Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Petek: FETÖ’yü ölümüne savunandan başkan olunca..


Reşat Petek, imam hatip mezunu, Birinci Sınıf Cumhuriyet Savcılığından 1999’da emekli olduktan sonra kendisini özellikle sahte belgelerle ve siyasi amaçlarla açılmış olan Balyoz ve Ergenekon davalarının, emekli olduğu titrine uygun Birinci Sınıf Savunucusu olarak ekranlarda görmeye başladık.
Davalar sürerken, Balyoz ve Ergenekon tartışmalarının yapıldığı dönemlerde sık sık karşı karşıya geldik. O, bu davaların ne kadar doğru olduğunu dibine kadar savunur, “Gülen Cemaati’ni toz kondurmazdı. Ekranlarda “Ergenekon taraftarlarının parlamentodaki uzantıları tarafından çete olarak nitelendiriliyor” diyordu!
Neler neler.. birileri ekranlarda söyledikleri üzerine bir kitapçık hazırlasa!
FETÖ’yü savunanların FETÖ’den çıkarı yok muydu? En azından, iktidar gücünü elinde tuttuğu için, köstek yerine destek, pışpışlama falan? Maddiyatı bir kenara bırakıyorum.

En büyük başarı: 1967 makbuzu
Ekranlarda yıllar süren ve bu davaların ne kadar doğru haklı, ve içeri atılanların nasıl da darbeci olduklarına ilişkin beyin yıkama faaliyetlerindeki üstün başarıları nedeniyle olsa gerek, milletvekili seçildi.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Meclis’te ite kaka ve muhalefetin ısrarıyla kurulan araştırma komisyonunun başkanlığına getirilince, anlaşıldı ki, bu komisyondan bir şey çıkmaz ve darbe girişimi tüm yönleriyle aydınlığa kavuşturulmaz..
Komisyondan çıka çıka, 1967 tarihinde F.G’nin CHP’ye “yardım makbuzu” uydurukluğu çıktı.  etek de bunu “yeni şey” olarak açıkladı. Çünkü dozyadaki tüm bilgileri biliyordu ilgili kamuoyu! Kim eline tutuşturdu bu uydurukluğu? Bilmiyormuş, dosyada bulmuş!
AKP biliyorsunuz, FETÖ ile bir sınır çizmişti: 17-25 Aralık 2013 Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonlarının öncesi ve sonrası!
Yani “bu tarihten öncesi ortak tarihimiz, FETÖ ile birlikteliğimiz, yani hepimiz de o zamandan önce FETÖ’cüydük şu veya bu oranda..”

Cemaatçileri kurtarmak için tarih çizgisi
Bu deşifrasyonu yapınca FETÖ, ipler koptu. Aman aman bir telaş bir telaş, Fehmi Koru derhal Pensilvanya’ya FETÖ’ye gönderildi, dahası özel uçak verelim, bile dendi; anlaşma-uzlaşma zemini arandı, çünkü müthiş bir parasal ilişkiler ağı ortaya dökülüyordu!
Böyle bir “tarih çizgisi”, AKP’yi de, içindeki derece derece FETÖ’cüleri de kurtarma, aklama amaçlıydı.
Nitekim hepsi “hata yaptık, meğer teröristin biriymiş” havasına girdi.
Şimdi uzun süreli bu ortak tarihi nasıl deşersin?
Çünkü bu tarihten öncesi, aynı zamanda darbe girişiminin de adım adım tarihi hazırlık süreciydi!
Dünün FETÖ savunucuları bugünün azılı FETÖ düşmanları olmuştu!
Veee... FETÖ’ye karşı olan muhaliflerini bu kez FETÖ’cülükle suçlamaya girişiyorlardı!
İş dünyası bile, F. G’nin istihbarat, polis ve yargıdaki gücüne bakarak, ve bu gücün kendilerine yönelik şantajlarını görerek, FETÖ ile ilişkilerini iyi tutmak ve Pensilvanya’ya selam göndermek zorunda kalıyorlardı. Tabii, başından sonuna FETÖ’cü olanları bir kenara bırakarak, söylüyorum.
Bu durumda kalanların hepsinin nedeni, AKP iktidarıdır.

Görevinde son derece başarılı
Bir zamanların ölesiye FETÖ savunucusu Reşat Petek komisyon başkanı yapılınca, geçen yıl 23 Ağustos tarihinde yazmıştım. (http://orhanbursali.blogspot.com.tr/2016/08/resat-petek-olay-ve-rte-ittifak-bozmak.html). Petek, 17 Aralık 2013’ten iki hafta önce bile “Fethullah Gülen Hocaefendi ve AK Parti’yi beraber hedef alan yapıların, AK Parti’nin bu süreçten güçlenerek çıktığını görünce bu kez Cemaat ve AK Parti’yi birbirine düşürmeye çalıştığını” söylüyordu.
CHP’li komisyon üyeleri Petek’in açıkladığı rapor için diyor ki:
"AKP’nin siyasi sorumluluğunu ima edebilecek bilgi kırıntıları dahi rapordan çıkartılmıştır.. Reşat Petek ve AKP’li üyeler darbe girişimini karartmak üzere faaliyet göstermiştir...”
Petek kendisine verilen görev ve sorumluluklarının derin bilinci içinde olmuş ve gerekeni her zaman mükemmel bir şekilde yapmıştır.
AKP ondan şüphesiz ki daha büyük hizmetler isteyecektir!
30 Mayıs 2017 Salı  /  Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet


29 Mayıs 2017 Pazartesi

Yargıya müdahaleye gerek kalmadı.. Alçı, yanıldığını düşünür mü?


Nagehan Alçı, son zamanlarda Cumhuriyet’e ve Sözcü’ye yapılan “Fötücülükten..” uyduruk operasyonlara isyan halinde. En çok FETÖ’ye yarıyor, bu operasyonları kullanıyorlar, savcılara hakimlere sesleniyorum... biçiminde yazılar yazıyor.
Dahası, Cumhurbaşkanının uçağından yazıyorum diyerek, bakın Cumhurbaşkanının bu konuda onayı yok anlamı çıkartılabilecek bir sesleniş de yaptı “adalet”e!
Arkasından Oğuz Güven göz altına alındı ve tutuklandı sonra da Sözcü’ye operasyon patlamıştı.
Nagehan Alçı şu algıyı yaratma peşinde: medyaya bu operasyonun Cumhurbaşkanı ile ilişkisi yok, bu tamamen yargının yanlış değerlendirmesi.
Acaba “yanılıyor olabilir miyim yoksa bunlar doğrudan iktidarın izni ile yapılıyor olamaz mı?” biçiminde düşünmüş müdür?
Bu olasılığı da göz önüne alarak yazılarında direniyorsa, aferin derim.
***
Gazetelere- medyaya bu operasyon, siyasal.. Baştan sona yargıyı nüfuzu altına almış bir iktidar, hoşlanmayacağı, kendisini zor durumda bırakacak bu operasyonlara evet demez.
Bundan zerre şüphem yok.
Bu operasyonlar FETÖ’ye yarıyor, diye bir derdinin olduğunu da sanmıyorum. Önceki yazımda belirttiğim gibi, FETÖ’yü bir sopa- alet olarak kullanıyor.
Bir zamanlar FETÖ ile birlikte nasıl Ordunun, muhalefetin, medyanın, iş dünyasının, yargının defterini dürüyorlardıysa, şimdi de FETÖ silahıyla muhalefeti susturuyor. En büyük Fetöcü dostları, yedikleri ayrı gitmeyen, başkalarına Fetöcüsün diye saldırıyor.
Onlara devlet ve toplumda terör estirmeleri için olanak yaratan, dahası, 250 kişinin canına kastedecek büyük bir darbe girişiminde bulunacak kadar tüm fırsatları usnan, bir iktidar yüzsüzlüğü ile karşı karşıyayız.

Yargıya müdahale gereksiz

Yargıya müdahale edemeyiz, iktidardan gelen en son ses bu.
Hem Başbakan hem Cumhurbaşkanı böyle dinlendirdi.
Oysa bugüne kadar Cumhurbaşkanı’nın yargıya yaptığı müdahaleler, “kararlarını tanımıyorum”a varıncaya kadar, bir kitap bölümünü doldurur.
Ama şimdi adalete müdahale etmelerine gerçekten gerek kalmadı.
Çünkü hem tepeden tırnağa mekanizma yeniden siyasal olarak şekillendirildi, hem de “adalet” neyi nasıl yapacağını öğrendi.
Bir işaret tamam. Dahası eskisi gibi artık işarete bile gerek yok.

***
Cumhurbaşkanının nerede olduğunu haber yapıp darbecilere yol gösterdi, gibi kargaların gak sesleriyle güldükleri bahaneyi, adaletin işgüzarlığı veya iktidara yaranma/göze girme veya bazı FETÖ’cü kripto elemanların kendilerini temize çıkarma gayreti olarak görmek, abesle iştigaldir.
Artık muhalif medyayı tam baskı altına alma - susturma işlemi aşamasına geldik gözüküyor.
***
İktidarın medyaya ne kadar büyük önem verdiğini herkes biliyor. Canlı yayında bile müdahalelere varıncaya kadar. Bir havuz medyasının oluşturulmasının öyküsü bir kaç kitap eder.
Medyaya saldırılar en küçük fırsatta, en küçük bahane ile sürüyor. Bir bakmışsınız, sevilmeyen bir olguyu haber başlığı yaptı diye, bir haber sunucu topun ağzına konuyor.
Medya özgürlüğünde Türkiye dünyanın en karanlık ülkelerinden biri, tüm uluslararası göstergeler bunu gösteriyor. Bırakın bu endeksleri.. bizzat şimdi yaşananlar bile tüm göstergeleri patlatır.

Bu basit denklem, tutmaz

Bu açıdan bakıldığında, önümüzdeki 2- 2,5 yıllık süreyi, tayin edici görüyor iktidar: Ne kadar susturursak ne kadar kamuoyunu gerçeklerden uzaklaştırır ve manipüle etmeyi başarırsak, seçimleri o kadar lehimize sonuçlandırırız.
Mesela eyy Hitlerci Almanya, ey faşist Avrupa teraneleriyle, göbeğini kaşıyan adam olarak saydıklarından yüzde 1 oy devşirdiklerini belirtiyorlar. Referandum bitince, dediğimiz gibi, şimdi gel barışalım aşamasına geçtiler.
Buradan çıkardıkları sonuç “evet seçmeni manipüle edebiliriz”dir.
O halde strateji, muhalif medyanın yayılmasını önlemek üzerine kurulmuş gözüküyor.
Basit bir denklem. Tutmaz.
Çünkü insanları yaşadıkları gerçek koşullarla aldatmanın olanaksız olduğunu düşünüyorum.
Yaşayacağımız çok ilginç süreçlerin başındayız..
***
RTE, Nagehan’ın yazdıklarına bıyık altından gülüyordur, sizce de öyle mi?
 29 Mayıs 2017 Pazartesi  /  Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet 

Cumhuriyet'te durum: Bunca yıllık gazete, babamın malı mı


Atatürk’ün kurdurduğu bir gazete.. Tarihsel kimliği var. Yaşayan bir organizma.. Tutsan yerinde durmaz, çünkü her şey insanla kaim.. Değişken olan insandır. Çat orada çat burada çat kapı arkasında. Bakmışsın en tepede veya yerde sürünüyor. Tabii yönettiği kurum da.  
Cumhuriyet’ten, elinizde tuttuğunuz, gönül ve fikir bağını bir şekilde sürdürdüğünüz, ekrandan okuduğunuz gazetemizden bahsediyorum...
Veya el değiştirmiş, diplere vurmuş, bir kez dahsa el değiştirmiş toparlanmış. Yine el değiştirince yine dipleri görmüş; yönetimi yine değişince bu kez orta karar yerlerde durmuş.
İlhan Selçuk aramızdan ayrılıncaya kadar gazetenin yaşadığı olayları, git gelleri özetledim.
İlhan Selçuk, gazeteyi ayakta tutma ve sürdürme konusunda ustaydı. Tarihsel kimliği ona bu şansı vermişti.
İlhan Ağabeyden sonra sarsıntı berdevam.
***
Dünkü gazetemizde “Söz sırası Cumhuriyet’te” yazı dizisinde, arkadaşlarımızı içeri tıkan iddianamede savcıların ilgisiz bir şekilde gündeme getirdikleri ve suçlama yönelttikleri “Cumhuriyet Vakfı içindeki çatışma” konusuna, “Saray destekli vakıf operasyonu” başlığıyla yanıt verilmiş. Daha önce de verilmişti.
Cumhuriyet gazetesi, Cumhuriyet Vakfı’nın malıdır.
Vakfa sahip olan, gazeteyi de istediği gibi yönetir. Yayın yönetmenini atar, kadroları oluşturur, alır-satar, yayın çizgisiyle oynar, farklı yayın kulvarlarına sokar.
İsterse savar başından, hatta kapatır.
Hayır kimsenin “gazeteyi kapatmak, satmak” gibi bir niyeti olduğunu söylemiyorum. Tersine, yönetime gelenlerin başlıca isteği, gazete satışlarını arttırmaktır.
Bu yazıyı yazarken satışa baktım Medyatava’dan, 38 bin küsur görünüyor.
4 yıl önce Vakıf Mütevelli heyeti seçimlerinde bir anlaşmazlık olmuş. Bir üye seçiminde iki üyeden birinin oyu sayılmış (Balbay, hapishaneydi), yurtdışında olduğu için oyunu kapalı zarfla gönderen İnan Kıraç’ınki sayılmamış (mücbir sebep kabul edilmemiş).
Vakıfta birbirini dengeleyen “iki taraf” olunca, tek oy tayin edici oluyor. Şimdiki yönetimin gösterdiği aday bir oy farkla seçilince, yönetimde de çoğunluk sağladılar. Kıraç’ın oyu sayılsa var olan denge korunacaktı.
İlk anlaşmazlık ve hukuk davasının başlangıç noktası buydu.
İtirazlar, Vakıflar Müdürlüğünün ve müfettişlerin farklı kararları, mahkemeler..
Neyse, bu benim konum değil, dört yıldır git-gel’lerle süren bir dava. Diziyi yazanlara göre “saray destekli bir vakıf operasyonu” ile mahkemelerin en son kararı “ilk seçimlerin yenilenmesi” olmuş.
Bir yanda Alev Çoşkun (ve arkadaşları) beri yanda şimdiki yönetim. Ve çoğunluğu da haksız hukuksuz hapishanede.
***
Şunu belirteyim, Cumhuriyet’in yönetiminde olmadım hiç. Ama bu duruma gelmesinden üzüntülüyüm. Vakıftaki çatışma, İlhan Selçuk’u derinden sarsmıştır.
Çünkü arkasında bıraktığı tek miras “Vakıf Mütevelli Heyeti” bileşeni- yapısı idi. Geride kalanların yapması gereken de bu mirası, bu yapıyı sürdürmekti. Ama bunun mümkün olamayacağını, olayların izleyicisi olarak görüyordum.
O miras – bileşen dağıldı, yaşadıklarımızın özeti budur.
Gazetede “siyasi çizgi” değişikliği oldu.
Can Dündar gazetenin başına getirildi, satışını 70 binlere doğru yükseltmek iddiasındaydı; tüm yeniden yapılanmalar, harcamaları, yayınlar buna göre yapıldı.
Fakat umduğuna ulaşamadı, üstelik gazete ülkedeki derin siyasi çalkantıların içine yuvarlandı. Büyük harcamalar sonucu gazetemiz mali bakımdan zayıf duruma da düştü.
Can Dündar’a toplantıda sormuştum hedefiniz ne, nereden okur alacaksınız diye. Milliyet okurlarını hedeflediklerini söylemişti. Şüphesiz Cumhuriyet’ten bir Milliyet çıkamazdı.
Vakıf Yönetimi, kendisine yeni bir çıkış yolu çizmiş ve Can Dündar ve arkadaşlarını da bu fikir örtüşmesi sonucu gazetenin başına getirmişti.
Gazete Türkiye Cumhuriyeti’nin, Ülkenin, tarihin, Kurtuluş’un malı. “Sahip olmak” fikrine aykırı bir durum.
Daha önce belirtmiştim: Gazeteyi, gazete çalışanlarının kolektif kararı yönetmeli. Bu ortaklaşa düşünce Vakıf Yönetimine de yansımalı. 
Tabandan demokratik bir seçimle belirlenecek tüm yönetimin, Cumhuriyet’in ruhunu geçmişten geleceğe taşıyacağına kesin inanıyorum.

Ama bizim anlayışımıza “ele geçirme” damgasını vurduğu için, zorlukların üstesinden gelinemiyor.
28 Mayıs 2017 Pazar  /  Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet