Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Mayıs 2014 Cuma

Düşen Bir Lider Portresi – 4 / Var-mış Gibi Medya

“Ben diktatör olsaydım sen karşımda böyle durabilir ortalıkta dolaşabilir miydin..” Bu tepeden aşağı yalan kurguyı Salı günkü yazımda irdelemiştik. Buna benzer diğer bir palavra laf da basına ilişkin. “Ben diktatör olsam, siz bu manşetleri atabilir misiniz..” Bu lafı da AKP/RTE müminleri tekrarlayıp duruyor, yazılarıma da “diktatör olsa, sen bu yazıyı yazabilir misin” diye geliyorlar. Ağızlarında çiğnedikleri cikletten şişirdikleri bu balona bir iğne batıralım..
1)         Ne yapar yani keser mi?! Ama köşesinden kenarından veya damardan hayatı zindan etmeye çalışır. Ülkede yasalar var. Ama biliyoruz ki, yasaları takmayabiliyor. Odatv ve KCK davası tipik örneği. Bir ara 100’ü aşkın gazeteci cezaevindeydi, dünyanın gazeteci hapishanesi. Başbakan, Adalet Bakanı ve borazanları “onlar gazetecilikten değil, terörden içeri alındı” diye yüzkarası bir karşı kampanya başlattılardı. Ama kimse bunu yutmadı. Gazetecileri uyduruk gerekçelerle içeri almak her zaman uygulanabilir değil. Ergenekon benzeri davalar açmaları gerekir hep!
2)         En iyi yöntem, medyayı iktidarlaştırmak.. Bunun türlü çeşitli yöntemleri var: a) tamamen iktidardan yana bir medya yaratmak, parasıyla puluyla.. b) Sermayesi senden olmayan ve gazetecilik yapmak isteyen medyanın da tırnaklarını sökmek, çeşitli yöntemlerle tarafsızlaştırmak, görmemesini sağlamak, hatta iktidardan yana yayın yapmasını sağlamak..
3)         RTE’nin medya konusunda ana derdi: Ortada duran, iktidarın hoşlanmayacağı haberleri de veren, eleştiren yazarlara da sahip ana akıp medya. Bu medya ülkenin ortalama vicdanını oluşturur.. Olgular ve gelişmeler karşısında tutumu etkileyici ve belirleyicidir. Tarafsızlık algısı, ona bu gücü kazandırır. Orta ve üst sınıf buna kulak verir.. Mesela Doğan Medya. Gücünü kendi sermayesi ve okuru oluşturur, gazetecilik yaptığı sürece bağımsız ve özgür olacağını bilir, aksi taktirde okuruyla birlikte etki ve güç kaybeder..
1)         RTE’ye en tedirgin eden de bu medyadır. Başından beri bu kalelere saldırdı. Mesela NTV’yi, patronun iktidarla iş ilişkileri ve bağımlılıkları nedeniyle kısa sürece düşürdü. Doğan Medya’yı çok ağır toplarla dövdü. Görülemeyecek ölçülerde para cezalarıyla dize getirmeye çalıştı. Patron, yazar çıkartarak vb bu saldırıları atlatmaya çalıştı, Petrol Ofisi’ni sattı.
2)         Ama iktidarın derdi aslında ne bir iki yazar ne de Doğan Medya ile.. Gazetecilik yapılmasıyla! RTE, gazetecilik yapılmasın istiyor. Üç  maymunu oyna.. RTE ekibi, Türkiye’te gazeteciliği batırma görevini üstlendi. Bu konuda da epey yol aldı..
3)         Mesela, ana akım medyanın önemli parçasıydı Sabah-ATV grubu. TMSF eliyle düşürüldü. Önce, damadın genel müdür olduğu Çalık’a satıldı. O “askerlik görevi”ni tamamlayınca, basın tarihimize Havuz Medyası terimini kazandıran yöntem devreye girdi! Milletin anasını belleyeceğini ilan eden besleme sermaye işe koşuldu. Orta malı, iktidar borazanı.
4)         Başka örnek, Karamehmet’in “ana akım” medyasının başına gelenler: Yine TMSF yoluyla RTE hayranı sermayeye satıldı. Karamehmet şirketlerinin Sancaklaştırılmasını yaşadık. Tek başına katıldığı “açık ihale” TV sirkinde, BMC de ona ihale edildi! Yani sadece medya değil, sermayeye de iktidar gücüyle el değiştiriliyor.
5)         Milliyet ve Vatan’ı saymadan geçemeyiz. Ana akım medyanın bu iki gazetesinin yeni sahibi, iktidarbaşından yediği zılgıtlar karşısında gözyaşı döken, gerekirse Başbakan için bu iki gazeteyi de kapatırım diyen bir işadamı! Bu iki gazeteyi daha önce elinden çıkarmak zorunda kalan ise Doğan Medya! Doğan’a Gözcü gazetesi de kapattırıldı. Sözcü oradan doğdu!
6)         Ciner Medyasını es geçmeyelim. RTE, içerideki adamı Alo Fatih’lerle burayı denetlemek peşindeydi. Tapelerde Alo Fatih’e, Ciner için söylediğini de unutmayalım. Bu ülkede iş ve yatırım yapacak herkesin devletle işi var. İşte o noktada karşısında, tek yetkili RTE’yi buluyorlar.. Kırk katır mı kırk satır mı!
7)         Yani ana akım medya büyük kan kaybetti.. RTE’nin neden adeta tek başına kalan Doğan Medya’ya yüklendiğini anlayın! Büyük bir kinle, hırsla, ülkenin gazetecilik vicdanına son darbeyi indirmek istiyor! Bu durum, dünya basın tarihinde başlı başına yer alacak bir atipik olgudur. İktidar yasal gibi görüne, ama yasa ve ahlak dışı tam bir yeraltı harekatı içinde!
8)         İktidar medyasına gelince, para kazananı yok gibi. Gazeteleri, belediyelerinde yüzlerlik paketler halinde alınıp dağıtılıyor veya bir köşeye atılıyor. Televizyonların maliyetlerini de iktidarın görevlendirdiği iş adamları ödüyor, eee askerlik gibi, biri gidiyor diğeri üstleniyor...
9)         Gelelim muhalif medyaya, istenilen başlığı atıyor ve yazarları alabildiğine eleştiriyor. RTE tipi diktalarda, ve ülkenin dış ve ekonomik ilişkileri gereğince, herkesi susturması mümkün değil. Ama ana strateji, gazeteciliği, haberci nesnel medyayı, muhalefetle sınırlı tutmak. Merkez medyayı yoketmek, böylece, gazetecilik yapan bir tek muhalifler kalacağı için de, “zaten iktidara karşılar, normal değil mi?” diyerek, halkı buna inandırmak.
Ne buyurmuştu Davutoğlu: Türkiye’de basın başka ülkelerde olmayacak şekilde özgür..
İktidar, diğer diğer anayasal kurumlar gibi, ülkede medya var-mış gibi ortam yaratıyor.. Mış gibi!

--29 Mayıs 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Düşen Bir Lider Portresi - 3 / Diktatör Olsaydım Ortalıkta.. Masalı


1) Ben diktatör olsam, gazeteler bu manşeti atabilirler mi?.. Evet Erdoğan ile medya ve yeminli taraftarlarından son zamanlarda işittiğimiz laf bu! RTE bunu hatta TOBB toplantısında bir adım öteye götürdü ve büyük şaşkınlık içinde şunu söylediğini gördüm Kılıçdaroğlu’na: Ben diktatör olsam, sen ortalıkta dolaşabilir miydin..
Bu laf şuna götürür: Ben diktatör olsam ortalıkta kimse kalmazdı, hepsinin icabına bakardım, ya zindan ya mezar..
O zaman şöyle diyelim: Diktatörlerin de yöneteceği, üzerlerinde diktatörlüklerini icra edeceği insanlara, kalabalıklara ihtiyacı var. Yoksa diktatör olamazlar. Diktatörler hiç bir zaman muhalefeti yok edemezler, muhalefetle birlikte yaşarlar, yaşamak zorundadılar..
2) Başbakanın kafası, mesela Arjantin cuntası ve liderine gitmiş, kendini onunla kıyaslamış.. Cellatlar, 10 bir kişiyi yoketmişlerdi! Veya Hitler’e Mussolini’ye ve kendisine bakmış.. Veya Afrika’da ne diktatörler var, halkını yüzlerce kesip doğrayan... “Ben öyle miyim!”, demiş! Türkiye askeri cuntalar zamanında bile hep muhalefete vardı! Gazeteyi falan kapatıyorlardı ama gazeteler yazarlar durmadan yolunu yordamını bulup geçirip dururlardı!
Bunları düşünmüş, kıyaslamış ve kendini çok temiz bulmuş: Yahu ben diktatör değilim, olamam, bunlar diktatör görmemiş.. (Keşke bildiğim biçimde bir diktatör kesilsem, ey Kılıçdaroğlu, ey Aydın Doğan, ey Koç falan...)
3) Soma’daki kazayı mazur, normal, olağan göstermek için, işin fıtratında var dedi ya.. ve 150 yıl önceki İngiltere’den ve başka yerlerdeki maden kazalarında ölenlerin sayısını  eline tutuşurdular ya.. Diktatör deyince de, yine aklı taa o zamanlara ve Afrika krallarına gidiyor. Oysa Türkiye toplumunda öyle bir diktatör çıkmaz, artık hiç çıkamaz. Bunun nedenlerini hiç tartışmam. En azından: Ülkenin içinde bulunduğu ilişkiler yumağı, Türkiye’nin esas kalbi, ileriye taşıyıcı, üretici ve yaratıcı güçlerinin çağdaşlıkla olan güçlü bağları...
4) Erdoğan, ancak bu koşulları zorlayarak, bir dereceye kadar “diktatörlüğünü” yapabilir. Erdoğan yarının değil, bilinç ve kafa olarak dünün insanı. İktidar hırsı, tek adamlığa olan muazzam eğilimi, zenginleşme- para- mal mülk tutkusu, kişiliğine zamk gibi yapışmıştır. Dini inançları bile, mallaşma- mülkleşme tutkusu karşısında bence zayıf kalır. Din, tipik bir otorite ve diktacı düşünce aracı. Bu haliyle, RTE Orta Doğu İslam ülkesi yönetimine taliptir.. Ama burası orası değil.. Ne diyor en büyük saydıkları dini allameleri, ama 1000 yıl öncesinin sıradan yorumcusu? Esas olan şeriatttır, Demokrasi ise oraya giden bir araç.. Adam insanlık ve uygarlıkten hiç bir şey öğrenmemiş.. Ama RTE de demokrasiyi tramvaya benzetmemiş miydi? Şimdi indi!
5) RTE, sadece otoriter bir kişiliğe sahip olsa.. Gönlü diktatörlüğe eğilimli, mesela ülkede güç odağı denen ne varsa hepsine hükmetme isteğinde; emir vermeye, yönetmeye, hepsini kendine bağlamaya çalışıyor. Anayasa Mahkemesi’nden tutun Sayıştay’a- Danıştay’a- Barolar Birliği’ne.. Hatta muhalefete kadar uzatacak listeyi (medyadaki uzantıları da, zaten mesela CHP’ye muhalefet yapamıyorsun, şöyle yap, böyle yap deyip durmuyorlar mı!)..
6) RTE, sanki demokratik kurumlar kendi fonksiyonlarına sahip-miş gibi.. Muhalefete izin veriyor-muş gibi.. Anayasa Mahkemesi’nin, Yargı’nın, hatta girişim özgürlüğünün bile -mış gibi varolduğu bir düzen kurdu-kuruyor. Borsa dahil, Merkez Bankası dahil (dün onlar da zılgıtı yedi, bakalım hızaya girerler mi, yoksa RTE’nin bu konudaki aklı Jöleli tepelerine bindi binecek!)..
7) Herşeyin mış gibi varolduğu bu düzene hadi gelin otoriter düzen diyelim!!! Bu anlayışın diktatörlükle ayrım çizgisi şudur: Varlar ama yoklar da aslında! Yani varmış gibi göstermelikler, hani mostralık! Hepsi tek kişiye bağlı, onun talimatları çevresinde varolabilirler, yoksa anında yokolurlar, yani bir yandan da yokturlar!
8) RTE, 5.-8. Maddelerdekine benzer bir ülke istiyor ve bunu kuruyor. Kurdu mu, kurabildi mi, hayır.. Ama adım adım ilerlemeye çalışıyor. Onu en iyi anlayan alttakiler de liderlerinin siyasi çizgisi yazıyor: Ya eşşek gibi sessiz yaşayıp gideceksiniz, ya da defolup gideceksiniz.. Tabii bunu yazan eşek, ilişki içindeki çevresine verdiği rahatsızlığın farkında değil. Büyüklerinden aldığı tepkinin özü şu: Ulan, biz bunu böyle demesini bilmez miydik de ortalığı karıştırıyorsun!
9) RTE bütün kurumların, parlamentonun, muhalefetin vb varmış gibi göründüğü düzeni kurabilmek, desteklemek, gerçekleştirebilmek ve koruyabilmek için, tabii ki polis gücünü ve MİT gücünü piyasaya sürüyor!
10) Peki soruya gelelim: Böyle bir düzeni kurabilir mi, greçekleştirebilir mi ve işletebilir mi otoriter gibi görünümlü özünde diktacı düzenini? Hayır.. Soma kazasında kafasında 150 yıl öncesi, diktatörlük deyince kitlesel asıp kesen adam belirdiği için.. Türkiye böyle bir yer değil ve olamaz.
11) Peki basın, işte yazıp çiziyoruz? Bu ülkede diktatörlük mü olur? Biraz muhalefetin olması, herşeyin mış gibi olduğu düzeni etkilemez. Bunu da Perşembeye yazacağım.. İnşallah uçakta diyeyim! 15 günlüğüne, sevinsin o minik adam: Defolup gidiyorum! Ama fırsat buldukça burası boş kalmayacak..

---26 Mayıs 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

27 Mayıs 2014 Salı

Düşen Bir Lider Portresi -2 / Önemli olan Yüzde 43 ile ne yaptığınızdar

1) Der Spiegel dergisi, Almanya’nın en etkili bir iki yayın organıdır ve dünya çapında tanınır. Soma üzerine yazdığı habere “Erdoğan Cehenneme kadar yolun var” benzeri bir başlık koydu. Erdoğan ve adamları ortalığı yıktı. Bir dergi nasıl böyle bir başlık koyarmış. Muhabir Hasnain Kazım’a yüzlerce tehdit. Spiegel (Ayna) muhabirini Türkiye’den çekmek zorunda kaldı.. Erdoğan Köln konuşmasında Cehennemin yolunu nereden biliyorlarmış diye sordu ve Spiegel’i hedef gösterdi yine..
Asında ne olmuştu? Cehenneme kadar yolun var, başlığı tırnak içindeydi.. Yani derginin kendi başlığı değildi. Bu sözü, gazeteciye Soma’da bir madenci söylemişti; eh ilgi çekici bir laftı, 301 arkadaşlarını kaybetmiş madencilerin içinde bulunduğu duyguyu çarpıcı bir şekilde dile getiriyordu ve hooop haberin başlığına oturmuştu.,
Somalı madenci demek ki Erdoğan’ı -iktidarı sorumlu görüyor. Başlık da bunu net ifade ediyor.. Biri bunu beğenir başlık yapar, bir başkası beğenmez... RTE’nin bam teline dokunmuş olabilir, eeeee en sorumlu mevkide oturacaksın, madendeki katliama senin yönetim biçimin yol açacak, can acısıyla yapılan eleştiriye de sinirleneceksin. Nerede bu bolluk! (Diktatörlüklerde!)
2) Erdoğan sakın millete bir “dış düşman” göstermek için Spiegel ve Almanya’ya bindirmiş olmasın?! “Türkiye’ye parmak sallama dönemi bitti” sözlerini Avrupa’lı politikacı iplemez, ama RTE’nin hedefi de zaten “Türkiye boyun eğmez yabancıya... büyük lider..” havası-tatavasıyla, Cumhurbaşkanlığı seçimi için propaganda yapmak.. Bu amaçla orada!
RTE, Almanya ile Türkiye’yi de birbirine düşürür. Zaten Almanya’da kamuoyu, iktidar muhalefet medya, hepsiyle siperlere girilmiş durumda. Gezi’yi Almanlar “tezgahladı”, Okmeydanınında cinayetleri Almanlar kışkırttı (MİT’in rolü ne orada?!), 3. Köprüyü de sabote ediyorlar (!).. Akıllara ziyan, yalan üzerine kurulu bir propaganda makinesini çalıştırıyor iktidar ve adamları.. Almanlar bunların arkasındaki RTE’nin yüzünü görmüyor mu?!
RTE onlara Hitler’i anımsatıyor, ama Almanlar da karşılarında demokratlığın zerresini bulamadıkları Erdoğan’da, Hitler’den güçlü esintiler görüyor ve tüyleri diken diken oluyor..

ÖNEMLİ OLAN YÜZDE 43 İLE NE YAPTIĞINDIR
3) Erdoğan’ın dünyaya muhalefete karşı en büyük kozu yüzde 43. “Saygı gösterin” diyor. Bu yüzde 43’ün de her geçen zamanda aşağı indiğini görelim. Ama kimse Erdoğan’a yüzde 43 oy aldı diye saygı duymak ve göstermek zorunda değildir. Millet, insanlar, bu yüzde 43 oy ile ne yaptığına bakıyor!
En basitinden, son yaşadıklarımız çerçevesinde:
* Madencileri on para için ölüme gönderen sistemi mi kuruyor?
* Polise “nasıl sabrediyorsun anlamıyorum” sözleriyle çek tetiği arkandayım talimatı mı veriyor? (Adamları da hemen arkasından, maskelileri polis vurup öldürmeli dedi -Kocaeli Bld. Bşk Yardm-; ve Ya eşek gibi sessizce bu ülkede oturacaksınız, ya da defolup gideceksinizstanbul Kızılay Şube Md.; Binali Yıldırım’ın kardeşi).
Aslında hepsi RTE’nin düşüncelerini hem diye getiriyor hem tercüman oluyor.
· Muhalefet liderini parmağıyla göstererek tehdit mi ediyor kürsüden..
· Ve halkını ezmek için daha güçlü TOMA-2’ler mi ısmarlıyor.. Polis devletini zırhlıyor mu.. MİT yasası ile iktidarına karşı çıkacakların canına okumaya mı hazırlanıyor..
Bir iktidar altında, insanların canının beş paralık değeri yoksa, maden zehirlenerek veya sokakta patır patır vurulup  öldürülüyorlarsa... muhalefeti yok sayıyor ve türlü çeşiti yalanla yok etmeye çalışıyorsa...
Aldığın yüzde 43 oyuna da, demokrasi, insan hakları, siyasi özgürlükler vb açısından beş para değer verilmez..

BU BENİM İŞİM, KENDİNE BAK DÖNEMİ ÇOKTAN BİTTİ
Haaa, şu basın özgürlüğünü eksik bırakmayalım: İktidarın adamları utanmazca, Yazgülü’yü ve Yılmaz Özdil’i katillerine veya katil adaylarına hedef gösterdiler ya.. Bir başbakan diyebilir mi: “301 şehidimize bu hakaretleri yapanların yüzüne 77 milyonun tükürmesi lazım...
Eee bunu da derse, kimse onun yüzde 43’üne bakmaz...
Karşısında sadece, aldığı oya dayanarak, herkesin canına okuma hakkını elde ettiğini düşünen ve bunu da adın adım gerçekleştiren Hitler’den esintiler görür ve tarihteki yerine oturtur.
Yazgülü doğru söylüyor: Patronun kazancı uğruna 301 canımız gittiyse, bunu dile getirmenin birbiri yolundan birini söylemiş. “Boku bokuna” dememiş Bay RTE, Patronun kazancı uğruna demiş.. Doğru söylemiyorsunuz... Çarpıttığınız Özdil bahanesiyle Basın özgürlüğüne bindirdiğinizi de bütün dünya anlamıyor mu?
Dünya çok küçüldü. Bu benim işim, sen kendine bak, dönemi biteli çoook oldu..
Ne Soma’daki cinayet üzerindeki sorumluluğunuzu, madencilere şehit ünvanı vererek ve medyaya saldırarak üzerinizden atabilirsiniz.. Ne de, polis nasıl sabrediyoruz dedikten sonra, öldürülen gencin babasına telefon ederek halkla ilişkiler yapmakla, düşüşünüzü durdurabilirsiniz..

--26 Mayıs 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Bir Önemli Araştırma ve Düşündürdükleri: Toplumların Esas Karakteri Tutuculuk mu?

23 Mayıs 2014, CBT Gündem sayı 1418


Bu hafta bilim dünyasında her zaman kıyısından köşesinden tartışılan ve araştırılan bir konu üzerine bir makale sunuyoruz: Doğu ile Batı kıyaslaması, Doğulu düşünce ile Batılı düşüncenin aralarındaki farklar, yaşam ve davranışları biçimleri ve nedenleri; Doğu ile batı arasındaki ekonomik farklılıkların nedenleri... Sanayi devriminin neden Kuzey Avrupa’da ortaya çıktığı.. Bu konularda genel olarak bilinenler var.
Fakat Science dergisinde yayımlanan bu makalenin çok temel bir özelliği, Çin’de Yangtze Nehri’nin ayırdığı kuzey ile güney bölgelerinden birinde pirinç ve diğerinde buğday ekimi yapılmasının, halkın düşünüş biçimi ve davranışları üzerindeki birbirine zıt etkilerini açıklıyor olması.. Adeta iki farklı düşünce ve hayata bakışa sahip iki insan tipi yarattığını gözler önüne sermesi.
Ethem Alpaydın, bu makalenin ana hatlarıyla birlikte, Türkiye’nin Doğu’ya mı yoksa Batı’ya mı ait olduğu konusunda da saptamalarda, yorumlarda bulunuyor:
***
Batı ile Doğu arasındaki fark ve bunun nedenleri sanırım son birkaç yüzyılın en çok tartışılan konularındandır, özellikle ülkemizde ve ülkemiz gibi ikisinin arasında kalan yerlerde. Bu fark için birkaç boyut sayılır: Batıda yönetimler katılımcı, doğuda merkezcidir. Batılı toplumlar yeniliğe açıktır, doğu ise olanı korumaya isteklidir. Batı bilimi sever, Doğu inancı. Bütün bu ve başka nedenlerden dolayı Batı daha zengindir, Doğu daha fakir...
*Olayları parçalara ayırıp bunlar için neden-sonuç kuralları belirlemeye çalışan çözümleyici bir zihin yapımız yok.
*Başımıza gelenler üstünde bireyler olarak bir etkimiz olamadığı için kaderciyiz, ve gücü kendi dışımızda "alın yazısına", ya da ilahi bir kaynağa kolayca atfedebiliyoruz.
*Trafik kazalarının, tren kazalarının, ya da maden kazalarının önüne geçilebilmesi için bunların birilerinin ihmali, bilgisizliği, ya da beceriksizliği yüzünden olduğunun herkes tarafından kabul edilmesi gerekir, "Hayır da şer de Allah'tandır," diye inanılan yerlerde bu kazaların sorumluluğu için birilerinin aranması ya da cezalandırılması anlamsızdır...”

ARAŞTIRMADAN ÖNEMLİ ÇIKARSAMALAR
Bu araştırma ve sonuçları bana heyecan veriyor ve pek çok meseleyi de aydınlatıyor veya açıklıyor. Uzun zamandı üzerinde çalıştığım ve düşündüğüm konu olduğu için bazı çıkarsamalarım var: 

İlki, insan düşüncesi ve davranışının, dolayısıyla kurulan toplumsal düzenin, bu kadar çok üretim biçimine ve ilişkilerine bağlı olması; üretim biçiminin insan düşüncesini çok temelden etkiliyor ve biçimliyor olması. Bu Marksizmin “maddi koşulların insan bilincini belirlediği” şeklinde özetleyebileceğim temel felsefi ve toplumsal tezlerden birisidir. Bu bir kek daha doğrulanıyor.
İkincisi, üretim koşulları değişse bile, daha sonraki nesiller ne buğday ne de pirinç üretiminde çalışıyor olmasalar ve o koşullardan kopsalar bile, atalarının düşünce ve davranışlarını taşıyor olmaları! “Pirinç insanı” ile “buğday insanı” veya toplumları, varlıklarını sürdürüyorlar!
Üçüncüsü, buna bağlı olarak, geçmişin düşünce, davranış ve alışkanlıkları, gelenek diyebileceğimiz maddi/düşünsel davranış biçimi olarak, durmadan, belki de yüzyıllar boyunca nesilden nesile günümüze aktarılıyor ve yaşamlarını sürdürüyorlar.
Dördüncüsü, toplumları esas olarak, bu geleneklerin, tarihsel geçmiş ve oradan edinilen alışkanlıkların ve düşüncelerin bugünü de hala yönlendiriyor olması..
Beşincisi:  Bu tarihsel toplumsal yaşayan mirasın, toplumlardaki ana davranış biçimi olan muhafazakarlığın kaynağı olduğu. Toplumun ana gövdesi, yeniliğe değil tutuculuğa açık. Bu da tutucu partilerin dayandıkları temeli göstermesi bakımından, araştırmaya dayalı somut bir bilginin elimizde olmasını sağlıyor.
Altıncısı, tutucu partilerin ve siyasetin, geçmişin mirasını çok sık kullanıyor olması ve bunun toplumda ciddi bir karşılığının olması..

ÇİN VE MADEN ÖRNEĞİ, 
DEĞİŞİMİN MÜMKÜN OLDUĞUNU GÖSTERİYOR

Şimdi, bu araştırma ve sonuçlarından çok daha farklı başka sonuçlar da çıkarabiliriz, ki bunun çok temel bir örneğini yine iç sayfalarımızda bulacaksınız: Çin’in kömür madenlerinde ölüm oranını nasıl büyük bir hızla azalttığı araştırması konuya bir başka bakış açısı kazandırıyor: Ülke yönetimi, ülke çapında bilimsel düşünceye öncelik vermesi, bilimsel yöntemleri ciddi bir şekilde uygulaması durumunda, toplumsal bir davranış biçimini değiştirebiliyor.
Madencilerin eğitimi ile birlikte kesin önlemler ve üst düzey standartlar, ülkede geleneksel tarihsel ve belki de kaderci diyebileceğimiz bir durumun kökünü kazıyabiliyor ve yeni bir toplum ve insan davranışının temellerini atıyor.
Çin bilim ve teknoloji üretimine büyük önem veriyor, bunu biliyoruz.. Bilime, bilimsel düşünceyi benimsemeye yönelik bir ülke yönetimi ve halk eğitimi, geleneksel davranış biçimlerini de kökten değiştirebilecek ve daha mutlu ve refah toplumu yaratabilecek bir potansiyele sahip..
***
Ne diyelim, darısı başımıza, ama Türkiye’nin durumu, bu kadar tutucu bir iktidar altında, zor mu zor...
Gelecek Cuma yeniden görüşmek dileğiyle..


Düşen Bir Lider Portresi ve Büyük Öngörüsü: Polis Devleti -1

Fotoğraflara bakıyorum, yüzü ürküntü veriyor. Yüz kasları gergin mi gergin, gözler adeta fışkırmış. Hiddeti, bütün düşüncelerinde dışa vuruyor... İki kişi ölmüş, polislerin arabasına yanıcı madde atılmış, ortalık panik... Yine bir Alevi aile babası kanlar içinde.
Yurttaşlar vurulup düşüyor... Ama ülkenin baş sorumlusu “polis nasıl sabrediyor, anlamıyorum” diyor. İki cinayet sanki tatmin etmemiş kendisini, nasıl sabrebiliyorsun sözünün ancak şu anlamı olabilir: “Kardeşim, sana karşı koyanları vur yık yere.. iki yetmez, elini tutan mı var, öyle bir ders ver ki....”
RTE, topluma liderlik anlamında artık “adam” olur mu.. Kesin hayır. Aman yok, dur yok, sakinleştirmek yok.. Sadece, o ve adamları, taraftarları, polisi var.
Geri kalanlar, başkaları, ötekiler. Aslında ötekilerin hepsi, dönüştürmek, boyun eğdirmek, susturmak ve özetle yoketmek istedikleri. Nefret dolu. “Bana diktatör diyenler,” sözleriyle Kılıçdarıoğlu’nu parmağıyla gösterecek kadar amansız, “işte sen hey orada oturan”. Biraz önce yanyana oturduğu kişi, Kılıçdaroğlu, tüm nefret ettiklerinin temsilcisi!
Ama yapamamış, dönüştürememiş ve giderek karşısına dikilen bir toplum. Pata küte insanlara girişebilecek kadar hırs ve hiddet küpü.
O bir köktendinci. Sadece dini inançlarını kastetmiyorum, düşüncelerinde öyle. Hikmetyar’ın dizi dibine oturan kimse, bugün de, siyasi olarak daha gelişmiş olarak taa kendisi.. Herkesi kullana kullana çıktığı tepede tek başına.. Şimdi çevresinde tamamen biad edenler ve kendilerine yeni arpalık ve yemlik sunulanlar kaldı; onlar da, zavallılarım çırpınıyor.. Tek şansları var: kesinlikle boyun eğmek, kesinlikle tam savunmak... ne yaparsa ne söylerse kesinlikle evet doğru deme...

BÜYÜK BAŞARISIZLIĞIN KULESİNDE
Büyük bir başarısızlık içinde. Yoo hayır, başarı seçimlerde yüzde 43 oy almak değil. Diktatör olsaydım sen öyle ortalıkta mı gezebilirdin, diyor ya.. Tam da içindeki özlemi dışavuruyor. Kürsüden parmağını muhalefet liderine sallayıp bunu söyleyen, bütünüyle asıp kesemeyen bir insanın söylemidir.
Yanıp tutuşuyor. Bir adım var önünde, ama atamıyor... Atamayacağını biliyor. Sıkıntı burada. Ama bir diktatörün yapacaklarini de yapıyor.
Başarısız dedik. Suriye’de çökmüş. Batı ile tüm ilişkilerinde çökmüş. Dünyada itibarı bitmiş. Arap ülkelerinden önemli dışlanmış, İslam dünyası imamlığı gitmiş. Türkiye’yi 10 yılda dönüştürememiş. Karşısında direnen güçlü bir toplumsal yapı var.
Uludere/ Roboski ölüleri, Reyhanlı ölüleri, Gaziantep ölüleri, Soma ölüleri, Gezi parkı ölüleri.. Kazalarda dünya birincilikleri.. Durmadan ağıtların yakıldığı bir ülke, mezarlıklarına koşan bir halk.. İşsizlikten, her türlü ölümcül ve rezil işi kabul etmeye zorlanan milyonlar..
İktidarı bitmiş tükenmiş aslında. Yüzde 43 oya rağmen, iktidarda kalabilmesinin mümkün olmadığını gösterecek deney ülkesi durumunde Türkiye.
Onun hırsının, kızgınlığının, köpürmesinin, polise nasıl sabrediyorsun diyebilecek kadar siyasi gözü dönmüşlüğünün nedeni bu.. Başaşağı gidişini görmesinden.. Ne yapacağını bilmemesinden. Bilse bile artı bunu yapabilememesinden.

BÜYÜK ÖNGÖRÜSÜ VAR AMA: POLİS DEVLETİ
O öngörülü bir insan ama.. Müthiş hem de! Kendisinin, iktidar uygulamalarının, nasıl gelip bir duvara toslayabileceğini yıllar öncesinden görmüş. 2006’den itibaren iç güvenlik harcamalarına büyük önem vererek, polisi tam bir silahlı kuvvetler gibi güçlendirmeye yönelmiş. MİT yasasını da bunun üzerine bindirmiş. Şu rakamlara bakın (Hey Türkiye Nasılsın, kitabından):
İç Güvenlik harcamaları:
2006 >10 milyar TL;
2011 >15 milyar TL;
2012 >18 milyar TL;
2013 >27 milyar TL
Şimdi polis sayısındaki şu füze gelişmeye bakın:
32 ülke arasında yapılan bir sıramalaya göre, 100 Bin Kişiye düşen polis sayısı bakımından İlk 5 Ülke:
1. Rusya 564.6 ;
2. Türkiye 474.8 ;
3. İtalya 467.2;
4. Portekiz 454.2;
5. Hong Kong 450.7
Tomalar, Biber ve diğer kimyasal gazlar.. Bunların hepsi bu iktidarın ülkeye kazandırdıkları.
Veee Hürriyet’te Cengizhan Çatal’ın yeni haberi:

Son alınan 25 adet TOMA için 6 milyon 125 bin dolar ödendi. Tanesi 245 bin dolar olan araçların daha gelişmiş versiyonu tasarlanıyor. Katmerciler Holding ile 30 adet TOMA için 9 milyon 960 bin liralık üretim anlaşması yapıldı. Yeni üretim TOMA’lar ateşli silahlarla balistik testlere tâbi tutulacak, askeri testlerden geçecek, en sağlam hale geldikten sonra da üretilip polise teslim edilecek. Sağlamlaştırılmış TOMA’lar 15 tondan daha ağır olacak. ‘TOMA-2’ adı verilen proje kapsamında üretilen araçlar uzun namlulu silahlara karşı da koruma sağlayacak
***

Halkına karşı durmadan TOMA üretiyorsa bir insan, ikinci seferde Kılıçdaroğlu’na da, Toma’ların üzerinden ve içinden seslenir...
-25 Mayıs 2014 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Yine Soma : Hiç Bir Yere Kaçamazsınız!

İktidar adamları, şu sıralarda milletçe birleşme zamanı, hesap sorma zamanı değil, demiyor mu! 12 yıldır iktidar sahipleri, ülkeyi felaketlerin kenarına getirdiyse, hem birleşme hem yas tutmanın en iyi yolu sorumlulardan sürekli hesap sormak ve gerçekleri durmadan gün ışığına çıkarmaya soyunmaktır..
1)                    Yardım kampanyaları üzerine: İktidar diyor ki devlete verin, biz öderiz.. Kime nasıl ve hangi ölçülerle yardım dağıtacaksın.. Yardımı da iktidarına yandaş toplamak için mi yapacaksın.. Şeffaf ol, kriterlerini açıkla önce.. Ayrıca toplumun toplayacağı yardımlardan sana ne, Hazine sende, Örtülü Ödenek sende, para sende...
2)                    Madenciler en iyi yardım, bir daha böyle bir kazanın olmaması için, uluslararası standartlarda önlemlerin hemen şimdi alınması için, toplumun Meclis üzerinde baskı yapmasıdır.
3)                    Bütün toplantı ve gösteriler, yas tutmak amacından kurtularak, madenlerde insanca bir çalışma düzenini kurmak için isteklere yönelmeli. Meclis’te muhalefet işi gücü bıraksın, gerekli yasaların çıkartılması için ısrarcı olsun. Madenlerde en üst düzeyde güvenlik ve en az iki kat ücret ödenmesi için, toplumda hiç bu kadar büyük bir duyarlılık olmamıştı.. 50 bin maden işçisi için en büyük umut ışığı..
4)                    Mahfi Eğilmez, bütün madenler bir hafta kapatılsın, güvenlik kuralları ilan edilsin, bu kuralları yerine getiren madenler açılsın, diğerleri açılmasın önerisinde bulundu. Olayı biçak gibi kesecek radikal bir öneri.. İleri dünyada madenlerde şu sıralarda hangi güvenlik önlemleri uygulanıyorsa, hepsi şart koşulmalı. Ülkede 700 maden var, çoğu da Soma gibi, deniyor. Yani her an Somalar yaşayabiliriz. Bu korkunç gerçeğe, orta ve uzun zaman içinde uygulamaya konacak evrimci önlemlerle karşı koyamayız. Radikal çözüm gerekir.
5)                    Madenlerde belli sayıda işçiyle çıkartılabilecek azami kömür miktarı bellidir. Daha fazla kömür çıkartılıyorsa, bu madencilerin hakkı olarak tanınmalı.. 
***
6)                    Türkiye Maden İş’in Başkanı Nurettin Akçul’u Tarafsız Bölge’de dinledim. Yatağan özelleştirilmesin gösterileri güzel, desteğimizi sonuna kadar vermeliyiz. Ama Soma’daki sendika, madencilerin anlattıklarıyla madenlerdeki rezilliklerle zerre kadar bir ilişkisi yoksa, işçileri çoktan satmış demektir. Soruşturmanın bir ayağı da Somadaki sendikaya yönelmeli..
7)                    Madenler devletleştirilsin: Bir çözüm değil. Yakın zamanlarda devletin işlettiği madenlerdeki kazalarda Somadaki gibi çok sayıda madenci ölmüştü. Burada önemli olan devlet veya özel, bütün madenlerde aynı önlemlerin alınması.. Sendikalar da, madenlerdeki güvenlik önemlerinin uygulanması konusunda yasal sorumlu tutulmalı.
8)                    İktisatçı Ahmet Tonak diyor ki: Soma’da İşçilerin sömürü oranı yüzde 400! 2010'dan 2011'e çalıştırılan işçi sayısında, aktif varlıklarda ve öz kaynaklarda neredeyse herhangi bir değişiklik olmazken, satış hasılatı 259 milyon TL'den 267 milyon TL'ye yükseliyor. Kaba bir hesapla, Somayı işleten cinayet şebekesinin 3000 işçiyi ortalama 1400 TL aylık ile çalıştırdığını, dolayısıyla bu işçilere yılda yaklaşık  50,4 milyon TL ödediğini varsaydığımızda, işçilerin sömürü oranı % 400 civarında oluyor! Yani, emekçilerin yarattığı her 5 TL'lik değerin 4 TL'si şirkete!
9)                    Şirket patronu madendeki herşeyden sorumlu iken, savcıların ona dokun(a)maması ilginç. Bir anlaşma mı var siyasilerle?! “İlişkilerimiz hatırına sana dokunmayacağız, ama diğerlerini ne yazık ki içeri almak zorundayız, görüyorsun toplumu, içerisi sizler için daha güvenceli!” Tekrar soruyorum: Maslak’taki Spine Tower’dan iktidara pay verilmiş midir?
***
10)                 Son 12 AKP iktidar yılında, nasıl oldu da maden, tersane ve diğer iş kollarında iş kazaları adı altında cinayetler hızla arttı ve Türkiye Avrupa’da 1.cilik kürsüsüne çıktı! Uluslararası Çalışma rögütü’de göre, iş cinayetleri bütün dünyada azalırken!?! Türkiye nasıl oluyor da, dünya kömür üretimindeki payı yüzde 1 iken, ölümlerdeki payı yüzde 6!?

11)                 RTE’nin, iş kazası diye bir şey var literatürde, bu işin fıtratında var, diyerek, ölümleri normal görmesinin, ülkemizdeki iş cinayetlerinde kendisine ne kadar sorumluluk getirir? 12 yıldaki kazalardaki artışta, Başbakanın bu düşüncesinin ve yönetim biçiminin birinci derecede sorumlu olduğunu göstermiyor mu?
12)                 Türkiye’yi, çalışanları, madencileri “yaptığınız için fıtratında ölüm var” diyerek, ölüme, kazaya, sakat kalmaya müstahak gören iktidar ile yardakçısı beş paralık medya ve adamları, hangi ahlaktan bahsediyor ve Yazgülü Aldoğan, Yılmaz Özdil üzerine kampanya yürütüyor? Mahkemeye verilmesi, hakkında cinayetlerden soruşturma açılması gereken kim?
13)                 Esas mesele, ne Yılmaz ne de Yazgülü tabii ki! Doğan Medya’nın hükümet gazeteciliğinin pespayeliğine karşı, nesnel gazetecilik yapmaya kalkışması.. Rahatsız edici budur! Türkiye ortalamasının vicdanı orada. İktidar ve beş paralık adamları bu vicdanı yıkmaya çalışıyorlar..

---22 Mayıs 2014 Perşembe / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Özdil İle Uğraşacak Tabii ki!

Maden konusuna başka açılardan bakma ve katliamda iktidarın doğrudan sorumluluğuna girme zamanı.. Ama önce, medyadan kurban isteyen Başbakan ve medyadaki kadın erkek tokmakçılarına bir çift laf.. Yılmaz Özdil dahil herkes söylediklerinden yazdıklarından ötürü kendini savunur.. Özdil’in sadece “müstahaktır..” sözü kasıtlı anlamalara çekilebilir.. Nitekim, yapılan da budur..
Ehh, Soma faciasında en büyük sorumluluğu taşıyacaksın, millete tekme tokat küfür girişeceksin, yere düşen Somalıyı tekmeleyen millet düşmanlarını yanında heryere taşıyacaksın, yasını tutmak isteyen milletin üzerine paramiliter güçlerini saldırtacaksın… Sonra Aydın Doğan’a Yılmaz Özdil’i at diyeceksin.
RTE’nin ne kadar pişkin olduğunu biliriz…
Ama Soma’daki katliamdan kurtulması mümkün gözükmüyor..
***
Savcı en ucuz maddeden tutuklama istedi.. Zenginin malı ve nüfuzu yanında, madencinin canı kaç yıl eder ki.. Somalı madencilerin anlattıkları gerçekler müthiş.. Madende hiç bir şey insani değil.. hiç bir şey yasal değil..
Herşey insanı öldürmeye yönelik!
Ortada, kazadan önceki çalışma sürecinde tam bir toplu cinayete teşebbüs var.. Kaza ile birlikte de, gerçekleşmiş toplu cinayet..
Bunların hepsini toplasa bir savcı, tam katliamdan dolayı bir tek yönetici bırakmaz dışarıda ve müebbetten açar kapıyı..
Sahip, dışarıda.. Basın toplantısı düzenbazlığı ile, ben zavallı ihtiyar, belleği zayıflamış bir adamım masalı ile gerçekleri gizleyip kendisini adamlarını ve şirketini masum göstermeye teşebbüsten ve millete yalan söylemekten ekstra suçtan yakalanıp içeri tıkılması gerekirken….

FITRATINDA NELER VAR NELER..
Merak ettiğim biri konu var: Maslak’da Spine gökdeleninde siyasilere, yukarılara, yukarıdakilerin avukatlarına veya adına hareket edenlere ayırdığı daire(ler) var mı yok mu?
Çünkü böyle bir “hediye”, daha sonra ortaya çıkacak musibetlerden yakasını kurtarmak için de gerekli ortamı yaratır.. Adam hem de “iyi bir AKP’li”, yani maden işletmeciliğinin felaket niteliğini de gözönüne alırsak, böyle bir “hediye” vermek, yaptığı işin ve ilişkilerinin fıtratında olması gerekir..
Savcılık, örneğin madende risk raporu çalışması yapılıp yapılmadığını araştırıyor mu? Bakanlık teftiş elemanları, madenin dosyasında bu raporun eksikliğini rapor etmiş olabilirler mi.. Çünkü, teftiş elemanlarına, kimseye konuşmayın talimatı verildiğini Aydınlık’ta okuyoruz. Bu talimat, gerçekleri saklamaya mı yönelik!? Sözüm savcılara ve mahkemeye, umarım herşey soruşturulur ve dosyaya girer..

BÜYÜK ÇARESİZLİK KISKACI
Madenciler konuşuyor, iş yok, çoluk çocuk ekmek bekliyor.. Kredi almış borç var.. Mecbur çalışmaya.. Evde kazan kaynayacak.. Madenci erkek, ailesinin varoluşu için ölümü göze alıyor.. Bir yandan da yaşlı gözlerle, mezarlıkta yatan arkadaşlarına bakıyor!
Allah kahretsin bu alçak düzeni.. İnsanları, üç kuruşa ölümüne çalışmayı göze almak durumunda bırakan..
İşsizlik, yoksulluk ve çaresizlik.. İnsanı biyolojik olarak en alt katmanda, adeta ilk varoluş zamanında yaşatana günümüz iktidarları ve toplumsal sistemleri.. öyle ki bırakın çağdaş insan olmayı, işçinin- çalışanın kendi olmasını bile imkansız kılan bir alçak düzen..
Patron, git AKP mitingine diyor.. Gitmek zorunda kalıyor.. Alkışla diyor, alkışlatıyor..  AKP ye oy ver diyor, ne kadarı bu emre uyuyor bilinmez.. AKP’li değilsen madene sokmuyor.. İşçiler şüphesiz ki içlerinden, ulan şey, al madenini de.. diyordur, ama dile getiremiyor..
Ahlaksızlığın köleleri olmaya zorlayan bir düzen..

3 YETMEZ 5 ÇOCUĞUN KERAMETİ
RTE ise ne diyor: 3 çocuk yetmez, 4 hatta 5 çocuk istiyorum! Neden istediğini anlıyorsunuz.. Bu ağır sömürü düzenini sürdürmenin yoludur bu..
İş alanları yaratamayan, çalışanları insan gibi koşullarda yaşatmayan iktidarların tabii ki, düzenlerini sürdürmek için en kölelik ve ölümcül ilişkilerde bile olsa sadece bir iş olsun da ne olursa olsun dan başka bir şey düşünemeyen, milyonlara ihtiyacı var..
Onlara tepeden basacak din, Allah, Peygamber, şehit, takdiri ilahi, kaderde bu var, binlerce yıllık dayatmalarını.. ve böylece iktidarının sefasını sürecek..
Madenciler ve iş kazasıyla hayatlarını yitiren daha binlerce kişi de, ölümün, acının, üzüntünün ve sefaletin sefasını..
Milliyet’te bir başlık: Borsa şirketlerinin yıllık kazancı yüzde 4 iken, maden şirketlerinin yüzde 20!
Yüksek kazancı görüyor musunuz?

TABİİ Kİ ÖZDİL İLE UĞRAŞACAK…
İşçinin canı üzerinden sürdürdülen bu faaliyet baldan tatlı olunca, madenciliğe tam bir hücum yaşanıyor ülkede:
2013’te açıklanan Sosyal Güvenlik Kurumu bilgileri:
Son kömür ve linyit alanında 2010 yılında 697 işletme faaliyet gösterirken, 2012 sonunda sayıları, 43 artarak 740’a yükseldi.. Tabii, özel sektörde artış çok hızlı, kamudaki işletkmelerin sayısı ise düşüyor, çünkü bunlar “işlet- bana ucuz kömür sat” diye elden çıkartılıyor. 50 bin işçi madenlerde çalışıyor.. yeraltına inmek için de binlerce kişi sıraya giriyor!..
Tabii, AKP’nin elektrik üretiminde kömürün payını arttırma politikası da var, bu politikanın belkemiğini işte tam da bugün kurulan ucuz işçilik düzeni oluşturuyor. Çünkü elektrik maliyet fiyatlarını baskılaması gerek.. Elektrik fiyatları zaten yüksek, fabrikaların maliyetlerinnde en önemli girdilerden biri..
ILO’nun pahalı önlemler gerektiren sözleşmesi de bunun için imzalanmıyor.
Ucuz emeğe, işçi katliamlarına dayanan, 100- 200 yıl öncesinin maden işletmeciliği..
Kapitalizmin en vahşi çağı koşullarında bir insan, bir ülke ve bunları dayatan bir iktidar..

Kalkmış Yılmaz Özdil’le uğraşacak tabii.. Türkiye’nin en temel sorunlarını çözecek değil ya..
--20 Mayıs 2014 Salı / Bilim ve Siyaset- Orhan Bursalı