkate alınarak tepeden tırnağa yeniden düzenlenmesi gerekirken, iktidar eğitime, bilime tümüyle ideolojik yaklaşım içinde. İmam hatip okullarını, tamamen normal okulların yerine geçirme, normal liseleri giderek azaltarak imam hatipleri çoğaltma ve herkesi zamanla imam hatibe mecbur etme politikasını sürdürüyorlar mesela.

Üniversiteler adeta liyakat dışı bırakılmış durumda.

Veee özgürlüğün ve liyakatin olmadığı bir ülkede, öğrenci de kaçar, ana baba, nitelikli insan ve para, hepsi geleceğini Türkiye dışında aramaya koyulur.

Biliyorum “Onlar sizden değil zaten, basıp gitsinler, böylece bizim işimiz kolaylaşır” düşüncesini sezmiyor değilim.

Fakat bu politika ile bu ülkenin size yâr olacağını düşünmek de neyin nesi? 

Yaşanılan ekonomik çöküşün nedenleri arasında tüm bunları da görüp, ülkenin geniş açı fotoğrafına bir bütünsellikle bakabilen bir iktidar ülkeyi düze çıkarabilir..

Bu anlaşılan siz değilsiniz...