Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

31 Ekim 2018 Çarşamba

Üniversiteler: Neden 500’de yokuz


Orhan Bursalı, 30 Ekim Salı, 2018, Bilim ve Siyaset
Cumhurbaşkanı ilk 500 arasında tek bir üniversitemiz olmadığını belirterek, üniversiteler geriliyor dedi. Ama övündüğü bir konu var: “Her ilde üniversite açtık, 206 üniversitemiz var”. Sayı ve büyüklüklerle övünmek en sevdiği şey. Bu sayede yüzbinlerce gence daha üniversite olanağı açıldı, aileler memnun.. Bu alanda sayıların büyüklüğü ile oy-sandık ilişkisi arasında doğrusal bir oran da olduğunu kabul edelim öncelikle.
Ama, birinci nokta, üniversitelerimizde nitelikte bir büyüme sağlayabildiniz mi, yoksa üniversitelerin ortalama niteliğinde önemli düşüşler mi var... 16 yıldır iktidardasınız, buralardan hangi evrensel nitelikte bir buluş, niteliği yüksek bilimsel araştırmalar çıktı? Bu sizi ilgilendirmiyor.

Ödül alan kimse var mı?
Şöyle soralım: Dünyanın etki faktörü en yüksek mesela 10 dergide yayımlanan araştırma sayılarımızda kayda değer bir artış var mı? Nobel’i bir kenara bırakalım, 206 üniversitemizde her hangi bir bilim insanımız, uluslararası önemde büyük ödül kazandı mı?
Gazetelerde, dergilerde Türk bilim insanlarının çok önemli başarılarını okuyoruz. Hepsi yurtdışında! ABD, Kanada ve Batı Avrupa’da yaşıyor ve mükemmel işler yapıyorlar!
Acaba neden diye soruyor musunuz? Mesela Türkiye’den yurtdışına büyük nitelikli göç.. Bu göçün sonucu yurtdışından bize Türklerin büyük başarısı olarak yansıyor ve yansıyacak. İktidar bundan şikayetçi, geri getireceğiz diyor.. tabii ki hayal kuruyor. Çünkü, bilim bir iklim ve özgürlük meselesi.. Biraz açalım.

Neden 500 içinde yokuz..
Evet de neden ilk 500 de bir tek üniversitemiz yok? Cumhurbaşkanı, ülkenin tek adamı olarak aslında buna yanıt vermesi gerekir. Yanıtını bilmesi için sorup soruşturması gerekir. Ama çevresindeki danışmanlara sorarsa veya onlara “araştırın konuyu ve bana bilgi verin” derse, doğru yanıtı bulamaz.
Çevresinde önce bilimi, bilim-üniversite ilişkisini gerçekten bilen ve ayrıca Cumhurbaşkanına, duymak istediğini değil de gerçeği söyleyebilecek özgür insanların olması gerekir.
Şimdi bir haberde okuyorum: Ankara’da Gata’nın da dahil olduğu Ankara Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesine giren, eski adı Gata, yeni adıyla Ankara Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi alanında 2500 kişi kapasiteli en az 10 milyona çıkacak bir caminin maketini görüyoruz (Sözcü, Deniz Ayhan’ın haberi).
Yo hayır, şimdi bazı aklıevvellerin “ne yani, üniversitelerde ibadete niye karşısın” itirazıyla ilgisi yok. Artık bu iktidar zamanında camilerle donatılmamış üniversite kaldı mı? Mesele, ülkenin kaynaklarının nereye hangi amaca akıtıldığı ile ilgili. Üniversitenin ihtiyacı varsa, yaparsın küçük bir ibadet yeri, isteyen gider.
Mesela İstanbul Üniversitesi’nin ünlü Botanik Bahçesi, biliyorsunuz Diyanet’e devredilmişti. Botanikçilerin yıllar içinde birikimi ne oluyor diye tartıştık. Orası Osmanlı zamanında Şeyhülislamlığa aitmiş. Sonra Üniversite Reformuyla birlikte Botanik Bahçesi yapılmış. Şimdi de alınıp aslına geri veriliyormuş. Şeyhülislamlık!
Peki ne oldu, tepkiler üzerine bir protokol yapıldı İstanbul Müftülüğü ile Üniversite arasında. Botanik Bahçesini üniversite kullanacak. Ama oradaki Şeyhülislamlık yapısı canlandırılacak, müftülük oraya taşınacak sanırım.
Hemen bir kalemde 50 milyon aktarılıyor canlandırma için.  
Bilime aktarılan kaynaklarla bu tür yapılara ayrılan kaynakları bir kıyaslar mısınız? Önceliğiniz bilim ve kalite değilse, Türkiye’den büyük başarı öyküsü çıkmaz. Şüphesiz bir de üniversitelerin başlarına atadıklarınız var ki, bu ayrı bir yazı konusu.

Bilim, etkileşim ve özgürlük.
Robert Langlands dünyanın yaşayan en büyük matematikçilerinden. Türk Matematik Derneği’nin davetlisi olarak 3 hafta ülkemizde kaldı, konferanslar verdi. Onunla keyifle bir söyleşiyi, Herkese Bilim Teknoloji dergisinde bu hafta yayımladık, okuyun.
Langlands, özgürce bilimini yapıyor. Zaten çalıştığı Jersey'de İleri Araştırma Enstitüsü'nde çalışıyor. Einstein’in Ofisini kullanıyor. Orası çok yetenekli insanlara özgürlük alanı açan bir yer. Kimseye hesap vermek durumunda değiller. Ürettin, üretemedin sorunu yok. Siyasi olarak her türlü sözünü söylemesine engel olan yok. Hain diyen yok. Kimleri besliyoruz paramızla, düşünen yok.
206 üniversitemizden kaç bilim insanı atıldı son 10 yılda ve neden? Kaç öğrenci hapishanelerde?

29 Ekim 2018 Pazartesi

Tarihimizin en büyük devrimi


Orhan Bursalı, 29 Ekim Pazartesi, 2018, Bilim ve Siyaset
Şüphesiz ki Cumhuriyet ilanı! Ama Cumhuriyet’in arkasında Milli Kurtuluş Savaşı ve 30 Ağustos Zaferi olmasaydı Cumhuriyet olmazdı!
Zafer kazanılmış, Ankara’da hükümet kurulmuş, devlet ülke çapında örgütleniyor.. Peki ama rejim ne olacak?
Türkiye topraklarından çıkan tartışmasız en büyük evrensel lider ve karakter Atatürk’ün kafası şüphesiz ki berraktı. Nitekim akşam Çankaya’da  sofrasına konuk olanlara “yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyecekti. Yemekten sonra İsmet Paşa ile sabaha kadar oturacak, Anayasa’da gerekli değişikliklerin maddeleri hazırlanacaktı. İşte devrimdir bu! Milli Mücadele’nin lideri ve zafer kazananı, iki gün önce istifa etmiş Rauf Orbay hükümetinin yenisini kurmadan, öncelikle Cumhuriyeti ilan etmeye karar vermişti..  Kurulacak olan yenisi, ilk Cumhuriyet hükümeti olacaktır!
Cumhuriyet ilanına Meclis’te karşı çıkacak kimsenin olmayacağı görülüyordu, her ne kadar sağda solda “kursağımızda Osmanlı yemeği var” diyenler var olsa da!

Eski Meclis’te çınlayan sesler
Ertesi gün Meclis’te tarihi bir gün yaşanır. Anayasa Komisyonu Başkanı da Yunus Nadi’dir. Anayasal değişiklikler hemen yapılır, Cumhuriyet ilan edilir.
Meclis’te hemen herkes konuşmasını Yaşasın Cumhuriyet diye bitirecektir. Bugün Ankara’da Eski Meclis’e gidin ve Yaşasın Cumhuriyet seslerini dinleyin! O sesler o küçük salonda yankılanıp durmaktadır!
Ve Meclis hemen o gün Anayasa gereği ilk Cumhurbaşkanını da seçer!
Eski Meclis’de  kulaklarınızı dikin, bu kez Meclis’in Yaşasın Gazi! Yaşasın Mustafa Kemal Paşa sözleriyle çınladığını duyacaksınız

Dünün ve bugünün meclisi farklı
İşte devrimci insan ve devrim budur! Ve Atatürk, yaşadığı sürece bu devrimci karakterini hiç yitirmemiştir. Çünkü yapılacak o kadar çok iş var ki, bir millet ve vatan yaratılacaktır daha! Bugün Atatürk’e, Cumhuriyete karşı çıkan ahmakların varlıklarını borçlu oldukları vatan ve millet!
Anayasa’da yapılan bir başka değişiklik de şudur: "Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur. Meclis, hükûmetin ayrıldığı idare kollarını Bakanlar vasıtasıyla yönetir."
Bugün ülke TBMM tarafından yönetilmiyor, bir; içinden bakan-makan çıkmıyor iki; tüm her şeyden sorumlu tek kişi var, üç; bu tek kişi yönetimi sevdası da “modern” Osmanlılıktır, dört; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve ilkelerinden kopmuştur, beş; ülkeyi yönetenlerin hiç biri Meclis tarafından onaylanmıyor, denetlenmiyor, sorumluluğu da bulunmuyor, altı...

Neden en büyük devrim
600 yıllık Osmanlıyı ve yönetimini, bilime, sanata, sanayiye, insan yaratıcılığına, girişimciliğine ve yeteneğine, keşiflerine yabancı kalmak yıktı. Bütün bunlardan zenginlik yaratan Avrupa (ve yukarıda Rusya) Osmanlıyı darmadağın etti.. 500 yıllık büyük ve devrimci çağ karşısındaki koyu cehaletin kurbanı oldu Osmanlı. Saray’da kadınlarla ve birbirlerini boğazlamakla zaman harcadılar. Uyandıklarında ise her şey çok geçti. Ayrıca ulus devletler çağı başlamıştı..
 Osmanlı’dan geride 600 yıllık kulluk düzeni ve bu düzenin cahil toplumu kalmıştı.
Cumhuriyet ile kulluk düzenini yıkmak ve yurttaş düzenine geçmek kadar dünyada zor olan bir şey yoktur.
Bakıyorum, hala kulluk var, en azından kalıntıları var. Çünkü 100 yaş, 90 ya, 80 yaş, 60 yaş vb bir arada yaşıyoruz ve eski kültür bir şekilde kültürel kanaldan akıp geliyor. Eksilerek, azalarak, biçim değiştirerek de olsa..
Osmanlının yıkım sürecinde Saray’ın yanında beslenen Osmanlıcılık ve İslamcılık, Kurtuluş Savaşı ile iktidar ve toplumsal güçlerini yitirmişti. Bu ikisi de, esas iktidarı belirleyecek büyük güç olan Milli Kurtuluş Savaşı dışında kalmıştı. Ama toplumda varlıklarını, hatta Atatürk’ün partisinde sürdüreceklerdi. Devrim, burada uyanık kalamayacaktı!
Kurtuluş Savaşı, Sarayın adamlarıyla değil, milletçe gerçekleştirilmişti, dolayısıyla özünde Cumhuriyetçi karakterdeydi ve Cumhuriyetin ilanı ile sonuçlanacağı da açıktı.
Bütün bu nedenlerle Cumhuriyet en büyük devrimdir. Ve yaratıcısı da Kurtuluş Savaşı, Milli Mücadele ve zaferidir.
Yaşasın Cumhuriyet ve kurucuları!

240 milyarlık rantın geriye dönüşü kaç para?


Orhan Bursalı, 28 Ekim Pazar, 2018, Bilim ve Siyaset 
Cumhuriyet’te Hazal Ocak’ın haberi bu iktidarın İstanbul’da ürettiği büyük rant fotoğrafıdır. Rant mı desek yoksa tarihin en büyük soygunu mu?!
İktidar, İstanbul’un taşı toprağının altın olduğunun bilinciyle kenti yönetiyor. 1994’de kenti devralan iktidar, pratiğiyle gördü ki, İstanbul’un taşı toprağı altın ne demek, dünyanın en büyük en muhteşem elmas ve pırlantalarına sahip bir kent!
Ufacık bir izin, minicik bir plan değişikliği, inşaatların yasaları ve planları aşma ve taşmalarına göz yumma, hele hele merkezi iktidarın kentin en değerli yerlerini olağanüstü koşullarla peşkeş çekme kararları, İstanbul’un her karış toprağını milyarlar basan bir banknot matbaasına dönüştürdü.

Kaç 76 daha var?!
Burada mesele, ah- vah gökdelen oldu ortalık gibi ağlaşmanın ötesinde, inşaatların yasal izinleri aşan yapılaşmaya gitmeleridir. Öyle böyle değil, 240 milyarlık bir yasadışı yapılaşma! Sadece, incelenen 76 projenin yarattığı tutar bu!
Neden durup dururken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve bakanlıklar bu “fazladan” inşaat izinlerini versin ki? Herhalde, “farketmediler”, “gözden kaçırdılar”, veya şirketler “denetlemeye gidenlerin eline üçyüz beşyüz lira sıkıştırıp” fazla inşaatları “alıp kaçtılar” gibi saftorik bahaneler ileri sürmek kimsenin aklına gelmez!
240 milyar liralık fazla inşaatın, daha doğrusu belediye ve bakanlıklarca bir tür “ürettikleri arsa” sayılabilecek yapı fazlalıklarını durup dururken şirketlere “bağışladıklarını” düşünen kimse olabilir mi?
Burada, iktidarın da çok sevdiği bir politika olan “kazan-kazan” planının devreye girdiğini görüyoruz.
Bak kardeşim, senin yasal iznin şu kadar metrekare inşaat, bunu yüzde şu kadar arttırdığın zaman, şu kadar mal-mülk-servet sahibi oluyorsun. Buradan bize düşen pay şu kadar, kırışacağız.”

Nasıl paylaşıldı
240 milyarın lirayı hakkaniyetle ve doğru bir şekilde nasıl bölüşüldüğünü   anlamak için işin içinde olanlar kulağıma fısıldasın, fazladan göz yumulan inşaatın değeri ortalama yüzde kaça kaç paylaşılmaktadır? Yanlış yapmayalım!?
Yarıya yarıya abartılı diyelim, içinde inşaat maliyeti olabilir, o halde yüzde 25 kabul etsek 60 milyar TL eder.. Eskiden yatırımlardan izin vericilere geri dönen para en az yüzde 10 olarak nitelendirilirdi. Böyle olsa bile 24 milyar liradan bahsediyoruz!
Bu paralar nerelere gitti, kimlere paylaştırıldı, hepsi örgüte mi gitti, yolda kayıp olan miktar ne olabilir? Tabii bunlar bizim bileceğimiz işler değil.
Sadece şunu anlamak isterim, Allah’tan nasıl ve hangi yorumlara göre “onay aldılar”.. Yükselen yandaş sınıfın yaşamına baktığımızda, yukarıdan “yürüyün ya kullarım” talimatı mı gelmiş?!
24 milyar lira en alt limit.
Ayrıca sadece 76 örnek proje incelenmiş.. Bunun üzerine bir-iki 76 proje daha koyun.

Tüm bunları biz ödedik
Yani, bu konutları satan alanlar.. İstanbul halkı.. 
Kazan - kazan senin sırtından yürütüldü ey millet! Rüşvet payını da sen ödedin, şirketlerin büyük kazançlarını da.
Çünkü maliyet arttı, arsa metrekareleri, 1 iken 3 oldu, 5 oldu.
Dünyanın en pahalı arsa fiyatlarına tırmandı İstanbul sokakları.
Bu dosya, her şey için yeter de artar bile.