Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

28 Şubat 2014 Cuma

Ülke Nasıl Temizlenecek?

Acaba nasıl ağır hatalar, yanlışlar yaptık ki, ülkenin başına bunlar geldi; biz de utançtan yerin dibine girmek ve kaybolmak duygusuyla - yerin üstünde kıpkırmızı yüzle dolaşmak arasında kaldık? Önceki akşam kızım geç vakit Kadıköy’deki gösterilere gidiyordu, genellikle giderim, destek veririm, gözlem yaparım; ama üzerime çöken dağın altındaydım, veya bedenim bir bataklığa ağır ağır gömülüyordu sanki..
İki gün evde görevliye kapıyı bile açmak ve bir şeylerle yüzleşmek gelmedi. Sonunda sokağa çıkabildim. Kendimi başım önünde eğik dolaşırken yakalıyorum, sonra silkinerek dikleşiyorum, diyorum ki bu senin utancın değil..
Biliyorum, bireysel kaçış yoludur bu, vicdanım tam ise tersini söylüyor, dahası bu suç, bu utanç senin diye haykırıyor.. Soruyorum kendime: Acaba ne yapmadım ki, neyi eksik veya yanlış yaptım ki, böylesine rezilane bir yönetim, benim ve ülkem hakkında karar veriyor. 
Sağcı yönetimler tamam, kifayetsizler, yeteneksizler, batırıcılar tamam... Siyasetin finansmanı da hep yolsuzluklaürla yapılır... Ama neredeyse tüm bir kurulun, başındaki ile birlikte, böyle bir batağın içinde görüntüsü vermesi..yooo yoo bu ağır geliyor... Burada mutlaka benim senin onun bizlerin hepimizin ağır hatası var, suçu var.. Bunları nasıl getirip tepemize ülkemizi teslim edebildik?!
***
Biliyorum, diyeceksiniz ki bu ilk kez mi.. Bu ülkeyi 2001’de de büyük bir bataklığın içine itmediler mi.. 60 yıldır 20’ye yakın krizle bu ülke, Menderes-Demirel- Özal- Çiller – M.Yılmaz (Ve Ordu) sarmalında oradan buraya sürüklenmedi mi.. RTE ve ortakları kimlerin referansı? Türban neyin örtüsüydü? Camiler-kubbeler -kılıçlar -topuzlar, Alpaslanlan, Osmanlılar.. Fetihler.. Neyin kılıfıydı.. Tarihimizde doğru, namuslu, milleti bütünleştirici ne varsa herşeyi yerle bir etmeye kalkışmaları da, büyük soygunun sürdürülmesi amaçlı değil miydi..
Bu adamlar, milyarları villalara yığmak hedefiyle nasıl olup da böylesine örgütlenebildiler, bu milleti bu kadar kandırdılar, peşlerinden sürükleyebildiler...
Türbanları, içki yasakları, din eğitimleri, imam hatipleştirmeleri, camileri, namazları, tarikatları, cemaatleri, beş çocuk dayatmaları ile milleti yoksullaştırma çabaları.. bu iktidarın daha sayamadıklarımızın hepsi, bir büyük yalan, ülke çapında bir büyük büyü, milleti- yoksulu uyuşturucu silahları, ülkenin üzerine büyük bir örtü... kendilerine uygun bir “milli irade” tasarlayıp, iktidarlarını sürdürme politikaları.. Milli irade hiç bir şeydir, veya çok şeydir.. Milli irade, bir hukuk ve toplumsal- anayasal sistemin unsuru olarak vardır. Yolsuzluğu rüşvetçiliği kanıtlanmış bir kişi, sandıktan çıksa bile ülkeyi yönetemez... Orada milli irade yoktur..
Millet sanığı çöpe atar..
***
Türkiye büyük bir savaşın içine çekiliyor.
Bugünün sürdürülmesi üzerine bütün politikaların, bütün ısrarların, bütün dayatmaların, bütün yalanların ve peşin inkârların varacağı sonuç, büyük bir çöküştür. Büyük acılardır, büyük vuruşmalardır.. Derin yarılmalar, büyük kayıplar, gözyaşlarıdır..
Bu ülke diktatörlüğe, bir yolsuzluk ve rüşvet iktidarına, izin veremez.
Türkiye muz cumhuriyeti değildir..
Bu ülkede hep bir Afrika diktatörü olma heveslisi olageldi.. Ama hiç barınamadı..
Türkiye’nin tarihi hiç bir şey mi anlatmıyor?
Bu iktidar içinde hiç mi bir kişi yok, restini çeksin, gerçekleri söylesin ve ülkem için, milletim için, gelecek için bundan sonra olacaklara ortak olamam desin.. Hey orada kimse yok mu?
Bunca milletvekili içinde bu gidişe dur diyecek ülkenin batağa giden yazgısını dönüştürecek bir avuç neden çık(a)mıyor.. Hepsi mi gözbağlı, ekonomik bağlı, kötüye bağlı..
Bu hükümet devam edemez...
***
Başbakan, ne kayıttaki sesi inkar ediyor ne oğlunun sesini.. ne de böyle bir konuşma olmadı diyor.. Sadece montaj diyor.. bir de “devletin kriptolu telefonlarını bile dinlediler”.. En büyük itiraf budur! Kriptolu telefonları dinlediler derken, hiç montaj falan demiyor! Kimin kriptolu telefonunu? Başbakan ve oğlunun.. Onlar kim? Devlet! Derken kabak, kriptolu telefonlardan sorumlu TÜBİTAK çalışanlarının başında patlıyor: kapı dışarı! Bilseydim elindeki telefonların da dinlenebileceğini, bu konuşmaları yapmazdım diye düşünüyor.. Tuzağa düşürülmüşlük duygusu!
Başbakanın yapacağı tek büyük iyilik, bir adım geri çekilerek, hiç bir perdelemeye girmeden, gerçeklerin, salt greçeklerin ortaya çıkmasına olanak vermesidir..
Sonra, haklı çıkarsa, daha büyük bir geri dönüşünün de kapılarını açmak..
Bunu yapmadığı taktirde, bu ülkeyi zaten yönetemez...
Ya bir adım ileri atacak, ya bir adım geri...
***
Biz de hep beraber düşünelim.. Biz nerede hata yaptık?! Neyi başaramadık?!
---27 Şubat Perşembe 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

25 Şubat 2014 Salı

Savaş Hazırlığı

Yaşadığımız gelişmelerin ileriye yönelik yönünü anlatacak bir başlık ararken, sosyal medyada bir izleyicim bir mesajıma “Orhan bey devlet savaşa hazırlanıyor” yanıtını verdi. Devlet... Devlet nasıl savaşa hazırlanır? Devleti siyasi iktidarlar savaşa hazırlar... Eğer bir savaş niyeti varsa iktidarın, devleti buna göre biçimlendirir...
Son peşpeşe çıkar yasalar, aslında savaşa hazırlanan bir iktidarın niyetini belirliyor... Bu yasaların ortak özelliği, iktidar dışında herkese savaş ilanıdır, diyebilirsiniz.. Siyasal iktidarı, herkese karşı zırhlıyor.. Bunun da ötesinde, “düşmanlarını” mahvetmek için iktidarı, hadi korkutmamak için ortaçağ kavramları kullanalım, zırh, gülle, zehirli ve ateşli ok, kaynar yağ, mancınık.. aklınıza gelebilecek silahlarla donatıyor!
***
Şimdi MİT yasa tasarısı komisyondan geçti ve Meclis’e gelecek... Soruşturmanın gizliliği bile MİT için geçerli olmayacak, gelip savcıdan dosyayı alabilecek.. Oh kekâ! Başbakan, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü vb bir kenara itip, bütün alanların denetimini verdiği MİT’i, ülkeyi yönetmenin temel aracına dönüştürüyor. RTE, bütün örtülü operasyonları mit üzerinden gerçekleştirecek.
Şunu söyleyebiliriz: RTE devlete güvenmiyor! Hiç bir birimine tam güvenmiyor.. Bu nedenle MİT’i tam güveneceği bir operasyonel ve tüm bilgileri toparlayıp aktarıcı yönetim organına dönüştürüyor.
Bu, tipik olarak, diktatoryal bir kişi ve yönetimin yapabileceği iş ve sahip olabileceği bir düşünce yapısıdır. Hitler de devletten ayrı olarak kendi polis ve istihbarat birimlerini kurmuştu: Cemaatçinin, kaldıysa tabii bir kaç tane solcunun, Alevinin, sosyal demokratın çalıştığı heterojen bir yapının nesine güvenecek! En iyisi, kendine tam bağımlı bir yapıdır..  Bu yapı, aynı zamanda bütün devleti de denetim altına alacaktır..
Bu bir polis kafasıdır! Bir diktatörün sürekli iktidar planının bir parçasıdır.
***
Bu arada sessiz sedasız geçen son sözde demokratikleşme yasasını unutmayın: Bunlar, yolsuzluk ve rüşvete karşı da iktidarı zırhlayan yasalar:
* Dinleme kararlarını bir Ağır Ceza Mahkemesi’nin 3 yargıcı oybirliği ile verecek. Bu mahkemeyi de iktidarın HSYK’sı belirleyecek. Yanlışlıkla atanacak bir yargıç varsa aralarında, tek oyu geçersiz kılınsın diye! Unutmayın, bu ülkede ömür boyu hapis cezaları bile oybirliğiyle değil oy çokluğuyla veriliyor!
* İktidarın görevden aldığı kişi. Mahkeme kararı olsa bile makamına geri dönemeyecek, eşdeğer maaaşlar bir kızak göreve gidebilecek.
* Savcılar soruşturduğu kişilerin mallarına el koyma iznini, MASAK, BDDK,SPK, Hazine Müstearlığı, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’dan izin alacak. 3-5 ay içinde bu kuruluşlar evet-hayır raporu verecekler!!! Tabii bu süre içinde hırsızlar mallarına güle güle diyecekler!
* Hakimler ve savcılara, kararlarından ötürü tazminat davası açılabilecek. Bu önceden böyleydi, AKP Silivri yarglamalarında mahkemelerin haksız hukuksuz karar vermeleri içini ellerini kollarını serbest bırakmış, tazminatları devletin ödemesne karar vermişti. Şimdi, tersi oluyor.. Çünkü iktidar mensupları, haklarında dava açacak mahkemeleri savcıları, mahkemeye verebilecek. RTE, oğlu için davaya hazırlanıyor.
İçki içerken koyduğu yasağı kaldıran, sonra tekrar koyan IV. Murat mıydı?!
***
RTE, çıkardığı yasalarla adeta bir savaş hazırlığı içinde.. Ama savaş kime?
* Öncelikle, hiç biri asla demokratik olmayan son yasalarla, iktidarını koruma, muhalefeti bastırma-sindirme, kendisine yönelecek her türlü iddiayı yoketme savaşı.. Yani bu yasaların hepsi özünde “iç düşman”a karşı verilecek savaşın silahları..
* Bu yasalarla, özellikle MİT yasasıyla, “iç düşmanı” ezip yoketmek için, büyük skandal davalar, olaylar yaratabilir.. Ergenekon, Balyoz davalarının nasıl topluma sunulduğunu anımsayın: Mahvolmakta olan ve ülkeyi iç savaşın eşiğine getiren ve resmi iktidarı yıkmaya yönelen darbeciler... Sonra mesela Bülent Arınç’a uyduruk takip ve baskın olayı... Bunun sonucu askerin kozmik odasına girilmişti. (Sahi o hakim ve o belgeler ne oldu?) .. Ankara caddelerinde, güya darbe için cephane taşıyan askeri cemseler olayı... AKP iktidarın ve Cemaati bitirme planları..
Bunların hepsi iktidarca düzenlenmiş büyük sahte olaylardı!
Bu sahte operasyonların yeni versiyonları bir süredir piyasaya sürüldü: Suikastler!
İktidar, gerekli gördüğü durumlarda sözde iç kargaşalıklar yaratabilir, OHAL durumlarıyla ülkede dehşet ve korku salabilir.. Bunun pilot uygulamalarını yaşamaya başladık.
Söylüyorum: Kürtler de bundan nasibini alabilir.. Şimdi gemilerini dayadıkları ve her dikta eylemlerine destek verdikleri iktidar, yarın tepelerine binebilir.. Bu işler hiç belli olmaz.
***
Şunu bilelim: Artık bir kamu düzeni sona erdi...
RTE’nin (Gül’ün de desteğiyle) yeni kamu düzeni ve rejimi başladı.
---
OKUR NOTU. Savaşal Sayın: Gerilimi Düşürürse Çöker, başlıklı yazınıza yüzdeyüz katılıyorum. RTE İktidardan düşmemek için, belirttikleriniz ile beraber, mutlaka parayı da kullanıyor. Son 2 aylık olaylar gösterdi ki "herşeyi para için" yapıyorlarmış. Özellikle örtülü ödenekten 11 yılda 6 milyar TL (6 katrilyon) harcanmış, nerdeyse, 3. köprünün maliyeti kadar (3-4 milyar Dolar) Bu para kimlere dağıtıldı? Bu kadar yolsuzluğun içinde olan bir iktidar, örtülü ödeneği Türkiye'nin menfaatlari için mi harcadı? Paranın izini sürmeli..
--25 Şubat Salı, 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

24 Şubat 2014 Pazartesi

MİT Katliam Yapar mı?

Geçenlerde bir haber dikkatinizi çekti mi? “Gösterilerde molotof kokteyli atarken yakalanıp mahkemeye çıkartılan genç, MİT ajanı çıktı.” 
Şimdi MİT tasarısında bu yasalaşıyor. Molotof kokteyli değil, bomba atsa, kitleleri tarasa, bu işi “görev” olarak yaptığı için, yargı ve yasalar karşısında sorumsuz olacak. MİT elemanları her türlü suçu işleyebilecek, ama bu suçları “devletin ve milletin bekası için” yaptığından yasal olacak Ayrıca MİT'e, bir dava açıldıktan sonra (diyelim koşullar edğişirse) ikinci bir dava daha açılamayacak. 
MİT, ajanlarını örgütlere sızdırır veya içeriden ajan devşirir.. Amacı bilgi sızdırmaktır.. Tamam, bu sözkonusu örgütlerin meselesi!
Peki MİT elemanına suç işletmenin mantığı ne derseniz:
a)  Hedef aldığı örgütü, yasal olmayan eylemlere, mesela terörist faaliyetlere çekerek, onu bir suç örgütüne dönüştürmek... Örgüt olması art değil, mesela barışçı kitle gösterilerini yoldan çıkartarak şiddet faaliyetlerine özendirmek, böylece polisin vahşetini kitlelerin üzerine yöneltmek de, MİT ajanının görevleri arasında. Çeşitli araç ve gereç kullanabilir bunu yaparken.. 
Zaten kitlesel gösterilerin içinde vandalizme, yani kırıp dökmeye meyilli birileri mutlaka vardır.. Ajan, öncelikle bunları vandalizme heveslendirir ve böylece bir şiddet yanlısı gurup oluşturur.. Ve arkasından gelsin polisin gaddarlığı.. Bunu Gezi gösterilerinde çok gözlemledik!
b)  MİT ajanı şu amaçla da görevlendirilmiş olabilir: İçine sızdığın örgütün siyasi davasının keskin savunucusu ol.. Göze gir. Gerekirse örgütün politikasının en önde uygulayıcısı ol.. Savayçı ol.. Hatta yaralanman bile tercih edilir. Böylece örgüt içinde güven kazanır ve yükselirsin!
MİT yasa tasarısı, böyle kullanılan ajanlara, yasal dokunulmazlık kazandırıyor. Görev gereği suç işlemek diye bir şey mi olurmuş!
 Evet olur. Çünkü yeni tasarısı, MİT yasasını, bütün yasalardan üstün kılıyor. Yasalar ve hatta Anayasa üzerinde bir süper yasa! Bakın: “Bu Kanun ile diğer kanunlarda aynı konuyu düzenleyen farklı hükümler bulunması halinde bu Kanun hükümleri uygulanır."
Anayasa’nun uygulanışı bile neredeyse MİT’e bağlanıyor!
***
Mesela diyelim kişiler hakkında bilgi toplama, internet kullanımı ile ilgili yasada bazı uyduruk kısıtlamalar var, mahkeme kararları istenecek falan.. Hayır, MİT söz konusu olunca hiç bir kısıtlama yok, herşey MİT’e açık.. MİT’in önünde hiç bir engel yok.. Hiç bir yasa MİT’e engel çıkartamaz. MİT yasaları tanımıyor, bütün haberleşmelere istediği gibi ulaşabilecek.. Kimsenin bir haberleşme özgürlüğü-gizliliği yok.
Mahkemeler, Medya, Askeriye, iş dünyası.. MİT istedi mi bütün bilgileri belgeleri göndermek zorunda. MİT mesela haberin kaynağını ver bana, kim söyledi bunları sana, diye sordu ve sen vermedin, ayvayı yedi muhabirden yazı işleri müdürüne, genel yayın müdürüne ve patrona kadar... yıllarca hapis ve milyonlarca para cezası..
Mesela şunlara bakın neler suç kapsamına giriyor:
·     Temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama" (Bu ne demek? Herşeyi, herkesi her işi içine sokabilirsiniz, tamamen yoruma açık.. Mesela gittiniz Brüksel’de iktidarın icraatını, yolsuzluklarını rüşvetlerini, diktatörlüklerini, yasaları çiğnemesini eleştirdiniz.. Veya bir yazı yazıp gönderdiniz, geçmiş olsun!)
·      Düşman devlete maddî ve malî yardım” (Bu ne demek? Kim düşman, bunu kim saptayacak, iktidar veya MİT her yıl düşman devletler listesi mi yayınlayacak?
·      Düşmandan unvan ve benzeri payeler kabulü” (Yine düşman devletler listesine bakacağız herhalde; yoksa mesela Fransa’dan bir unvan aldın, o sırada MIT veya iktidar Fransa’yı gizlice düşman devlet sayıyor olabilir.. Küt içeri..)
·      “Devlet sırlarından yararlanma, devlet hizmetlerinde sadakatsizlik”.. Eni boyu açık.. Mesela İzmir’de uyduruk askeri casusluk davasında bir sürü açık bilgi “gizli bilgi” olarak kabul edilip, askerler içeriye atıldı..
·      MİT’in soruşturacağı suçlar listesi o kadar kabarık ki, net tarifi olmayan ve herşeyi kapsayıcı ki, iktidar kendisine karşı olan mesela 40 milyonu içeri atabilir!
***
MİT tasarısı hükümetin yasa teklifi olarak Meclis’e gelmiyor. RTE anlaşılan iki milletvekilinin eline bu tasarıyı tutuşturdu ve kanun teklifi olarak Meclis’in önüne getirtti.
Dünkü gazetelere baktım bir kısmında “yasadan geri adım, rötüş” diye manşetler.. Hayır yalan, özünde hiç bir geri adım yok. Efendim, basına uygulanacak ceza mesela 9 yıldan 6 yıla düşürülmüş! Başbakan “Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu Başkanı” olmayacakmış. Yakışır aslında da, ama olsa ne olur olmasa ne olur.. Nasılsa herşey ona gidecek, ondan sorulacak..
İlk tekliflerinde biraz abartılı maddeler yazdılar ki, Meclis’te komisyonlarda “aaaa bu kadar olmaz, bizim milletvekili de topuzun ucunu kaçırmış, bunu iki yıl indirelim” diyerek, yasanın diktatoryal, polis ve istihbarat devleti ve iktidarı olan özüne zerre kadar dokunmadan, uyduruktan düzeltmeler yapsınlar! Yasayı da geçirsinler!
***
Tamamen yalan ve sahte müslümanlık üzerine inşa edilen bir iktidar, şimdi MİT – İstihbarat Devletine - İktidarına dönüşüyor.
Bu, HSYK ve İnternet yasakları yasaları, ülkeyi fiili olarak iş savaşa götürebilecek potansiyelleri taşıyor.
Yahut şöyle diyelim: İktidar, her şart altında iktidarda kalmak için, şimdiden bütün önlemlerini alıyor.. Savaşsa savaş, darbeyse darbe, provokasyonsa provokasyon.. Hepinizi stadlara doldururum..
Eceli gelen, cami duvarına işermiş..
Bu yasalar da öyle..
Ve Cumhurbaşkanı Gül, yeniden Çankaya ışığını aldıktan sonra, bu diktatörlüğün işbirlikçisi olma yoluna girmiş görünüyor..
----24 Şubat Pazartesi, 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet


23 Şubat 2014 Pazar

Bu Dikta Yasalarının Anlamı Ne?

Yanıtı doğru verirsek önümüzdeki 1,5 yılın siyasi tercihlerini şimdiden görürüz! 
Neden RTE ülkeyi tek adamın dikta rejimine sokacak yasaları birbirardına çıkartıyor? 
Acil yanıt, RTE diyor ki: Bana anayasal başkanlık vermiyorsunuz.. Ben de bu başkanlığı yasalarla kendime veririm ve başbakanlık adaylığımla genel seçimlere giderim...
Şimdi bu yargıyı doğuran ayrıntılara bakalım:
a)    İnternet’i tamamen devletin (yani RTE’nin) kontrolü altına alan yasa.. RTE ve iktidarı, İnternette bundan sonra gündeme gelebilecek her türlü yolsuzluk ve rüşvet haberlerini yokedecek. Çünkü, bunların ruhlarını bilen Cemaat ile henüz kesin kapışmayı tamamlamadılar..
b)   HSYK’yı tamamen denetimleri altına aldılar. İstedikleri hakimleri istedikleri davaya atayacaklar.. Yargı, RTE iktidardına çalışacak. RTE’ye göre bütün yolsuzluk ve rüşvet olayları uydurulmuş darbe.. Bakanlara kol-kanat geriyor.
c)   Evet, Özel Yetkili Mahkemeler kaldırıldı. Ama, iktidar HSYK eliyle, istediği ağır ceza mahkemesini kendi özel yetkili mahkemesi olarak kullanabilecek..
d)   Tabii MİT yasa tasarısı. MİT’e yasaların üzerinde yetkiler tanınıyor. MİT akla gelebilecek her türlü belgeye bilgiye ulaşabilecek. Bunlara bankalar, finans kuruluşları, tapu ve vergi daireleri, özel şirketler, dernekler, sendikalar, siyasi partiler.. MİT gazetelere isterse baskın yapabilecek ve saklandığını düşündüğü bilgi kaynaklarına ulaşabilecek, askeri bilgiler bile MİT’ten saklanamayacak.. Herkesin kişisel bilgileri MİT’te olacak.. Daha neler.. Yani RTE, MİT ile birlikte ülkeyi yönetecek.. Koyu bir dikta hevesi..
***
Gelelim başlıktaki soruya.. Sosyal medyada üç gün önce paylaştığım mesajımda dedim ki: 
Bu yasa ve yasa tasarıları gösteriyor ki, RTE, Cumhurbaşkanlığına adaylıktan vazgeçti.. Üç dönem milletvekili olanların yeniden aday olma yasağını kaldıracak. Başbakanlığa aday olarak seçimlere girecek, bu yasalarla da, ülkeyi adeta diktatör olarak yönetecek..
Burada, RTE’nin niyetini ortaya çıkartan çok önemli bir soru şudur: 
RTE, Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı seçimine 6 ay kalmışken, neden bu yasaları çıkartıyor? Bu yasaların hepsi bir başbakana diktatoryel yetkiler veriyor, Cumhurbaşkanına değil. O halde kendisi Cumhurbaşkanlığına aday olmayacak.. Gül’e Cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakacak ve böylece aralarındaki sorunu çözecek, parti tüzüğündeki 3 dönem yasağını da kaldıracak, genel seçimlere Başbakan adayı olarak girecek..
RTE, önce Başkanlık Sistemi dayattı. Ama, Kürtlerin desteği bile, Başkanlık Sistemli bir anayasayı kabul ettirmesi imkansız gibi. O halde, RTE için Çankaya’nın fazla önemi kalmadı.
Ama, Başbakan olarak, ülkeyi bu kez demirden bir başkan gibi yönetebilir. Zaten yönetmiyor mu diyebilirsiniz. Evet yönetiyor, ama yasal ve hukuki değil.. Anayasayı yasaları çiğniyor.. RTE, bu yasa ve yasa tasarılarıyla, üstelik tam bir polis ve istihbarat örgütü devleti ve hükümeti gibi, Başkanlık Sistemi’nden de öte, ülkeyi yasal zeminde yönetme yetkileri alıyor.
Evet yasal, ama Anayasa’nın ruhunu çiğnedikleri için hukuki değil... Anayasa’nın askıya alındığı bir dönem yaşıyoruz: Anayasa orada süs, Anayasa ile derinden çelişen yasalar yürürlükte ve uygulayıcısı da RTE..

“Batsın Böyle Gazetecilik”
Milliyet Genel Yayın Müdürü iken işine son verilen Derya Sazak’ın, Milliyet’te işten atma operasyonarına neden olan İmralı Zabıtları, Gezi ve 17 Aralık olaylarının perde arkasını anlattığı kitabı Boyut’tan çıktı. Sazak, “Bu kitap, Milliyet’e kurulan ‘kumpas’ın öyküsüdür” diyor. Milliyet’i bir tür iktidar yandaşı yapma serüveni. Gazetede ilk büyük patırtı, Öcalan ile BDP’liler araında yapılan İmralı görüşmelerinin zabıtlarının açıklanması üzerine kopmuştu. Bu gerçekten önemli bir gazeteciik başarısıydı ve gazeteci olan herkes, sonucu ne olursa olsun bunu yayınlardı..
Sazak diyor ki “herşeyi bütün çıplaklığıyla yazdım.” Kitabındaki olaylara, çeşitli gazetelerden yazarların geniş çaplı yazılarıyla destek almış. Kitabın sonuna da, tanınmış isimlerden iktidar-medya ilişkileri, yaşadığımız günlerin nitelikleri üzerine yazılarla karşılaşıyorsunuz.. Derya Sazak’ın kitabı, şüphesiz bu dönemin iktidar medya ilişkilerine, iktidarın medya üzerindeki büyük operasyonlarının anlaşılmasına yardımcı olacaktır; kitap basın tarihine düşülen önemli bir belgedir..
OKUR NOTU
Cemil Mirasoğlu: Milletin %60’ı aptal mı konusu Türkiye'nin önünü tıkayan en yalın gerçeğidir. Seçmenin %65-70'ini oluşturan Muhafazakar çoğunluk ile %30-35'ini oluşturan Aleviler, Kürtler ve aydınlarımız 90 yıllık Cumhuriyet döneminin yetiştirdiği Laikliği bir yaşam biçimi olarak benimsemiş kitlelerdir. Bu ayrışma tam bir kutuplaşmaya dönüştü.. DSP, muhafazakarlardan oy alabilen yapısı ile 2002 yılında yeniden şekillendirilen Türkiye'de el birliği ile yok edildi ve CHP yalnız bırakıldı. Muhafazakarlardan oy alabilecek ikinci bir parti olmadıkça da bu kilitin çözülmesi zor. Aziz Nesin'in %60 olarak kastettiği bu kitledir. Kanımca aptal olanlar, onların önüne CHP dışında seçenek sunamayan aydınlarımızdır.

--23 Şubat Pazar, 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

21 Şubat 2014 Cuma

Gül- RTE: Durum Ne?

Cumhurbaşkanı Gül, İnternet yasasını onaylayarak, büyük tepki çekti... Gül’ün pozisyonunu görelim: Şüphesiz ki AKP’lidir, tartışmasız. 7 yıl boyunca RTE’ye özde hiç bir zorluk çıkarmamıştır.. Tıkır tıkır işlemiştir sistem.
Gül ile RTE arasındaki politik kişilik olarak ana farklardan biri, bence, Gül’ün kamuoyunca etkilenmeye açık olması, RTE’nin ise bildiğini okumasıdır.
Gül’ün siyaseti daha çok kurallarına göre oynama eğiliminde olduğu, siyaset olarak, “Batılı güçlerin etkilerine” daha çok kulak verdiğini söyleyebiliriz.
Gül, RTE’ye kıyasla, büyük iddialar taşıyan bir politik kimlik taşımıyor. Burada, RTE’nin tek başına herşeyi sürükleyici belirleyici kimliğine karşılık, Gül belki daha çok ekip yönetimine duyarlıdır.
Gül’ün mesela RTE gibi, içeriden veya dışarıdan doğrudan medyayı yönetme ve denetleme eğilimine gireceğini düşünmüyorum.. Tabii, bunun doğrulanması ancak o koltuğa oturmasıyla mümkün olabilir..
Gül, hem de iktidarın tam göbeğinde ortaya serilen rüşvet ve yolsuzluk rezaletlerine, o koltukta otursaydı, bugünkü RTE rolünü oynar mıydı?
Dış politikaya yönelik de benzer sorular üretilebilir.. Genel kanaat, Gül’ün Batı politikalarıyla daha çok iç içe olduğu biçimindedir. Bu olumlu mu olumsuz mu? Sorunun yanıtı, somut durumlara göre farklılık gösterebilir.
***
Peki İnternet yasasını onaylaması ve arkasından gelecek HSYK yasasını da onaylama eğilimi, hem Batı hem ülke kamuoyunun büyük tepkisine duyarsızlığını göstermez mi?
Burası konunun bam teli..
Şüphesiz ki, duyarlı kalmak istiyor ama tam da başaramıyor. İktidarın bu yasalarından tam memnun değil, küçük müdahalelerle “Gül farkı” yaratmaya çalışıyor, ama işin özü olan özgürlüklerin geliştirilmesi, yargının tarafsızlaştırılması ve bağımsızlaştırılmasında bir değişikik olmuyor.
Peki Gül ile RTE aynı mı?
Nasıl bir zamanlar F. Gülen ile RTE’nin birbirlerinin ayaklarına asla basmayacaklarına ilişkin kanaaat yaygındıysa, aynı düşünce Gül ile RTE için de yaygın.
Ben öyle hiç öyle düşünmedim. 2011 sonu ve 2012 başında yaptığım analizler hala geçerlidir. Kendisini “lider gören” ve ülke yönetiminde hakkettikleri “koltuğu”, “pozisyonu” alması gerektiğini düşünen iki politikacı var karşımızda.
Gül’ün en büyük rahatsızlığı, geçen iki yıl boyunca RTE’nin Başkanlık Sistemini dayatması, Hükümet- Devlet-Parti üçlü yönetimine tek başına sahip olma ve Gül’ü tasfiye etme girişimiydi. Gül, bu durumda, kesin tavrını belli etmişti..
***
Peki şimdi durum ne? Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde “makam pozisyonları” kesinleşmiş değildir. Ama şu kesinleşmiş gibidir: RTE’nin Devlet-Hükülmet-Parti yönetiminde hakim olma isteğinin gerçekleşmesi, adeta sıfıra yakındır. Gül’e yakın bir etkili gazeteci, RTE-Gül arasında bir anlaşmanın olup olmadığı soruma, “bildiğim hayır” dedi. Yani sen şuraya ben buraya bölüşümü olayların gelişimine bırakılmış durumda.
Ama, RTE’nin Üçlü Yönetim rüyasının çoook uzaklaşması, Gül’ü rahatlatmış görünüyor.
Tartışılan bu yasaları onaylamasının arkasında da, zaten parçası olduğu AKP ve RTE’den kopmama isteği yatıyor. Cemaat-RTE çatışmasının, en azından şimdilik, AKP’nin içinde büyük kopmalara yol açmaması, RTE’nin duruma egemenliği, AKP içinden bir ikinci parti çıkma olasılığını şimdilik çok çok aza indirdi. Tabii, yerel seçimlerin sonucu, siyasette yeniliklere açıktır.
Özetle Gül, RTE ve AKP’ye muhtaçtır.. Siyasi geleceği açısından, arayı iyi tutması gerektiği zamanlardayız.
Seçim sonuçlarından sonra durumu yeniden yorumlayacağız.
***
OKURDAN NOTLAR
HALUK UTKU: 6 Şubat tarihli “İktidarın Büyük Taaruzu” başlıklı yazınızda iş adamları ile hükümet arasındaki ilişkiyi “besleyelim-besle” ile tanımlamışsınız. Amerikalılar bu tür ilişkiler için üretilmiş projelere “Domuz Fıçısı Projeleri” adını verir. Cumhuriyet portalda 14 Temmuz 2011 tarihli bir yazının başında bu tabiri çılgın projeler için kullanmıştım. ABD olsun Türkiye olsun benzer davranış kalıpları, Kapitalizm diyalektiği gibi bir şey. İlk Balyoz Davası kararı ertesi infilak eden bir duygu ile kaleme aldığınız düşüncesinde olduğum yazınızı da hala unutmuyorum.
ŞAKİR KATMAN: Bu kadar yolsuzluk, arsızlık ortaya çıkmışken hala AKP’nin oyları niye düşmüyor acaba diye herkes birbirine soruyor. Klasik sebeplerin dışında (yiyor ama iş yapıyor vs ), bence en büyük etken “kadınlar “. Pozitif destek açısından: Erdoğan veya Gül, nereye gitseler eşleri yanlarında. Biz, Kemal Bey’in eşini henüz tanımış değiliz, Baykal’ınkini de tanımazdık.
Ecevit’in eşi ona çok destek verirdi halbuki ve başarılı olurlardı.

Negatif etki açısından: Özal’ın en büyük handikapı Semra Hanım ve Papatyaları idi ve bu ona çok oy kaybettirdi. AKP’li yöneticilerin eş ve kızlarının ne kadar şatafatlı bir hayat yaşadıkları halka tanıtılsa çok etkili olabilir. AKP’ye oy veren düşük gelirli kadın ve kızlar (cinsiyetlerinin özelliği olan kıskançlık duyguları ile) kopuş yaşıyabilirler..
--20 Şubat Perşembe, 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

19 Şubat 2014 Çarşamba

RTE Gerilimi Düşürürse Çöker

Size bugün “Bir siyasi ayakta kalışı anlama denemesi” sunacağım..
Epey zamandır aklıma şu soru takılı: RTE neden durmadan geriyor ülkeyi.. Üstelik ikiye parçalarcasına, milleti birbirine düşürürcesine ve düşman edercesine, kendinden milyonlarca insanı nefret ettirircesine.. Nefret ne kelime!? Gidin gidin, gidebildiğiniz kadar..
Yıllardır böyle.. Hemen her önemli olayda başrole çıktı.. Gerdi de gerdi.. Gezi’de Türkiye’yi neredeyse birbirine kırdıracak kadar ileri gitti.. Kazlıçeşme’de, Ankara’da ve başka yerlerde Milleti geziye karşı ayaklandıracak konuşmalar yaptı..“Milletin yarısını evinde zor tutuyorum dedi..
“Geziciler, Dolmabahçe Camii’inde içki içtiler, başka neler yaptılar neler,” dedi. Dahası bunların görüntüleri olduğunu söyledi. Ama bu iddiası fos çıktı.. “Allah var, ben yalan söyleyemem, içki içilmedi” diyen muezzin, pişmiş tavuk yapıldı.. Sadece bu olay bile din ve tanrı kavramlarının tamamen siyaseti araç olduğunu apaçık gösterdi..  Cami’de içki içildi lafının, anormal zamanların kıyıma çağrı etkisi yaptığına Anadolu tanıktır.. Çorum’dan Sivas’a ve Kahramanmaraş’a kadar yakın tarihin en kanlı olayları...
Gezi’ye karşı tezgahlanan diğer olay Kabataş’da 100 kadar çıplak ve başı bantlı erkeğin bebekli türbanlı bir kadına saldırdıkları, üzerine işedikleri palavrasıydı.. Görüntüler var dendi ama görüntülerde Kabataş en sakin günlerinden birini yaşıyordu ve türbanlı kadın da bebek arabasını sürerek kocasıyla buluşuyordu!
Fakat RTE, asla hiç bir geri dönüş yapmadı..Ne gerçekler onu yolundan çeviriyor ne de başka bir şey…
Millete bir yalan üzerinde hayat sürdürülüyor!
***
Dünyada baka hiç bir örneği olmayan, politik gerilim- korku filmlerinin baş aktörü veya senaristi rolünü en azından 78 yıldır neden sürdürüyor bu politik baş figür?
Dünkü “Yüzde 90’ı Aptal mı?” başlıklı yazımda çıtlattım: “Gerilim onu ayakta tutuyor.”
***
Evet, artık kesin kanaatim bu. Gerilim bir insanı nasıl ayakta tutar, diye sormayın. Kastettiğim, siyasi ayakta kalış öyküsüdür.
RTE, “kendi seçmen kampını”nın aslında kapılarını, bu gerilim politikasıyla sıkı sıkıya “kapatıyor”. Bu yolla “kamptan dışarıya sızma” olmayacağına inanıyor.
Onlara her konuşmasıyla aslında diyor ki: “Sakın kafanı dışarı çıkarma.. dışarısı allahsızlarla, kurtlarla çakallarla, dinsiz imansızlarla, yahudilerle, düşmanlarla, dinine- camiine- türbanına saldırmaya hazırlarla dolu… hepsi seni ham yapar..
Kendi “kampındaki toplumu” yıllardır kendi dışındakilere karşı biliyor. Kamplaşmanın kendisine, seçmenini bir arada tutma olanağını verdiğini düşünüyor. Bu amaçla, her türlü demagojiyi, gerçek dışı herşeyi kullanıyor. Söyletmeyin bana işte, ne gerekiyorsa, onu..
Her önemli görünen olay, iktidarına, “milletin (yani kendi kampının) iktidarına” karşı bir darbe girişimi.. Bu bazen faiz lobisi, bazen Gezi protestosu… Bazen bir TIR bile olabilir!
Veya bir “Aydın Doğan” medyasıdır.. Bazen TÜSİAD’tır, Koç’tur.. Kendisine “siyasi gerginlikten, yabancı yatırım korkar gelmez” demeye yeltenen Muharrem Yılmaz da, iktidarını yıkacak düşman kategorisinde yerini alır.. Bütün onlar “yaratılmış düşmanlar”dır!
Kendi seçmen kampını onlara karşı zırhlar.. RTE’nin bu amaçla sürekli düşmanlara ihtiyacı vardır..
Medyası da onun bu politikasının on kat fazla dozda uygulayıcısıdır, büyük medyaya, medyayı denetime de bunun için ihtiyacı vardır..
Hatta, yolsuzluk ve rüşvet davaları da palavradır, “düşmanların iktidarına karşı darbe girişimidir”. Bu gerilim politikasıyla aynı zamanda, iktidarın batağını gizlemeye çalışır.. Seçmen kampını “düşmanın yalanına, darbe girişimine karşı” korur!!!
***
Şimdi RTE’nin milleti kamplara ayırma politikası izlemediğini varsayalım: Doğal bir bütünlük ve sakinlik olacak. Normal bir toplum.. Seçmeninin (tabii bir kesiminin, %50 diyelim) kulağı “karşı tarafa” da, en azından olayların gerçek yüzüne de açık olacak.. Yaa diyecek, merak edip öğrenecek.. Şüphe edecek, tartışacak..
O zaman “tel örgüler” olmayacağı için seçmen içinde gidiş gelişler- akışlar- kayışlar doğal seyrini izleyecek.. Vay canına diyecek, iktidarı eleştirecek vb.
RTE, kamplara bölerek milleti, kendi kampının gerçeklerle yüzleşmesini önlüyor aynı zamanda! En fütursuz davranarak, atarak-tutarak..
Veee bu kamplaşma sonucu, “düşmana karşı” diktatörlüğünü, yani iktidar kalesini örüyor da örüyor.. inşa ediyor. Dün savcı bugün yargı, yarın internet.. Biliyorsunuz bunların hepsi de bizim için, daha büyük özgürlükler için..
***
Bütün bunlardan sonra gelen soru şudur: RTE, Türkiye’yi gerektiğinde Mısır’a döndürecek kadar da “Sağlam “İrade’ye sahip mi? Türkiye’den bir Mısır çıkar mı çıkmaz mı.. Bence bunu tartışacağımız günler çok da uzak değil..
---
OKURDAN NOT: Dr. Ertan Kılcıgil : 6 Şubat tarihli "İktidarın Büyük Taarruzu" başlıklı yazınızı okuyunca, kayınpederimin Trabzon'da tanık olduğu ve bana anlattığı Menderes'in bir miting konuşması aklıma geldi. Büyük kalabalığa Menderes şöyle seslenir: "İnönü asker kaçağıdır". Sizin de yazınızda belirtttiğiniz gibi "böğürtü şeklinde", vatandaşlar "eveeet" diyerek büyük bir alkış koparır. Sanki İsmet İnönü'nün Atatürk'ün yakın silah arkadaşı ve asker olduğunu inkâr edercesine. İşte siyasi demagoji taaa o zamanlardan beri değişmemiştir.

---18 Şubat Salı, 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

18 Şubat 2014 Salı

Milletin Yüzde 60’ı, 90'ı Aptal” mı? Bllim Nerede?

Bu konuya damardan girmek gerekir. Aziz Nesin’e atfedilen “bu milletin yüzde 60’ı aptal” sözünü günümüzde “az bile söylemiş, yüzde 90’ı aptal”a çıkartanlar var.
Bu tür genellemeleri “aptalca” bulurum, kimse kusura bakmasın.. Genel duruma bakarak milletin kendi gibi düşünmediği, kendi gördüğünü, herşey bu kadar açık-seçik olmasına rağmen görmediği saptamasını yapanlar, hemen düşüncesini kesinleştirir.. Aptal bunlar..
* Ülkede basın özgürlüğü ve demokrasi kırıntıları katlediliyorYolsuzluk ve rüşvet almı, başını gidiyor, büyük olay 4 bakanı götürdü ama AKP’nin oylarında düşüş yok, veya varsa olması gerektiği kadar yok, bu millet aptal..
* Millet alışmış, “yiyor ama iş yapıyor ya” diyor, bu millet aptal..
* Yooo bu millet muhafazakarlaştı, bu yapı çimentolaştı, bu nedenle ne yaparsa yapsın AKP’ye destek eksilmez..
* Bu millet de yiyiciliğe alıştı: yönetimde olan iş beceriyor, zengin oluyor, yediriyor içiriyor, o zaman bize de kıyak geçer…, biz de çalarız çırparız..
***
Bu ve benzer düşünceler, zaten tembel olan okumuş beyinleri esir almış durumda. Görünüşe bakarak ve kısa vadeli yüzeysel kestirimlerle, nokta konuluyor.
Aslında bu kestirimlerde bulunanlar, kendi ayaklarına baltayı vuruyor farkında değil. Çünkü yukarıdaki saptamaları yapmanın siyasi bir sonucu ve bunun da ağır bedelleri var. “Yapacak birşey yok… ne yaparsan boş.” Benzetme doğru değil ama yine de: Dağdan çığ kopmuş üzerine geliyor diyelim. Kaçamıyor, ellerini açmış “yapacak bir şey yok” diyor..
Bu gelişigüzel saptamaların hiç bilimsel bir temeli olmadığı gibi, analiz yapmayı dışlıyor, anlamayı reddediyor, ne oluyor ve nasıl oluyor gibi olaylara bilimsel yaklaşmanın çok temel iki sorusunu safdışı bırakıyor. Bunun sonucu, eylemsizlik, boşvermişlik halidir.. , karamsarlık, umutsuzluktur..
***
Bu milletin yüzde 60’ı aptal” sözü hangi bilimsel ölçütlere vdayanıyor, ve araştırmalarla destekleniyor? Millet genetik olarak geri zekalı mı yani? Aklının bir bölümü ameliyatla mı çıkartılmış? Kavrayışı mı kıt? Sakın otistik olmasın? Bugünkü tutumunun acaba nedenleri nedir? Peki, yarın farklı davranırsa nasıl yorumlayacağız?
Bu, adeta “dini inanış”ın bazı sonuçları da şöyledir: Bu milleti herkes istediği gibi parmağında oynatır, satın alır, koyun gibi güder.. Ne yaparsan yap.. bu millet adam olmaz.. Buna göre, bu millet ahlaksızdır da.. Hırsızdan yanadır, rüşvet ve yolsuzluğa bayılır, hatta bunu yapanları alkışlar, üstelik tempo tutar: Daha daha daha bu kadarı yetmez..
Böyle mi durum? Eğer değilse, o zaman gerçeğin peşine düşmemiz gerekir. Gerçek nedir diye sürekli, hayat boyu aramalıyız.
Eğer okumuşumuz, “aydınımız” gerçeğin peşine düşmezse; toplumu, toplumun dinamiklerini, yükseliş ve alçalışlarını, sürprizlerini, isyanını, direnişini, boyun eğişini, sabrının nedenlerini… anlayamaz.. İşin işinden “bu millet aptalın da aptalı, artık dinciliğin ve tutuculuğun pençesine düştü, yapacak bir şey yok” der.
***
 Evet, derin bir yarılma var.. Bu toplumsal ayrışma, gerçekler üzerinde bir ayrışma değil ve toplumun gerçekleri arayışını zorlaştırıyor.. RTE, tam da bu nedenle, yani ayrışmayı körükleyerek, iktidarın yediği haltları gei planlara itiyor.. Onun için esas olan bölünmeyi körüklemek, kendisini ayakta tutacak olan bu..
Evet, toplum muhafazakarlaştırılıyor. Ama bu rüşvetçilere hırsızlara evet demek değil. Muhafazakarlıkla, hırsızlık arasında çelişki var.. Okuma yazması yeterli değil…
Millet, hala önemli ölçüde iktidarın arkasında duruyorsa eğer, sakın bunun bazı ekonomik nedenleri olmasın? Bu millet aptalsa, 2011 seçimlerinden önce sağcı merkez partileri hangi akılla silip süpürdü?
Bu ve benzer konulara gireceğiz, başka türlü hakikati kavrayamayız..
***
NOT 1: Kabataş’ta yalanı ortaya çıkan kadın, ilahi görüntüler olsa, yine inanmazlar diyor. Hele olsun, o zaman düşünürüz! Bu hukuki bir davadır, hukukta kanıt aranır. Yoksa salt beyanınızın bir anlamı yoktur.. O zaman herkesin “Bana şunu bunu yaptılar” diye yollara düşme hakkı doğar. Kanıtsız belgesiz, milletin yarısı diğer yarısının defterini dürer.. Bu gerçeği RTE de bilmez mi, bilir de kafa yıkamak geleneğidir... Ayrıca, gazeteciler bir de gerçekten özür dilemeyi öğrenebilse, kendini kurtarmaya çalışmadan..
NOT 2: Haluk Şahin’in kitabının adını Perşembe yazımda “Hodri Meydan” diye yazdım.. Tabii doğrusu “Hodri Medya” olacak.

NOT 3: Okur Hıfzı Deveci: 6 Şubat tarihli yazınızın bir yerinde, "Bunun finansmanını cebinden veya parti kasasından yapsa yolsuzluğa girmeyecek..." diye bir cümle var. Gözünüzden kaçmış olmalı, çünkü parti kasası Hazine'den dolar; üstelik siyasi partilerin harcama ilkeleri böyle bir şeye izin vermez. Yani yapılan iş her durumda yolsuzluktur.
---
17 Şubat Pazartesi, 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet