Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 30 Temmuz Perşembe, 2020
Ülkeyi yönetemez duruma geldikçe, ekonomiyi batırdıkça, iletişim ve haberleşme üzerinde yasak ve baskıları arttırıyorlar.
Sakarya Savaşı kazanılmış, İnönü Akhisar’daki karargahında; Ankara’da Meclis çok hareketli, ülkenin dört bir köşesinden insanlar Ankara’ya akın ediyor, geliyor, dinliyor konuşuyor ve gidiyor; başkaları geliyor, konuşuyor dinliyor ve gidiyor. Doğu Müslüman ve Türki ülkelerin kalpleri de orada atıyor. İngiliz casusları da kol geziyor.
Fakat Ankara türlü çeşitli görüşlere ev sahipliği yaptığı gibi, Mustafa Kemal Paşa eleştiriliyor da kendi basını tarafından!
Farklı görüşlere derin bir hoşgörü var. Ama herkes Kurtuluş’ta birleşmiş.
Şu sırada okuduğum kitabın Ankara’sı ile bugün yaşadığımız ülkeyi ve Ankara’sını karşılaştırmak...
Tek düşünce totaliterliği
İktidar, salt kendi haberlerinin, yalan ekonomi duyurularının, iç ve dış politukada açıklamalarının ülkeye egemen olmasını, milletin bunlarla yetinmesini, gerçeklerin içinin deşilmemesini, eleştiriler yapılmamasını istiyor ve siyasi totaliterliğini giderek ülke çapında yayıyor.
Kontrol edemediği düşünceleri, yasaklarla, baskıyla, insanları içeri atarak, ağır cezalarla tehdit ederek, ekranları karartarak, Cumhuriyet gibi gazeteleri ilan – ekonomik ambargolarla boğmaya çalışarak susturma çabaları yetmedi.
Çünkü, en büyük devlet ihalelerini verdiği şirket patronlarına satın aldırdığı ve denetlediği medyası yetersiz kaldı, izlenmez oldu...
“Dijital Dünya Heyulası” Ankara’nın ve ülkenin muktedirlerini korkutacak boyutlara genişledi, öyle ki iktidarın elleri kolları bağlı kaldı.
Satın alsan alamazsın.
Küfür bahane
Milletin, 7’den 70’e, parmağı altında bir koca dünya..
Bir tıkla dünyayı, olan biteni, eleştirileri, farklı düşünceleri küçücük ekranlarına indiriyor.
Herkesin düşüncesini anında, saniyesinde, ışık hızıyla özgürce belirttiği yaydığı, alışık olmadıkları bir açık dünya.
Şüphesiz, içinde küfrü de var, ahlaksızı da. Fakat bunlar bahane, üç beş kendini bilmez, ipini koparmış, ağzına geleni söyleyen her yerde var. Toplum bunlarla kaynıyor, zaten toplum içinde her yerde söylüyor paylaştığını.
Bunlar bahane. Zaten yakalayıp içeri atıyorsun.
Sarsılma yasakları
Ama otoriter ve totaliter düşünce, her şeyi kontrolsüz edemez, duramaz, gece uyuyamaz, sabah kalkar mutlaka yasaklamak için harekete geçer.
Özellikle de iktidarının derinden sarsıldığı zamanlarda...
Özellikle de cicim yıllarında her vurup harman savurduğun ve yandaşlarına peşkeş çektiğin ekonomiyi çökerttiğin zamanlarda...
Milleti işsiz aşsız bıraktığın, çare bulamadığın zamanlarda...
Yedi düvelle kapıştığın ve çıkış yollarını kapattığın zamanlarda...
Gelsin yasaklar, baskılar, cezalar, hapisler..
Başka bir şey bilmezler.. Bunlar iktidarın derinden sarsılma yasakları, içgüdüsel olarak varlığını koruma derin tepkileri.
Şampiyon olmayı seviyorlar
Yakın zamana kadar çok da rahatsız değillerdi, ama bir- iki yıldır yasakların işaretlerini yoğunlaştırmışlardı.
İşte iki gecede gecede sabaha kadar çalışarak, her zamanki gibi asla ve kata bir uzlaşma aramayarak, çoğunluğun diktası ile ülkeyi dijital özgürsüzlüklerde hızla liste başına çıkartıyor.
Ülkemizde engellenen zaten yüzbinlerce sosyal medya hesabı ve web sitesi ile dünyanın ilk dört ülkesi arasındaydık.
Bu iktidar, adaletsizliklerde, özgürsüzlüklerde, insanlara haksızlıklarda, anayasal hakların kullanılmasının yasaklanmasında birinci olmayı çok seviyor.
Şimdi de bu yolda, dijital paylaşım ve iletişim platformlarını ülke içinde çalışamaz duruma getirmek için büyük bir adım daha attı.
Yakışır... iktidarda kalma yasal sürelerinin bitmesine yakınlaştıkça, daha çok şey göreceğiz.
OKUR NOTLARI
O. M. Oğuz: Ayasofya konusuyla bağlantılı olarak CB Erdoğan ve DİB Başkanı Erbaş'ın Atatürk’ü ad vermeden de olsa suçladıkları vakıf konusunda bir sorum olacak. Vakıf malının dokunulmazlığı "Varlık Fonu"na aktarılan vakıf malları için geçerli değil midir?
Emre Yaka: Selimiye Camii en büyük mimarımızın elinden çıktı. Türk ve İslam dünyasının en güzide eserlerinden. Eğer Balkan savaşlarında Selimiye’yi kaptırmış olsaydık, Selimiye’yi kılıç hakkı diye kiliseye çevirselerdi... Şimdi kılıç hakkı diyenler ne derdi?