İslam ülkeleri cemaat, tarikat vb gibi dini
arkaik kuruluşlarca sarılmış durumdadır. Arkaik diyorum, çünkü varoluşlarının
kökeni İslam’ın kuruluşundan başlıyor.. Bunlar yüzlerce kol ve isim halinde dal
budak salmış, İslam dünyasının bütününü sarmıştır.
Bunların en büyükleri tamamen siyasileşmiş
yapılardır; yani siyasi iddiaları vardır ve iktidarları ve devleti
yönlendirmeyi, dahası iktidara bizzat gelmeyi anlayışlarının gereği sayarlar.
Bu siyasallaşmışların en radikalleri IŞİD, El Kaide, Taliban vb gibi
örgütlerdir. Savaş ve Cihat ile öne çıkarlar. Fethullah Gülen gibileri buna iyi
bir örnektir. Gülen, daha başından siyasi iktidarı hedefleyen bir yapı
oluşturdu ve en son geldiği nokta askeri darbe oldu.
Pek çoğu ise “yerel iktidar” sahipliği ile yetinir.
Yani kendilerini yaşatacak, var edecek, parasını-ekmeğini kazanacak, yakın
çevresini besleyecek irili ufaklı cemaatlerle varlıklarını sürdürür.
Demokrasi
ve saydamlık sıfır
Hiç birinin şüphesiz ki demokratik bir yapıyla
ilgisi yoktur. Seçim meçim kitaplarında yazmaz. Cemaat lideri, şeyhi, seyidi
kendisinden sonra kimi isterse onu posta oturtur. Müritler de kabul eder. Geçen
gün bir fotoğrafta gördüğümüz gibi, eğer gerçekse, kalkar, şeyhin çocuğunun
sünnet edilmiş pipisini öper.
Bunların hiç birinde kişisel irade özgürlüğü
yok, boyun eğdirme- eğme var. Her bireyin sahip olduğu beyin, inanç bataklığı
içinde hiçleşir. Bu dini oluşumların liderleri adeta Tanrının tapulu sahibi gibi
davranır, ettikleri kelam Tanrı buyruğu gibi algılanır. Bir soytarı çıkar
pantolon giyenleri cehennemlik ilan eder..
Zerre saydamlık yoktur, paralar oluk oluk akar
ve post sahibinin istediği gibi harcanır. Ne mürit hesap sorar ne devlet...
Bu girişti, diyeceğim başka.
Geri
kalmışlık- dini cemaat ilişkisi
Bazı sosyologların ve yazarların gözünde bu
“sosyal bir gerçekliktir”, olduğu gibi kabul edilmesi gerekir. Fakat genellikle
yarı parçalanmış feodal yapının, yerleşmemiş ve yaygınlaşmamış ve üretici
olamamış bir kapitalizmin, sanayileşememiş ve oluşmamış ve yerleşmemiş bir laiklik
anlayış ve uygulamalarının, siyasetin laikleşemediğinden ve dini oy ve iktidar
amaçları için kullandığından.. bahsetmezler.
“Sosyal
gerçeklik” mekanizmasının, emperyalizmin sömürü, yönetme ve hegemonya
mekanizması olarak çalıştığına da değinmezler.
Toplumun yaratıcılığının, ekonominin
üretkenliğinin neden az olduğu ve bunun toplum içindeki dini arkaik
yapılaşmalarla ilişkisi, kimseyi ilgilendirmez.
Neden bugün İslam ülkelerinde terörün,
parçalanmışlığın, ezilmişliğin, sömürünün şahı vardır... Bir sosyal bilimcinin
veya bu konuda kalem oynatanların, bunun nedenlerini soruşturması ve toplumun
arkaik yapılarıyla ve politik bağlantılarıyla ilişki kurması beklenmez mi..
Derin
ilişki
Dini cemaat ve tarikatların İslam ülkelerinde
yaygınlığı ile, bu ülkelerin geri kalmışlığı, Batı’nın pazarı olması, bu düzeni
sürdürmede ve ortak sömürmede batı ile siyasi işbirlikçilik ve iktidar
paylaşımı içinde olması arasında birebir ilişkiyi kurmayan “ünlü”ler, muazzam
alkışlarla el üstünde tutulur.
Cumhuriyete karşı Saidi Nursiler yüceltilir.
F. Gülen terör örgütü cemaatini bir arada tutan
“tutkal”ın ne olduğunu bile anlamazlar.
Dahası, Cumhuriyetin başarısızlığını ilan
ederler. Bundan derin bir sevinç de duyarlar: Cemaatler, tarikatler galip
gelmiştir, alkış alkış alkış...
Devrimleri
başarısız ilan etmek
Dahası derler ki: İşte Anadolu bu, onu hiç bir
zaman anlamamıştır Kemalistler. Bu nedenle de yenilmiştir.
Kastettikleri Anadolu’nun en arkaik kültürüdür.
Çünkü varlıklarını buna dayandırırlar.. Atatürk bunun yerine bağımsız, özgür
düşünebilen bir milleti geçirmek ve ülkeyi dünyanın sayılı ülkelerinden birine
dönüştürmek istediği için “tu – kaka” edilir.
Bence erken vaazlara kanmayın.
Tarihimizin en büyük dönüştürücüsü, devrimcisi,
tüm İslam dünyasında tektir ve tüm İslam ülkelerinin esaretten kurtulması ve
kötü kaderini yenmesi için de meşaleyi yakan kişidir.
Atatürk’ün devrimleri başarıya ulaşmıştır. Bunu
da yazacağım.
28 Eylül 2017 Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet