Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

27 Aralık 2019 Cuma

Kanal’da bir “Arabistan Şehri” mi kurmaya niyetliler?


26 Aralık 2019 Perşembe / Bilim ve Siyaset -  Orhan Bursalı 
“Beyoğlu, Bayrampaşa ve Gazi Osmanpaşa” büyüklüğünde arazi el değiştirmiş son 8 yıl içinde ve 3 Arap şirketi de en büyük arazi sahibi olmuş Kanal İstanbul’da.. Bunu sadece Arapların “ileride değerlenecek ve çok para kazanacağız, bir koyup 10 alacağız” düşüncesiyle yaptığını sanmayın. Geçen yıllarda bizzat Erdoğan, Kanal İstanbul süslü maketi üzerinden Araplara tanıtım – pazarlama yapıyordu ve çok sayıda Arap iş adamı Kanal’dan arsa almıştı.
Katar emirinin anasının da son bir ay içinde büyük büyük arsalar aldığını unutmayın (44 dönüm). Cumhurbaşkanı şöyle demişti: Katar Emirinin annesinin ülkemizden gayrimenkul satın almasına mani yasal olarak herhangi bir şey söz konusu mu?
 Katar, biliyorsunuz Arap dünyasında tek kankamız ülke. Büyük bir mali alış verişimiz var. Saray’ hediye uçak verecek kadar. Türkiye ile Katar arasında gizli – açık büyük bir para trafiğinin döndüğü de, mali – ekonomi çevrelerinde dolaşıp duruyor.
Bir Türk patron, Suudi Arabistan’da iş gezisinde, mal sattığı Suudilerden bir kaç şirket sahibinin, Kanal İstanbul Projesinden arsa aldıklarını, ama kandırıldıklarını düşündüklerini, Kanal İstanbul için hiç bir hareket olmadığını söyleyerek, Erdoğan aleyhine laf sokuşturduklarını anlatıyordu bize..
Yani Kanal ile ilgili bütün yollar, adeta her şey, Araplara çıkıyor. Saray’ın Kanal’da ısrarı ve ihaleye çıkacağız açıklaması karşısında, şimdi hepsi ellerini ovuşturuyorlardır: Yaşa Başkan!

Komplo teorisi mi kokuyor?

Kanal İstanbul adeta İstanbul’un sırtına, tepesine, büyük bir Arap şehri inşa etmek için tasarlandı. En azından 2011’de bu düşünceyle hareket edilmemiş olsa bile, gelinen nokta budur. Bütün bu ipuçları, orada bir Arap kenti kurulacağına ilişkin bir sava büyük destek veriyor.
Kanal İstanbul, zengin Arapları, Avrupa’nın yanına taşıyacak. Onlara üstelik bir de Boğaz, su inşa ediyoruz. Daha ne isterler! Artık yelken de basarlar, sörf de yaparlar, plajları da olur, denize girer eğlenirler (yapay rüzgar da üretiriz onlara!). Yatları gelir gider.. Marmara’dan Ege’ye Akdeniz’e açılırlar.. Yanı başlarında İstanbul Havaalanı! Bir Arap cenneti!

500 bin 20 yıl içinde oldu 3 milyon

Zaten Şehircilik Bakanı Kurum da 500 bin nüfuslu bir akıllı kent kuracağız demedi mi!
Akıllı kent, yani her şeyiyle pahalı... Araplar son derece modern ve teknolojik hayatı çok sever.
Bakan bey bir şey daha söyledi: Bu kentin genişlemesine büyümesine izin vermeyeceğiz!
Bu da ne demek şimdi? Eğer bir Arap kenti söz konusuysa, karışma olmayacak, Türkler falan öyle içinde ve çevresinde zor olacak.. Öyle mi?
Bakan bey “hayır, biz İstanbul’a fazla yük olmamasını istiyoruz, bu nedenle büyümesini sınırlandıracağız", diyorsa.. Buna asla gücü yetmez.. Bırakalım palavrayı! Kimsenin yetmez.. 500 bin nüfuslu bir kent 10 yıl içinde 1 milyon 20- 30 yıl içinde 3- 4 milyona çıkar.
Yani tüm Trakya İstanbullaşır, kanallaşır.
Trakya da giderek betonlaşır, ne ayçiçeği kalır ne buğday ne sebze vb.

Hangi Araplar?
Katar ağırlıklı bir Kanal İstanbul Kenti mi... Herhalde bir Arap federasyonu kurulur, Suudilerden tutun..
Cumhurbaşkanı, Arapların “mal alamayacağına ilişkin bir yasa mı var” dediğine göre, Kanal İstanbul’un da bir Arap İstanbul kenti olmasına engel bir yasa yoktur.
Kararlı, verdiği sözler var, alınan büyük büyük arsalar vb. İstanbul’u bir finans merkezi hayalini gerçekleştiremediler, bir ütopya bile değildi, ama ne gam bir Arap şeyhi hayali gerçekleştirebilirler.
İstanbul’u yok etme pahasına!
Ülkeyi, çok yönlü çok daha büyük krizlere sokma pahasına..
Kendilerinden sonra arkada nasıl bir ülke kalacak?

Karanlık ve gizlilikten, Aydınlık ve Şeffaflığa,, İstanbul Büyük Şehir ve İmamoğlu


24 Aralık 2019 Salı / Bilim ve Siyaset -  Orhan Bursalı
Dün Ekrem İmamoğlu’nu dinledik.. Büyük bir medya ordusu ile birlikte. Tüm kadrosu arkasındaydı. Ne yapıyor bu adam, sağa sola gezmekten ve siyasetle uğraşmaktan başka, derken, dört başı mamur bir programla karşılaştık. Bir de siyasi ve yetkili insan cesaretiyle..
Burada siyasilere övgü genellikle yoktur veya kıyısından köşesinden iyi yaptı vb gibi yorumlar olur. Ekrem beyi de övmeyi düşünmem. Yaptığıyla zaten övgü veya yergi alır milletten! Medya ise nesnel davranmalı. Ama siyasi ve pratik eylemlerini değerlendirmede olumlu puanı da esirgememeli.. Peki neye göre?
Geçmiş büyükşehrin gizli saklı, ihaleleri yandaşlara genellikle rekabetsiz, kayırıcı ve pahalı olarak veren ve bunu bir ülke ve belediye yönetimlerinin artık doğmatikleşmiş bir uygulamasına dönüştüren, ülke ve İstanbul’u yiyip bitiren politikalarına göre...

Başarının sırrı nerede olacak?

Yani, İmamoğlu’nun mottosu şeffaflık ve katılımcılık olunca, buna kayıtsız kalmak mümkün olmaz. Bir de, “hesap vermek” gibi bir ilkeyi açıklarsanız.. 25 yıl hesap veren bir belediye gördük mü? Böylece elimize, gazeteci olarak, kamu, ülke, İstanbul yararını öncelikle gözetmek için büyük bir fırsat çıkıyor. Medya bunu ister. İmamoğlu “hesap vermeye yanaşmıyorsa yönetici, orada işler ters gidiyordur” diyor. Çok doğru!
Zaten bu ilkeler, İmamoğlu’nu yükseltecek, başarılı kılacak ve İstanbul’un bir daha karanlığa teslim edilmesini önleyecek en önemli kıstaslardandır.. Bu çerçevede gerçekten 16 milyonun, İstanbul’un yararına, insanların doğrudan hayatlarına dokunacak başarılı işlerde bulunursanız, halka ve ülkeye hizmet edersiniz. Övgü ve takdiri sizde kalır.. Bir yönetici daha ne ister?
“Adam belediyede değil, geziyor” deniyor ya, işin aslını öğrendik: Tüm yöneticilerine, saptadıkları ilkeler çerçevesinde yetki verilmiş. Hiç biri, tepeden gelecek emir ve talimatlara göre hareket etmiyor dedi İmamoğlu.. Bu önemli. Deneyimli yönetici için bulunmaz bir fırsat.. Eskinin yöneticilerinin kulağı nerelerdeydi? Belediye başkanında bile değil, AKP örgütünde ve Ankara yönetiminde!
Kapalı kapılar ardında hesapsız kitapsız iş yapılmayacak, diyor İmamoğlu; yapılırsa görülür, ayrıca belediye daha da batar, kaynakları heba eder, halk da ilk fırsatta gereğini yapar...
6 aylık hesapta, 3,2 milyar liralık tasarruf yapmışlar. Yani 1300 kreşe denk düşecek kadar. Net finansman ihtiyacını 6,4’ten 3 milyar liraya düşürmüşler. 27 şirktin çoğunu zarardan kurtarmışlar. İhalelerde rekabet sağlanınca, mesela 400 milyonluk ihale 200 milyona düşürülmüş. Eski yönetimin, belediye şirketlerinin belediye ihalelerine girmesini engellemiş.. Nasıl? Borçlu kılarak ve bu yolla ihalelere girmesini engelleyerek. Böylece ihaleler yüksek bedellerle peşkeş çekilmiş. İstanbul’un hakkı hukuku malı..
Peki İspark’ın 6 aylık gelir gider dengesi ne oldu?

İlkeleri:

İsraf yok.. En çok tasarruf.. gereksiz işlere para yok.. Kaynaklar 16 milyon için.. Demokratik katılım ve ortak akıl..
Neler yaptıklarını sağda solda okuyacaksınız. Ben İstanbul için üç ana çerveveyi beğendim: Adil, Yeşil, Yaratıcı.. En önemlisi, bilim ve aklı yönetime sokacağız sözü. Bu amaçla İstanbul 2050 Vizyonu planlaması. Bu amaçla, eski yönetime Ankara’nın (daha iyi yağma için) lağvettirdiği İstanbul Master Planlaması Vizyon İstanbul Ofisi’nce yeniden diriltiliyor. İstanbul İstatistik Ofisi ve Enstitü İstanbul kuruluyor.
Şu önemli: Tüm çocukların, zengin yoksul, benzer koşullarda yetişmesi. En zor konudur ve gerçekleştirilmesi de olanaksızdır. Ama bu yolda çaba sarf etmek takdire değer. Kadın istihdamına öncelik vermek de önemli..
Kırsalı kentle bütünleştirmek, üreticiye destek organizasyonları önemli.. Köyleri kentle buluşturmak, kırsalın düşünce – sosyal yapısını da değiştirecek önemli bir adımdır.
Daha bir sürü şey.
Doyurucu bir sunum. Bize izlemek düşecek.

İstanbul’un hakkını savunmak

İstanbul gibi 16 milyonluk bir yapı ve ülke için önemi, İmamoğlu’nu siyasi olarak da öne çıkartıyor.
İstanbul’u Ankara’ya yedirmemek için elinden geleni yapacak heyecan ve gençlik var.
Ankara ile çok çatışmasını izleyeceğiz. İstanbul’un hakkını savunacak bir yönetim işbaşında gözüküyor.
Bu da İmamoğlu’nun siyasi yükselişini hızlandıracak etki yapacak, hele kent yönetim başarısıyla birleşirse...

24 Aralık 2019 Salı

Viyana kapılarına ne zaman dayanacaksınız?


23 Aralık 2019 Pazartesi / Bilim ve Siyaset -  Orhan Bursalı
Yani diyecek laf bulmak bazen zor oluyor. Hemen soruyorum: Viyana kapılarına ne zaman dayanacaksınız? Orada yarım kalmış bir hesabınız yok mu, uzantısı olduğunuz Osmanlı’nın iki kez başarısızlığını nasıl sindirebiliyorsunuz da üçüncü denemeye kalkışmıyorsunuz... Mezardan gelen ecdat padişahlarınızın seslerini duymuyor musunuz?
Peki Mekke Medine? Fas, Cezayir, Mısır, Tunus? Balkanlar? Onlara ne zaman sıra gelecek?
Mustafa Kemal’in Libya’ya neden gittiğini soruyorsanız, yukarıdaki yerlere ne zaman gideceğiz sorusuna da yanıt beklenir.. Bir plan programınız var mı, yoksa kervan yolda mı düzülecek...
Dış politikanın içine düştüğü çaresizliğin vardığı noktadayız.

Çılgın olan kim?
Yönetilemeyen ilişkiler, sorunlar ve yaratılan düşmanlıklar, içine düşülen büyük yalnızlıklar...
ABD yaptırımları yürürlüğü soktu. “Kardeşim Trump” imzayı çaktı. Dün Trump’ın dostluğunu yalayan yandaş medya da şaşırmış durumda.. Petrol boru hattı Türk Akımı’na hayır, yoksa projedeki tüm şirketlere yaptırımlar, S-400’ler kullanma yasağı, F-35’lere yasak ve mallara el koyma..
Her şey var, ABD’nin isteklerine boyun eğmezsen, düşmansın.
Şüphesiz ki, yıkılmakta olan bir emperyalist gücün alçakça taleplerine boyun eğmek zor. Yıkılması zaman alacak, ama bu süre içinde yapacağı kötülüklerden de geri kalmayacak.. Trump baş düşman olarak Çin’i hedef alırken, Kongre’de geçen yüzyılın Rusya Hayaleti dolaşıyor hâlâ. Hayaletin gölgesine giren herkes düşman oldu. Almanya bile hedefte.. Trump, Kongre’nin esiri, eli kolu ayakları bağlanmış.
Acaba çılgın olan Trump mı yoksa Kongre mi?

Nasıl bu noktaya geldik?
Fakat sorun, Saray’ın tüm bu ilişkileri bu noktaya nasıl getirebildiğidir.
Kongre’nin dayatmalarına evet dese tam bir uydu devlet – ülke - iktidar olur.
Hayır derse, yaptırımların bu ülkeye vereceği zararları nasıl göğüsleyeceğine ilişkin bir planı programının olmadığı görülmekte ve ayrıca Doğu Akdeniz’de bu kez ABD’nin savaş bloğu katmerleşecektir. Üsleri kapatırız gibi tehdidini gerçekleştirseniz, bunun artık pek de umurlarında olmayacağını, Amerikan Kongresinin bu kararları alması ve safını tutması gösteriyor.
Tüm bunlar, Atatürk’ün Yurtta Sulh Cihan’da Sulh politikasını pasif bularak, askeri gücü ve çatışmacılığı öne çıkartan sözde aktif politikanın esiri olmanın sonuçlarıdır.
Uzun vadeli, her yönüyle düşünülmüş, sonuçları hesap edilebilmiş, diplomasiye ikna ve ortaklaşmaya hep öncelik veren çağdaş politikalar yerine, dinci – Osmanlıcı ideolojilerin boyunduruğunda günlük – aylık politikaların esiri olmanın sonuçlarıdır. Mısır öyle, Suriye öyle..
Suriye’den mutlaka bir pay alma, egemenlik sahası kurma düşüncesiyle tam bir açmaz durumdayız. Şimdi Mısır’la ilişki kursanız, önünüze bir hesap koyacaktır... Esat ile nasıl yüzleşeceksiniz? Öyle bir derdimiz mi var, der gibisiniz. Gerçekten yok!
Ne yapacaksınız?
Kanal İstanbul belası
Üstüne üstlük bir de Kanal İstanbul projesi ile Boğazları ve Montrö Anlaşmasını, uluslararası tartışmaya ve hatta anlaşmada imzası olan taraflardan birinin, anlaşmanın iptalini istemeye bile itebilecek yeni bir durum daha yaratma peşindesiniz.
Hem uluslararası açıdan yeni bir baş belasını ülke başına örecek bir adım atıyorsunuz, hem de benzer belayı İstanbul’un ve İstanbulluların başına ve mali bakımdan da ülkenin başına..
Zerre kadar düşünülmemiş, yaptım oldu anlayışını, tıpkı dış politikada olduğu gibi, Kanal İstanbul ısrarınızda görüyorsunuz.
Türkiye’nin hızla bir iktidar değişimi olmadan, her şeyin normalleşemeyeceği bir sürecin içinde ilerliyor ülke..