Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Kasım 2020 Pazartesi

Deva ve Gelecek, tek adam rejimine karşı demokrasiyi güçlendirir

 

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 29 Kasım Pazar, 2020

                       

Bir süredir aklımda dönüp dolaşıyordu, yeni kurulan partiler muhalefeti dağıtıyor demokrasiyi zayıflatıyor, ülkemizdeki tek adam rejimini güçlendiriyor ve diktatoryaya daha mı çok yaklaştırıyor?

Bu görüşün kaynağı “rejime, tek adama karşı gelişen muhalefeti dağıtması” görüşüdür.

Bir de, “iktidarın parçası” oldukları görüşüdür.

Kurucularına “bizim cenah”tan bazı uç noktalarda ağır eleştiriler ve reddiyeler yöneltildiğini görürüz.

Eleştiriler “hesap sorar”. Kurucular “sigaya çekilir”. Ortak oldukları RTE iktidarındaki pozisyonları ortaklıkları dile getirilir, aslında söylenmek istenen, “yoktur birbirlerinden farklılıkları”dır. En iyisi “hepsi kahrolsunlar”dır. “Önce iktidar dönemlerinin hesabını versinler, şöyle devrimci adam gibi özeleştirilerini yapsınlar, sonra parti kursunlar ve legalite kazansınlar”!...

 

Hiç öyle düşünmüyorum

 

Hiç mi hiç... Mesela Deva ve Gelecek Partisi’nin kuruluşlarının iyi olduğu ve demokrasi cephesini genişlettiği kanısındayım.

Hele bu partilerin otoriter yönetimden ayrılanlar – kopanlar tarafından kurulduğu düşünülürse.

Daha da önem kazanır partileri...

Bu partiler RTE iktidarının parçalanması, zayıflaması, dağılması ve RTE otoritaryanizminin giderek güçlenmesi dönemlerinin doğumlarıdır.

Tek adam rejimi, iktidarın “güçlü hali”ni resmetmez, giderek artan otoritaryanizmi, zayıflığının dağılmasının ifadesidir.

AKP ve RTE iktidarı parçalanmıştır.

Bu iki parti ve kurucuları, RTE Partisi içinde varlıklarını sürdürememişlerdir. RTE tekadamlaştıkça, partisi içindekilere, tabii ki önde gelenlere iki seçenek kalıyor: Ya RTE’nin suretleri olacaklar, her şeyi kabul edecekler ve liderin yüceltilmesine en büyük desteği verecekler... Ya da atıl ve sessiz kalacaklar ve güçlü kişilikleri ve cesaretleri varsa ayrılıp partileşecekler.

 

Sıradanlaşmaya reddiye

 

Bugün AKP’nin, kuruluş zamanıyla zerre ilgisi kalmamıştır. Ne söylemi ne programı ve uygulaması ne de kurucuları açısından. Bir tek RTE vardır.

Baş otoritenin partide yaptığı tam bir sıradanlaştırmadır.

Sıradanlaştırılmayı sıradanlaşmayı kabul etmeyenler kenara itilmiş, işlevsizleştirilmiş, siyasetten arındırılmışlardır.

Bunlar, liderden aynı zamanda farklı görüşleri savunanlardır.

Onların bir kısmı ayrılarak iki partide siyasi varlıklarını sürdürmeye karar verdiler.

Bir kısmı YİK kızağına çekilerek, özgür ve bağımsız konuşmamak koşuluyla “onurlandırılmayı” tercih ettiler. Söyleyecekleri bir şey varsa, YİK ne güne duruyor!

 

İki yeni parti varlığı iyidir

 

Onlar da geliştikçe, tek adamlık zayıflayacaktır. Hem tek adam partisine oy verenlerden bir kısmı onlara göz kırpacak hem de iktidarın – tek adamın etki alanı, yeni ve eski seçmene ulaşmakta zorlanacak veya olanaksızlaşacak.

Bu etkiye iktidara karşı “demokrasi çemberi”nin genişlemesi diyebilirsiniz.

Böyle dönemlerde dişli partilerin, kazandıkları demokrasi alanlarını savunması ve bu alanlarını genişletme çabaları, önemlidir.

Türkiye sanıldığından çok daha büyük ve ağır bir siyasette kültürde ilişkilerde ekonomide toplumsal ilişkilerde kirlenme, kötüleşme yaşadı ve yaşamaktadır.

 

Büyük bir fırsat var önümüzde

 

Hele ekonomide... hele hukukta.. hele insan temel hak ve özgürlüklerde... hele üniversitelerde... hele ülkenin ve hazinenin kaynaklarını keyfi yönetmekte çarçur etmekte ve peşkeş çekmekte.. hele dış politika uygulamalarında ve tercihlerinde...

Ve bu tablo ağırlaşarak sürüyor.

Yani farklı çekim merkezlerinin çoğalması, 18 yıllık bir dönemin parçalanması ve değişmesi açısından olumludur, dahası acil ihtiyaçtır.

İktidar medyası ve kalemşörlerine bakın tersini yapın.

Amiral Battı mesela, bu parti liderlerini aşağılamak için çırpınıyor.

Türkiye’yi büyük bir “onarım süreci” bekliyor.

Büyük onarım süreçleri büyük çöküşlerden sonra devreye girer.

Ülkenin önünde, kaçmaması ve çok yönlü katkılar gerektiren büyük bir fırsat var...

Adeta yeni ve yeniden bir kuruluş!

27 Kasım 2020 Cuma

Demirtaş ve Kavala serbest kalır: “Yargıya talimat verilemez” meselesi

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 26 Kasım Perşembe, 2020   

 

                                 

“Küçük Ortak”ın, Arınç’ın Kavala ve Demirtaş ile ilgili yaptığı açıklamalara şiddetli yanıtı ile iktidar cephesinde patlayan “güncel anlaşmazlık”, Bülent Arınç feda edilerek işler yoluna girdi. Salı yazımda ortaklığın bozulması konusunda “zamanı gelince” demiştim. Seçimlere 2,5 yıl olduğuna öre, önümüzdeki 1,5 yıl belirleyici olacak. Bu konuyu sürdüreceğim, bazılarını çok sinirlendirse bile!

Küçük ortağın, üstelik depremsi şiddette, Cumhur ittifakına ve hükümete sahip çıkması, Cumhur ittifakına en çok onların ihtiyacı olduğunu gösterdi.

 

Kim kontrol ediyor

 

Oysa Cumhurbaşkanının var, parlamenter sisteme geri dönmek ve bu çerçevede yeni ittifaklar kurmak fikri, iktidarda kalmak için en son seçenek olsa dahi var.

Şu ortak kanaate katılmıyorum: “Küçük Ortak” iktidarı kontrol ediyor, ipleri elinde tutuyor!

Hayır, bence ipler RTE’nin elinde. “Küçük Ortağı” iktidarı için elinde tutuyor. Yeni bir olasılık (henüz) yoksa, bu ittifakı sürdürecektir. Arınç gibi tavizler de vererek.

Ama iktidarının devamı için şart olan pek çok şeyi de gerçekleştirmek için ortağını peşinden sürükleyecektir.

 

Ana fikir gözden kaçmasın

 

İktidar ekonomiyi batırdı, dış politikasında da Türkiye’nin dış ekonomik- mali ilişkiler açısından tamamen bağlı olduğu batı (Avrupa ve ABD) ile pek çok konuda çatışma halindedir; ilişkilerin sıfır ve sıfırın altına inmesi durumu ortaya çıkarsa, bunun ekonomiye etkisi iki kat batmak olacaktır.

Saray, dış siyasi ilişkileri sürdürülebilir tutmak ve ülkeye sermaye akışını sağlamak zorunda. Ekonomik ve sosyal düzeni en azından biraz ayağa kaldırmanın tek yolu bu.

Bunun yolu da, ekonomide, yargı /hukukta ve demokrasi de, en azından Batıya umut verici adımlar atmaktan geçiyor. Ve dış ilişkilerde iyileştirmelerden.

 

“Ortak” engelleyemez

 

Saray, 1 $= 10 TL’yi engelleyemeyeceğini, daha büyük çöküşlerin kapıda olduğunu görünce, “reform /iyileştirme şart” gerçekleriyle yüzleşti. “Ekonomik kötülüklerin” günah keçisi olarak, Berat Albayrak’ı görevden aldı ve “yeni dönem” açtığını ilan etti.

Kesin bilgidir ve savunup duruyorum: Buradan geri dönüşü olmaz. Bir şeyler yapmak zorunda. Ve yapılacakları ortağının engellemesi söz konusu değil. Sessiz veya sesli destekleyecek.

Çünkü “yapılacaklar” aynı zamanda Saray iktidarının sürmesi / veya çökmesi ile ilgilidir. Yani hayat memat meselesi! Ortağın, çok sevdiği ortaklığının sürmesi de buna bağlıdır. Bu nedenle Arınç (ve başka küçük şeyler) ile yetinecek.

 

Kavala ve Demirtaş bırakılır

 

RTE dünkü konuşmasında Bütçe görüşmelerinin ardından kapsamlı reformları birer birer hayata geçireceğiz. Hukuk reformlarını da hızlandırıyoruz. Yargı Reformu Stratejisi Belgesi’yle ilgili 3 paket Meclisimizde kabul edildi. Diğer reformları da paketler halinde Meclis'e taşıyacağız. İnsan Hakları Eylem Planı'na ekonomide güven iklimini artıracak şekilde genişleterek son halini vereceğiz."

Neler içeriyor bu “reformlar” bilmiyoruz, ama tatmin edici adımlar atmak zorunda, ortağı da destekleyecek.

RTE bunun için de yargıya seslendi: ...değerli yargı mensupları Anayasa'nın 138. maddesi beni ne kadar muhatap alıyorsa aynı şekilde benim dışımdakileri de muhatap alıyor. 138. maddeyi eze eze kullananlara karşı gereğini neden yapmıyorsunuz? Gereken adımları neden atmıyorsunuz? Size birilerinin talimat verme hakkı var mı?”

RTE, yargıya, kimse size ne yapacağınız konusunda talimat veremez, yasalara ve Anayasa’ya uygun kararlarınızı verin, diyor.

Bu bağlamda, hukuksuzluğun simgesi haline gelen, çok yaygın hukuksuzlukların önde gelen isminin, Selahattin Demirtaş ve Kavala’nın da gecikmeden bırakılacağını göreceğiz.

Bu durumdan tamamen sorumlu olan iktidar, yeni politika gereği, “özgür, yasalara bağlı yargı”nın gereğini yapmasını istemektedir. Ve şunu da ekleyerek: Reform gündemini Cumhur İttifakı olarak hayata geçireceğiz.

 

”Mafya rol modeli olamaz”

 

 Bir nokta daha:  Saray’ın “First Leydi”si Emine Hanım dün “Mafya babaları, zorbalar rol modeli olmaz” diyerek, küçük ortağa karşı görüş açıkladı. Bu, RTE’nin müttefikine yanıtıdır. Emine hanımın karşısında bir muhatap olmadığı için bu paylaşımı yanıtsız kalacaktır. Ama ortaklar arasında durum budur.

Not: Bahçeli bey Salı günkü yazımı anarak, hiç bir demokratik siyasal anlayışa sığmayacak “alışık” laflar etti. Hem bana hem Cumhuriyet’e. Bu ifadeleri şiddetle kınıyorum ve hepsini geri çeviriyorum. Belki yazımdaki “satar” ifadesinin yerine, siyasi bir sözcük, mesela “ittifakı bozar” vb kullanmalıydım.

25 Kasım 2020 Çarşamba

150 aşı gündemde: Bilim 2 yıl içinde korona belasından insanlığı kurtarır

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 24 Kasım Salı, 2020

                                 

Bilim insanlığı, ekonomisiyle tüm sosyal hayatıyla kurtarma yolunda dev adımlarla ilerliyor. Aralık ayında sınırlı olarak ABD’de halk üzerinde resmen uygulanmasına başlanacak ilk iki aşının. Yani, Türk bilimcilerin yönettiği Pfizer ile ortaklık yapan Alman şirketi BioNtech ve Amerikan Moderna açıları. Bu iki aşı birbirine benzer yeni aşı teknolojileriyle üretildi.. Sonuçları birbirine çok yakın, dolayısıyla yeni teknolojiyi de başarıyla test etmiş oldular.

Dün de üçüncü bir ciddi aşı daha gündeme girdi. Oxford Üniversitesi ile İngiliz – İsveç ilaç tekeli Astra-Zeneca işbirliği ile geliştirilen aşı üzerine ilk açıklanan rapora göre, ortalama yüzde 70 etkililik sağladı. Doza göre bu yüzde 90’a da çıktı. Bu aşının denemeleri 3.Faz’da 10 bin kişi üzerinde sürüyor, ve açıklamalar ilk 131 kişi üzerindeki sonuçların değerlendirilmesini içeriyor. Ciddi hiç bir yan etkiye de rastlanmadığı belirtiliyor.

 

150 aşı daha deneniyor

 

Bu aşının etkililiği diğer ilk aşının yüzde 95 üzerinde etkinliğine göre düşük. Ama aşı altı aya kadar normal soğutulmuş koşullarda saklanabiliyor ve taşınabiliyor. Bu açıdan dünyaya dağıtımı hızlı ve kullanımı daha kolay olacak.

Dünyada ve bu arada Türkiye dahil, 150’yı aşkın aşı adayı, klinik aşamada test ediliyor.

Bu aşılardan 50 kadarı, çok büyük kitleleri kapsayan son aşı deneme aşamasında. Çin aşısı bunlar arasında ve FAZ-3 son denemelerini Türkiye’de de 20.000 kişi üzerinde sürdürüyor. Çin aşısı aynı zamanda Brezilya ve daha birçok ülkede kitlesel denemelerini sürdürüyor.

Bu aşının da ilk sonuçları Aralık – Ocak ayında açıklanır. Ayrıca Çin’de iki aşı daha son aşamalarında. Son aşamalarında olan bir kaç Rus aşısı da var, bunlardan en az biri Türkiye’de deneniyor.

 

Yerli aşımızın durumu

 

Türkiye’den bir yerli aşı FAZ-1 diye bilinen ilk insan grubunda klinik testlerine başladı. Sanırım en az 50 kişiyi kapsayan grupta testleri başarıyla geçerse, FAZ-2’ye geçilecek ve daha büyük sayıda insanda denenecek. FZ –3 aşaması ise 10.000’ini aşan büyük bir grupta denenecek.

Bu yerli aşının, her şeyi başarıyla geçer ve etkinliği ve güvenirliği kanıtlanırsa, ancak 2011 sonuna doğru ciddi anlamda kullanıma girebileceği söylenebilir.

Umarım diğer yerli aşı çalışmalarından da iyi sonuçlar alınır ve seviniriz.

 

Bilim kurtarıcı

 

Dediğimiz gibi, 50 kadar aşı ciddi olarak dünyanın gündemine düşmeye hazırlanıyor.

Dünya bilimi kurtarıcı rolde. Üstelik 10 ay gibi kısa sürede.

Aşıların üretilmesi geçmiş yıllarda onlarca yıl sürdüğü göz önüne alınırsa, bilimin günümüzde özellikle canlıların biyolojisi üzerinde ne kadar büyük bir bilgi birikimine sahip olduğu açıkça görülüyor. Üstelik yeni teknolojileri de devreye sokarak.

Bu duruma göre, 2021 yılının çok sayıda aşının kullanıma gireceğini söyleyebiliriz.

2022 yılı ise, dünyanın korona belasından büyük ölçüde kurtulacağı yıl olur.

 

Komplo teoricileri ne yapacak

 

Kovit-19 belası dünya üzerinde yaygınlığını kaybeder ve sadece belirli bölgelerde lokalize olarak varlığını sürdürür, bir süre daha.

Umarım... ve umarım Kovit-19 belası, bilimin aşılarıyla dans etmeye kalkmaz, aşıları etkisiz hale getirecek yeni biçimlere girmez.

Bilime güvenin. Komplo teorilerine, uydurmalara, safsatalara kapılmayın. Aklı, analizi, gözlemi ve gerçeği görmeye çalışalım. Komplo teorileri ileri süren, bilimle sıfır ilişkisi olduğu halde teoriler ileri süren kör inançların papaz takımı da, en azından aralarından birileri yanlış düşündüklerini ve halka yanlış kanaatler yaydıklarını yazma cesareti gösterirler.. Gösterirler mi?

Bu haftaki Herkese Bilim Teknoloji dergisi, aşıdaki başarılar ele alıyor ve iki Türk’ün yönettiği BioNtech’in başarısını kapağa taşıyor. Okuyun.

24 Kasım 2020 Salı

RTE Bahçeli’yi de harcar, Bahçeli de RTE’yi, zamanı var...

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 23 Kasım Pazartesi, 2020

 
 
Yerimiz hedefimiz Avrupa Birliği, yargı ve demokrasi reformu yapacağız, bir an önce Meclis’ten geçireceğiz, diyen Cumhurbaşkanı, bu doğrultuda görüş belirten ve doğru içerik kazandıran Bülent Arınç’ı hedef aldı, “bizimle asla ilgili olmayan kimi bireysel açıklamalar ile reform gündemimize yaptığımız vurgular bahane edilerek yeni bir fitne ateşi yakılma çalışıldığını görüyoruz. Geçmişte birlikte çalışmış olsak bile hiç kimsenin şahsi ifadeleri Cumhurbaşkanı ile, hükümetimizle, partimizle ilişkili hale getirilemez” dedi.
Fitne ateşini yakan Arınç ve yorumlayarak ateş harlatan da bizim gibi yazarlar ve siyasetçiler. Hepimiz topun ağzına dizildik.
Arınç işaret alarak konuşacak bir adam değil demiştim. Geçmişte de Cumhurbaşkanına aykırı düşen açıklamalar yapmış, ama o zamanlar, mesela 2011’de Şike Davası konusunda RTE ile tam ters düşünce “hayatımın hatasını yaptım” diyerek özür dilemişti.
Cumhurbaşkanının “fitne” açıklamasına yanıt verir mi yine özür diler mi bilmiyorum.

 “Konuşmama kurulu” mu?
RTE’nin Parti politikasının dışına ittiği bazı “önde gelen eski tüfek” AKP’lileri, özellikle eski Meclis Başkanlarını çevresinde tutmak için kurduğu Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’na üye Arınç.
Cumhurbaşkanı “Batıya, normal ekonomiye, demokrasiye ve yargıya “reform dümeni” kırınca, tüm bu yorumların yapılacağını, Bülent Arınç ve Cemil Çiçek gibi politikacıların (Sedat Ergin ile söyleşi)  konuşmayacağını mı varsaydı bilemiyorum. Yüksek İstişare Kurulu, “konuşmama” amacıyla mı kurulmuştu?  
Şunu belirteyim, Cumhurbaşkanı, açıklamalarının Cumhur İttifakına dayanmasından, yarattığı etkilerden ve olası sonuçlarından sanki korktu, endişe etti.
Buna hazırlıklı değil.
 
Cumhur koalisyonu sarsıntıda
 
RTE, henüz muhtemel olasılıkları elinin altında tutmuyor. Yolunu yordamını belirlememiş. MHP gibi en aşırı noktada bir parti ile kurduğu koalisyonun, dümeni batıya kırma, demokrasi, yargı reformu gibi gelişmeleri kaldıramayacağının hesabını yoksa yapmamış mı? Bu en önemli konuları ortağı ile hiç konuşmadan harekete geçmesinin yarattığı rahatsızlıkları yaşıyoruz aynı zamanda.
Sadece o değil, aynı zamanda partisinin bazı elemanları da, Arınç’a adeta kustular.
Düne kadar batılı liderlerin “faşistliklerini”, “Hitler artıklıklarını” ve “emperyalistliklerini” bırakmayan, hadi diyelim iç politikaya katık yaptıkları için şimdi “ekonomi aşkına” daha ılımlı bir politikaya yönelmeleri anlaşılır. Fakat MHP Erdoğan kadar esnek değil bu konuda. Gerçi 2013- 2014’te Erdoğan’a söylemediği hakaret kalmayan Bahçeli’nin 180 derece geri dönüşü yaparak en büyük destekçisi olduğunu da gördük.
 
Fakat durum şimdi farklı
 
Cumhurbaşkanı iktidarı için en yakınını, damadını harcamış bir lider. MHP’yi mi harcamayacak?! Veya MHP, zamanı ve anı gelince Erdoğan’ı mı harcamayacak ve 2014 politikasına geri dönmeyecek..
Bunların hepsi olur. Zamanı ve anı gelince.
RTE’nin dünkü konuşması, hem ilk söylediklerinin tekrarı, ama hem de MHP’yi ve kendi içinde taraftarlarını ve bir kısım seçmenini sakinleştirme konuşması gibi geldi ana.
Batıya açılma, adalet ve demokrasi reformu gibi konuların içeriklerini açıklayacak olan Arınç değil, gerekirse bizzat kendisi olduğunu belirtiyor; hele bu açıklamaların neredeyse RTE talimatıyla yapıldığına ilişkin yorumlar sökün edince, Arınç “zılgıtı yedi”.
 
“Başarırsa yine..” söylemi
 
Yaygın kanaat, RTE’nin bahsettiği reformlara inanmadığı ve Batıyı, yatırımcıyı, ekonomiyi, milleti oyalama için bunları dile getirdiği.
Bir de bu reformların içeriği konusunda zerre bilgi yok. Ne kastediliyor?
Ama ortada tek gerçek var: 2,5 yıla kalmadan, ekonomiyi ayağa kaldırmak ve “işte başarırsa yine Erdoğan başarır, demedik mi” söylemlerine haklılık kazandırmak.
Para yok, yatırım yok, güven yok, saydamlık yok, hukuk yok, demokrasi yok, keyfi yönetim var.. peki bunu nasıl yapacak?
Eğer vurgu yaptıklarını hayata geçirmezse? MHP’yi ne yapacak, onu dize getirmezse?
Umutsuzluk diz boyu!
Siyaset çok renklendi!

23 Kasım 2020 Pazartesi

Saray MHP ile yol ayrımında (mı?)

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 22 Kasım Pazar, 2020

 

 

Gemi karaya oturunca Avrupa’ya imdat çağrısı gitti. Türkiye’den ve dünyadan gemiyi (ve kaptanı olan iktidarı- RTE’yi tabii) kurtaracak kimse yoktu. Dört bir yan çıkmaz sokak. İç, ekonomi ve dış politika, kör inançların kılavuzluğunda battı.

Şimdi tam bir dönüş. Bu dönüşte MHP’ye yer yok, çünkü Bahçeli bunu yapamaz. Saray MHP ile Avrupa’ya mı yürüyecek? Almanya Ülkü Ocaklarını kapatırken... Avusturya karışırken...ve ülke içinde yeraltı dünyasının silahları Kılıçdaroğlu’na doğrultulurken. Ve siyaseti silah bulaşmışken...

RTE, tüm politikasını her zaman kendisinin iktidarda ve ayakta kalmasına göre kurmuştur. 18 yıla bakın, yanında kimse yoktur. Kalanlar sadece biat edenlerdir.

 

İmajını tazeleyebilir mi?

 

Şimdi 2,5 yılı var, seçimlere kadar. Çok yıpranmıştır. Büyüsü falan kalmamıştır. Ekonomi bir enkazdır. Avrupa’da imajı sıfırdır. Dolayısıyla ne kadar vaatte bulunsanız bile “Türkiye’de iyi kazanç var, koşalım” diyecek yatırımcı ve sermaye kalmamıştır veya azdır. Gelecek olan da kalıcı değil vur-kaççı paradır.

2,5 yılı geçiremezler. 2023 Haziranında seçimleri katakulli ile cebe atma olasılıkları da sıfırdır. O zaman açık bir diktaya geçmeleri gerekir ki Türkiye gibi bir ülke için bu artık söz konusu bile olamaz. Ülke elden çıkar.

Saray, ayakta kalmanın tek yolu olarak Avrupa’yı görüyor. Bir süredir, demokrasiyi inşa edeceğiz, adaleti hukuku inşa edeceğiz politikasının ardında, bu değerleri önemseyen AB’ye yönelme vardı. Dün de RTE bunu resmen açıkladı. Saray’ın kurmayları bir süredir AB merkezlerinde kulis yapıyor. Yunanistan ile çatışma, gerilimi arttırma ve içeride milli duyguları yükselterek, 2015 Kasım seçimlerine giden 5 aylık korku tüneline girdiğimiz günler gibi, milli beka korkusu ve endişesi yaratarak, yeniden iktidar olma politikasını “olmaz” gördüler demek ki. Bu iyi bir şey! İnşallah!

 

MHP ile yol ayrımı

 

AB ile Akdeniz’de uzlaşma olacak demektir bu da. Türkiye’nın çıkarlarının mutlaka “hücumbot politikası” ile savunulamayacağı ve bunu gerçekleştirmenin başka ve barışçıl yolları olduğu gerçeğine vardılar.

Gerçek dünyaya hoş geldiniz.

AKP yol ayrımında. Şimdi masada MHP var. Cumhur ittifakının yürüyeceği yok. Çünkü MHP’nin Saray gibi 180 derece rota kırma refleksi sıfır. Hele siyasete yeraltı karıştıktan sonra. Bu iş biter.

Arınç, RTE’nin Yeni Dönem, demokrasi hukuk reformu nutuklarından hareket ederek, buna uygun konuştu. Talimat alması gerekmiyor. İçişleri Bakanlığı’nın Diyarbakır göz altıları, MHP’nin, Saray’ın hukuk ve demokrasi reformları politikasına ve Arınç’a verdiği yanıt gibi duruyor.

 

Peki ne olur?

 

RTE MHP olmadan 2,5 yıl iktidarda kalabilir mi? O zaman ağır bir bedel ödemesi gerekir, bu da Saray’ın tek adam hükümet sistemidir. Aslında sistem çökmüştür aynı zamanda. Uzlaşarak, bir referandumla güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilebilir. O zamana kadar da Meclis RTE iktidarına tahammül edebilir. Saray, “en çok oyu yine AKP alır ve birinci parti olarak iktidar şansımızı koruruz” diye düşünebilir.

Çok mu iyimserim?

Türkiye’nin esenliği ve geleceği için Saray’ın kurduğu rejimden kurtulmak tek şans. Bu yol AKP’ye de varlığını sürdürme şansı verebilir. Dahası, kendisinden ayrılan partileri ve seçmeni de yeniden toparlama düşü kurdurabilir.

Siyasette yollar tükenmez, ama yarın çok şeye gebe, bakalım neler doğuracak günler.

 

Bunun hesabı sorulmalı

 

Şu grafiği Mahfi Eğilmez’den alıyorum.

 

image.png

Yıldız’ın bulunduğu yere kadar dolar kurunu yükselttiler. O noktaya kadar 125 milyar dolarını sattılar ülkenin, durmadan yükselen dövizi tutmak için. Oysa bir söz yeterliydi yükselişin durması için.

Bu kadar büyük bir ülke batırma politikası olur mu, olur. Arkasında Saray ve hükümet, Damat beyin, maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz, rekabetçi kur yaratıyoruz, kurla ilgilenmiyoruz, gevezelikleri ile geçen 5 ay ve 1 dolar=10 TL ye beş kala, Damat’ı kapı dışarı ederek ve piyasa kurallarına uyacağız demeleriyle, bir söz üzerine dolar hızla düştü. Çünkü satacak dolarları kalmamıştı.

125 milyar doların hesabını birileri vermeli...

20 Kasım 2020 Cuma

“Devlet benim”, “belediyeler de benim, başka yönetim olamaz...”

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 19 Kasım Perşembe, 2020

İç İşleri Bakanının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında Kanal İstanbul’u kastederek “devlet projesine karşı çıkmak”tan soruşturma açması akla “devlet benim” ünlü tarihsel kavramını getirdi.

15 yaşındaki Fransa Kralı 14. Louis’in, Fransa Meclisi’nin Kralın öngördüğü vergilerden bir kısmını reddetmesi üzerine, ne demek bu, kral benim devlet de benim benzeri sözler dediği söylenir; kamçısını çizmelerine vurarak!

Böylece bu kavram siyasal yönetim terminolojisine girmiştir ve yeri geldiğinde benzerlikler ortaya çıkınca sık sık anımsatılır.

Mutlak monarşilerde (sultanlık, padişahlık, emirlik..) sultan, kral aynı zamanda devletin de mutlak yöneticisidir, başkanıdır. Aslında askeri diktatörlüklerde de darbeciler geçici veya kalabildiği sürece devletin mutlak hakimidir, başkanıdır.

Yani “devlet onlardır”, çünkü devleti polisiyle askeriyle yargısıyla tüm aygıtıyla istedikleri gibi keyfi olarak kullanırlar, aynı zamanda halka karşı bir zulüm aracı olarak. Osmanlı Sultanı Hünkarı da mutlak devletti, hatta, devletin de ötesiydi; bu türlerin hemen hepsi üstelik Tanrının atadığı mutlak hükümdar kılığını da giyerler. Tanrının seçtiği kimselerdir ve bu nedenle de iktidarlarının, soyları – soplarıyla birlikte ebedi olduklarını söylerler.

 

Seçilenler devlet değildir

 

Fakat bunların büyük çoğunluğu yıkılmıştır, (mutlak güce inananlar isterlerse mutlakıyetlerin hepsini Tanrı’nın yıktığını ve gücü halka verdiğine inanabilirler!)

Günümüz göstermelik monarşilerinde (kraliyet ailesini devlet başkanı statüsünde tutan, ama tüm yetkilerin millet iradesiyle seçilmiş başbakan ve hükümette olduğu esas olarak parlamenter sistemlerle yönetilirler (İngiltere, Danimarka vb gibi). Dolayısıyla “devlet değil”lerdir.

Seçilen hiç bir iktidar “devlet” değildir. Geçicidir, devlet ise kalıcıdır. İktidarlar yönetime geldiklerinde anayasal ve yasalar çerçevesinde devleti yönetirler. Devletin bürokratları, memurları vardır, onlar devletin sürekliliğini sağlarlar ve yasalar çerçevesinde hareket etmekle yükümlüdürler.

 

“Devlet projesi” sorunu

 

İç İşleri Bakanı’nın Kanal İstanbul’u “devlet projesi” nitelemesi ve soruşturma açması, nasıl bir siyasal düzende yaşadığımızı sorgulama ihtiyacını gündeme getiriyor.

Murat Karayalçın’ın dün Gazete’de (Cumhuriyet) yayınlanan açıklamasından öğreniyoruz ki, devlet projeleri diye bir uygulama var. 3 bin kadar. Fakat arasında Kanal İstanbul yok.

Olsa bile ayrıca “devlet projesi”ne karşı çıkmak nasıl suç kapsamına girer? Siyasal iktidarlar tarafından uygulanmayan, iptal edilen, sürdürülmeyen, tamamlanmayan “devlet projesi” mi yok... Bugüne kadar hangi siyasal iktidardan böyle bir suç karşılığı hesap sorulmuştur... Bugüne kadar “devlet projesi”ne karşı çıktığı için herhangi bir kimse hakkında soruşturma açılmış mıdır?

 

Belediyeler üzerinde vesayet

 

 İktidar, tüm belediyeleri, yasaların onlara verdiği hakları, yetkileri gasp ederek, yok sayarak, kendi siyasal iktidarının bir uzantısı olarak görme eğilimindedir. Belediyeler üzerinde tam bir merkezi vesayet politikası uygulama eğilimindedir..

Kendi partisinden seçilmiş belediyeler üzerinde zaten tam bir vesayeti vardır. Bu vesayeti muhalif belediyeler üzerine de yaymaktadır. Burada anımsatalım ki, HDP’nin seçilmiş belediye başkanlarının neredeyse hepsini görevden alarak, yerlerine kendi memurlarını ataması da, halkın iradesini yok sayma ve tüm belediyeler üzerinde kendi vesayetini kurma anlayışının bir parçasıdır.

Bunu şuna benzetiliriz: Bu ülkede tek bir yönetim vardır, Saray ve kurduğu hükümet. Tüm diğer yönetimler, belediyeler dahil, Saray’ın politikalarının anlayışının bir uzantısıdır, parçasıdır, buna karşı çıkanlar yaşayamaz.

 

Devletin ta kendisiyim

 

AKP iktidarı, Saray, “tam devlet” olmuş durumdadır. Tüm valiler, kaymakamlar, devletin değil AKP’nin memuru durumundadırlar.

Anayasanın sık sık tanınmadığı, yasaların sık sık çiğnendiği veya etrafında dolaşıldığı, Meclis dahil (18 yıldır sadece AKP yasaları çıkmıştır) ülkenin tüm yönetim kurumlarının (iş dünyası dahil) birimlerinin bütünsel mutlak bir otoriter rejimin parçasına dönüştürüldüğü, aykırı hareket eden veya düşünce belirtenlerin korkutulup sindirildiği bir rejim içinde yaşıyoruz.

Muhalif belediyelerin de yok sayıldığı bir yetki ve görev gaspı da, “devlet benim” (veya ben devletin ta kendisiyim!) anlayışının genişletilerek sürdürüldüğünü görüyoruz.

Dakika bir -gol bir-iki , Yeni Dönem ve..

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 17 Kasım Salı, 2020

 

Cumhurbaşkanı demokrasi ve hukuk reformu hazırlıyoruz, sözlerini üç gündür vurgulayıp duruyor ya, iyimserlikten ortalık yıkılıyor. Yaşasın demokrasiye dönüyoruz, hukuk devletine dönüyoruz... Piyasa kurallarına göre ekonomi çalışacak...

Bazı gazeteci yazarlarımız o altın AKP dönemine geri geliyor RTE diye yazmaya söylemeye başladı. Doların Avro’nun düşmesine bakılacak olursa, Cumhurbaşkanının açıklamaları kısmi bir güven ortamı yaratmış gibi, henüz ortalıkta elle tutulur bir şey olmasa da.

 

Piyasa şöyle düşündü:

 

1- Cumhurbaşkanının 2,5 yılı aşkın bir görev süreci daha var. Döviz füze gibi yükseliyor, döviz yok, 16 milyar dolarlarını geçen ay yabancılar alıp çıkmışlar ülkeden, doğrudan yatırımlar en alt limitte, yerli bile yatırım yapmıyor, 100 milyarlarını ülke dışında tutuyor, ekonomi çökmüş, şeffaflık güven öngörülebilirlik Türkiye ve ekonomi için sıfır, bugün böyle ama yarın ne yapacağı belli değil iktidarın...

2- AKP’nin oyu yüzde 30’un altını görmüş, yarın seçim olsa seçilemeyecek.

3- Bu durumda tam tersi politikalara yönelmeyecekte ne yapacak Cumhurbaşkanı. Eli mecbur.

 

Dümeni tersine kırdı

 

Bu durumda Cumhurbaşkanı ekonomide kendisini yeniden ciddi seçilme potasına sokacak değişimleri yapmak zorunda.

Fakat biliniyor ki özellikle dışarıdaki yatırımcılara gel yatırıp yap dediğinizde, onlar öncelikle ülke raporuna bakıyorlar, sadece ona sunduğun ekonomik teşviklere değil. Güven konusu bir bütündür, hukuk ve demokrasi ekonomi ile birlikte hareket eder.

Yatırımcı, evet yatırdım için olanaklar var ama bu ülkede ne demokrasi var (otoriter rejim, özgür olmayan ülke) ne hukuk (keyfi tutuklamalar, mala mülke el koymalar, iktidara bağlı mahkemeler, basına ekonomik baskılar – göz altılar ve tutuklamalar).. İfade özgürlüğü zor, Cumhurbaşkanı 62 bin den fazla kişiye dava açmış, sokaktaki vatandaş hükümet aleyhine söz mü söyledi, karakola çekiliyor... Suç yok ama insanlar içeride, Kavala bunların simgesi gibi.

 

Başka çare yok

 

Peki, Cumhurbaşkanı demokrasi ve hukuk reformundan ne kastetti, bilmiyoruz.

Mesela hukuk, adalet mekanizmasının tamamen Cumhurbaşkanının, partinin yandaş atamalarına bağlı bir yargı sisteminde nasıl bir reform yapacaklar? Tarafsız ve bağımsız bir yargı bu mümkün olabilir mi?

İnsanların, parti liderlerinin iktidarca yargılanma tehditlerine maruz kaldığı, daha dün Kılıçdaroğlu hakkında fezleke düzenlemeye kalkan bir iktidarın adalet ve hukuk konusunda dile getirdiği reform nedir, bundan ne anlamalıyız.

Anayasayı tanımayan alt mahkemelerinizi kapatacak, haklarında soruşturma açacak, ne demek uymuyorum diyecek misiniz? Onlara talimat veren bir takım suç örgütlerini soruşturacak ısınız?

Selahattin Demirtaş’ı mesela Kürt seçmenine karşı rehin tutmaktan vazgeçecek misiniz?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi hukuksuzluğu derinleştirdi. Bu konuda ne yapacaksınız? Yüksek yargı üzerindeki otoritenizi nasıl sıfırlayacak ve onları özgür bırakacaksınız?

Her şey kapalı kapılar ardında. Ne açıklık var ne saydamlık.

 

Peki kamplaşma ne olacak?

 

Siyasi rakiplerinizi hain, vatan haini, terörist, PKK’cı, Fetöcü asılsız suçlamalarınızı bırakacak mısınız?

Toplumu kamplara ayırmaktan vazgeçecek misiniz.

Yüzde 50’yı evde zor tutuyorum tehditleri bırakacak mısınız?

Siyasi ahlak, siyaset para arasındaki ilişkileri nasıl düzelteceksiniz?

Ve daha bir sürü konu ve olay..

Hayır bunların bütünü demokrasinin olmazsa olmazları, demokratik bir devletin ve yönetimin parçaları...

***

Biz bunları tartışırken, Cumhurbaşkanı konuşup dururken, bir de ne görüyoruz, dakika bir gol bir.

Ekrem İmamoğlu hakkında İçişleri bakanı Kanal İstansbul’a karşı çıktığı için soruşturma açmışşşşşş...

AFAD adlı kuruluş, belediyelere emir vermeye başlamışşşş: Deprem üzerine konuşmayın açıklama yapmayın!

Ne olacak şimdi?

18 Kasım 2020 Çarşamba

“Niye yaratalım, dışarıdan satın alırız

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 16 Kasım Pazartesi, 2020

 

 

Bugün bir kaç noktayı deşeceğim aşı ve bilim ile ilgili. Geçen Perşembe aşı ile ilgili yazdığım konu çeşitli açılardan çok tartışıldı. Niye milliyetlerini öne çıkartıyorsun, onlar zaten Türk değil, biri orada doğdu, diğeri 4 yaşında göç etti, Alevi idi göçe zorlandı, Aleviler Türk mü, gibi bir sürü zırvalık.

Yazımın niyeti, bu ülkede bilimin önemsenmediğini, üniversitelerin baskı altında tutulduğunu, siyasetin inançları doğrultusunda atanmış kimseler tarafından yönetildiğini ve böyle ortamlarda bilimin yeşeremeyeceğini ve yurtdışına beyin göçünün yaşandığını, zaten ülke dışında çalışan Türkiye kökenli bilim insanlarımızdan sadece büyük buluşların gerçekleştiğini vurgulamaktı.

 

Temel soru

 

TÜBİTAK tarafından yurtdışı bilim insanlarımızı ülkeye davet programlar açıldı. Umarım üniversitelerimizin ve bilimimizin düzeyini yükseltici çalışmalar yapıyorlar ve yapacaklar. Onların görüşlerine burada yer vermek isterim.

Uğur Şahin Özlem Türeci, burada okusalar ve akademisyen olsalardı, bugün dünya çapındaki bilimsel başarıyı yakalayabilirler miydi?  

Temel soru budur.

Bu durum, üniversite ve enstitülerde iyi şeyler yapan ve yapmak için çırpınan bilim insanlarımızın olmadığı anlamına gelmez.

Mesela TÜBİTAK’ta kurulan Aşı ve İlaç Platformu.

Bir aşı grubu insan üzerinde ilk safha deneylerine başlamış. Hayırlı olsun umarım başarıyla gelişir, seviniriz, ve ülkemizde son verilmiş aşı geliştirme konusunda ciddi bir bilgi birikimi sağlanır. Biliyorsunuz, ne gerek var, dışarıdan ucuz alıyoruz aşıları denerek çalışmalara son verilmişti.

 

ARGE’ye ne gerek var satın alırız

 

Özal döneminde başladı bu “dışarıdan alırız, ARGE’ye ne gerek var’ anlayışı ve politikası.

Neyse ki, savunma sanayinde 1998 öncesinde atılan ciddi adımlar sonucu bugün ülkenin insan yeteneklerinin neler yapabileceği gösterildi.

Bir ülkenin en büyük zenginliği insan kaynaklarıdır. Bunu alabildiğine geliştirdiğiniz ve önlerini yollarını açtığınız zaman, ülkeye ve bilime teknolojiye büyük bir sıçrama yaptırırsınız.

Her şeyi size dışarıdan vermezler, verseler bile size pahalıya mal olur. Öngörülü davranılıp aşı çalışmalarımız sonlandırılmasaydı, bugün Türkiye çoktan dünyada ön planda olabilirdi.

Dışarıdan satın alığınız burada üretilemeyen teknoloji- yüksek teknoloji ürünlerin üzerinde büyük bir ARGE yüksek değeri bindirilmiş durumdadır.

 

Maddi olmayan varlıkların yükselişi

 

Aşağıda bir grafik paylaşıyorum.



Grafik, Amerikan borsasında S&P 500 endeksindeki şirketleri iki bölümde inceliyor. Maddi varlıklara dayalı şirketlerin değerindeki azalışı (soldan itibaren) ve maddi olmayan değere sahip şirketlerin yükselişi.

Maddi değer derken, bina, ekipman, nakit para, depodaki mal ve toprak vs kastediliyor. Maddi olmayan varlıklar derken de, patent, yazılım, müşteri ve tüketici değerleri, marka değerler gibi fazla elle tutulur olmayan ama teknoloji yaratan şirket değerleri...

Bu ikinciler 1975’daki değeri toplamın yüzde 17’si iken, bugün ise yüzde 90’a ulaşmış durumda.

 

5 ayda 40 milyar dolar

 

Gelelim iki Türk kökenli bilimcinin  BioNtech şirketine. Bir kaç binası ve 1800 çalışanı var sadece. Bir de elde aşısı!

Şimdi kaç oldu bilmiyorum ama borsada değeri 40 milyar doları aştı 4 ay içinde!

Mesele anlaşıldı mı?

Bilime destek vereceksiniz.

Bütün yatırımlarınız birden bir buluşla, katbekat geri dönecektir.

***

Merak ediyorum, Saray’ın “Yeni Dönem”inde, üniversitelerde tamamen özgür bir ortam yaratmak ve liyakatı baş tacı etmek politikası da var mı, olacak mı, yoksa eski tas eski hamam mı..

Büyük bir değişime ihtiyacı var ülkemizin, tepeden tırnağa..

Bunu yapabilecek olan da büyük ve cesur düşüncelere!