Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Ekim 2013 Çarşamba

Eski yazarlarımızdan Prof. Dr. Arslan Terzioğlu’nun vefatı

Gündem, CBT sayı 1388, 18 Ekim 2013

Eski yazarlarımızdan Prof. Dr. Arslan Terzioğlu’nun vefatı

Dergimizde yıllar öncesi tıp tarihi ve etiği konularında çok sayıda yazısı yayımlanan ve bu açıdan dergimize önemli katkılarda buunan Prof. Dr. Ing. Dr. Med. Habil Arslan Terzioğlu, 21 Eylül 2013 tarihinde vefat etti. İstanbul ÜniversitesiTıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı emekli öğretim üyesiydi. Prof. Terzioğlu’nun bazı kitapları:
*Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane ve Bizde Modern Tıp Eğitiminin Gelişmesine Katkıları
*Türk Tıbbının Batılılaşması
* Cumhuriyet dönemi Türk tıbbına ve tıp tarihine kısa bir bakış
* Osmanlılarda hastaneler, eczacılık, tababet ve bunların dünya çapında etkileri
***
Üniversite Reformu ve Hans Reichenbach Paneli
Maltepe Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nün düzenlediği “Üniversite Reformu ve Hans Reichenbach” başlıklı panel bugün saat 13.30’da Maltepe Üniversitesi’nin Marmara Eğitim Köyü’nde bulunan Fen-Edebiyat Anfisi’nde gerçekleşecek.
Prof.Dr. Zekiye Kutlusoy’un yöneteceği panelin konuşmacıları; İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde uzun yıllar hocalık yapan Prof. Dr. Uluğ Nutku ve Doç.Dr. Tüten Anğ, Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gürol Irzık, Bilim Çevresi’nin kurucularından Prof.Dr. Yaman Örs.
Hans Reichenbach (1891 Hamburg - 1953 Los Angeles), Viyana Çevresi'nin önde gelen temsilcilerinden, Berlin Mantıksal Olguculuk Okulunun kurucusudur, fizik, mantık ve felsefe üzerinde çalışmıştır.
1926 - 33 yılları arasında Berlin Üniversitesi’nde felsefe dersleri veren, "Gesellsachaft für empirische Philosophie" yi (Ampirik Felsefe Topluluğu) kuran Yahudi asıllı Reichenbach, ırkçılık nedeniyle geldiği Türkiye’de, 1933 - 38 arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde felsefe tarihi, bilim felsefesi, sembolik mantık dersleri veren filozof, burada Nusret Hızır ile Vehbi Eralp'i yetiştirmiştir. 1938'de ABD'ye giderek California ve Columbia üniversitelerinde dersler vermiştir.(Kaynak: 20. Yüzyıl Düşünce Akımları; Nejat Bozkurt; Sarmal Yay. Kasım 1995)
***
Evrim Paneli
26 Ekim 2013 tarihinde, saat 13:00-17:00 arasında, Ayvalık İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde Evrim üzerine panel/sergi düzenlenecektir. Panel ve sergi halka açık ve ücretsizdir. Konuşmacılar: Ruhsallığın Evrimsel Kökeni Üzerine, Uzm. Psk. Hakan KIZILTAN. Canlılığın Evrimi, Dr. Serdar Mayda, İnsanın Evrimi, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Uhri. letişim: dusunbil@hotmail.com
***
Bilim Akademisi Konferansları-17
Antik Truva Kenti’nin Yok Oluşu-Neden ve Sonuçları (Mitoloji-Jeoloji).. Bilim Akademisi popüler bilim konferanslarının 17.'si  26 Ekim 2013 Cumartesi günü 17:00'da Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Yerleşkesi Fazıl Say Salonu’nda gerçekleşecektir. Konferansta, Prof. Dr. Yücel Yılmaz "Antik Truva Kenti’nin Yok Oluşu-Neden ve Sonuçları” başlıklı bir konuşma yapacaktır. Ayrıntılı bilgi için: www.bilimakademisi.org
***
3. Akdeniz Buluşması Eğitim ve Kültür Çalıştayı

Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneğinin (ykked) Mersin Şube ev sahipliğinde düzenlediği 3. Akdeniz Buluşması Eğitim ve Kültür Çalıştayı 16 Kasım 2013’te Mersin’de Suphi Öner Öğretmenevi’nde yapılacak. Katılım ücretsizdir. iletişim tlf:(0252)  256 52 62. Program: Çağdaş eğitimin neresindeyiz, sorular ve çözüm önerileri (Prof. Ali Demir, Prof Ayşe Balcı, Orhan Bursalı, Yöneten : Prof. Kemal Kocabaş). Köy Enstitüsü deneyimleri ve yerel yönetimler (Prof. Yakup Kepenek, Yrd Doç Orhan Özdemir, Cengiz Bektaş, Neşet Tarhan, Yöneten: Serdar Erkan). Köy enstitülerinde sanat eğitimi ve sinema sanatı (Ahmet Soner, Prof. Ayfer Kocabaş, Doç. Hakan Erkılıç, yöneten: Oğuz Makal). Köy enstitüleri neyi başardı? Düziçi örneği (Prof. İbrahim Ethem Başaran, Hüsniye Özgür, Haydar Demirtaş, Yard Doç. İbrahim Bozkurt, yöneten Orhan Özdemir)

90 Yıl Önce Atatürk, Recep Beye İktidar Yolunu Açtı

Dün’e denk gelen, ama dünden 89 yıl 364 gün uzaklıkta, 28 Ekim 1923 tarihinde Atatürk, arkadaşları Kemalettin Sami Paşa, Kazım Özalp Paşa, Fethi Okyar Bey, Fuat Bulca ve Ruşen Eşref Bey’i köşkte akşam yemeğine davet edecek ve onlara “Beyler! Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz…” diyecekti..
Böylece Recep Tayip Erdoğan’a da başbakanlık yolu açılmış oldu! Sadece ona mı? Abdullah Gül’e, Ahmet Davutoğlu’na, AKP’nin kurucularına, özetle 11 yıldır bu ülkeyi yönetenlere.. Arada sırada bunu düşünseler iyi olur..
Özellikle de Başbakan ve Davutoğlu ikilisi..
Bugün Cumhuriyet tehlikede mi?
Başbakan geçen günkü konuşmasında 2007 seçimlerinden hemen önce gazetemizin kullandığı “Tehlikenin farkında mısınız?” sloganını anımsattı.. Ne unutulmaz ve ne yakın geleceği öngören bir sloganmış!
Cumhuriyet, büyük yara aldı Recep Tayyip Erdoğan döneminde.. Cumhuriyet bir Erdoğan Cumhuriyeti’ne dönüşmekte.. Erdoğan Padişahlığı yaşıyoruz. Her şeyin RTE’nin iki dudağının arasına girdiği bir Cumhuriyet. Taksim Parkı’nın bile geleceğini tek başına belirlemek isteyen bir insan.. ODTÜ ormanını vurup yıkma hakkını tek başında kendisinde gören, hukuksuzluklara direnenleri de eşkiya olarak nitelendirmeye kalkışan bir lider..
***
Cumhuriyet, tabii ki tehlikededir..
Cumhuriyet’in temsil ettiği ulusun birliği hiç bu kadar parçalanmamış ve millet hiç bu kadar birbirini yoketmeye hazır kuvvetler olarak siperlerinde mevzilenmemişti!
Kendisine oy vermeyenleri düşman olarak gören bir iktidar yarattılar..
Cumhuriyet ve yarım yamalak demokrasi için en büyük tehlike şudur: Seçim sandığından çıkanın, kendisini kral olarak görmesi ve artık ülkede herşeyi tek başına ve kendi çıkarına yapabileceğine ilişkin yeni bir hukuk anlayışını ülkeye yerleştirmesi..
Bana diktatör diyorlar, evet diktatörsem işte seçimler geliyor, sandıkta diktatörü yıkın diyen bir anlayışla karşı karşıya bulunuyoruz.
Unutuyor: sandıktan büyük yasalar var, bir hukuk düzeni var(dı)!
Evet bütün yasalar sandıktan büyük ve önemlidir.
Sandık, varolan hukuk düzeninin bir sonucudur, uzantısıdır, ürünüdür!
Sandık, hukuku yaratmamıştır, hukuk sandığı oluşturmuş ve halkın önüne koymuştur..
Eğer sandığın da dahil olduğu, Anayasanın emirlerini, basın özgürlüğünü, güçler ayrılığını, ülkenin milletin birliğini hiçe sayar ve kaldırıp çöpe atarsanız…
…Milletin iktidara anayasal itiraz hakkını çiğner yok sayarsanız..
…O zaman ortalıkta sandık da kalmamış olur..
Tepede gayri meşru bir iktidar oturuyor olur.
Erdoğan bunu bir düşünsün... Meşruluğun tek yolu ve seçeneği var, anayasallık..
***
Bu iktidar, Cumhuriyeti de, demokrasinin yarım tuğlalarını da havaya uçurmakla uğraşıyor.
Dış İşleri Bakanı diyor ki, biz yeni osmanlıları, ulusal devletçiliği unutmanın zamanı geldi..
Bu iktidar, Cumhuriyetin temel direklerinden olan medeni hukuk ve bilimsel-özgür eğitimi baltalıyor ve yerlerine din aklını ve hukukunu yürürlüğe sokacak bir dinci nesil yetiştirmeye yöneliyor… Kadını toplumdan dışlamayı ve öncelikle anne olarak evde yaşamasını vaazeden politikaları öneriyor.
Üyeleri arasında müthiş gelir uçurumları olan, beşte biri yoksulluk sınırında yaşayan, işi gücü aşı olmayan milyonların yaşadığı, fırsat eşitliğinin asla olmadığı bir ülke, Cumhuriyet olamaz..
Cumhuriyeti ve demokrasiyi yeniden inşa etmek gibi büyük bir görev var bu milletin önünde..
***
Atatürk, Cumhuriyet ilan ederek Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı ve bütün diğer bakanlıkların yolunu açtı AKP hükümetine, 90 yıl önce bugün..
Ama onlar en büyük saldırıyı, Atatürk’e ve kurduğu Cumhuriyeti karşı yapıyorlar..
Bunu da gerçekleştirebileceklerini sanıyorlar..
Yanılıyorlar…
Bugün tüm meydanlarda, iktidara karşı itirazlarımızı dile getirmenin zamanıdır.
Yaşasın Cumhuriyet!

---29 Ekim 2013, Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

29 Ekim 2013 Salı

Belediye Başkanlığı, CHP ve Sarıgül

Mustafa Sarıgül hakkında çok şöy söyleniyor. Bilemem.. CHP’den ihraç edilmesine yol açan raporun yasal bir geçerliliği olmamış.. Baykal’ın Sarıgül’ü tasfiye amacıyla hazırlattığı belli.. Sarıgül’ün, CHP Başkanlığına adaylığını koyduğu Kongre’deki “operasyonel” tutumu ve konuşma biçimi bir siyasetçiye yakışmazdı.. O zaman dedim ki “olgun bir siyasetçi olması için Sarıgül’ün belli ki daha 5-10 yıl ekmek yemesi, yüksek sıcaklıktaki fırınlarda pişmesi gerekir...”
Sarıgül en tepeye oynayan hırslı bir politikacı. Diyorlar ki İstanbul belediye başkanlığı onun için bir basamak, amacı CHP Başkanlığını ele geçirmek.. Bütün hırslı politikacılar için geçerli bu.. CHP içinde Genel Başkanlığa kaç aday var? Çoğu, Kılıçdaroğlu’nun çevresinde konumlanmış değil mi?
Ama burada önemli olan, menfaate dayalı parti içi büyük bir hizip örgütlenmesine dayanarak parti liderliğine soyunmamak. Böyle durumda bir hizip lideri olursun, parti lideri değil..
Parti lideri, çıplaktır! Evet belki sözcüğün çağrıştırdığı haliyle, don gömlek kalacak şekilde çıplaktır!
Kastım tabii ki a) tam saydamlığıdır, b) partisi onu doğallıkla bir lider olarak kabullenir, kulise hizipçiliğe menfaat dağıtmaya zerre kadar ihtiyacı yoktur!
CHP, delege avı ve yönetim menfaati vaadleri ile partide güç toplama geleneğini aşamadığı sürece, bir halk partisi konumuna yükselmesi zor. Demokrasi ile bunun ilgisi yokur. Tam tersine, böyle bir süreç hep partiyi batırır hem de CHP üyeleri ve halk arasında güvenirliğini yitirir..
Barış Yarkadaş’ın internet gazetesi GerçekGündem’de bir dizi olayla ve isimle örülmüş yazısını ilgiyle okudum. Şimdilik bu kadarını diyeyim.. Sarıgül’ün CHP ilkeleri ve programı konusunda fikirleri, düşünceleri ne kadar nettir, tabi bu konuda da CHP tabanında bir tatmin edilmemişlik olduğunu da görüyorum.
Şimdi gelelim bu yazıya otururken planladığım ana fikre.... 
***
CHP genel seçimleri kazanırsa Başbakan adayı belli midir? Evet, uzun süre önce. Soru: Peki CHP’nin İstanbul Belediye Başkanlığı adayı neden neden belli olmaz?
Hayır, taii ki belirleyecektir de, demek istediğim şu: CHP, taa önceki belediye seçimlerinden hemen sonra, İstanbul Belediye Başkanlığı adayını belirleyip açıklamalıydı. Çünkü İstanbul bütün Türkiye için belirleyicidir.
O halde AKP iktidarının fil ayağını İstanbul’da kesmek ve İstanbul rüzgarını arkaya alarak iktidara yürümek de birinci derece önemlidir; bu durum ise çok özel politikaların hemen yürürlüğe sokulmasını şart koşar...
İtirazı olan var mı?
4 yıl önceden İstanbul Büyükşehir adayını ortaya atsaydı parti ve 4 yıl boyunca İstanbul’da iktidar olacakmış gibi çok özel politikalar uygulasaydı ne olurdu?
Adayın tanınırlığı farkındalığı tepe noktaya çıkartılırdı..
Aday’ın istanbul programı, planı, yapacakları çevresinde olağanüstü fikirler geliştirilirdi..
Bu amaçla adayın çevresinde çok iyi bir bilimsel, uzman, gönüllü kadro oluşturulurdu..
Aday’ın girmediği sokak bırakılmazdı.. dahası ev ev bile dolaşırdı.. Kentin bilmediği sorunları kalmazdı...
***
İstanbul’da iktidara yürümeyi, CHP, birinci derecede önemli proje olarak görmedi, veya bunu akıl etmedi..
Bugün gelinen nokta şudur: CHP İstanbul’u ele geçirecek potansiyelde kendi adayını yaratamadığı için, buna tek seçenek olarak ortada Sarıgül kalmış gibidir.
Sarıgül ya bunu başaracaktır ya da efsanesi sona erecektir.
Afedersiniz, bir aday falan tuttuğum yok. Sadece analizin gösterdiği duruma işaret ediyorum. Önceki gece eşimin onlarca kuzeniyle yemeğine katıldım. Siyaseti konuştuğumuz çevreyle şu ortak fikir belirdi:
Eğer mesele İstanbul’da AKP iktidarını devirmekse, bunu kim yapabilecekse o yapsın..
CHP kendi seçeneğini yaratamamış, hem Sarıgül hem de CHP açısından karşılıklı tek bir mecburiyet seçeneği ortada duruyor.
Şimdilik öyle görüyorum..

---28 Ekim 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Ekim 2013 Pazartesi

Cumhuriyet’ten Ayrılıyor muyum?

Neden yazmıyorsun, hemen bir açıklama istiyorum..” En hesap soranı bu.. Tabii Cumhuriyet’ten aynılıp ayrılmadığımı soran sorana..
Kimseye hesap vermem ama okur olunca boynumuz kıldan ince.. Okur ve yazar birlikte varlar, biri yok diğeri de yok.. Bazen bu ikilemi düşünürüm ve zaten bu yazıları kendime yazıyorum da derim... Bir yönüyle doğrudur da; düşünceni, bilgini, yorumunu dışa vuruyorsun.. Ama yazdıklarını paylaşmazsan, düşüncelerini yazar çekmecene atar mısın? Hadi bakalım gel de yanıt ver şimdi... Herkese açık bir vitrine çıkıyorsan, şüphesiz ki paylaşmak için yazıyorsun. O zaman da okur senden açıklama ister.. Ben de sevinirim hesap veririm:
Hey Türkiye Nasılsın” başlıklı kitabın son noktasını koymak için bayram tatilini fırsat bilmiştim. Uzadı.. Bitirdim, ama dün de Dünya Cinsiyet Eşitsizliği Raporu açıklanınca bugün rakam düzeltmeleriyle uğraşacağım.. Merak etmeyin sağlığım yerinde, Cumhuriyet’ten de ayrılmış değilim!
***
90’lı yıllardaki Cumhuriyet ayrılığında, gazetede kalmıştım... Cumhuriyet’te olaylar patladığı sırada Florida üzerinde helikopterle uçuyorduk.. Dergiyi çıkartıyorum sadece, yazı da yazmıyorum.. En üst kat, İlhan Selçuk, Yayın Müdürü ve yazarların katı. Pek çıktığım bir yer değildi. Çağırırlarsa giderdim. Evet büyük bir anlaşmazlık vardı, ama tam da ayrıntısını ve hangi noktalara gelip dayandığını da bilmezdim...
Döndüğümde sordum kendime, ne yapayım şimdi? Olay tamamen dışımda patlamıştı.. Bu ayrılığa karşıydım, yani iki tarafın da biribirini yoketme derecesine gelmesine.. Cumhuriyet’in temsil ettiği tarihsel gölgenin içinde kalmak koşuluyla, uç pozisyonlardan kaçınarak, bir arada, Cumhuriyet’e omuz vermek gerekir diye düşündüm..
Aslında Cumhuriyet’de bu ayrılığın ana nedeni, Patronajın tutumudur. Ailenin gazetedeki icra-aktif ayağı, açıkça yazayım Emine Uşaklıgil, taraf tutmasaydı, bir yana ağırlığını koymasaydı, gazetenin bütünlüğü yönünde faaliyet gösterseydi, belki de olay ayrılıkla sonuçlanmazdı.. İlhan Selçuk ve yazarların gazete üzerinde büyük etkisi küçümsendi. Şüphesiz ki ayrılığın ideolojik- siyasi yönleri vardı ve zaten bunlar etkili oldu.. Hasan Cemal iyi bir yayın yönetmeniydi, ama yelken açtığı yeni sularda Cumhuriyet’in işi olamazdı. İlhan Selçuk ve diğer yazarların olmadığı bir Cumhuriyet? Ben Özal ve Özalcılığı, liberalizme doğru kulaç atmayı, bir solcu ve bir marksist bozuntusu olarak kabul etmem zaten mümkün değildi..
***
Nitekim İlhan Selçuk ve arkadaşlarıyla toplantılara katıldım. Neden ayrılmıyorsun sorusuna da, abi nasılsa döneceksiniz, ne yani dergiyi batırayım mı, dediğimi anımsıyorum!.. Bir hoşgörü vardı.. Ama yine de gazeteden ayrılmadığım için “tam onlardan” değildim..
Böyledir bu işler! Kimsenin kimsesi ve hınk deyicisi gibi bir pozisyonda olmak düşüncesi de bana uzak mı uzaktır. Tek başına insanım! Bilen bilir!
İlhan Selçuk yeniden gazeteye döndükten sonra bir gece gazeteye uğradı, gece 12 olmuş, biz alt katta derginin yazılarıyla boğuşuyoruz.. Belki de tek başınayım.. Ne yapıyorsun burada hala diye sordu.. Abi gazeteyi kurtarmaya çalışıyoruz, yanıtıma da gülüştük.. Çok zor zamanlardı!
Sonra, haftada bir gazetede yazı yazacaksın dedi. Derken yazı sayısı üçe çıktı. Bir gün de İbrahim Yıldız’a pazartesileri de yazmak istiyorum deyince, 4 oldu..
İlhan Selçuk döneminde yayın kurulu toplantılarında, en özgürce konuşan, eleştiren sendin, dedi sevgili kardeşim Mustafa Balbay.. Henüz Silivri’deyken, son görüşmemizde.. Yiğit adam, beş yıldır orada yatıyor hala! Her gördüğümde ben yanında ezilip büzülürken, o bin kat güçlüydü karşımda!.. Bu alçaklığı tezgahlayanlar ise dışarıda...
Balbay aslında “yayın kurulunda donkişotluk yapıyordun” demek istiyordu! 
Düşündüklerimi söylememek, azap vericidir. 
En azından çıtlatırım, herşeyi söyleme zamanı gelmediyse ve henüz gerekmiyorsa! 
İlhan abi bir seferinde beni yayın kurulundan atmayı bile düşündü, gözlerinden bunun gölgesi geçerken görmüştüm! Kendime, aman böyle atılmak bana onur verir sadece, diye söylediğimi anımsıyorum.. Orada bir “süslük” olarak mı vardım! 
Bugün yayın kurulu var mı, var gibi ama yok.. Artık ihtiyaç yok buna...
Biliyorum, bugün hem şirketi hem de vakıf yönetimini elinde tutan ve gazeteyi yöneten patron konumundaki arkadaşlarımın hepsi müthiş deneyimli, bilgili insanlardır, gazetenin selameti için gereğini yapacaklardır. Şu basın, baskı ve siyaset cangılında çırpınıp durduklarını hissediyorum..
Merhaba demek istedim, buradayım, ben bir Cumhuriyet çocuğuyum..
Fikri hür vicdanı hür..

---27 Ekim 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

19 Ekim 2013 Cumartesi

Ahh Canım Benim!


Oktay nasılsın? Onu her görüp böyle hatırını sorduğumda, yemekhanede, merdivende, gazetede.. o koca gövdesini kucaklamak istediğim adamdı hep.. elimizin altında kayıp gitti.. tutamadık onu... o hiç bir kimsede artık olmayan, olamayacak, kopyalanamayacak, onu biricik kılan hayatının o müthiş birikimi ile birlikte...
Dünyanın en çok araştırma, geliştirme ve tedavi vb parası harcanan alanı.. ama bütün bunlara rağmen, bilim, tıp o kadar aciz ki! Zavallı bir durumda! Gelişiyor melişiyor, bütün bunlar bir zırvalık! Henüz birinci basamakta olup bitiyor herşey!
Karsça” yazdığı “Ayhavar Hastahana'dakilere” başlıklı o güzelim yazısında de belirtiyor, “meni acil servisten yoğun bakıma alıp yüksek tansiyon darbesiyle ganayan beynime el goyanda, dohtorun ifadesine göre tehlikeyi ucuz atlatmışam…. Dohtor dedi ki: ‘İnden bele (bundan böyle) beynini yormayacan, gafanı her şeye tahmıyacan...’ Men de dedim ki: ‘Başüste! Emma görek bu ne cür (nasıl) olacah?”
***
Monitoring.. Hastahane sayaçları “normali” gösterince yoğunbakımdan odasına alınıyor.. Orada iki yazı yazıyor.. Derken banyoya kalktığında yığılıp kalıyor.. Geri döndürmek ne mümkün! Ölçülemez bir beyin değeri ile birlikte güle güle koca adam, arkasından sadece ağlamak kalıyor bize..
Hani “normal”? Tıp henüz emekliyor. Örneğin Oktay’ın beden fonksiyonlarını odasında yoğun bakıma hiç gerek kalmadan çok daha ayrıntılı ve bütünüyle gözetleyebilecek bir ekran- kontrol sistemi yok. Peki ne oldu? İkinci bir yüksek tansiyon atağı mı, yoksa ilk atağın beyindeki tahribatının, izlenemeyen görünemeyen “yürümesi” mi? Ne?! Tıp, çok şey biliyor gibi, ama bir şey bilmiyor gibi...
***
Yer değiştirmemiz söz konusu olabilse, büyük bir gönül rahatlığıyla evet diyebileceğim insanlardan biri..
Hepimiz gideceğiz, bu toplumu ve dünyayı en olumlu etkileyebilecek kimler varsa dünyada, onlara öncelik verebilmeli insan!
Fiziksel varlık açısından herkes değerlidir de, fiziksel değer açısından şüphesiz kimse eşit değil ve hayatlar karşılaştırılabilir zerre kadar değil..
***
Oktay kilolarıyla boğuştu her zaman.. Çok kilo verdiği zamanlar da oldu, işi oluruna bıraktığı zamanlar da..
Ama “trigeminal nevralji”den çektiği kadar, hiç bir şeyden çekmedi! İnsanda bundan daha şiddetli bir ağrının olamayacağı söylenir. Beyninizden çıkar ve yüzünüzün en önemli bölgelerini vurarak sizi yarım insana dönüştürür.. Kendini yataktan yatağa atan yakınlarımı bilirim! Bir kaç saniyelik, adeta yüzünüze saniyelik yıldırımlar düşmüş ve yakıp geçiyor gibi...
Sevgili Oktay, insanın işi bitmiyor ama dünya işimizi bitiriyor...
Kültür, koruma, kent, kentlilik bilinci, uygarlıklara ve bıraktığı eserlere karşı o derin sevgin ve saygın..
Günün rezil çıkarcılıklarından, faydacılıklarından arınmış, iktidarların ve onların hizmetindeki rezillerin ve alçakların, beşinci sınıf aşağılıkların bütün dayatmalarına karşı, dimdik ve tek başına...
Bir insan mı insan..
Bakalım biz geride kalanlar ne yapacağız...
Utanarak mı yaşayacağız, yoksa bize emanet bu kısa süreli yaşamın hakkını verebilecek miyiz..
Her an hergün her ay buna tanıklık edecek..
---17 Ekim 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

15 Ekim 2013 Salı

Reyini Açıklayan Haşim Kılıç Çekilmeli



Dünkü yazımı Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, Balyoz davası kararını ohaylayan Yargıtay’ın o ünlü 9. Dairesi’nin verdiği kararın doğruluğuna ve daireyi oluşturan yargıçlara duyduğu güveni dile getirmesine üzerine yazacaktım.. Tek kelime ile istifasını gerektiren bir demeç.. Görüş almak için bulamadığım AİHM eski yargıcı Rıza Türmen geniş bir değerlendirme yayımladı ve 9.dairenin gerekçeli kararını baştan sona AİHM’e ve yasalara aykırı buldu.
Türmen’in yazısından çıkardığm sonuç şudur: Karar ve gerekçesi, tam bir sefalet hukuku!..
Haşim Kılıç’ın Hürriyet’in önceki günkü manşetini oluşturan açıklaması baştan sona kabul edilebilir değil. Hukuki süreç olarak Balyoz kararı, eğer önce Daireler Kurulu’na gitmezse, Anayasa Mahkemesi’ne gidecek. Sonra da AİHM’e! Kılıç aslında diyor ki, dilimize tercüme edesek: mahkumlara yanlış umut vermeyin, bizden farklı bir şey çıkmaz.. 9.Daire aslanlar gibi mahkumiyeti onadı, kararı çok sağlamdır, çünkü oradaki yargıçlar çok deneyimlidir, yanlış karar vermezler, doğru karar vermişlerdir..
Türkiye normal, demokratik bir ülke olsaydı, bu kişi bir dakika yerinde oturamazdı... Buradan haykırıyorum, o koltuğu boşaltınız! Size gelecek bir dosya için oyunuzu önceden açıklamış oldunuz, hem de tüm Anayasa Mahkemesi üyeleri adına! O halde, Anayasa Mahkemesi’ni de, yetmez ama evet referandumundan sonra oluşturulan özel yargı/özel hukukun bir uzantısı olarak görmek durumundayız...
***
Hürriyet’teki habere baktığınızda zaten gazetecilik açısından eksik olduğunu görürsünüz. Kılıç’la konuşan gazeteci, mesela en sıradan soruyu sormamış: delil olarak öne sürülen CD’lerin sahte olduğuna ilişkin sürü sepet bilirkişi raporunu Yargıtay hiç dikkate almamış, Anayasa Mahkemesi olarak siz de es mi geçeceksiniz, söylediklerinizden delilleri incelemek sizin yetki alanınız dışında olduğu sonucu çıkıyor, öyle mi?
Sor kardeşim hazır bulmuşken, herşeyi sor! Yıllardır Yargıtay’da görev yaptılar diyor Kılıç, araştır bakalım öyle mi! Haşim Kılıç’ın “tarafsız yargıçları”nı, Taha Akyol’un da bu yargıçlara methiyesine yanıt olarak, Odatv’de Müyesser Yıldız tek tek tanıttı bize. “@demokratyargi” da twitter’dan şu açıklamayı yaptı:
HK “..Balyoz kararını veren 9. Ceza dairesi için ‘uzun yıllardır Yargıtay'da görev yapan güvenilir yargıçlardır’ demiş. Oysa 5 üyeden 4'ü mevcut HSYK tarafından atanan "160'lar"a dahildir. Başkan ise 160'ların katkılarıyla başkan seçildi. Tek bir irade ve tek bir beden gibi hareket eden 160'lar'ı ve seçim süreçlerini anlamak için Bkz: "Türkiye'de Yargı Yoktur" (kitabı) Sh: 135-154.. Balyoz davasının Yargıtay'daki aşamasını da şurdan okuyabilirsiniz: www.radikal.com.tr/radikal2/yeni_demokrasinin_iflasi-1145006 … …sorumuz şu: Sayın Haşim Kılıç, ciddi misiniz?”
Dünkü Radikal2’de Demokrat Yargı Derneği’nden Orhan Gazi Ertekin ve Faruk Özsü’nun “Kurt ile Kuzunun Hukuk Dansıyazısı, Kurt’un nehrin aşağısındaki kuzuya “suyumu bulandırdın seni yiyeceğimLa Fontaine masalından yola çıkarak, bugünkü özel mahkemeler ve yargıtayda “güçlünün yargısı”nın, balyoz örneğinde nasıl çalıştığını çok güzel anlattı..
Balyoz mahkemesinın ve 9.Dairenin kararlarının özü şudur: Seni yemek için benim bin tane bahanem var, bu bahanelerin gerçek olması da hiç gerekmiyor...
***
Rıza Türmen, delillerin sakatlığından tutun da mahkeme sürecinde işlenen adaletsizlikler, yasa /hukuk ihlallerine varıncaya kadar herşeyi, eski yargıcı olduğu AİHM açısından inceledikten sonra şu sonuca varıyor:
Balyoz’yla ilgili birinci derecede mahkemenin kararı, AİHM kararlarındaki adil yargılama güvencelerinden yoksundu. Yargıtay bunları düzeltebilirdi. Ne var ki Yargıtay gerekçeli kararıyla adil olmayan bir yargılamayı onaylamış ve adaletsizliğe ortak olmuştur. Her iki karar da AİHM standartlarına uygun değildir. Balyoz kararlarından, sanıklar ve ailelerinden de daha büyük zarar gören Hukuk Devleti ilkesidir. Hukuk devletinin ortadan kalktığı bir ülkede ise, ne demokrasi ne de insan haklarının güvencesi vardır.”
***
Gazeteci (eski hukuk mezunu) Taha Akyol da Yargıtay’ın kararına methiye düzmüştü! Hiç incelemediği (veya inceleyip de görmek istemediği) davanın gerçeklerine yan çizerek, cemaatçi yazarların tezlerine sarıldı: Velev ki CD’ler sahte, peki Plan Semineri de mi sahte!
Hayır Plan Semineri sahte değil, tümü zaten kaydedilmiş! Durun bakalım, öyleyse şu “velev ki sahte” CD’lerdeki senaryoları yok sayalım, Plan Semineri’ni konuşalım ve yargılayalım! Gerçekten: Bu semineri yargılayalım! Elde delil diye tek o var, zaten Plan Semineri’nin bir darbe suçlamasıyla büyük tasfiyeye zırnık yararı olmayacağı görüldüğü için, üzerine şu ‘velev ki sahte’ senaryolar inşa edildi!
Akyol, neyin hukukçusu? Tek yanıt: Güçlü’nün hukukçusu.. isteyerek veya istemeyerek.. Güçlünün bahaneleriyle, yüzlerce masum insanı ve onun da ötesinde bir Hukuk Devleti ilkesini yiyip bitiriyor..
Bu dava onu savunan herkesin tepesine patlayacak bir bombadır.. Öyle olur olmaz herkes içine dalmasın, altında kalır..
--14 Ekim 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Seçim Sistemi ile Tasfiye


Başbakan’ın hani o ünlü adı lazım değil son paketinde seçim sistemi üzerine bir “demokrasi seçeneği” sundu ya! Bu demokrasi seçeneği mi yoksa, yeni çoğunlukçuluk diktası denemesi mi?
Seçim sistemi ve baraji üzerine bilgi sahibi olanlar yazıp çizdiler, biz de bilgilendik.. Özetle, RTE’nin bugünkü sisteme seçenek olarak sunduğu, “%5 barajlı daraltılmış bölge seçim sistemi” ile “barajsız dar bölge sistemi” geçen seçimlerde uygulanıyor olsaydı, AKP çok daha fazla sayıda milletvekili çıkartacaktı!
Seçim sistemleri, iktidar partisinin hesaplarından bağımsız ele alınamaz..
Demokrasiye, temsiliyete en uygun olacak, adaletli bir seçim sistemi üzerine tartıyma “safça ve kitabi” olur...  Şüphesiz yüzde 10 barajı kabul edilebilir değildir.. Barajı yüzde 3’e, 1’e indir! Meclis’te geniş bir siyasi katılım olsun ve millet de “işte benim meclisim” desin!
Ama böyle bir durum yok, karşımızda diktatörlüğünü pekiştirmek için her yolu deneyen ve her aracı mübah sayan bir lider ve partisi var.. Barajı düşürme önerilerinin hepsini bugüne kadar elinin tersiyle itti.. Üstelik “bu seçim sistemini ben yapmadım, askerler yaptı” bile diyerek, suçu 12 Eylül generallerinin üzerine attı! Peki ama bu sisteme dayanarak iktidar oluyorsun, hem 12 Eylül anayasasına veryansın et, hem askeri anayasadaki en temel bir kurala, seçim sistemine sahip çık.. “Eğer menfaatime ise yüzüm kızarmaz..”
***
Şimdi temel soruya gelelim: RTE neden o paketin içine seçim sistemi seçenekleri koydu? Neden işte bu sistemi öneriyorum, demedi? Ayrıca neden bunu bize soruyor ki, bugüne kadar hiç bir şeyi sormayan, hep bildiğini okuyan kişi, bize hangisini istersiniz, diye seçenek sunuyor?
Gözlerim yaşardı bu “demokratik seçenek”ten ve tercih sormasından! Tabii görevimiz arka planını araştırmak ve neden diye sormak..
***
1)             Hangi seçim sisteminin uygulanacağına RTE karar verecek, kimsenin şüphesi olmasın.. Burada da acelesi yok. Tabii, örneğin Cumhurbaşkanlığı seçimleri için bir anayasada partili cumhurbaşkanı gibi bir değişikliği gündeme getirebilir ve seçim sistemini de (PKK-BDP ile) pazarlık olarak içine monte edebilir.
2)             RTE, önce cumhurbakanlığı mı yoksa başbakanlığa devam mı tercihini kesinleştirmeli.. Çankaya ise tercih, hala anayasada partili cumhurbaşkanı vb seçenekleri gündemden düşmedi.. Ama önünde fazla zaman yok, 10 ay sonra Çankaya için seçim var..
3)             Ancak RTE’nin anayasada kendisi için değişiklik yapması da çok zor.. AKP içinde ağır bir ihanetin ve hançerlenmenin tadını tadar... öyle üç milletvekili ile kalmaz bu iş... AKP milletvekillerinden, Gül ile görüşen görüşene.. Murat Çelik’in Vatan’daki (geçen Cuma) yazısı size bir fikir verebilir.
***
4)             Bunlardan bağımsız olarak genel seçimleri düşünelim: RTE, hangi seçim sistemi AKP’ye en çok milletvekili kazandıracaksa, o sistemi dayatacaktır. Anayasa’ya göre, seçim yasasındaki değişiklikler, bir yıl içinde yapılacak seçimlere uygulanamaz. Genel seçimlere 20 aydan daha az olduğuna göre, seçim yasasında değişikliğin 8 ay içinde yapılması gerekiyor.. RTE 7 ay içinde hangi seçim sisteminin partisine daha yararlı olacağına karar verecek.
5)             Yine 3 partinin + Kürt bağımsız adayların Meclis’e gireceğini ve AKP’nin de oy yüzdesinin düşeceğini varsayarsak, AKP daha az milletvekili çıkartacak.. Kendisini izleyen partilerle arasındaki mesafe azaldıkça, yüksek oy alan partinin milletvekili sayısı, bu sistemde azalıyor.
6)             Önümüzdeki 20 ayda ekonomik ve siyasi koşulların daha iyi olacağını sanmıyorum, yani iktidar tartışmalıdır.
7)             AKP azalan oy oranına bakacak, daha çok milletvekilini hangi seçim sistemiyle çıkartabilirse, o sistemi dayatacak.. RTE için demokrasi budur!
8)             “%5 barajlı daraltılmış bölge seçim sistemi” mi yoksa “barajsız dar bölge sistemi”mi.. Bu iki sistemde de MHP Meclis’te gurup kuramama tehlikesiyle karşı karşıya. BDP parti olarak daha fazla milletvekili ile girebilir ve gurup da kurar. MHP’nin kaybedeceği milletvekillerini AKP toplar.. Böylece geçen seçimlerdeki gibi çeşitli şantajlarla meclis dışına itemediği MHP’yi yeni sistemle vurur.. Dahası CHP bile milletvekili sayısını azaltabilir.. 
9)             Öyle gözüküyor ki, bu dönemin en inci konusu AKP için seçim hesapları ve seçim yasası..
--13 Ekim 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

12 Ekim 2013 Cumartesi

İki Vefat, Bir Önemli Konferans


 CBT Sayı 1386, 11 Ekim 2013
İki değerli bilim insanımızı kaybettik, ikisini de yakından tanıdım ve sohbet ettim. Dergimizde haberleri yer aldı..


Oğuz Kayaalp
Farmakoloji alanında önemli yayınları olan ve ülkemizde tıbbi farmakoloji konusunda otorite insanlardan biri olan Kayaalp 3 Kasım 2013’de vefat etti. Kayaalp’in Rasyonel Tedavi Yönünden Tıbbi Farmakoloji kitabı önemli eserleri arasında. İlaç ve alkol bağımlılığı ve nörofarmakoloji özel çalışma alanları olarak belirtilmekte.  Kayaalp, TÜBİTAK 50. Yıl Araştırma Ödülü (1973) ve TÜBİTAK Bilim Ödülü (1991) sahibi..  Işıklar içinde yatsın..
***
Dünyanın Geleceği ve Bilim konferansı
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, “Bilim ve Dünyanın Geleceği” başlıklı konferansa ev sahipliği yaptı. Koç Üniversitesi Rumeli Feneri kampüsünde düzenlenen konferansa konuşmacı olarak dünyanın en prestijli bilim dergilerinden Science’ın yayın yönetmeni ve Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi eski başkanı Prof. Dr. Bruce Alberts katıldı.

Konferansta, bilim insanlarının bilgi birikimleri ve problem çözme yeteneklerinin gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, tüm ülkeler için kritik öneme sahip olduğuna dikkat çeken Bruce Alberts, “Her toplum, bilimin dürüstlük, cömertlik, kaynağı sorgulanmaksızın tüm fikirlere ve görüşlere saygı gibi değerlerine ihtiyaç duyar. Dolayısıyla, Türkiye'nin gelecekteki başarısında bilimin önemi son derece büyük olacaktır. Bilimsel ve teknolojik gelişmenin önemi ve bugünün dünyasının sürekli bilimsel ve teknik ilerlemeden gelen yeniliklere duyduğu bitmeyen ihtiyaç herkesin malumudur” dedi.
Toplumların ihtiyaç duyduğu ilerlemenin sağlanması için bilim ve teknoloji kurumlarının uluslararası çalışmalarla kendilerini geliştirmesi gerektiğini ifade eden Alberts, “Dünyanın zihinsel ve maddi kaynaklarından azami ölçüde yararlanmak her zaman olduğundan daha gerekli görünüyor. Bunun başarılabilmesi için de kültürlerimizin risk almayı ödüllendirir nitelikte olması, farklı fikirler ve yaklaşımları çok-disiplinli ortamda bir araya getiren yaklaşımı desteklemesi gerekiyor” diye konuştu.
ABD Ulusal Bilimler Akademisi'nde 12 yıl başkanlık görevini yürüten Prof. Bruce Alberts, konferansta uzun soluklu başarı için ülkelerin bilimsel alanda geniş bir uzmanlık yelpazesinde farklı yeteneklere ihtiyaç duyduklarına da değindi.
Alberts sözlerine şöyle devam etti: “Uzun soluklu başarı için üniversitelerin görev bilinçlerine dair algılarını genişletmeleri ve bilim insanlarının kamu politikaları, endüstri, devlet yönetimi, gazetecilik, hukuk, ticaret ve eğitim alanlarında fark yaratabilecekleri konumlara gelebilmeleri için yeni yolların açılması gerekiyor. Özellikle bilimde uluslararası yeni ortaklıkların kurulması önümüzdeki dönemde son derece önemli olacak.”
Uluslararası çalışmalarında "bilimin özünde yer alan yaratıcılık, açıklık ve tolerans" konularını öne çıkaran Alberts, biyokimya ve moleküler biyoloji alanlarında yaptığı bilimsel çalışmalarla 16 farklı kurumdan ödüle layık görüldü; halen 25 farklı kurumun danışma kurulunda görev yapıyor.
Amerikan Bilimler Akademisi-NAS Başkanı olarak "ABD Ulusal Bilim Eğitimi Standartları"nı geliştiren ve tüm ülkede eğitim sistemine uyarlanmasına doğrudan katkıda bulunan Alberts bir klasik haline gelen ders kitabı The Molecular Biology of the Cell – Hücrenin Moleküler Biyolojisinin ilk yazarları arasındadır. Beşinci baskısı yapılan bu eser Türkiye Bilimler Akademisi-TÜBA tarafından dilimize kazandırılmıştır.

Bilim 21. Yüzyılı Nasıl Değiştirecek
Dün de bu kapsamda, kuramsal fizik alanında dünyanın önde gelen isimlerinden, sicim alanı kuramı ve süper sicim kuramının kurucusu Prof. Dr. Michio Kaku’yu konuk etti. Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü ziyaretçi profesörü ve Amerikan Fizik Topluluğu Kurulu üyesi olan Prof. Dr. Kaku, “Bilim 21. Yüzyılı Nasıl Değiştirecek?” başlıklı konferansa katıldı..