Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

27 Temmuz 2019 Cumartesi

Ankara yanlış kapıyı çalıyor... Şam, Amerika..



25 Temmuz 2019 Perşembe / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet


Dün ABD’nin Suriye temsilcisi hükümetle görüşmeler yaptı. Suriye’de “güvenlik bölgesi” konusunda ABD’yi ikna etmeye çalışıyor hükümet. Neyse ki anlaşamadılar. Zaten anlaşma beklemek büyük bir hatadır. ABD Suriye’nin kuzeyinde bir “Amerikan koridoru”  (Mehmet Ali Güller’in tanımıyla) kurmak çabasında.
Amerikalıların isteği orada kendi denetiminde bir egemenlik alanı kurmak. Oradan çekilmesi güç ve zor. Türkiye’nin istekleri doğrultusunda bir çözümün bulunabileceği hayalini kim taşıyorsa, yazık ki yazık. Sadece Amerikancıların gönlünde olabilir böyle bir hayal.
Bu hayal şuraya kadar da gidiyor onlarda: Amerika orda kalsın, kaldıkça Türkiye’nin girdiği Suriye topraklarında da “kalma olasılığı” artar ve gelişir.
Bu şüphesiz ki “ilhakçı”, “fetihçi” bir arzu, iktidar çevrelerinde. Arkasında ise, “orası bizim Osmanlı bakiyemiz değil mi, boşuna mı Suriye’ye girdik, para ve kan akıttık” politikası yatar.
8 yıl önce temeli atılan bu politika henüz terkedilmiş değil.
ABD Suriye’nin birliğinden değil, parçalanmasından yana.

Hayaller ve gerçekler

Bu konuda aslında Ankara da ABD ile dirsek teması içinde!
Son haftalarda şu haberler geldi: ABD, Şam’a karşı Özgür Suriye Ordusunu eğitmek, silahlandırmak için harekete geçti. Bu ordu Ankara’nın da Şam’a karşı kullandığı tehdit edici bir silah. Ama geleceği olmayan ve olmayacak bir araç.
ABD Suriye’den askerlerini çekecekti, çekmedi. Şimdi ise Rusya, askerlerini çekerse yerine paralı Amerikan askerlerini yerleştirecek diyor.
ABD’nin İran, İsrail ve Orta Doğu politikası, Suriye’de varoluşunu zorunlu kılıyor.
Bu nedenle Suriye’nin en azından kuzeyinin parçalanmış olarak kalması gerekli. Bu aynı zamanda Rusya’nın Suriye’deki varlığını dengelemek için de gerekli ABD’ye. Bu çerçevede PKK / PYD vazgeçilmezi..
Türkiye Suriye sınırındaki terör belasının Türkiye’ye sızmasını önlemek için “güvenlik alanı” istiyor. Ve bu pazarlığı ABD ile yapıyor. Yani ABD’den PKK ve PYD’siz bir güvenlik alanı gibi, bir imkansızı istiyor.

Yanlış kapıyı çalıyor Ankara

Suriye sınırındaki güvenlik meselesini çözeceği adres Suriye’nin yasal hükümeti Şam.
Ankara’nın politikası, ABD’nin Suriye’yi parçalı tutmak politikasına yarar.
Oysa teröre karşı Türkiye’nin güvenliğini ancak Şam’ın topraklarını kurtarması ve ülkesinin birliğini kurması ile sağlarız.
Ve güvenlik meselesini ancak Şam ile çözeriz.
Ağustos başında Rusya ve İran ile Astana süreci toplantısı var.
Ankara iki arada bir derede.. sırat köprüsü üzerinde denge politikası izleyerek sorunu çözebileceğini kimse sanmasın. Son zamanlarda bu politikanın ülkemizin çıkarlarını koruduğu yönünde inançlar artıyor.

Denge politikası geçerli mi?

Ama burada iki önemli konu var bu yazıda hep üzerinde durduğumuz.
İlki Suriye’nin birliği, toprak bütünlüğü..
İkincisi ise güney sınırımızın güvenliği.
Bu iki parametrede bir “denge” politikası güdemezsiniz.
Gütmeye kalkar, ABD’yi kullanabileceğinizi sanırsanız, Suriye savaşını uzatır, parçalanmışlığına katkıda bulunur ve en önemlisi de sınırımızda güvenliği sürdürürsünüz.
Pençe operasyonları”nı bütüne yayamazsınız, bir noktada Amerikan duvarına çarparsınız.
Peki, politika yapın... Ama bu politikanın bir yönü, ağırlık tarafı olmak zorunda.
Bölgenin şartları ve ülkemizin çıkarları bunu gerektiriyor.

24 Temmuz 2019 Çarşamba

“Otoriterleşen Türkiye’nin çölleşen medyası”


23 Temmuz 2019 Salı / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Bir konuya başlayınca hele medya ise özne, ve mekan da Türkiye ise kitaplar yazarsınız. Buradan gidelim, çünkü söylenecek yeni sözler var.
Kaç satıyor, diye baktığımız tiraj raporlarının normal bayi satışıyla ilgisi kalmamışsa, ve reklam anlaşmaları ile paket paket gazete dağıtımları bileştirilerek bayi satışı da tepelere çıkartılıyorsa, gerçeği aramanız boşuna. Bir okurum bildiriyor: Üniversiteme balyalar halinde geliyor bu gazeteler.
Mesela şunu bile bilmiyoruz, THY biliyorsunuz Cumhuriyet, Sözcü, Birgün gibi muhalif gazeteleri uçak kabinlerine sokmuyor.
Peki THY iktidar gazetelerinden her gün kaç on biner satın alarak dağıtıyor, bir bilen açıklasın. Bu, yandaş basına büyük bir mali destektir! THY iktidarın havayolu gibi.. Uçağa binince hani Cumhuriyet, Sözcü vb diye soruyoruz. Aldığımız yanıt hep “uçağa yüklenmedi” oluyor.
Kural koyarsınız, herkese eşit davranırsınız. Ama Türkiye’nin diğer adı, Eşitsizlik, Kayırmacılık Ülkesi olunca ne kural vardır ne ilke. (Maddi zenginliğin dağılımı da zaten öyle: Türkiye’de en düşük gelirli yüzde 20’lik kesimle en yüksek gelirli yüzde 20’lik kesim arasındaki fark, 8,7 kat. Avrupa’da ikinciyiz eşitsizlikte, AB ortalaması ise 5.1)

Bağımsız bir denetleme

Mesela zaman zaman gündeme gelir: Satışları gerçekten denetleyecek, bağımsız bir tiraj – baskı ve satış – denetim kurulu olsun.
Bakıyorum, CHP Bilim Platformu yayınları arasında çıkan Politika Notları’ndan birinde, bu yazıya başlık olan “Otoriterleşen Türkiye’nin Çölleşen Medyası” da benzer öneride bulunuyor:Bağımsız bir tiraj denetleme sistemi hayata geçirilerek resmi ilanların tarafsız bir biçimde ve hakça dağıtılması güvence altına alınacak...TV izlenme oranlarının ve İnternet trafiğinin de nesnel bir şekilde ölçülmesi ve reklam gelirlerinin adil bir biçimde bölüştürülmesi sağlanacak..” deniyor. (*)
Rapordan: "İlanların hangi tarifeler üzerinden verileceğini belirleyen tiraj konusunda usulsüzlükler ve haksızlıklar sıklaşmıştır. İktidar güdümündeki gazetelerin on binlercesi, THY uçakları başta olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarında ücretsiz dağıtılmakta. Bu ve benzeri uygulamalarla tirajları artırılan gazeteler, BİK ilanlarından yüksek tarifeler üzerinden yararlanmakta. Pek çok yandaş gazetenin gerçek baskısının çok üzerinde tiraj bildirdiği de iddia edilmekte..”

Dürüstlüğü inşa etmeliyiz

Gazete satışları düşüyor. Bunda, dijital medya okunurluğunun artmasının şüphesiz ki etkisi büyük. Ama kamuoyunda medya güvenirliğinin hızla düşmesinin daha büyük etkisi var.
İşte tam da bizi ilgilendiren konu: Medyayı itibarsızlaştırma, iktidarın medyayı “benim medyam”a dönüştürme, medyayı kimliksizleştirme ve tek tipleştirme politikaları, saygınlık ve satış azalmasında baş rolü oynuyor.
Burada, medya patronlarının şüphesiz ki baş at rolü var.
Medyadaki sendikasızlaşma da bu sürece büyük katkıda bulundu. Çalışanların gücünün sıfırlanması, doğru ve dürüst yayıncılık için gerekli dengenin de yitirilmesine büyük katkıda bulundu.
Okur dijital haberciliğe ve gazetelerin portal yayınlarına dönüyor. Konumuz Hürriyet’ten açılmıştı, mesela Hürriyet gazetesi ile Hürriyet Portalı tamamen ayrı yayınlar olarak çalışıyor. Portaldan epey yalan ve yanlış haber kamuoyuna yakın geçmişte pompalandığını biliyoruz.
En önemli meselemiz, Gazete, ekran ve dijital haber sitelerinde gerçekten dürüst, gerçek, haberciliği, bağımsız olarak, yılmadan inşa edebilmek.
Bunu başarmak borcumuz var ülkemize ve insanlığa..
---
(*) Pek çok konuda politika notları var. Medya ile ilgili Politika Notu’nda da çok ayrıntılı bilgiler göreceksiniz.   Bilim Platformu'ndan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Fethi Açıkel’in yönetimindeki Bilim Platformu tarafından hazırlanıyor.  Hepsine ulaşabilirsiniz: www.chp.org.tr/yayinlar/bilim-platformu-yayinlari

“İyi ki Gezi var”, ama yeni yalanlar piyasada


22 Temmuz 2019 Pazartesi / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

  Gezi direnişi, protestosu denince iktidarın ve savunucusu medya mensuplarının tüyleri diken diken oluyor ve çöken Gezi yalanlarının yerine yeni yalanları piyasaya sürüyorlar.
Geçen gün bir tv tartışmasında bir kez bu çok net göründü.
Çöken yalanlar neydi, anımsayalım:
“Kabataş’ta demir zincirli, yarı çıplak, acayip 50 kadar gezici, bebek arabası süren türbanlı bir kadının üzerine işediler..”
“Cami’de içki içtiler, ayakkabılarıyla içeri girdiler, ortalığı dağıttılar..”
Bir dizi kendisine medya mensubu diyen yandaş, üzerine işendiği söylenen uyduruk kadınla röportajlar yayınladı.. tüm bunların görüntülerinin elde olduğunu, hatta seyrettiklerini ve bunların yakında yayınlanacağını yaydılar.
İktidarın tepelerinden bizzat desteklenen bu yalanların aslı astarı olmadığı açıklandı.. Cami imamı bile “ben Allaha inanan bir insanım yalan söyleyemem, Camii de böyle bir şey olmadı, sadece yaralılar tedavi edildi” diye açıklama yaptı. Ama “İmam’dan daha Müslüman olduklarını ileri süren” siyasi yalancılar tarafından sürüldü, hayatı karartıldı.

Yalanın belgesi olmaz

Şimdi ekranda bir yandaş yazıcı ve iktidara kamuoyu araştırması hizmeti sunan ama kendisi sapına kadar iktidarcı tartışmacı, Gezi’nin tamamen dış güçlerin tertiplediği bir provokasyon olduğunu, bir hafta önceden dış gazetecilerin televizyoncuların gelip taksim meydanını gören yerlerde otel odaları ayırttıkları yalanını söylüyorlar. Kaydı kuydu yok, sadece “duydum, biliyorum, bir arkadaşım söyledi vb” var, çünkü yalanın belgesi mi olur!
Aradan geçmiş 6 yıl. Neden etekleri tutuşuyor ve neden bu yalanları piyasaya sürüyorlar yeniden ve yeniden?
Birincisi, en çok korktukları, iktidarlarına karşı ciddi bir halk protestosu.. Kendileri ki “milletin göz bebeği” bir iktidar, nasıl olur da millet onlara karşı direnebilir? Nasıl olur da bir kaç ağaç yüzünden bir protesto tüm ülkeye yayılır?
Nasılını çok iyi bilirler de işlerine gelmez olguları görmek.
“Bu olsa olsa ancak dış güçlerin işi olabilir..”

Gezi Davasına yalan dolan desteği

Yandaşların Gezi Protestosundan eteklerinin tutuşmasının güncel nedeni ise, başlayan Gezi Davası’na ve bu davayı açanlara kamu oyu desteği sağlamaktır. Yalanla ve dolanla...
Bu amaçla iddianameleri ipsiz sapsız belgesiz uyduruktan iddialarla doludur ve Osman Kavala ve pek çok kişiyi içeride tutmaktalar.
Bu bir kin davasıdır, intikam davasıdır. Korkutma davasıdır.
Ama içi boş olduğu için sadece bugüne kadar yaptıkları ve biraz daha yapacakları zulüm yanlarına kâr kalacaktır.
Çökecektir.
Tıpkı Balyoz, Ergenekon, Odatv davalarının çöktüğü gibi ve  Cumhuriyet davasının çökmekte olduğu gibi.
Yalancı davalarla zulüm görenlerini onurlarına bir şey olmaz, ama bu siyasi davayı açanların itibarları yok olur..
Gezi Protestosu bu ülkenin, bu milletin onurudur, gücüdür, boyun eğmezliğidir, geleceğe olan güvenidir, gerektiğinde yoldan çıkan ve çıkacak iktidarlara karşı görülmemiş direnişidir...

“Hürriyet 130 bin satıyor”

Hürriyet’ten bir arkadaşım aradı. Bayi satışı konusunda verdiğim 40 bin satış bilgisinin yanlış olduğunu, haftalık ortalama satışın 130 bin olduğunu söyledi ve satışı Hürriyet’e sormamış olmamı da eleştirdi. Eleştirisinde haklıdır. Fakat gazetelerin haftalık satış raporları da ilgili internet sitelerinde açıklanıyor. Bu sayıların doğru olmadığı da biliniyor. Mesela buna göre Hürriyet’in satışı 220 bin görünüyor. Hürriyet’e kurumsal sorsam bana bunu söyleyecekti. Gazete satışlarında bir saydamlık olmayınca ortalıkta çeşitli rakamların uçuşması da doğaldır. Gazeteler baş bayilerden toplu alımla satışlarını artmış gösteriyor ve bu gazeteleri dağıtıyorlar.. Bu konuda saydamlık şart... Ama kimin işine gelir ki!? Kandırmaca yapılıyor!
Bu “bayi satışları”nda da eleştiriler var. Aldığım yeni bilgilere göre, mesela gazete reklam pazarlama bölümü promosyonlu satış yapıyor, market zincirlerine, otobüs firmalarına, demiryollarına, bazı şirketlere, bazı üniversitelere.. Genellikle bu saydığım kurum ve kuruluşlara, yapılan reklam veya kampanya ile birlikte bu satışlar yapılıyor; reklam pazarlama bölümleri bayi satışlarını böyle yüksek gösterebiliyorlar.. Yani “tekil kişilere bayi satışları”nın da bu açıdan saydamlığı tartışmalı.