Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Kasım 2016 Çarşamba

Darbe girişiminin karanlık sayfası


O gece ne oldu..  Bunu az çok biliyoruz. FETÖ çetesi darbe girişiminde bulundu.
Hepimizin bildiği başka bir şey daha var:
MİT darbe gününü-saatini en azından o gün, yani 15 Temmuz günü haber aldı. En azından o gün diyorum. Bunu bize sunulan haberlerden, yazılardan biliyoruz. Böyle önemli bir girişim üzerinde, iktidar cephesinin elinde çok çok daha farklı bilgiler olduğunu, biz iktidar cenahının bize sunduğu kısıtlı bilgi ile olay hakkında senaryolar çizdiğimizi unutmayalım. Bu bakımdan, MİT ve iktidarın “darbe olacak” bilgisine daha önce sahip olabileceğini kabul etmemiz gerekir. Fakat “bir gün önce” bilgileri var mıydı bilmiyoruz.
Fakat iktidarın FETÖ çetesinin darbe girişiminde bulunabileceğini, darbenin çapı boyutu vb hakkında o kadar bilgi sahibi olamayabileceğini düşünmeliyiz.
Kronolojilere göre, bir binbaşı 14.45’de MİT’e geliyor ve darbeyi haber veriyor. 16.00’da MİT müsteşarı bilgilendiriliyor; o da hemen Genel Kurmay 2.Başkanına bilgi aktarıyor. Yarım saat sonra Hulusi Akar bilgi sahibi oluyor. Bu arada “muhbir” binbaşının sorgusu sürüyor. 18.00’de MİT Müsteşarı Hulusi Akar’a gidiyor. Söylentiye göre, Hakan Fidan Cumhurbaşkanının koruma müdürünü arıyor ama bilgi iletmiyor. Akar hava kuvvetlerine bazı talimatlar veriyor..
Neyse buraya kadar, bildiğiniz şeylerle kafa ütüledim, özür dilerim.

İnanılmayacak iddia

Bize inandırılmak istenenlere gelelim: Cumhurbaşkanına bilgi aktarılmadı! Hatta Başbakana da!
Buna inanacak salak varsa ne diyeyim.
Bir darbe girişimi tezgahta, MİT- Genelkurmay Başkanı toplanıyor, en az 2 saat konuşuyorlar. Ama Cumhurbaşkanına haber verilmiyor. Kime? Darbenin hedef aldığı 1 nolu kişiye!
Bu olasılık 1000 kez 0’dır.
Burada sorulacak soru şudur: Fidan ve Akar Cumhurbaşkanı ile neler konuştular? Kaç saat haberleştiler ve hangi önlemleri kararlaştırdılar?
Bizi anlatılmayan “karanlık saatler” veya darbe kronolojisinde gizlenen sayfalar burasıdır.

“Başlarını kaldırdıkları anda ezilecekler..”

Tabii bir de darbenin kaç gün önceden bilindiği de bir sorudur. Çünkü darbecilerin haberleşme uygulaması By Lock, darbeden çok önce epey çözülmüştü, ve “40 bin üyenin isimleri, yerleri, telefon numaralarına varıncaya kadar” tasnif edilmişti. MİT ve siyasi iktidar yapılanmadan haberli. Bilgiler Cumhurbaşkanına aktarılıyordu, taa mayıs ayında! Darbeye kalkışabilecekleri de, çok daha önce, mesela Fuat Uğur’un iki makalesinden de biliniyordu. Devlet, “Başlarını kaldırdıkları anda ezilecekler..” diyordu.
Fuat Uğur’un devletten aldığı duyumların tıpkısının aynısı gerçekleşti.
Başlarını kaldırmaları bekleniyordu ve ezildiler.
Burada “kontrol altında darbe girişimi” yüzde 99 gerçek durum olarak ortaya çıkıyor.
15 Temmuz günü harekete geçecekleri haber alınınca, MİT-Gn.Kurmay ve Cumhurbaşkanlığı (belki de Başbakan) o bilmediğimiz karanlık saatlerde, durumu gözden geçirmiş olmalılar. Birinci Ordu diğer ordular, kolordular vb. Hiyerarşi büyük ölçüde korunuyordu.

“Çıksınlar ortaya toplayalım”

Ordu içinde hiyerarşi korunuyorsa, bir darbenin başarıya ulaşma olasılığı sıfıra yakındır ülkemizde. Bunu sonra yazacağım.
O karanlık saatlerde “ortaya çıksınlar, toplayalım hepsini ve ezelim” kararının alınmış olması büyük olasılıktır.
Bu karar ne kadar riskliydi? Riski azdı ve bu nedenle üstlenebilir bir risk olarak görülmüş olabilir. Bu girişim bastırıldığında ise, risk, getireceği siyasi kazançlarla karşılaştırılamazdı bile.
Şüphesiz, darbe girişiminin başından sona denetimli olduğunu söylemiyoruz. Hele hele darbe tamamen tezgahtı gibi komplo teorilerini sığınmanın da olayı aydınlatmaktan çok, kararttığını bilmeliyiz.
Meclis’te kurulan darbe soruşturma komisyonunun gidişatına bakıyorum da, CHP milletvekili ve komisyon üyesi Aytun Çıray’a çok hak veriyorum. Komisyon, darbenin bütün boyutlarıyla ortaya çıkmasını önlemek için çalışıyor. Yani karanlık sayfaları gizli tutuyor. Fidan ve Akar’ı komisyon şefi çağırmıyor. Darbecilerin ifade vermesini istemiyor.
Aytun bey çok haklı bir istekte bulundu: Fidan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın o gece yaptıkları telefon görüşmelerinin dökümlerinin ve içeriklerinin istenmesi..

Çıray da yani, en saklı tuttukları bilgileri istiyor.
29 Kasım 2016 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

29 Kasım 2016 Salı

Ankara Suriye’de uydu devlet-bölge mi kurmak istiyor


Ankara’nın Suriye sınırında güvenlikli bölge oluşturma açıklamalı, ÖSO’yu (Özgür Suriye Ordusu) “öncü savaş gücü” olarak kullandığı askeri operasyonu, IŞİD’in elindeki El Bab önlerinde. Bir de El Bab kapılarına dayanan ülkesini kurtarma mücadelesi veren resmi Suriye devleti var, tabii yanında da müttefiki Rusya.
Meseleyi soruyla açalım, çünkü komik veya traji-komik bir durumla karşı karşıyayız: El Bab’ı kim ne adına “kurtaracak”? Suriye’yi anlarız: Kendi işgal altındaki topraklarını IŞİD’ten kurtaracak. Peki Ankara El Bab’ı kim için kurtaracak?

El Bab’ı kim niçin kurtaracak?

ÖSO ile Suriye ordusu arasında bir işbirliği mi var: yok. Türkiye ile Suriye arasında: Yok. O halde El Bab’ı, iki ayrı güç, birbirinden bağımsız kurtarmak- veya ele geçirmek istiyor. 
Meseleyi çok mu bilinmeyen bir şeyi yazar gibi yaptım?!
Ankara, El Bab’ı, eğitip silahlandırdığı ve arkasında sağında solunda koruyup kolladığı ÖSO’nun yönetimine denetimine katmaya çalışıyor. Bu açıkça Suriye’den “kurtarılmış bölge” inşasıdır. Tüm güçler de bunu biliyor. Dün yazdığım gibi Suriye’de Türk Özel Kuvvetlerin merkezinin 24 Kasım’da vurulması, hem Rus uçağının intikamının alınması hem de Ankara’nın niyetine yönelik bir ikazdı.
El Bab’da Suriye ve muhalif ÖSO’nun (arkalarında tabii ki Rusya ve Türkiye’nin) çatışma olasılığı var mı? Mümkündür, eğer ÖSO geri durmazsa... Eğer Suriye bu kendi alırsa, sonra ÖSO’nun kontrolündeki Türkiye sınırına doğru topraklarını da geri almak ister mi istemez mi?

“Bedeli ne olursa olsun!”

Ankara önce sınırın IŞİD dahil tonlarca teröristin girip çıktığı bir kevgire dönüşmesine göz yumduktan sonra, politikasını değiştirmek zorunda kaldı ve IŞİD’i hedef aldı. Ankara’nın Suriye’nin çeşitli güçlerle işgal edilmesiyle. Sınırındaki hem yoğun göçler hem “terörist devletçikler” oluşumunu ülke güvenlik meselesi olarak görmesinin çok anlaşılır yönü var.
ABD destekli PYD yönetimindeki askeri güçlerin Akdeniz’e kadar olan Suriye şeridini işgal ederek “Kürtleştirme” politikası da, bu güvenlik sorunundan biri. İçeride PKK saldırıları, PKK ile savaş ile Suriye topraklarındaki bu gelişme, birbirinden ayrı değil. ABD bu desteğine “IŞİD’i temizleme” amacını gösteriyor, ama herkes biliyor ki bir taşla iki kuş vurmak istiyor.
Cumhurbaşkanı’nın “bedeli ne olursa olsun güneyimizde devlet-devletler kurulmasına izin vermeyeceğiz” söylemi, Türkiye’nin operasyonun ana gerekçesi.

Ama sadece bu kadar mı?

Eğer bu kadarsa, Ankara’nın tek yapacağı, meşru Suriye güçlerine ülkesinin bütünlüğünü sağlaması için askeri dahil yardım etmektir. Şam ile anlaşma ve işbirliği bunun ana garantisidir!
Ama Cumhurbaşkanı’nın söylemi, bunun ötesine taşıyor; “Osmanlı fetihçiliği”ne kapı açıyor, çağrı yapıyor. Suriye ve Irak’ı “haklarımızın olduğu” topraklar olarak görüyor. Bu kendisine, kapı önüne koyduğu ama fetihçi düşüncelerini devraldığı Davutoğlu’ndan miras kaldı!
Kendilerini zaten “Osmanlının devamcısı”, “yeni Osmanlılar” olarak nitelemeleri de, eski topraklarda tarihi miras hakkını canlandırma ve adeta fiiliyata dökme politik hedeflerini açıklıyor. Tarih ve ulusların gelişimi konusunda sıfır bilgi sahibi böyle bir politikanın herhangi bir umudu olabilir mi?
İkincisi, bu “Kaybedilmiş Osmanlı toprakları” üzerindeki hak iddiasını, Türkiye’yi Türkiye yapan uluslararası anlaşmaları adeta tanımadığını belirtme noktasına taşıdı. Lozan anlaşmasını –yalan yanlış konuşmalarla– neredeyse yırtıp atacak, 12 adayı kurtaracak... Atina’nın tepkisine bakın!
Kısa kesersek: Ankara’nın Suriye’ye girme gerekçelerinin haklılığını darmadağın edecek, aslında saklanmayan bir ikinci politika gündemde. Bu şüphesiz ki batak bir politikadır. Türkiye’ye geri tepmesi fazla olur.
Türkiye’nin kuruluş belgelerini tartışmaya açan ve yayılmacı amacını ortaya koyan kimse, o zaman Türkiye’nin varolan sınırlarını da –toprak kaybetme yönünde– tartışmaya açmış demektir.
Tanrım ne tehlike!

BİR KİTAP: “BİZİM LOZAN”

 Yeri gelmişken bir belgesel Lozan kitabından bahsetmeliyim: “Bizim Lozan Lausanne”. Boyut Yayınları Genel Yönetmeni Bülent Özükan’ın çok şık tasarımıyla, İsviçre-Türk Derneği’nin “Lozan’ı daha iyi anlamak ve anlatabilmek için hazırladığı” Türkçe- Fransızca kitap, hem Lozan’ın orijinal belgelerini ve açıklamalarını sunuyor, hem de Mondros ve Sevr anlaşmalarının... Bir koleksiyoner kitabı! Derneğin Başkanı İnci Özalp, Bülent Özükan, Zafer Toprakş, Reyhan Yıldız, Verda Özer yazılarıyla kitapta yer alıyor. Tarihi resimler, vesikalar, yasalar...
Türkiye’nin varoluş belgesi, bu iktidarın tartışmaya açtığı!
28 Kasım 2016 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet




28 Kasım 2016 Pazartesi

Hükümet içinde ayrılık... Gerçek, iktidarın tekelinde... Suriye'de Bizi kim vurdu.

Hükümet içinde bile kimsenin kendi düşüncesini açıkça ve dürüstçe savunamadığı, dile getiremediği adeta bir “çağda” yaşıyoruz. Her şey “Saray’a endeksli.
Son örnek Mehmet Şimşek. Bir Yeni Şafak’ta yazan birisinin AB’nin çöküşe gittiğini belirten yazısına  AB çökmüyor! Tam aksine büyük bir başarı hikayesi. Yaklaşık 510 milyon insan huzur ve refah içinde yaşıyor..." biçimindeki twit notu, parti ve saray trollerinin şiddetli sadırılarına yol açtı. Çünkü şu sırada iktidarın işlediği tema “AB çöküyor”du. Nasıl olur da hem de bir bakan bu teze karşı fikir ileri sürerdi!

Gerçek “biz ne söylüyorsak”

Fatih Tezcan adlı kişi istifayı düşünmezmisin, asimile mi oldun dedi.
En önemli mesaj AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın, “15 yıldır bizi bir arada tutan ve güçlü kılan en önemli şey; söylem bütünlüğü. Buna aykırı her söz, Partimize zarar verir, seçmenimizi üzer” mesajıydı!
Yani diyordu ki kardeşim, söylemlerimiz aynıdır ve topluca çağırır bağırırız, yalan da olsa, gerçek olsa da olmasa da
Yani yalan üzerine kurulan bir iktidarın itirafı.. Bunu biliyoruz zaten, çünkü kitabınızda gerçek-doğru diye bir şey yazmaz. Gerçek, siz neyi nasıl söylüyorsanız odur.
Mehmet Şimşek gerçi geri çekilmedi ama sözlerini düzeltmek zorunda kaldı. Anlayacaklarını sanarak.
Bir bakanın bile doğruyu söyleme özgürlüğünün olmadığı ve hemen boğazlandığı bir iktidar yapısı. Totaliter yapının bizzat ifşası.
Sadece Şimşek mi?

Krizin ağır itirafı

Başbakan Yıldırım da “ortak söylem”den arada sırada kaçacak gibi oluyor. Mesela geçenlerde kendisinden sonra ekonomi konusunda söz söyleyecek kişinin Mehmet Şimşek olduğunu söyledi! Troller henüz ona saldırmaya cesaret edemediler. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’ye ne demeli: “Ohal’in uzatılmasını istemiyorum kardeşim..
Ayrıca Yıldırım, ekonomideki zorluklar üzerine sorulara da “ayakta kalmanın yoluna bakacağız, tedbirini alıyoruz” yanıtını veriyordu.
Türkiye’de iktidar dışardan (ve AB’den) akan trilyonlarla durumu idare etti. Bundan nasiplenen, zenginleşen iktidar ve etekleri altındaki zevat, AB’nin çöktüğünden dem vuruyor! Vay bee! O zaman ilk başta sizler bayır aşağı yuvarlanıp gittiniz demektir! Ne mal satabilirsiniz ne de trilyon bekleyebilirsiniz!

İkili iktidar yapısı

Saray bir kenara. Hükümet içinde reel olmak zorunda olan kesimler var. Ekonomi yönetimi başta geliyor. Durumu net görüyorlar. Kriz burunlarının dibinde. Bence Binali Yıldırım da bunlardan biri.
Ohal’in, bırakın hak hukuk özgürlükleri, yasa ve Anayasa’ya aykırılıkları, keyfi yönetimi ve diktatoryal “oh ne ala ne güzel böyle yönetim..” anlayışının ikidara bütünüyle verdiği büyük zararı… özellikle bu iktidarı orada tutan ekonomi üzerindeki de dağıtıcı etkisi, Nihat Zeybekçi – Mehmet Şimşek gibi durumu net görenleri telaşlandırıyor.
Ama hükümet içinde adeta yalan üzerine yemin etmiş, her durumda Saray söylemine biat etmişler var. Adalet Bakanı da bunlardan biri. Dünya yıkılsa söylenenden aykırı bir şey yapmaz.

Suriye: 17 Şehit asker

İktidar’ın Suriye macerasında kayıp sayımız 17 asker ve subaya yükseldi. Yoğun ve gerçek çatışma cephelerine yaklaştıkça kayıpların artacağının net işareti.
İktidar Suriye Ordusu’na karşı kendi kontrol ettiği ÖSO’yu sürüyor. Şimdi El Bab’da karşı karşıya geldiler. 14 Kasım’da, Türkiye’nin Rus uçağını düşürdüğü tarihin yıldönümünde, Suriye’deki Türk karargahını vurdular. Eylül’de, Ekim’de bir kaç kez Suriye “topraklarımıza girdiniz sizi vururuz” mesajını vermişlerdi.
Bu şüphesiz ki ikili karakterliydi.
İlki, 24 Kasım yıldönümünde Rus uçağına karşılık, bir intikam saldırısının hazırlığıydı.
İkinci anlamı da Türkiye’nin ÖSO’yu kullanarak, Suriye topraklarında Esad’tan kurtarılmış özerk bölgeler ve uydu yönetimler yaratma-kurma politikasına şiddetli bir yanıttı…
Suriye’nün tüm askeri harekat planlarının ardında Rusya var. Bunu görmeyen kördür.. Rus uçağı ve pilotu vurmamıştır, ama Rusların onayı ve desteği ile düzenlenmiş bir saldırıdır.

Yarın, bu noktayı ayrıntılandıracağım.
27 Kasım 2016 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Kasım 2016 Cumartesi

çocuk tecavüz İlkelliğin savunuculuğuna karşı, uygarlık ve çağdaşlığın direnişi şart

Hayır bu kez çocuk tecavüzlerine karşı iktidarın hayırhah tutumu ve adeta teşvik edici sonuçlar yaratacak anlayışına değinmeyeceğim.
Bakan beyin “çocuğun rızası varsa evlensin” biçimindeki, aklın, uygarlık ölçülerinin, çocuk hak ve özgürlüklerinin asla kabul etmeyeceği ucube sözlerine de değinmeyeceğim.
Ki Bakan beyin bu önerisinin, evlenseler bile, var olan yasalara göre, tecavüzü bu kez resmi evlilik kılıfı altında sürekli kılacak bir sonuç doğuracağını da belirtmeyeceğim.
Bu taslağın, çocuk haklarını koruyan yasaları da işlemez duruma getireceğini de..
Yok yok, dinbazların bu çocuk yaştakilere karşı bu bitmez tükenmez ve üstelik dinin arkasına sığınan tasallutlarının nedenlerini de burada sıralamayacağım...

İlkelliğin cesareti

Bu ilkelliğin, günümüzde nasıl böyle cesaretle savunulduğunu da sorgulamayacağım..
Bu düşüncenin iktidara tırmanabilmesinin geçmişteki kilometre taşları üzerine analizlere de dalmayacağım.
Acaba geçmişteki Cumhuriyet iktidarları – siyasetçileri nerelerde hata yaptı diye aklıma soru da takılmayacak..
Hayır, televizyon ekranlarında, neredeyse kız bebekleriyle evlenmeyi öneren ve buna şiddetle karşı çıkanlara “siz dinimize karşı mı çıkıyorsunuz” diyen utanç-rezillik abidelerinin hakkında dava açma cesaretini gösterecek tek bir Cumhuriyet Savcısı kaldı mı acaba, diye de sormayacağım...
Dini, 6, 11, 13 yaşlarındaki, evrensel yasalara göre ise 18 yaştan küçüklere tecavüz etme, evlenme özgürlüğüne indirgeyen anlayışların, iyiyi, güzeli, adaleti önerdiği vazedilen dinlerin gizli-açık düşmanı olup olmadığını da yazmak ve sorgulamak bana düşmez..

İçeri tıkılması gereken tehlike

Bu adamın söylediklerinin tüm erkekleri, tüm kız-erkek çocuklara karşı suç işlemeye teşvik ve tahrik ettiğini; söylediklerinin bir fikir-görüş olmadığını, korumasız çocukların hayat güvencelerini ortadan kaldıracak sonuçlara yol açacağını, ve bu nedenle toplumsal düzeni altüst edecek sonuçları olacağını, tehlikeli bir yaratık olarak içeri tıkılması gerektiğini de yazmayacağım.
Ama “İslam adına” hareket ettiğini beyan edince ve iktidarda da koruyucu liderleri, bakanları, yasa uygulayıcıları, kafa kesicileri olduğunu bilen savcıların kıllarını kıpırdatacak cesaretleri olamayacağını, olsa bile, ceza verecek bir mahkemenin de ülkemizde var olmadığını hiç anımsatmayacağım.

Tecavüzün verimli toprakları

Bu rezil düşüncelerin, bu iktidarın suladığı ve yarattığı verimli topraklarda yeşerdiğini de..
İktidar sahiplerinin de ekrandaki adamlarından farklı düşünmediğini, Meclis’e indirdikleri yasa önerilerinden anlaşıldığını da..
Ekrandaki veya ekran dışındaki bu ucubelerin kendi kız çocuklarını yetişkin erkeklerle evlendirip evlendirmeyeceğini de..
...yazmayacağım ve sormayacağım.

O zaman ne yazacağım?

 Evet bunları yazmayacaksam neyi yazacağım!
Belki şu haberi anımsatırım, bu kültürün tepedeki sahiplerinin kimler olduğuna ilişkin bir fikir verebilsin diye:
Yeni Türkiye’nin Rektörü: Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, okuma yazma arttıkça kendisine afakanlar bastığını ve cahil, okumamış halka daha çok güvendiğini, ülkeyi ayakta tutacak olanların okumamış cahil halk olduğunu söyledi.”
Veee da şunu anımsatmalıyım:

Uygarlık ve çağdaşlığın direnişi şart

İktidar sahiplerinin şimdi 3’ten 5’e çıkarttıkları çocuk yapma vaazlarının da, yukarıdan aşağı tarif etmeye çalıştığım bu ikelliğin verimli topraklarını, kendileri için daha verimli hale getirmeye yönelik olduğunu.
Yoksulluğu teşvik, yurttaşı insanca ve özgürce yaşayacağı bir ekonomik ve kültürel düzeye asla yükseltmeme politikasını..
Türkiye daha iyiye yol almıyor en azından bu kısa sürede; tersine her türlü ilkelliğin boy pos atacağı bir ülke yaratılıyor.
Buna karış tek çare, uygarlığın ve çağdaşlığın direnişidir.

Tıpkı çocuk tecavüzcülerine karşı ayağa kalkıldığı gibi.
24 Kasım 2016 Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet