obursali@cumhuriyet.com.tr
Yaratılmak istenen korkuya karşı ayağa kalkış
Osman Kavala, ilk Gezi davasında mahkemenin verdiği beraat kararı üzerine eşyalarını toplamış, hapishane kapısına kadar gelmiş; eşi Ayşe Buğra kocasını almak için kapıda bekliyor… derken kapıda kendisine, hakkında yeni bir tutukluluk kararı olduğu bildiriliyor: casusluk suçlaması(!) ve dışarı çıkamıyor.
Erdoğan, hemen ertesi gün şu açıklamayı yaptı: “Bunlar ciddi manada perde arkasında Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı malum içerdeydi ve bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar. Onlarla beraber başkaları da bu işin içerisinde…”
Saray derhal müdahale etmiş, bir casusluk kararı aldırmış ve Kavala’yı içeride tutmuş…
Saray’ın medyası hemen Kavala’nın hayali casusluk öyküleriyle doldu taştı, iki yıl boyunca, alçakça!
Dünkü kararda ise casusluk yoktu, hükümeti yıkma teşebbüsü vardı!
Kavala’nın ve ağır ceza verilen diğerlerinin Gezi’yi organize ettiğine ilişkin tek bir kanıt yokken... hükümeti yıkmaya kalkışmışlar...
Ortada ne düzenleyici örgüt var ne başka bir şey… Halkın meydanları, yeşili-koruyu yok etme uygulamalarına karşı kendiliğinden büyük bir tepkisi ve parkı, meydanı sahiplenmesi var. Olay, iktidarın despotluklarına karşı biriken nefret ile bütünleşiyor ve muazzam bir halk protestosu hareketine dönüşüyor.
Gezi sadece buydu.
ADETA BİR YARGI KOMPLOSU
Kavala, Mücella Yapıcı, Can Atalay ve diğer ceza alanların hepsine tam bir yargı komplosu kurulmuş gibi. Ülke adaletsizlik, hukuksuzluk batağında. Adı mahkeme diye, verdiği kararlar yasalara göre hareket eden, kanıtlara göre davranan bir mahkeme kararı değil. İktidara göre, isteğine göre bir karar.
FETÖ ortaklığı döneminde sahte delil uydurulurdu..
Şimdi bir aşama yükseldiler, delile ne gerek var, biz böyle düşünüyoruz, ver idamı ağır cezayı, tık içeriye!
Muazzam tepki adaletsizliğe, yasaların, hukukun, adaletin buruşturulup çöpe atılmasına. Bunun, suçlu diye yakalananların duvar dibinde kurşuna dizilmesinden farkı yok.
Kanıta dayalı bir yargılamadan, kanaate dayalı bir yargılamaya geçildi. Ülkeyi inanılmaz bir vicdansızlık, hukuksuzluk batağına sürüklediler. İktidarın atadığı Saraycı adamlar, ülkede vicdanları ayağa kaldırdılar.
Baltayı ayaklarına vurdular…
Meral Akşener’in çok etkili bir konuşması boşuna değildi. Kılıçdaroğlu’nun kısa manifestosu boşuna değildi. Bülent Arınç’ın adaletsizlik tepkisi, birkaç ay önceye kadar MHP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Sazak’ın, şu andan itibaren Kavala kardeşimdir, demesi…
Bir vicdan patlamasının işaretleriydi.
Türkiye’nin son bir darbe ile zulüm ve baskının bataklığına asla yuvarlanamayacağının güçlü gösterisini yaşıyoruz.
DIŞ DÜŞMAN CEPHESİ
Başlıktaki sorudan gidelim: Saray’ın, ilk kez iktidarına karşı büyük bir protesto hareketi karşısında kapıldığı derin bir korkunun, nefretin, intikamcı duygunun sonucu mu bu Gezi davası kararı? Yoksa bu davadaki keyfiliğin, hukuksuzluğun ve tabii ki yargının, seçim sürecinde muhalefete karşı kullanılacağının bir işareti mi?
Yoksa her ikisi mi? Evet, hem korku hem de yargıyı yakın gelecekte araç olarak kullanma.
Son yazımda yazmıştım. İl ve ilçe seçim kurulları yasaya aykırı bir şekilde, ağırlıklı iktidarın atadıklarıyla yeniden belirleniyor. Yüksek Seçim Kurulu kontrollerinde.
Gezi kararı, nasıl gözü dönmüş ve ar damarları çatlatacak bir adaletsizlik düzeyine çıkabileceklerinin göstergesi ise bu aracı, iktidarda kalmak için açık ve net olarak kullanabileceklerinin de göstergesi..
Aynı zamanda, ülkemizin içinde bulunduğu Avrupa Konseyi’ne ve İnsan Hakları Mahkemesi’ne ve çeşitli ülkelerden gelen eleştirilere karşı bir “dış düşman cephesi” kurulmakta olduğunun da işaretlerini görüyoruz.