Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

10 Ağustos 2024 Cumartesi

Önce AKP/FETÖ, şimdi AKP/MHP

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Önce AKP/FETÖ, şimdi AKP/MHP

16 Mayıs

Türkiye sürekli iktidar kavgalarının hüküm sürdüğü, üst düzeyde kıyasıya siyasi kavgaların olduğu bir ülke olarak tarihe ve kayıtlara geçiyor. Tüm bunlar da AKP iktidarları zamanında gerçekleşiyor. 

AKP’nin FETÖ ile iktidar ortaklığı ve şimdi de AKP’nin MHP ile iktidar ortaklığı...

Sonu 2016 FETÖ askeri darbe girişimine varan ilk büyük iktidar savaşını(*) burada anımsatmak gerekmiyor.

Şüphesiz aralarında derin farklar var, ama şimdi de Ankara’da Emniyet’te (ve başka alanlarda) üst düzeyde yaşanan, acil gece toplantılarına vesile olan Emniyet’teki gözaltılar parçalanmış veya parsellenmiş bir iktidarın dışavurumu.

Yalnız bugünkü görüntüde, son 7-8 yıldır yargı, siyaset ve Emniyet ile iç içeliği sorgulanan mafyöz yapılanmaların çok önemli etkisi görülüyor.

Konu Ayhan Bora Kaplan isimli bir çete reisi, bu süreç önemli rol oynuyor. Aslında Kaplan bir simge, öne çıkan. Çok kısa süre içinde palazlanan Kaplan’ın Emniyet ve siyasi ilişkileri ve işbirlikleri göz kamaştırıcı.

Yurtdışına kaçarken havaalanında derdest edilen Kaplan’la ilişkili olduğu varsayılan veya öne sürülen Emniyet içindeki dört gözaltılı sarsıntının ucunun, hükümette resmen ortak olmayan ama devlet bürokrasisinde örgütlü ortaklığı üzerine çok şey yazılıp çizilen MHP ile ilişkisi tartışılıyor.

Fakat görüldüğü kadar AKPMHP ortaklığını da aşan, iktidarda çok parselli bir kavga, ayak kaydırma vb. söz konusu.

Türkiye yasadışı oluşumlarla siyaset iktidar ilişkilerine yabancı değil.

En büyüğü 1996 Susurluk skandalıdır.

Hepsinde bir Emniyet ve siyaset ayağı var.

Mafya, devletle-Emniyet’le, yargı ile ilişkisi olmadan palazlanamaz.

Zaten bugüne kadar son 5-6 yıl içinde yaşadıklarımızın hepsi bir ülke, devlet ve iktidar için yüzkızartıcıdır.

Mayfaya yol verilmekte, sonra kazandığı milyarların bir kısmı paylaşılmaktadır.

***

Şu an yaşanmakta olan tam bir siyasi kamplaşma ve hesaplaşma görüntüsü veriyor.

Sinan Ateş cinayeti de bu görüntünün bir parçasıdır.

Ortaklar birbirini zorluyor.

Karşılıklı kozlarıyla, iktidar ilişkilerini bugüne kadar sürdürdükleri dengenin bozulması ve yeni siyasi bir durumun ortaya çıkması söz konusu mu bilinmez.

Ama Kavala’nın yeniden yargılanması veya serbest bırakılması konusundaki gelişmeler de ortaklar arasında gerilimin veya anlaşmazlığın bir parçasıdır. 

Etki ajanı yasası da MHP’nin bir dayatması mıdır:

AKP, MHP ile olan ortaklığını öyle kolay idare edemez ve sürekli kaybeden ve boyun eğen büyük taraf durumunda gözüküyor.

Bu bir iktidar çıkmazıdır aynı zamanda.

Şu sırada seçmen azınlığına dayanan bir iktidarın vereceğe tavizler de oldukça fazla olduğunu bilmeliyiz.

Merakla bu işin sonu nereye varacak, bekleyeceğiz...

(*) İlk büyük iktidar savaşı FETÖ ile birlikte AKP’nin orduya, vesayet savına karşı 2007’de başlattığı Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıydı...

Kavala’ya özgürlük mü ve veya yeni bir sürek avı mı

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Kavala’ya özgürlük mü ve veya yeni bir sürek avı mı


14 Mayıs 2024

Bir tartışma var. Bu özellikle iktidarın (daha çok RTE’nin) yazarı A. Selvi’nin “Osman Kavalayı içeride tutmanın AKP’ye yararı nedir” sorusunu irdeleyen yazısıyla gün ışığına çıktı. Selvi, Kavala’nın (ve tabii ki diğer Gezi mahkûmlarının) uğradıkları dünyanın en büyük haksız yargılama ve mahkûmiyetlerinin canhıraş tartışıldığı, kararın siyasi öç almanın bir sonucu olduğunun vurgulandığı, tarafsız hukukçuların kararı şiddetle eleştirdiği yıllar içinde tek kelime etmemişti.

Ne oldu şimdi?

Olan şu: Hükümet sıkıştı. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği kararların uygulanmaması konusunda Ankara’yı iyice sıkıştırmanın sonuna geldi gibi. Türkiye normal koşullarda olsa bunu takmayabilir hatta çıkarım konseyden gibi laflar da edebilir.

EKSİK AYAK: HUKUKSUZLUK

 Ama hiç öyle değil. İktidarın aldığı ekonomik önlemlerin çok önemli bir eksik ayağı var: Hukuksuzluk, adil yargılamama, AİHM kararlarını uygulamamak, ifade özgürsüzlüğü vb.

Mehmet Şimşek bunu biliyor, salt mali politikalarla bir “başarı” kazanamayacağını da.

Kavala (ve tabii aynı durumda Demirtaş da var!) neden yasalara uygun olarak serbest bırakılmasın?

Şimşek’in bu konuda hükümet içinde epey kulis yaptığını varsayabiliriz.

Dahası RTE’nin önüne de konuyu getirdiğini...

Selvi işte bu noktada devreye giriyor ve konuyu kamuya açarak bir nabız yoklaması yapıyor.

Burada kendi seçmenlerinden önemli bir karşı çıkış beklemezler. AKP içinden ise hiç.

Tersine bak yasalara hukuka uyuyor iktidar diye büyük alkış da alacaklarını hesaplamışlardır.

Yoklama, MHP/Bahçeli içindi ve korktukları tepki gecikmedi, anında geldi.

Bu kısa süreç içinde iki olay oldu.

İlki Kavala’nın avukatları yeniden yargılama için başvurdu.

İkincisi ise cumhurbaşkanının mahkeme kararlarını herkes benimsemeyebilir, biçiminde sözleriydi (benzer açıklamasını okudum ama aradım metni bulamadım).

Bu konuda bir yemek pişiriliyor, izlenimi var.

SUSKUNLUK CEHENNEMİNDE BİR ÜLKE Mİ

Fakat böyle bir gelişme cumhurbaşkanının yasakçı, ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı politikalarından vazgeçeceği anlamına gelmez. Erdoğan’ın anlayışı demokratik eğilimlere kapalıdır.

Meclis’e sevk ettikleri 9. yargı paketi, ülkede ifade özgürlüğü konusunda yurttaşlara karşı adeta yeni bir “sürek avı” veya cadı kazanı ateşlemek istediklerinin kanıtıdır.

Özellikle paketteki belirsiz, bir “etki ajanı” kavramıyla.

Allah Allah, hükümetin neredeyse her tür icraatına yönelebilecek eleştiriler, yapılacak açıklamalar, yabancı ülkelere; ülkeyi, devleti, iktidarı jurnal etme kapsamına sokulabilecek ve ağır cezalara konu edilebilecek.

Saray bir yandan da ülkeyi bir suskunluk cehennemine dönüştürmek için var gücüyle çalışıyor.

Bu yasa tasarısı kanunlaşırsa, valla bir Kavala dışarı çıkar belki ama binlerce Kavala da içeri tıkılır.

Biliyorsunuz Abdülhamitçilikten sirayet. Yıldız ve burun (sarayı ve burnu) sözcüklerini dile getirmek veya bunlarla cümleler kurmak geniş hafiye ağının derhal harekete geçmesini sağlardı.

O dönemi giderek ağırlaşarak yaşamaya başlıyoruz sanki...

Bir bilek güreşi mi, RTE ve Özgür Özel

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Bir bilek güreşi mi, RTE ve Özgür Özel

13 mayıs

Bakıyorum en çok tartışılan konuların oturdu. Herkes kendi bakışına göre bir değerlendirme yapıyor. Bir okurum da sordu, ne düşünüyorsunuz Özür Özel beyin Cumhurbaşkanına ziyareti ve yeni politikası hakkında.

Yanıtım şu oldu: Merakla ve ilgiyle izliyorum. Karşı olmak veya desteklemek gibi bir durumda hissetmiyorum kendimi. Bakalım görelim…

YENİLİKÇİ KARAKTER

CHP lideri yeni bir politika uyguluyor. Bunun günlük, akla hemen gelmiş, bir de şöyle yapalım düşüncesiyle uygulamaya konmuş bir politika olduğunu sanmıyorum. Öyle olmadığını düşünüyorum.

Bu yenilikçi karakterli, orta vadeli düşünülmüş hem stratejik hem taktik yönleri olan bir politika gözüküyor.

Bu politikayı yerel yönetim politikalarıyla birlikte düşünmeliyiz.

Özel’in söylediği bu politikaların nihai amacı önümüzdeki seçimlerde CHP’yi iktidara taşımak.

Yani iktidar olmanın yolu bu politikalar.

SARAY’IN İSTEDİĞİ ORTAM MI

Bazı yorumlar Saray’ın bu politikayı kabul etmesinden kuşkulanarak, Özel’in yaklaşımını Saray’ın tuzağına düşmek olarak görüyor. Hatta uç noktada yorumlar bile var: Özel zor durumda iktidara can simidi attı, ona karşı mücadeleyi ve tepkileri yumuşattı. Tam Saray’ın Saray’ın istediği ortam!!!

Sanki öyle, denebilir. Ama tam da değil, çünkü Özel sert muhalefeti de sürdürüyor. Mitingler düzenleyecek. Edoğan’a sunduğu isteklerin de takipçisi. Muhalefette olup bazı istekleri gerçekleştirmek, her ikisinin de işine gelir.

Saray Özel’in girişimini kabul ettiğine ve iadeyi ziyaret sözü de verdiğine göre, bu politika çıkarları olduğunu görüyor demektir. Biraz sakinliğe ihtiyacı var. Biraz mı dedim? Epey biraz! Çünkü ekonomide yoksullukta kan gövdeyi götürüyor.

BİLEK GÜREŞİ Mİ

Öyle söylenebilir. Kim bu süreci iyi yönetebilirse, en çok yararlı çıkacak gibi.

İktidarın iktidar olma avantajı var.

Fakat ülkeyi batırmış olmak gibi bir dezavantajı da.

Muhalefet hem iyi niyet ve gerektiğinde ülke için işbirliği gösterisi ile ülkeyi yönetmeye hazır bir parti görevini millete kabul ettirmeye çalışıyor.

Muhalefetin aslını hiç elden bırakacağını da sanmıyorum.

Özel çok geniş bir kitleye CHP yönetimini şimdiden kabul ettirme peşinde. Bu doğru bir politikadır.

Bunu iyi geliştirirse İYİ Parti gibi yardımcı partilere ihtiyacı da aradan çıkartır.

Önemli olan CHP’nin sosyal demokrat değiştirici dönüştürücü politikalarını asla unutmamasıdır.

***

Bu konuda yazılacak çok şey var. Bekleyelim hele.

Boşuna kürek çekiyorsun milli eğitim bakanı

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Boşuna kürek çekiyorsun milli eğitim bakanı

12 mayıs2024

Çok güldüm okuyunca, 100 yıllık bir müfredat-eğitim programı hazırlamışlar. Türkiye Cumhuriyeti 100 yılı geride bıraktı ya, girdiğimiz ikinci yüzyılın milli eğitimini belirlemişler bu programla...

Bakan bey profesör. Böyle bir şey olamayacağını bilmesi gerekir.

100 yılı bugünden dondurdu. Sular akmıyor, keçiler melemiyor, Dünya Ay üzerine yerleşmiyor. İnsanın belki de ölümsüzlüğü veya 150 yıllık yaşamı keşfedilmiyor.

Bilim durdu, teknoloji kaput. Sanki bugün evrenin, dünyanın, hayatın tüm sırları çözüldü. Yapacak bir şey yok artık.

Eh, elifbe, dön baba oku baba...

Bakan profesör, yani bilim doktorluğu almış.

Bilimle ilgisi ne derece, bilim deyince öncelikle hangi cümleleri kurar, dünyada gücün bilgi üretiminden ve bunun kullanılmasından geçtiğini bilir mi? Bilir bilir...

Çin’in gücünün bilim ve teknoloji yarışında ABD ve diğer ülkeleri geride bırakmaktan ileri geldiğini duymuş mudur, var mı yanında öyle bir danışman bunları anlatacak?

Evrim neymiş? Çıkar kitaplardan, çocuklar yanlış şeyler öğrenmesin!

Bilimsel devrimler de neymiş, Einstein neyi bulmuş, Aziz Sancar neyi keşfetmiş, dünya ülkeleri milyarlarca dolar bilimsel araştırma ve geliştirmelere neden harcıyormuş?

Boş ver bunları...

MESELE DEĞER VE AHLAKMIŞ

Neyin ahlakı ve değeri? AKP iktidarının 21 yıllık iktidarı döneminde yapılan yolsuzlukların, milletin parasını har vurup harman savurmasının ne büyük insanı değer taşıdığını mı anlatacaksınız?

Anlatacağınız ahlak, 21 yıllık ahlakınız mı?...

Kendinize benzeteceğiniz nesiller olacak hülyası içindesiniz. Oysa çocukların hayatı ders kitaplarındaki pek çoğu anlaşılmaz, bağlamlarından kopuk yazılardan öğrendiğini mi sanıyorsunuz?

İLERİYE KOŞUYOR HAYAT

Hayat ileriye doğru coşkuyla akıyor.

Siz birkaç bin yıl geriye koşun diyorsunuz.

Geçmiştekilerden zerre farkınız yok.

İşiniz gücünüz ülkenin ve gençlerin önünü tıkamak.,

Amansız bir rekabet ve yarışa çocuklarımızı hazırlamak ve ülkeyi her açıdan ileriye taşımak varken, hayır ayaklarımıza prangalar vurmaya kalkışıyorsunuz.

Şöyle derin bir nefes alın.

Dünyaya bir bakın.

Nereye koşuyor?

Ülke sevgisi, gelecek umudu, başarma tutkusu, evrensel değer yaratma düşüncesi.

Bunların hiçbiri yok sizde.

Ülke sizlerle birlikte geleceğe yürüyemeyecek...

Bunu kısa sürede hepiniz göreceksiniz.,

Biraz daha geleceği geciktireceksiniz, hepsi o kadar.

8 Ağustos 2024 Perşembe

1.5 milyarlık İslam dünyası ve minicik Filistin

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

1.5 milyarlık İslam dünyası ve minicik Filistin

9 Mayıs

Hiç unutmam, HaberTürk’te program yaptığımız günlerden birince Erdoğan’ın İslam ülkeleri üzerindeki etkileri tartışılmış ve iktidar yandaşları bol bol Müslüman ülkelerin birliğinden falan bahsetmişlerdi. Şüpheniz yine Filistin gündemdeydi. İslam ülkelerinin parçalanmışlığı ve Filistinlilerin yalnızlığı-dramı.

Yandaşlar ümmet ümmet diye parçalanmıştı. Bugün iktidardan uzaklaşan tartışmacı kulağıma eğilmiş “Biz de bu ümmetin bir parçasıyız” demişti.

Milletler, ulus devletler ve çıkarlar çağında ne ümmeti? Müslümanların da birbiriyle kanlı düşmanlar olduğu geçmişte ve günümüzde...

DONMUŞ YÜREKLER

Gazze yerle bir. İsrail kasapları, yüreklerinde tek bir insanı kıpırdama olmadan, vahşetlerinin çağrısına doludizgin gidiyorlar. Adeta Almanların kendilerine uyguladığı soykırımın intikamını, bugünün modern soykırım yöntemleriyle Filistinlilerden alıyorlar. Adeta soykırım öyle yapılmaz böyle yapılır dercesine...

İsrail katliamlarını pohpohlandığı için sürdürüyor... Almanlar arkasında (silah da veriyorlar mı?), İngiltere, İsrail’de atom bombası üretim tesislerini kuran Fransa, yani tanıdık emperyalistlerin yedi düveli, katliamın destekçisi.

Şüphesiz soykırımın en büyük paydaşı ABD. Her türlü silahla, büyük bir koruma ile İsrail’in arkasında. Şimdi duyuyoruz ki soykırımınız Refah’ta sürdürmek için harekete geçeceğini belli ettiği için Yahudiyim diyen Biden çok daha ağır silahları teslim etmeyi durdurmuş.

VİCDAN PATLAMASI

Amerikan üniversiteleri tıpkı 1968 Vietnam Savaşı’nı protesto eylemlerine sahne oluyor: Soykırımı ve vahşeti durdurun! Ünivesite yönetimleri polisi öğrencilerin üzerine salıyor. Amerikan gençliğinin vicdanı katliamlar karşısında patladı ama bunun esintilerinin bile Avrupa üniversitelerine düştüğünü görmüyoruz. Fransa ve İngiltere’de şüphesiz göstericiler alanlara döküldü. Ama kendi hükümetleri üzerindeki, “İsrail’e desteğini çek ve vahşeti durdur” talebi zafiyetini sürdürüyor.

PEKİ 1.5 MİLYARLIK ARAP ÜLKELERİ

İsrail’le iş kotaran krallıklar, prenslikler... İsrail’e bu vahşeti durduruncaya kadar seninle tüm ilişkileri kesiyorum bile diyemeyen sözde ümmet!

Seyrediyorlar. Filistinlilerin Müslüman olması bile gerekmiyor karşı çıkmak için. Yanı başında bir soykırım var, insancıklar yerle bir, çocuklar hedef alınıyor, kökleri kurutuluyor, doğurmasınlar diye kadınlar öldürülüyor...

Hepsi seyirci... Şu Filistin konusu da başımıza bela temizlesinler de bu iş bitsin beklentisi içindeler adeta.

İSRAİL YAPAY ZEKA İLE ÖLDÜRÜYOR

Amerikan gazetelerinde bir analiz, yapay zekânın Gazze’deki katliamda İsrail tarafından adeta bir ölüm makinesi olarak kullanılmaya başlandığını gösteriyor. İsrail saptadığı kişileri bugüne kadar hedef yaparak tek tek öldürme politikasına şimdi yapay zekayı kattı. Gazze’de Filistin’de yaşayan herkesi izlemeye alarak kimlerin kimlerle ne tür ve ne sıklıkla ilişki içinde girdiğini saptıyor ve muhtemel önderleri veya savaşçıları vb. hedefleyerek toplu katliamlara girişebiliyor

Yapay zekânın savaş alanında böylesine kullanılmaya başlanması, İsrail’in soykırım politikasını “zenginleştiren” yeni bir araç...

Cumhuriyet gazetesinde bilim

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Cumhuriyet gazetesinde bilim

Cumhuriyet gazetesinin bilimsel gelişmelerle ilişkisi yayıncı olarak hep oldu. En başta Atatürk’ün kurduğu gazete olarak en büyük hakikat ilimdir fendir diyen bir büyük adam, zaten Cumhuriyet gazetesine de en büyük görevlerinden birini de vermişti. Elime geçen bir kupür arşivinden geride doğru yaptığım taramada bunun izlerini gördüm. Şüphesiz Cumhuriyet, bir fikir gazetesi olarak ikinci sayfasını ülkenin değerli bilim insanlarına hep açık tutmuş; burası Türkiye’nin canlı fikir tartışma platformu olmuştur… Bu ayrı bir konudur.

Elimdeki 60’lı yıllardaki kupür arşivinden mesela Keşifler ve İcatlar özel başlığı altında yazılar görüyorum: Bir batarya olan gözün beyine gönderdiği elektrik miktarı ölçüldü.” Yazıda beyinle ilgili ayrıntılı bilgiler vardır araştırma Londra Oftalmoloji Enstitüsü’nde yapılmış, Bu Keşifler ve İcatlar köşesinde imza yoktur. Fakat Organ ve Aşılar başlıklı başka bir yazının altında iki derleyen ismi görünüyor: M. Turhan Tan, Ümit Gürtuna. İki yazarın imzası “Evde suni böbrek” yazısında da var. Gayet bilimsel ve anlaşılır ve ayrıntılı bilgiler. Bunlar bilimin ileri araştırmaları.

Vehbi Belgil ismine rastlıyoruz :Bilim Dünyası, başlığı altında yazmıştır. Birkaç yazısı: Maddenin Zıddı, Bilimsel Sır Peşinde, Buluşçu Yetiştirme Yöntemleri… Belgil, duayen bir bilim yazarıdır ve aslında o zamanlarda tektir.

Belgil daha sonra yayımlanacak olan Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisinde de haftalık yazarlığını sürdürecektir.

Evet geldik 29 yıl boyunca her hafta yayımlanan dergiye.

Yıl 1986, Cumhuriyet ek çıkarmaya başlamış, Kitap Eki, Pazar Eki derken Bilim eki yayımlamak için gazeteye geliyorum. İki aylık bir hazırlık döneminden sonra, danışmanı Reşit Canbeyli olmak üzere Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’yi (CBT) 1987 başında yayımlamaya başlıyoruz. Cumhuriyet 120 bin satıyordu ve ek ile birlikte satışı 160 bine yükselmişti ilk haftalar.

29 yıl boyunca Cumhuriyet gazetesi yönetimi, İlhan Selçuk, o zamanki yayın kurulu ile yayın müdürü Hasan Cemal, yazıişleri müdürü Okay Gönensin derginin hep arkasında durdular. Türkiye’de bir devrim oluyordu ve ilk kez Cumhuriyet gibi 100 yıllık köklü bir düşünce yorum ve haber gazetesi, haftalık bir gazete eki olarak CBT dergisi yayımlıyordu. 1987-2015 arası 1451 sayı yayımlandı.

CBT epey badireler atlattı, parasızlıktan sekiz tabloid sayfa bile bastığımız oldu ve ana yazıları kapaktan giriyorduk.

Cumhuriyet’te yönetim değişince Akın Atalay, Can Dündar ve Milliyet’ten getirttiği gazeteci arkadaşları gazeteyi yayımlamaya başlayınca, CBT’yi gözleri görmedi. Gazetenin satışını yükseltmek için her şeyi yaptılar çok sayfalı magazin dergileri çıkardılar, büyük borçlara girdiler, sıra CBT’nin maliyetini karşılayamadığı tartışmasına geldi ve yazıişlerinden gelen üç saniyelik bir telefon ile Orhan Bey dergiyi kapattık ve yanınızdaki iki arkadaşı da işten çıkardık talimatı iletildi.

Neyse ki Aziz Sancar’ın bir önceki CBT’de “NOBEL” zaferini kapak kapmıştık. Bu bizim için bir zafer kapanışı olmuştu! Şunu da belirteyim, Sancar’ın davetlisi olarak Nobel törenlerini izleyecektik, bu büyük bir ayrıcalıktı ama her şeye su gibi para akıtan yönetici beyler size verecek 40 kuruşumuz yok dediler. Kendi olanaklarımızla Stockholm’de kaldık. Haberlerimizi, röportajlarımızı da gönderdik.

CBT çok yakın bir tarih olduğu ve Cumhuriyet arşivinden de ulaşılabildiği için CBT üzerine yaşadıklarımızı, yayın poltikamızı, nelere öncelik verdiğimizi ayrıntılarıyla burada anlatmayacağım. Ama CBT hem bilim dünyamızın sorunlarının tartışıldığı, röportajların yayımlandığı bir forum ama tabii her şeyden önce de dünyadaki önemli bilimsel gelişmeleri haberleri taze taze veren, basın tarihinde arkasında iz bırakan bir dergi oldu. Bilimi özendirdik, gençlere hep yol gösterdik, bilim tarihinin kilometre taşlarını dile getirdik. Türkiye’de bilimsel araştırma ve geliştirmenin hızlanması için tonlarca yazı yayımladık. Üniversitelerin özgrülüğü ve liyakat için kavgalar verdik...

HBT’NİN DOĞUŞU

Gazetede ofisimde çalışıyorum bazı gençler örgütlenip geldiler. Sanırım Emin Çapa da vardı. Bu dergi yayımlanmalı dediler. Bu kapatma kararını protesto eden kitlesel bir hareket de oldu. Biz de başta Doğan Kuban olmak üzere dergi yazarlarının da desteğiyle aynı formatta bir dergiyi, Herkese Bilim Teknoloji (HBT) adıyla bu kez 24 sayfa olarak yayımlama kararı aldık. 1 Nisan 2016 çıkış tarihi oldu. Ve mali zorluklarla boğuşarak sekiz yılını geride bıraktı.

HBT şimdi basılı derginin yanı sıra www. herkesebilimteknoloji. com internet yayıncılığının yanında YouTube kanalında da görevini sürdürüyor ve desteklerinizi bekliyor.

Ayrıca Cumhuriyet gazetesine de bilim haberleri vermeyi sürdürüyor.

Bilimsiz Cumhuriyet olmaz, biz Atatürk’ün çocuklarıyız ve bilim olmadan var olamayacağımızın da bilincindeyiz.

100 yıl, henüz genç bir gazete

Orhan Bursalı
Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

100 yıl, henüz genç bir gazete

7 Mayıs

İnsan ömrü ile kıyaslamanın anlamı yok Cumhuriyet’i. İnsan ömrü 100’ü geçince veya yüze dayanınca hâlâ haber oluyor: Bu kadar uzun yaşamanın sırrı ne anlatır mısın? 

Oysa ki insanlık bir bütün, yaşayan bir organizma, bir uzun yaşam zinciri.

İnsancıklar ise durmadan mucize bir hayatın peşinden koşuyor.

İnsanlar bu zincirin devamı için görevlerini yerine getiriyorlar, ölüyorlar ama zinciri yaşatıyorlar.

Mucize, insanlığın yaşıyor olması.

Cumhuriyet bir canlı varlık. Çoğu kurum ve kurumsal yapılar gibi.

Bunca nesil, insanlar, Cumhuriyetçiler, okurlar durmadan ona can verdiler. Başta Atatürk, Nadi ailesi.... Cumhuriyet’in tarihsel varlığı ve yürüdüğü gelecek ile kendini özdeşleştiren Cumhuriyetçilerin omuz, hayat vermesiyle, yazarlarıyla, aydınlarıyla, gönüldaşlarıyla, tabii ki okurlarıyla, bugüne 100 yaşına dayandı. Pek çoğumuz öldü, yenileri geldi.

Burada 100 yıllık tarihinde yaşadıklarına bakılacak olursa, Cumhuriyet’inki de bir mucize sanki.

Şüphesiz 100 yıllık hayatta yaşanan çok şey var, insan gibi, insanlık gibi. Yarası, beresi, hastalığı, sorunları...

Bunlar aşılıyor, tarihi sırtlayarak ve geleceği kucaklayarak.

Şimdi yeni bir yüzyıla yelken açılıyor.

DÖNEM DEĞİŞİYOR

Yeni yüzyıl, geçmişin yüzyılı olmayacak.

Bugünün Cumhuriyet’i, artık dünkü Cumhuriyet olmadığı gibi, yarının, gelecek 10 yılın 20 yılın Cumhuriyet’i de olmayacak.

Çağla birlikte zarf değişiyor.

Ama zarfın üzerinde Cumhuriyet hep parlayacak. İçerik çağa uyacak, teknik ve bilim yeni iletişim kanallarıyla Cumhuriyet’i dalgalandıracak.

Cumhuriyet Türkiye Cumhuriyeti ile özdeş bir tarihsel güce, içeriğe göreve sahip. Ülkenin güçlü bir temele sahip olduğu gerçeğini gördük ve görüyoruz.

Fakat artık yeni ile yürünerek varolunabilecek bir çağa girdik.

Cumhuriyet artık kurumsal bir yapı. İnsanlar ölür ama iyi kurgulanmış ve sağlam temellere sahip bu yapılar yaşar ve yaşatılır.

İkinci yüzyıl Cumhuriyetin yeni gençliğinin filiz süreceği, sürmesi gerektiği bir dönem olacak.

Cumhuriyet genç bir gazete.

Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti gibi.

Birlikte yürüyecekleri daha nice yüzyılların olması dileğiyle..

Taksim bir kültürel mirastır ve ne anayasası ayol?

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Taksim bir kültürel mirastır ve ne anayasası ayol?

2 Mayıs

Anayasa Mahkemesi’nin kararı var. Taksim Meydanı 1 Mayıs törenlerine kapatılamaz diyor. On yıllardır emekçi sınıfı Taksim’deydi. Şehitler verdi, öldü öldü dirildi, hak aradı, sesini orada dünyaya duyurdu. Kazancı Yokuşu’nda şehitler verdi; devletle ilgili gizli ve açık örgütlerin provokasyonlarına karşı mücadele verdi.

Bir canlı anılar müzesidir Taksim. İşçi sınıfının belleğidir, sevincidir, kederidir, derdidir. Ve Taksim emekçilerin düşüncelerini özgürce dile getirdikleri bir tarihsel mekândır.

Bunu değiştiremezsiniz.

Çünkü nesilden nesile bu düşünce özgürlüğü ve taptaze bir anı gibi dünden bugüne ve yarına akmaktadır.

Bu açıdan Taksim’e bir “kültürel miras” olarak da bakabiliriz.

Anayasa Mahkemesi Taksim’in bu toplumsal belleğine gönderme yaparak alanın yasaklanmasını düşünce yasağı kapsamında değerlendirmiştir.

Ne kadar içerikli, derin bir üst hukuk kararı!

İktidar, Saray keyfi öyle istediği için Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımıyor.

Emekçilerin Taksim hafızasını yok etmeye çalışıyor...

Şu kısacık ömründe bu mümkün değil.

SARAY’IN HAFIZASI

Evet orada da bir başka hafıza vardır, birikmiştir. Taksim’i ideolojik yeniden yapılandırma ve gerçekleştirme amacı... Gezi Parti, Topçu Kışlası, cami. Bu sonuncusunu gerçekleştirdiler. Gezi Parkı’nı alamadılar.

Saray’ın hafızasında asla değişmeyecek olan ise Gezi Parkı olaylarıdır.

Bir ağaç koruma gibi sıradan doğal isteği bir cehenneme çeviren iktidarın kendisidir. Ve Gezi masum hareketini Türkiye çapında iktidara karşı adeta bir isyan hareketine dönüştüren de.

Saray bu konuda hep gözü kara hareket etti. Mahkemeler kurdu, mahkemeler yıktı, beraatleri bozdu ve Gezi olaylarından bir avuç suçlu insan yarattı. Dava dava değil, hukuk hukuk değil, suç suç değil, dünya tarihinin en ucube kararlarından birini sırtına yükledi.

Gezi bir halüsinasyon gibi kendini anımsatıyor.

NE ANAYASASI?

Bu tutum aynı zamanda “güç gösterisi”dir. Kişisel. Büyüklük. Mutlak otorite. Hınç.

Saraçhane’deki Valens Kemeri’nin önüne yığılmış tankı vb. ile çevik kuvveti, “Çanakkale geçilmez” havasında, aslında Saray’ın iradesinin ta kendisidir. Ne vali ne içişleri bakanı.

Anayasa tartışmaları komiktir. Zırvadır.

Ne anayasası?

Türkiye gerektiğinde anayasasız bile idare edilebilirin örneğini veren bir iktidarın, anayasa yapalım diye ortalıkta dolaşması, dünyanın en trajikomik olaylarından biridir.

Neyse, anayasa zaten yok, gereği olmayan ve olmayacak olan bir anayasa için niye tartışılıyor?

Bir Akşener başarısı: İYİ Parti arındı, MHP’liler kaldı

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Bir Akşener başarısı: İYİ Parti arındı, MHP’liler kaldı

30 Nisan

lk savaşlarını Akşener öncülüğünde MHP’de verdiler, MHP’yi tam ele geçirecekler ve Bahçeli’yi devireceklerdi ki iktidar ve devlet, elindeki mahkemelerle müdahale etti. MHP’yi vermedi Akşener ve arkadaşlarına, AKP kendine Cumhur İttifakı yaratacaktı ve bu sayede iktidarda kalacaktı. Bu oyun tuttu.

Akşener MHP’yi devralsaydı oradan biraz merkez sağa hafif bir rota çizerek büyümeyi planlıyordu. En azından kulisler böyle diyordu.

İYİ Parti’yi kurmaktan başka çareleri kalmamıştı.

Kuruluşta da az kavgalı sopalı görüntüler yansımadı, ülkücü yoldaş liderler arasında. Bir sürü lider adayı vardı.

Bir merkez sağ partinin doğuyor olması heyecan yarattı. Meral Akşener’in politik söylemleri tutarlıydı. CHP’ye yaslandı, ittifak politikasıyla büyüdü, güven verdi, yüzde 14’lere varan anket oranları İYİ Parti’yi hemen bir çekim merkezi yaptı.

Nihayet siyaset bir merkez sağ partiye kavuşuyordu.

MHP’li olmayan ama siyasete katkı yapmak isteyen demokrat, iyi yetişmiş ekonomist, avukat, bilim insanı vb. Türkiye ve kendileri için bir şans gördüler. Ve İYİ Parti’ye akın ettiler.

Çoğunu sevdik, nesnel, düzgün, konularına hâkim, demokrasi, insan hakları, iyi ekonomi, düzlüğe çıkmak için neler yapılması gerektiğini anlatan insanlardı. Tartışma programlarını adeta işgal ettiler ve İYİ Parti’nin yüzünü parlattılar.

SEVİMLİ UZMANLAR YOK 

Tek kadın Akşener, seçim süreçlerinde sazı kendi başına buyruk çalmaya başlayınca, hem Cumhurbaşkanlığı sürecinde iktidarın lehine müdahaleleri hem de yerel seçimlerde sonu hüsran olacağı belli hür ve müstakil ucube kararı ile tarih oldu. Ama partiyi de dağıttı.

Seçimler sürecinde o sevimli uzmanların hiçbiri kalmadı partide. Ki hiçbiri ülkücü kökenden gelmiyordu.

Profesyonel partici ülkücü kadrolarla tek tek partiye katılan iyi niyetli aydınların güzel zaman birlikteliklerine de bomba düşmüştü.

Aytun Çıray bunu ilk gören ve elveda diyenlerdendi.

Bahadır Erdem’ler, Bilge Yılmaz’lar, Ahat Andican’lar, Taylan Yıldız’lar, Durmuş Yılmaz’lar, Ayşe Sibel Yanıkömeroğlu, İBB Grup Başkanı İbrahim Özkan ve arkadaşları, büyükelçi Aydın Adnan SezginAhmet Zeki Üçok, İYİ Parti Toplumsal Politikalar Başkanı Ece Güner, Prof. Dr. Ümit Özlale, Prof. Dr. Tamer Demirer...

Toplu il istifalarını saymıyorum.

44 milletvekilinden 38 tanesi kaldı, bu yazıyı yazarken hâlâ duruyor mu hepsi bilmiyorum, kuruluşta görev alanlardan Refah Partili, Anavatan Partili, Demokratik Sol Partili ve Doğru Yol Partili olan kimse kaldı mı bilmiyorum. Akşener’e karşı ve parti politikacılarını eleştiren onlarca kişi kapı önüne kondu veya istifa etti. Disiplin kurulu üyeleri mi ararsın...

Tabii bu arada daha kuruluşta çıkan tantanalardan dolayı bir sürü eski MHP’linin İYİ Parti’den atılmasını ve ayrı partiler kurmasını falan saymıyorum. AKP’ye katılanları da.

ON BİNLERCE KİŞİ DARMADAĞIN OLDU 

Bir toplama partinin, basiretsiz ve dağıtıcı liderinin kısa süre içinde hali pürmelanini görüyoruz.

Ülkücüler bir başlarına (onlar da çok kayıp verdiler) partideler, bir saflaşma ve arınma oldu. Ne yapabilecekleri ne yapacakları ayrı konu. Belki MHP’yi kemirirler... Yaşamın ne sunacağı belli olmaz.

Laf aramızda tüm bu süreç CHP’nin yeniden toparlanması için de bir fırsat.

Cumhurbaşkanı ve milletin değerleri söylemi, nedir bu?

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Cumhurbaşkanı ve milletin değerleri söylemi, nedir bu?

23 Nisan

Cumhurbaşkanı üç gün önceki konuşmasında yine milletin değerleri sözünü etti. Bu söylem başından beri AKP’nin iktidarda kalma politikalarından biridir. Milletin değerleri derken kendi sosyal, ekonomik, din tüccarlığı ve ideolojik saplantılarını millete dayatma politikası oldu.

Değerler kuşaktan kuşağa bile kalmadan sürekli değişim içindedir. AKP değerler ile ahlakı da sık sık özdeşleştirir. Toplumsal kaygıları ve inançları dondurur ve milleti de bunun içine hapseder. Hepsi iktidarını sürdürmek için.

Milletin değerleri söylemi en çok eğitim alanında icraata konur, bunu Diyanet’e havale etmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı bugünkü yönetimiyle, eğitimde cehaleti, “milletin değerleri” kılıfı altında tepelere çıkarmak için, kaliteli bilimsel eğitim isteyen milletle adeta savaş halindedir.

Sadece Diyanet olsa, aynı zamanda tüm tarikat, cemaat, tekke ne kadar küflü çağdışı, uyduruk, milletin cehaletini kullanarak aklını kanını cebini emen örgütlenmeler varsa onları da devlet ve belediye olanaklarıyla besleyip büyüterek milleti kuşatmayı sivil alanda da sürdürür.

PRATİKTE NELER YAPIYORLAR, BİR BAKALIM

Milletin değerleri söylemi ile pratikte AKP iktidarının yaptıklarını karşılaştırırsak, milletin değerleri bunlar mıdır diye sormalıyız:

-Saray’ın yıllık 5 milyar TL harcaması mı milletin değeridir?

-CHP’ye geçen AKP ve MHP’nin yönettiği belediyelerin 100 milyar borç takması ve paraları kurdukları ortaklıklarla nerelere aktardıklarının bilinmemesi mi milletin değeridir?

-Rolex saatlere yüz milyonlar harcanıp özellikle kollarda sergilenmesi mi yoksa?

-Istakoz paylaşımlarıyla milletin değerleri arasındaki ilişkiyi herkes merak ediyor.

-Türkiye yolsuzluğun en çok yapıldığı ülkeler arasındadır. Millet AKP’ye yolsuz ülkeler arasında neden ilk 10 ülke arasında değiliz mi demektedir?

-Devlete eleman alımında 90 puan alanları eleyip 70 puan alan yandaşları kayırmak mıdır milletin değeri?

-Milleti, emeklileri pahalılığa, enflasyona, evsizliğe mahkûm etmek midir yoksa?

-Ücret eşitsizliklerinde ülkeyi bir numara yapmak mıdır?

-Milleti yoksullaştırarak zenginleri ultra zengin yapan politikalar uygulamak mıdır?

-Çocukları eğitimden kopararak evine üç kuruş getirmesi için ağır çıkar sömürüsü altına sokmak mıdır?

-Yoksa ağır iş kazalarını normal, işin fıtratı olarak görmek midir?

-Ayda ortalama 30 kadının cinayetlere kurban gitmesi midir?

-Nedir yahu en zor ekonomik koşullarda bile üzerinde tepindiğiniz milletin değerleri?

Yukarıda bir kısmını sıralayabildiklerimizi gerçekleştirmek için sakın milletin değerleri söylemine sığınıyor olmayasınız?

Millet oyunu geri alır mı? Veya radikal dönüşüm mü?

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Millet oyunu geri alır mı? Veya radikal dönüşüm mü?

22 Nisan

Ekranlarda ve tartışmalarda bir konu var, pek de siyasetin ve milletin davranış biçiminin ruhuna uygun olmayan: AKP’ye oy veren seçmenler, aslında AKP’ye tamamen sırtlarını dönmediler, kendisini toparlasın diye sadece bir uyarı işareti verdiler. İlk seçimde geri dönme olasılıkları var. Bunlar arasında sandığa gitmeyen AKP seçmeni var, CHP’ye de oy verenler var ama seçime katılmamayı tercih edenler çoğunlukta.

AKP’liler hele bu yorumu çok seviyor! Çünkü yedikleri büyük haltlara rağmen milletin kendilerinden asla vazgeçmeyeceklerine ve saltanatlarını sürdüreceklerine kesin inanıyorlar. Öyle mi?

20 YILLIK YÖNETİME NOKTA

Bir kez yolculuğa çıkan ve başka partilerde soluk alan seçmenin oyu genellikle geri dönmez, artık bir yolculuğa çıkmış sayılır. Buna deneysel yolculuk da diyebilirsiniz. Seçmen AKP’yi çok denemiştir, beş yıldır hayatı daha kötüye gitmiştir, onların adam olmayacağını özellikle son bir yıl içinde görmüştür ve oyunun rengini değiştirmiştir.

Ayrıca bu iktidarın omuzlarına yıktığı ağır yükün daha iki yıl süreceğini görmektedir, belki de hiçbir umudu kalmamıştır. 20 yıllık AKP macerası bence noktalandı görünüyor.

Millet CHP’ye yöneldiyse bunun sonuçlarını almayı bekler.

Dört yıl boyunca iyi ve kesintisiz bir parti yönetimi, yerel yönetimlerin başarısı, sadece oy veren değil vermeyen seçmenle de sıcak ve yeni bağlantılar, CHP’nin sosyal demokrat yönetiminin ne demek olduğunu pratikte gösterme becerisi, seçmeni bağlayacaktır. Daha başka bir ekonomi daha başka ve halkı gözeten bir yönetim biçimi ile tanışılmıştır ve tanışılacaktır.

Öyle umuyoruz!

SEÇMEN DAYANIŞMASI

Seçim sonuçlarının hiç tartışılmayan bir yönü daha var. Seçmenin hiçbiri birbirine bakarak oyunu değiştirmedi. Yani benzer düşünceleri gelip bir başka nehre aktı. Veya zaten oluşmakta ve akmakta olan nehirle buluştu.

Hepsi baktı ki “Ooo benim gibi düşünen milyonlar var, o halde doğru karar vermişim.”

Bu kolektif bir davranış biçimini ortaya çıkardı.

Bunun toplumsal ifadesi bir kitlesel dayanışmanın ve görüş birliğinin varlığıdır.

Bu durumun tek tek seçmende etkisi büyüktür, bir bütünsel davranışın parçası olmuştur ve seçmende kendine güven yaratmıştır: Yalnız değilim, iktidarı değiştirme iradesine ve gücüne sahibim... Kötü yönetimi cezalandırabilir ve alaşağı edebiliriz, iktidarın istediği gibi kandıracağı ve yönlendireceği köleleri değiliz. Biz Cumhuriyetiz...

Sokak röportajlarına bakıyorum, artık daha güvenli ve üst perdeden sesler duyuyorum. Burada bir kitle psikolojisinden de söz ediyorum. Sosyal psikologların alanına girdim, kusura bakmasınlar!

CİDDİ YOL AYRIMI

Ben seçmende ve ülkede radikal bir dönüşümü görme eğilimindeyim.

Ülkelerin hayatlarında çok ciddi yol ayrımları vardır.

Büyük ekonomik çöküş, kitlesel yoksulluk ve umutsuzluk da bunlardan biridir.

Bu yol ayrımında yurttaş, radikal ve yeni bir yola girmiştir.

CHP, seçmenin anlayacağı bir dille sosyal demokrat ilkeleri tek tek anlatabilmelidir: Dayanışma, namusluluk, sözünde durma, saydamlık ve halkın iyilik sağlığı ve mutluluğu için her şey.

CHP’nin AKP’yi alaşağı eden dinamiklerin hepsini tersine çevirmesi yeterlidir.