Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

CHP ÜZERİNE (TÜM) YAZILARIM


***
CHP ve Eleştiriler

Kılıçdaroğlu iyi gidiyor, hem bugünkü Türkiye koşullarında hem de CHP Başkanlığı'nda taşıdığı, önemli ve yeni sorumluluklarının her geçen gün daha çok farkında olduğunu görüyorum.
Kılıçdaroğlu “insana dokunmayı” politikasının eksenine oturtmaya çalışıyor.
Dokunmak! Çok önemli!
Hele Türkiye'ye özgü kültürde insanların duyarlılıklarını paylaşmasının altını çizmek gerekir.
Halkçılık, toplumculuk, doğrudan ilişkiyi gerektirir..
Bu doğrudan ilişkinin özünde (doğrudan) demokrasi da bulunur.
Şüphesiz “doğrudan demokrasi” yoktur!
Ama ortadan kaldırılan bu kavramı politikacıların içinde yeşertmesi ve hem halkla ilişkilerinde hem de parti ilişkilerinde ve yönetim anlayışlarında düşüncelerinin odağında tutması, ülkemizde ve CHP'de çok şeyi değiştirir.
Evet bu anlamda yeni bir CHP ortaya çıkartmak bir umuttur.
Bu umudu büyütebilmek, CHP'yi iktidara taşıyabilir.
***
Şüphesiz, herkesin CHP'den beklentisi farklı.
Bazı iktidar yanlısı yazarlara bakıyorum, Kılıçdaroğlu'na öğütte bulunuyorlar: Çevrendekileri at! Onlar sivil paşa! Hepsinin kuyruğunu çek gitsin! Onlardan kurtulmazsan hiç bir şey yapamazsın..
Temizlik Harekatı!
Bazıları da CHP'nin parçalanmasını öneriyor!
Yeni CHP, onlara göre, ancak, partiden atılmasıyla, partinin parçalanmasından korkmayarak gerçekleştrilebilir!
Bunları açıkça yazıyorlar, söylüyorlar!
Sosyal demokrasi zaten bölük pörçük.. 
Bu yetmiyor kimseye! Daha da parçalanması gerekir!
AKP ikitdarının sürmesi ve CHP nin iktidar olamaması için her dümen devreye sokuluyor adeta!
Bazıları, CHP'deki yöneticilerin tek tek nasıl Amerikancı, İkinci Cumhuriyetçilere yakın, hatta Avrupacı ve özel sektörcü olduğunu, geçmişe yönelik öyküler yazarak, kanıtlama çabasında...
Öğütme değirmeni dönüyor!
Bunların hiç birine fırsat vermemek gerekir...
Şu kadarını söylemek isterim: En kötü CHP iktidarı bile herhangi bir AKP iktidarından bin kez iyidir!
Politikanızın odağına AKP iktidarından kurtulmayı koyarsanız, yapacağınız tek şey, iyi yönde gelişmesini isteyerek ve katkıda bulunarak, CHP'nin iktidarı olmasına destek vermektir.
Benim burada CHP'ye yönelttiğim en sert eleştirilerin, CHP'ye şiddetli iktidar desteği anlamı taşıdığını vurgulamak isterim.
Bu bağlamda, örneğin 12 Aralık Hareketi'nin neden henüz CHP'ye etkin bir güç olarak eklemlenmediğini, parti ve düşüncesine itici güç görevi yapmadını merak ediyorum.
Parti yeni üyelere kapılarını açıyor.
Çok iyi, bütün Türkiye'yi üye yapmak hedefini koymalılar!
***
CHP köklerini tabii ki koruyacaktır!
Çünkü o kökler CHP yi CHP yapacaktır!
Parti içinde “saflaştırılmış” bir düşüncenin egemenliği mi?
Tek tip, tek kalıp..
Dün Baykal'ı eleştirenler, şimdi benzer tasfiyeyi istiyorlar!
Yani kafaları tek kalıp ve tek yanlı..
Eleştirdikleri insanlara dönüşmüşler kendileri!
CHP'nin geleceği, kendi yakın ne kadar düşünce varsa hepsini kucaklamaktan geçer.
CHP içinde çeşitli odaklar olmasından korkmamalı parti!
Bu odaklardan biri, bu düşüncelerden biri başaramazsa, diğeri yeni bir sentezle bayrağı devralabilecek yeni bir yapı oluşturulmalıdır CHP'de..
2 Aralık 2010 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

***

CHP, AKP ve Kürtler

CHP’de Kürtlere yönelik yeni bir politika mı var? Durumu anlayalım:
Özellikle “terörcü- ayrımcı Kürtçü” politikalar karşısında, “Türk” siyasi partiler arasında doğallıkla ikircikli / reddedici politikalar gelişti. Terörün ve Kürtçülüğün Türk milliyetçiliğini güçlendirmesi, eşyanın doğasına uygundu. Sonuçta, ulus çapında büyük bir tepki yaşanıyor.
AKP, Kürt bölgesinde, iktidar olmanın verdiği uygulama olanaklarıyla, bizzat yarattığı ekonomik/ politik/ kültürel fırsatlarla ve yatırımlarla, Kürt bölgesinde iyi bir potansiyel ve gelişme zemini yarattı. Bu, AKP'ye “her yerde temsiliyet” görüntüsü verdi.
AKP bu politikasını sürdürüyor. Kürt oylarını AKP’de toplayarak, BDP'nin tabanını oyuyor ve BDP'yi Kürt bölgesinde azınlık parti durumuna düşürmeyi amaçlıyor. İktidar yıpranması sonucu kaybettiği oyları, Kürt oylarını arttırarak telafi etme hesabı içinde. Kürtlerden daha büyük bir oy kitlesi apartmayı başarırsa, seçimlerden sonra, ”Başkan Erdoğan”'lı, otoriterliği iyice yüksek bir AKP iktidarı bizi bekliyor demektir!
(Şimdi, parantez içinde, o şeytani soruyu sormanın zamanı: AKP’nin Kürt oylarını büyük ölçüde arttırarak Kürt ayrılıkçılığını marjinalleştirmesi ile, ama bu sayede dini referansları güçlenmiş otoriter bir Erdoğan rejimi altında yaşamak dilemması karşısında, nerede yer alırsınız? Kendinizi nasıl hissedersiniz? Kürtleri de ezen otoriter bir rejim mi, yoksa demokrasi mi?!)
***
CHP’ye gelince, Baykal döneminde, Kürtlerle ilişki kuracak hiç bir politika izlen(e)medi. Parti, seçimlerde Kürt bölgesinde sürekli sıfır çekti. Bölgede sosyal demokrat yüzbinlerce/milyonlarca Kürt, ya isteyerek/istemeyerek iktidara yöneldi ya da BDP'nin PKK politikalarına destek vermek zorunda kaldı.
Sonuçta CHP bir “Türk Partisi”ne dönüştü.
Burada, CHP ve kitlesinde “ulusun ve ülkenin parçalanmak istendiği” olgusu ve düşüncesi, birinci derecede etkili oldu. AKP'nin PKK ile flörtlerini, ABD'nin Kürtleri arkalayan politikaları karşısında sessizliğini de buna katmak gerekir.
Sonuçta, Baykal CHP'si, Türk-Kürt duvarını aşacak, yıkacak politikalar geliştiredi. Ulusal-birliktelik-demokratik politikaları geliştiremeyince, ortaya ayrımcı bir tablo çıktı.
Oysa, ülke birliğini, ulusal bütünlüğü savunmanın yolu, Kürtlere ve demokratik hak ve özgürlüklerine de sahip çıkmaktan geçiyordu! Eğer, bütünleştirici / reel politikalarınız yoksa, istemeseniz de pratikte ayrılıkçı kalırsınız: işte Baykal CHP'sinin durumu, bence buydu!
***
Şimdi Kılıçdaroğlu CHP’si Kürt bölgelerinde. CHP önemli ve olumlu bir düzeltme yaşıyor Kürt politikasında! Bu, bütün Türkiye'nin partisi olmaya soyunmaktır aynı zamanda!
Kılıçdaroğlu, “etnik temelde” politika izlemeyeceklerini vurguluyor!
Öncelikle ekonomik ve sosyal politikalarla, Kürt bölgesinin Batı ile entegrasyonunu birinci derecede önemli bir “Kürt Politikası”dır.. Batı-Doğu arasındaki uçurumun kapatılması yönünde önlemler alınmalı!
Kürtlerin daha insanca yaşamasını sağlayacak, ekonomik, sosyal ve kültürel önlemler, en kısa zamanda uygulanmalı.
Serbest Piyasa bunu sağlamaz! Çok güçlü devlet ekonomik örgütleri kurulmalı ve büyük yatırımlara gidilmeli, bunun yanında, sosyal gelişimi destekleyecek önlemlere öncelik verilmeli!
Bölgedeki geri feodal yapıyı parçalayacak bütün demokratik atılımlar gündeme getirilmeli! Aslında bütün bunların ortamı da bölgede vardır!
***
Şüphesiz ki Kürt dili bölgede en önemli sorundur.
Alınacak ekonomik, sosyal, eğitsel, kültürel önlemler, özellikle Kürtlerin büyük önem verdiği Kürt dilinin öğrenilmesine destek vermeden, başarıya ulaşamaz.
Çünkü, dil konusu Kürtlerin insan yerine konmasında giderek bir mihenk taşı haline geldi.
Eğitimde ana dilin Kürtçe olması, şüphesiz ki bölünmeye/ ayrılmaya götürür.
Ama, Kürtçe'nin ikinci dil olarak okullarda en iyi şekilde öğretilmesine özel çaba verilir....
--
25 Kasım 2010 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

***

CHP ve Tasfiye

Gönül şunu isterdi: Kavga bu noktaya varmasın! Genel Sekreter Sav, Parti Başkanlığı'na seçilen Kılıçdaroğlu ile yetki –istek- dilek paylaşımında bulunsun. Parti örgütünün, hadi diyelim ki kişisel değil, “tek koruyucu”su tutumunun yanlışlığını görsün. Kendisi orada olmazsa, partinin geçmişine ihanet edilip daramadağınık edileceği endişesi taşımasın.. Eğer ipler bu noktada koptuysa, Kılıçdaroğlu haklı gözüküyor.
Ancak CHP'nin tarihinde sürekli tasfiye vardır!
Tonlarca değerli CHP'li parti içinde işlevsiz kılındğı gibi, dışarı da atıldı. Başkanlar, “problematik” gördüklerinden arındırılmış bir parti yönetmeyi tercih etti! Küstürülenlerden düşünce-kemiksiz olanlar, tam karşı saflara geçtiler.
Şimdi de ortalıkta bol “tasfiye” talepleri var! Vur! Kır! Yok et!
Oysa parti içinde şöyle bir kültür-genetiği oluşturulmalıydı: Evet, senin düşüncelerinle hemfikir değilim, veya senin hırsın iktidar olmaya yetmedi, ancak sen partinin insanısın, sana ihtiyaç hep olacak, şu görevlerle hizmetini sürdürmelisin... Devran döner, bakarsın sen haklı çıkarsın, biz beceremezsek, parti seni denemek isteyebilir!
Şüphesiz, parti siyasetine 180 derece aykırı düşenleri tutamazsınız. Ama arınarak zenginleşme olmaz, hele sosyal-siyasal kurumlarda ve söylemlerde... Biriktirerek, koruyarak, bir bir üstüne koyarak, zenginlik sağlanabilir. Tabii, parti iktidarında olmayanların da, partiyi ufalama değil, kucaklayarak büyütme gibi bir sorumluluğu var!
***
Kılıçdaroğlu ve ekibinin neyi nasıl yapacaklarını bilmiyoruz. Ama, görünen o ki, mükemmel bir popülist çizgi izleyeceklerini söyleyebiliriz. Bütünlüklü, arkası-önü belli bir siyasi program beklentisi içinde değilim. İktidar olabilmek için “her araç mübah” bir politika görebiliriz! “Önemli olan, kedinin faresi tutmasıdır, kedinin siyah veya beyaz olması değil!”
Bu nedenle, göreceklerimizi, CHP'nin geçmişine ihanet olarak algılama ciddiyetine de düşmeyeceğim! Ama umarım, bugünkü liderlerin gönüllerindeki “popülist” politikalar, toplumda gericiliği, dinci bağnazlığı, ilkesizliği, güçlendirecek bir sonuç üretmez!
***
Kılıçdaroğlu'nu Rahşan Hanım'ın yanında, mavi gömleğiyle görüyoruz. Ecevit, “idolü” gibi. Ecevit “halka açılım”ın adı onun için.
Ecevit, şüphesiz çok önemli bir politik liderdi. Hiç bir sağcı politikacıda bulunmayan iyi özelliklere sahipti. CHP'nin bütün liderleri de hep düzgün ve dürüst insanlar!
Ancak Ecevit bir “güven” lideriydi! Bana güven, gerisini merak etme sen. Millet dağa taşa adını yazdı, ama, köy-kent görüşlerinden başka, bu ülkenin geleceğine yönelik önemli bir programı yoktu. Ayrıca parti içinde hiç demokrat bir lider değildi! Yarını kurmak için bence Ecevit'ten örnek alınacak bir “politik program” yoktur! “Küllerinden yeniden doğması”nın da, Türkiye'ye bir yararı olmadı!
CHP, “eksen yaratıcı” (yani devrimci) bir politik-sosyal-ekonomik bir dil/program oluşturur ve burada israr ederse, Türkiye'de kendi “atmosferi –auora-”sını yaratabilir. Sağcıların “atmosferi” içine girerek, orada toplayacağı tek mal bulamaz! Şu günlerce CHP'ye, “Erdoğan ile omuz omuza” girmesi için şahane öneriler ortalıkta kol geziyor da, söyleyelim dedik!
Yine CHP gündeme çok yönlü düştü!
7 kasım 2010, bilim ve siyaset- orhan bursalı



***

CHP: Değişim Kıskacı

Şu sıralarda CHP’ye, ne yapması, nasıl bir parti olması, nasıl değişmesi, kendini nasıl yenilemesi gerektiğini öneren önerene... Şüphesiz bunlar arasında, bu köşe de var... Hatta bu köşe konuya epey de sert yaklaşıyor. Dili radikal. Bu nedenle de, bir kısım CHP'linin hoşuna gitmiyor.
Dil neden radikal? Çünkü yaşadığımız olaylar ve bu olayları yönlendiren kesim, yani iktidar, radikal! AKP'nin yargıda gerçekleştirdiği köktenci hukuksal değişim, yeni bir durum yarattı!
AKP otoriter bir yönetim uyguluyordu! İktidar, medyada, iş dünyasında ve diğer önemli alanlarda, herşeyi denetimi altına alıyordu. Bazen yıkarak ve yokederek..  Şimdi bu yönetim anlayışını, yeni yargı hukukuyla, bir üst düzeye taşıdı. Artık tamamen AKP yargısı gündemde!
Yargı, öyle anlaşılıyor ki, iktidarı ilgilendiren siyasi ve hukuki davalarda, AKP'nin vicdanı elverdiği ölçüde tarafsız ve yasal davranabilecek!
Bir “defter dürme” dönemi zaten bu hukuki darbe döneminden önce başlamıştı! Bugünden sonra artık bertaraf etme olayı, yasal zeminde gönül rahatlığıyla gerçekleştirilecek..
Diyeceğim o ki, bu köşede dilin radikalliği, içinde bulunduğumuz iktidar ruhunun radikalliğinden ileri geliyor..
Ne diyordu Nejat Yavaşoğulları:"Acil Demokrası!”
Türkiye'nin, demokrasi adına elde ne var ne yok kaybetmeden, “acil iktidar değişimi”ne ihtiyacı olduğundan! CHP acil hareket etmeli!
***
CHP'ye yapılan “değişim” önerilerine bakıyorum. Mesela şu sıralarda medyaya yansıyan ve CHP yönetiminin ayakta alkışladığı açıklanan ilahiyatçı Dr.Muhammed Çakmak'ın konuşması. (Vatan, 25 Ekim 2010).  Çakmak “Değişim” üzerine bir “üst dil” kullanmış.
CHP kendini toplumla barıştıracak yeni bir dil inşa etmelidir. En temel problem budur... Dünyadaki trendleri bir yüksek algıyı ortaya koyacak ve bu yüksek entelektüel performansla bir değişik projesi hazırlayacak.. Bu projeyi de yeni bir dille topluma anlatacak. Bunu başaramaazsa CHP tarih dışı olmaya mahkümdur... Değişime direnmek intihardır...”
Yazı uzun, Çakmak'ın “değişim” önerileri net ve belli değil. Genel bir ifade var. Ama dünyanın “post modern” döneme girdiğini belirtiyor ve CHP'den buna uygun değişim istiyor!
Konuşmanın veya yazının en dikkat edici noktası, CHP'nin kendini AKP ve MHP'ye göre inşa etmemesi gerektiği önerisidir. Bu doğrudur! CHP örneğin başkalarının inşa ettiği sorunları (Türban gibi) bayrak yapmamalı.
CHP kendini iktidara taşıyacak sorunlara ilişkin net çözümlerinin bayraklarını dalgalandırmalı! Örneğin, bozulan gelir dengesini nasıl düzelteceksin. Aşağı sınıf ve tabakaların gelirlerini nasıl yükselteceksin. Zenginliği nasıl alt ve orta sınıfların lehine dağıtacaksın...
Örneğin: Orta sınıfın en büyük gelir kayıplarından biri, çocuklarının eğitimine harcadığı muazzam paralardır! Aileleri, Türkiye'ye özgü bu masraflardan nasıl kurtaracaksın? Daha alt gelir düzeyindeki ailelerin çocuklarına daha kaliteli eğitim olanaklarını nasıl sunacaksın!
Değişim iyidir, şüphesiz ki toplumun gereksinimlerini ve sorunlarını dikkate alacaksın! Ama çeşitli köşelerden yapılan önerilerin bir kısmı “cilali imaj devri” niteliğinde!
Bir kısmı, AKP'nin işlerini kolaylaştırıcı bir rol! Bazıları, ABD'nin Ortadoğu projeleri için yedek oyunculuk!
CHP'yi iktidarda görmekten çok, “başkalarının işlerini”, sorunlarını kolaylaştıracak ve çözecek bir “yedek at” olmayı amaçlıyor..
***
Akan bilgiler ve bizzat bazı gözlemler, CHP'nin en büyük değişimi ve dönüşümü “örgüt” üzerinde gerçekleştirme gerektiğini gösteriyor! Bunlardan bir ikisini yazacağım!
Şimdi, iktidarın yeni başlattığı yargısal-hukuki dönemde, CHP liderleri her ciddi sorunu bayrak olarak dalgalandırmalı..
Bu arada, hukuk ve yargı uygulamalarına özen önem verilmeli!
Mesela, Yüksek Seçim Kurulu, Referandum sonuçlarını sandık bazında niye vermeyi reddediyor? Bu saydamlığı sağlamak için, ne gerekiyorsa yapılmalı!
Yüksek Seçim Kurulu'nın çalışmaları, bütün adaletsizlikler izlenmeye alınmalı!
Deniz Feneri davası gündemden düşmemeli! Dava ve soruşturma üzerine büyük bir siyah şal örtülmüş durumda! Savcısı, başarılı çalışmaları sonucu olsa gerek, HSYK'ya “atanıyor”!
Bütün bu sorunların takipçisi olacak, bu sorunlara pençesini geçirecek, genç bir CHP!
--
28 Ekim 2010 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

***

Seçime Giderken -1

2011 Haziranının ilk haftasında seçimler yapılacak. Yani Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs.. 7 ay kaldı. Seçimler başlamıştır! Türban yolunun da önü-arkası, gerisi-berisi açıldı.
Eğer ülkede olağanüstü bir siyasal ve ekonomik olay olmazsa, AKP seçimleri kazanacak ve üçüncü iktidar dönemine başlayacak.
5-6 ay kadar önce AKP'nin oyları yüzde 35'lerin altına inmişti, 29-35 aralığında seyrediyordu. Referandum rüzgârı ile 40'ların üzerine çıktığı anlaşılıyor. Sadece referandum değil tabii ki burada etken. Ekonomi rüzgarı var arka planda. Referandumu etkileyen de esas ekonomik durumdur. AKP'yi batıracak olan da iktidar yapacak olan da ekonomik durumun gidişatıdır. Üst kültürel/siyasal yapılanmalar, söylemler, her zaman ikincil-üçüncül-dördüncül etkenlerdir!
***
Peki ekonomi iyi mi? Esas olarak hayır, ancak dünyaya kıyasla bu işi iyi götürüyorlar. Finans dünyasının 2001'deki büyük çöküşten sonra yeniden yapılandırılmış olması, iktidarın krizi epey ayakta geçirmesine olanak sağladı.
RTE “kriz teğet geçti” derken, dünya krizinin esas mali kaynaklı olması ve Türkiye'de banka ve finansal kurumların ayakları üzerinde kalması açısından, haklıydı.
Seçim sonuçlarında esas etken olacak ekonomiye kısa bir bakış:
1) Ekonomi, büyük fotoğrafa bakıldığında, hızlı bir gelişme içinde. Oldukça yırtıcı bir iş dünyası oluştu. Dünya pazarlarına saldırıları başarılıdır.
2) Ekonominin en büyük hastalığı, büyümenin esas olarak dışarıdan gelen yakıtlarla ateşlenmesidir. Yani, dış borçlar, bunun yanısıra hammadde-yarı mamül madde ve elektronik ve makina ithalatı, ekonomiyi büyüten ana motorlardır!
3) Büyümenin her türlü dış alıma/girdiye olan bu bağımlılığı, dışalım-dışsatım dengesinde büyük açıklar yaratıyor, döviz gelirleriniz giderlerinizi asla karşılayamıyor, ekonomiyi kırılgan kılıyor.. İktisatçıların dilindeki “cari açık” tehlikesi budur.
İşte Türkiye ekonomisinin temel yapısal sorunu. Yani ekonomik büyümeyi, dış-iç pazar kaynaklarının dengesi içinde gerçekleştirememek. AKP bu sorunun aşılmasında temelde bir dönüşüm gerçekleştirmedi!
4) Türkiye ekonomisindeki temel yapısal dönüşüm, Türkiye sanayisinin orta ve yüksek teknoloji mal ve hizmet üretimine geçmesi ile gerçekleşebilir. Bu ürünlerin dış satımdaki payları yüzde 10-20'lere çıkarsa, Türkiye bağımlı yapıdan ve güçlü ekonomilerin sömürü pazarı olmaktan çıkabilir. Ama, AKP'den bu yönde bir politika gözükmüyor.
***
AKP seçime yüksek bir ekonomik genişleme ile gidiyor. Müthiş bir sermaye akınına uğramış durumda ülke! Özellikle ABD'nin sürekli dolar basarak mali genişleme politikası izlemesi sonucu, ülke dolara boğuldu!
Dolar ucuzlamakta, TL'nin değeri artmakta.
Bütün dünya ABD'nin bu politikasına karşı, sıcak paranın ülkeye giriş çıkışını engelleyecek önlemler alıyor. Çünkü, paralarının değerlenmesini istemiyorlar. Paranın değerlendirmesi, dış satımı zorlaştırıyor, dünya piyasalarında mal ve hizmetleriniz pahalanıyor, dolar ucuzladığı için iç piyasanız yabancı ülkelerin mallarıyla doluyor, yerli üreticiniz bu defa kan ağlamaya başlıyor. Rekabet edemiyor.. Dışsatımınız geri kaldığı için de cari açığınız büyüyor..
Ama..
AKP 7 ay boyunca, dışarıdan gelen bol para ve mal ile piyasayı canlı tutacak. Finansmanı karşılayacak. Kısa vadede para sorunları yok. Bu arada, dışarıdan gelen müthiş bir ekonomi pohpohlamaları da, seçmen nezdinde işin cilası oluyor..
Yani baktığınızda, AKP seçime kadar ekonomik yeri bir sorunla karşılaşmadan bu işi götürecek gibi.
***
7 aylık sürede AKP için olumsuz yönler:
* İhracatçı, pahalı TL karşısında çok önemli sıkıntılara girmeye ve malını dışarıya satamamaya başladı. Burada sıkıntı büyüyecek. Küçülme ve işçi çıkarma olabilir. İşsiz sayısı düşmez, artar!
* Tarımsal üretici kesiminde de (hayvancılık vb) sıkıntılar artar.
* Dünya ekonomisinde bu süre içinde bir ikinci kriz gerçekleşme olasılığı, iktidarı yeniden sıkıntıya sokar.
Ama, cemaat ve seçim yardımı, Türkiye'nin muhafazakarlaştırılması, yargının ele geçirilmesiyle iktidar yolsuzluklarının örtbas edilme olanaklarının artması, yeşil kart ve sağlık uygulamalarında kesenin ağzını açılması, din-iman propagandası ile AKP, böyle giderse işler, seçimleri tek başına iktidar kuracak kadar, alır.
AKP yıpranma kayıplarını da, MHP'den ve Kürtlerden epey oy alarak kapatacak. Her iki örgütü de mezara gömme çalışmaları içinde! Kürt meselesini idare edecek. Seçim sonrası da ümüklerini sıkar artık...
Peki CHP ne yapabilir?
24 Ekim 2009 / Bilim ve Syaset- Orhan Bursalı

***

Seçime Giderken 2, CHP

Dilek başka, görünen köy başka. Öncelikle, düş görmek isteyen CHP'lileri uyarayım baştan, herkesin önce nesnel durumla karşılaşıp, dileklerini bunun üzerinde inşa etmesi tavsiye edilir!
Bugünkü iktidar ve ülke koşulları altında, dünkü yazımda dediğim gibi, olağanüstü yeni bir durum ortaya çıkmazsa, 7 ay sonraki seçimlerde CHP'nin ciddi bir varlık göstermesini beklemiyorum. Bazıları “bunu çözersen halkın gönlünde taht kurarsın, demokrat olursun..” gibi palavralarla ve elbirliğiyle CHP'yi türbanlama konusunda başarıyla ilerliyorlar.
Halkımız, doğrusu, ilkokul düzeyinde ortalama eğitimi ile, dünyanın demokrasiyi sindirmiş ve bu kriterlere göre hareket eden en gelişmiş, en aydınlanmış, en bilinçli halkıdır! Bu nedenle “göbeğini kaşıyan adam” (Hoşgeldin Cumhuriyet'e Bekir!) oylarını verirken ölçeğe vuracak, CHP kaç kantar demokrat diye bakacak!!! Göbeğini kaşıyan adam ve yardakçıları entel takım, AKP'yi kantara vurdu ve orada müthiş bir demokrasi gördü, yüzde 50 oy ile ülkemizin yargısını ve hukukunu Avrupa'nın en gelişmişleri arasına soktu!
Bu mantıkla, CHP'nin, AKP'nin savunduğunun 10 katı fazla demokrasi (yani daha bağımlı, tam köle yargı reformu gibi örneğin) savunması gerekmektedir!
Bu yetmez: CHP, AKP'nin yarım bitirdiği işleri tamamlamalı, örneğin Romanları iyice dağıtmalı ve köklerini kurutmalıdır! Alevilere Osmanlı kılıçları göstermelidir! O zaman bakın oylarını nasıl katlayacaktır!
O kadar da yetmez, bazı zekâ özürlü veya kasıtlı düşmanların ögütlerine, Tayyiplerin ağabeylerine kulak vermeli, Blair okumalıdır! Ondan, Irak'da 1 milyon insanın ortak katilinden, ABD'ye nasıl küresel uşaklık yapılır, dersleri almalıdır! Hatta, Blair CHP'ye din dersleri vermelidir!
Heyyyy, bırakın bu palavraları! Sahtekarlıkları! Aptallıkları!
***
CHP'nin üst yönetimine, halkın aydın ama dar ve orta gelirli çalışanlarından, her kesimde fiilen üreten insanlar gelmeli!
CHP, Swiss otellerde bizim gibi kafayı üst yapısal kültürel ve siyasal kurumlara ve söylemlere takmış insanlarla “kendini bulma veya yeniden tanımlama” için arama konferansları düzenleyeceğine, kafalarını bizlerin söylemleriyle ütüleyeceğine, bildiği şeyleri bin kez daha dinleyeceğine... Biz gazeteci yazar, medya mensupları gibi denge gözeten, yarın kazığını atacak kimselerle toplanacağına...
a) Parti Merkez Yönetimine veya Parti Meclisine, hatta Başkan'a, sürekli “danışmanlık” yapacak, bilgi verecek ve üretimde yol gösterecek bir “Üreticiler Meclisi” kurmalıdır! Hayvan üreticisi orada olmalı; buğday, pamuk, domates, pancar, tütün, fındık, çay, ayçiçeği, süt... üreticileri –gerçek kişiler olarak– orada olmalıdır! Onlara kulak vermeli!
b) Yine kültürel farklılılar, anlayışlar, diller, etnisiteler ayrı bir Meclis'de orada olmalıdır!
c) Kobi'ler.. yeni toplumsal üretici kesimleri oluşturan bilgi toplumu üreticileri... yeni teknolojilerin öncüleri ve üreticileri, Parti'de en yüksek katta olmalı!
d) Gençlik, öğrenci ve çalışan gençlik ayrı bir Meclis olarak, en yüksek katta bulunmalı!
e) Kadınlar, kızlar... onların sorunları sürekli partiye en yüksek düzeyde aktarmamalıdır!
Bunların hepsi ayrı ayrı, en çok 50'şer kişilik, olmalıdır! Aynı sepetlere konmamalıdır!
***
Demek istiyorum ki, bizlerden iş çıkmaz, Kılıçdaroğlu!
Ey, Sav ve diğer muhterem yüksek zevat!
Biz yazıp çizerek CHP'yi iktidar yapamayız, seni gerektiğinde mezara bile gömeriz! Bir çoğumuz belkemiksizdir! Ama yukarıda saydıklarım seni iktidar yapacak olanlardır!
Oy onların elinde!
Üretip satamayanlar, pazarlara giremeyenler, girip çıkamayanlar, girip büyüyemeyenler, çalışıp sürünenler, hizmet sektörlerinde AVM'lerde ve daha bir dizi yerde günde 12 saat çalışan köleler, cemaatlerin kapanlarına sürüklenenler; okuyamayan, okuyup da iş bulamayan gençler ve yetişkinler...
Dert onların elinde!
Oy da!
Parti iktidarınızı resmen ve fiilen, onlarla paylaşırsanız, onları baştacı ederseniz, hep birlikte iktidar olursunuz!
Onlara onur verin, kişilik verin, yönetime ortak edin, dertlerini ve sorunlarını partinin temel sorunları edinin.. İktidar olun!
Yoksa siz de ayvayı yiyeceksiniz, Türkiye de !
--
Not: Yarın Resepsiyon için Cumhurbaşkanı'a açık mektup yayımlayacağım. Öbür gün ise Seçimlere Doğru'ya devam!
Okur Notu: Seçimlere Doğru yazınızda yaptığınız tesbitlerin tamamına katılıyorum. Burada biz sosyal demokrat yada sol düşünen aydınların göremediği çok yalın bazı gerçekler var. Türkiye'de 9.600.000 emekli, (%40'ının maaşları 600/900 TL arası); 9.300.000 yeşilkartlı, 100.000 korucu, 2.500.000 Fakfuk fonlardan yardım alan ve 6.000.000 BDP seçmeni olmak üzere, bir şekilde iki partiye odaklanmış 27.500.000 seçmen var. Ayrıca belediyelerden günlük iaşe bedeli alarak siyasi iktidara sempati ile bakanlar var. CHP bu seçmenlerin yaklaşık %20'sinden oy alma şansını yakalasa iktidar olur. Türban'dı Af'tı gibi konularda uğraşmaktan, ekonomik talep ve projeleri toplumun önüne getirmek CHP'ye oy kazandırır. Duyarlı kesim zaten CHP'ye oy verirken önemli olan yukarıdaki seçmen kitlesini kendine bağlayacaak yeni projeler yaratmak ve uygulama alanlarını insanlara göstermektir.
İnsanların öncelikli tercihleri ekonomik olup, özellikle Doğu ve Güneydou halkının komşu ülkelerle yapacağı ticarete getirilecek kolaylıklar ve uygulamalarla bu bölgedeki üretici halkın CHP'ye bakışı değişebilir. Basri Koyuncuoğulları
Not 3: Dün yanlış adres verdim. Doğrusu: http://orhanbursali.blogspot.com/
25 Ekim 2010 / Bilim ve Siyaset- Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***





Yaratılmış Sorun



İktidar ‘komisyon’ kurmaya pek meraklı. Bunca uyduruktan “açılım” komisyonlarına, bir de türban komisyonu eklemek istiyor, ki sorun sürüncemede kalsın. Dedik ki burada, Erdoğan ve şürekası türban meselesini çözmek istemiyor. Çünkü isterse çözer! Anayasa'da 30'a yakın maddeyi Meclis'te hiç bir uzlaşma aramadan değiştiren, Meclis'e gerekli sayıya ulaşamayınca referanduma götüren AKP değil mi?
RTE, neden türban konusunda aynı yolu izlemiyor?
Meclis'de türban sorununu çözmek için herhangi bir partiye ihtiyacı yok!?
Eeee, o halde?
***
İki hedefi var RTE'nin:
1) Türban konusunda CHP ve diğer partileri –durmadan– her fırsatta sopalamak! Ve mağduriyete oynamak. Bizim seçmenin mağrudiyeti oynayarak her an kafakola alınmaya hazır olduğunu 8 yıl boyunca iyi gözlemlediler...
2) Türbanda total çözümü dayatmak. Başbakan açıkladı: Türban milletin bulunduğu her yerde olmalı.
RTE'ı üniversite kesmiyor, lise ve ilköğretimde de türbanın serbest bırakılmasını istiyor. Tabii, devlet dairelerinde haydi haydi!
Yani bütün Türkiye'yi türbanlamak istiyorlar...
Bunu da CHP ve diğerlerine yaptırmak istiyorlar!
CHP, kısa bir süre önce dillendirdiği “pozitif politika” gereği, köktendinci politikacıların yarattıkları türban meselesini çözmek için adaylığını açıkladı.
Yazmıştık: Yanlış yaptınız diye...
CHP'nin önerisi şu demekti: “Ben Erdoğan'ın türban totalitarizminin sadece üniversite bölümünü çözerim, gerisini de sen çöz!”
Erdoğan fırsatı yakalamış, millete şikayet ediyor: Bak hepsini çözmüyor görüyor musunuz!
CHP durumu şimdi gördüğü için, türbanı bir paket içine sokuyor.
***
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), aslında AKP'ye kıyasla demokrat bir parti. Çok çok hem de! Başkanları politikalarını açıkladı: Bu bir dinsel özgürlük meselesiyse, o zaman Alevilerin ve diğer dinlerini sorunlarını da bir paket içinde çözelim. Bravo Selahattin Demirtaş'a!
Bir Türkiye partisi olarak davransalar ve politikalar üretseler, Meclis'te ve toplumda büyük hizmetleri olacak! Ülkenin demokratikleşmesine yardımcı olacaklar!
Şimdi yargı üzerinde tam bir totalitarist yönetim kuran AKP, aynı zamanda, istedikleri zaman BDP'nin de defterini dürecektir!
Türban'ı kim yarattıysa onlar çözecektir. CHP'yi buna alet etmeye kalkışmak, partiyi karnıyarık yemek yapmaya kalkışmaktır..
Türban 30 yıl önce yoktu. İslami erkek politikacılar, bu sorunu adım adım inşa ettiler. Önce çevrelerinden başladılar kızları kadınları türbanlamaya.. Bu halkayı giderek genişlettiler.
Şimdi en geniş halkaya, bütün Türkiye'ye dayandılar!
***
Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanı, türbanın, başını örtmenin Kuran'da yeri olduğunu söylemiyor. Bir dini yorumlama ve geleneklerin oluşturduğu bir durum olarak görüyor. (*)
Haklıdır!
Türban/tesettür, erkek ilahiyatçıların uydurdukları bir “teori”dir.
Kadim zamandan bu yana süregelen erkek egemenliğinin sonucudur. Modern zamanlarda özgürleşme çabalarına giren kadınları baskılamanın en güçlü bir aracı olarak, tesettür/türban, politik ve toplumsal bir enstrüman olarak ileri sürülmüştür...
Toplumsal bir sorun olarak inşa edilmiş, yaratılmıştır...
Türban/tesettür, gericiliğin iktidarının en güçlü süreğen bir dayanağı olarak, bütün Türkiye'ye yayılmak istenmektedir!
Gazetemizin dünkü manşeti, bu gerici iktidarın türban politikasının, zamansız olarak torbadan patlamış, göstergesidir.
Türban, Pandora'nın kutusudur!...
RTE, bunu hiç saklamıyor, sözlerine ve gözlerine bakın, anlarsınız!
Erdoğan, gericiliğin baş temsilicisidir ülkemizde!
--
(*) Ayrıca bakınız, Türban, Cumhuriyet Kitapları, Orhan Bursalı

21 Ekim 2010/ Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

Yargı AKP'leşirken..

Yüksek Yargı, beklendiği gibi tamamen AKP’nin eline geçti. Bu mesele referandum kampanyasında iyi anlatılabildi mi? İşte tartışacağımz bir temel konu daha. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun kampanyayı iktidar ve Erdoğan ekseninde, tıpkı bir seçim kampanyası havasında ve özünde sürdürmesi doğru muydu? Bana doğru gibi gelmişti, ancak yeniden değerlendirince, kampanya ekseninin yanlış olduğunu düşünüyorum.
Onlarca kentte düzenlenenen mitinglerin, sanki, Kılıçdaroğlu'nun “CHP Başkanlığı rüştünü kanıtlama” amacına yönelik olduğu ileri sürülebilir. Şüphesiz ki, Anayasa değişikliklerinin Türkiye'ye ve demokrasiye vereceği zararlar da anlatıldı, ama miting konuşmalarının içerikleri analiz edilirse, bunun ve inandırıcı gücünün yetersiz kaldığı görülecektir.
Oysa, Türkiye'nin en önemli güncel meselesi, Anayasa değişikliğinin önlenmesiydi. Mitinglerin, konuşmaların tamamı, bu değişiklikleri madde madde açıklamaya, lime lime etmeye, tehlikenin büyüklüğünü vurgulamaya yönelik olmalıydı. İktidar ve Erdoğan başka, ama Anayasa değişikliği ise bambaşkaydı. Referandum'dan hayır çıksa bile iktidar düşmeyecekti! Verilecek mesaj “iktidarı destekleyebilirsiniz, ama Anayasa değişikliğini asla” olmalıydı... Bu, “yetmez ama evet”, “Anayasa'ya evet, iktidara evet değildir”in tam tersini savunmak olacaktı...
Kampanya, iki liderin güçlerinin oranlamasını belirleme biçimine büründü ve bence sonuç da bunu gösterdi!
Ali Dibocular Adalet üzerinde tam bir tahakküm kurdular.
Sonuçlar, iktidarın yargı ve adalet üzerinde ne kadar büyük etkisi ve baskısı olduğunun kanıtıdır.
Gerisi palavradır: Demokrasi kaybetmiştir ve referandumda evet diyenlerin hepsi hem sorunludur hem de sorumlu!
***
CHP yazılarına tepkilere gelince..
“14 Ekim Perşembe günü bilim siyaset yazınız özür dileyerek yazıyorum, haksız ve ön yargılı değerlendirmelerle dolu. CHP'nin sütten çıkmış ak kaşık olduğunu kimse iddia edemez, ama sizin ima ettiğiniz gibi boş un çuvalı da hiç değil. Lütfen sekiz yıldır nasıl bir yönetim altında yaşadığımızı, ekonomik sosyal politik bilimsel etik değerlerde nelar kaybettiğimizi.. hatırlayın. CHP şu aşamada yönetim ve bilgi eksikliklerini telafi için büyük bir çaba içinde... Bütün gerici takım ve yalaka takımla yıllardır Türkiye’yi soyup soğana çevirenlere iyi niyetle de olsa tüyo vermemek ve de CHP ye elimizden geldiğince somut yollar yöntemler önermek daha yararlı olur diye düşünüyorum.” (Sayın okur, zaten yaptığımız o; tüyo vermemeye gelince, bu bende saklı bir gizli bilgi mi ki?!)
***
“Geniş kitlelerin ortak düş ve endişelerini dile getirdiniz. Türban CHP'nin sorunu değil. Parti olarak; Anayasa, yasalar ve yüksek yargı organları kararları dururken türbanı nasıl çözebilirisin.. O zaman türbanlı doktor, türbanlı savcı da olacak demektir. Cumhuriyet Gazetesini protesto etmeleri kendileri için bir kayıptır. Çünkü Cumhuriyet bir okuldur. Siyasetten sanata ve spora kadar...Onlar alışmışar bol resimli magazin ağırlıklı gazetelere...”
***
“Hem daha önceki hem de dünkü yazınızı okudum. Ve söylediklerinize katılıyorum. Boşuna söylememişler, doğru soyleyeni dokuz köyden kovarlar, diye. Ben cumhuriyet gazetesi portalını sürekli izlerim, bir fikrim varsa yorum yazarım. Ne zaman CHP'yi eleştiren bir sey yazsam, yorumlarıma katılmayanların sayısı artıyor. Ama diğer durumlarda ne yazsam yorumlarım yüksek puanlar alıyor... Millet bu iktidardan kurtulmak icin bir umut ışığı görmek istiyor. Oylar bölünmesin diye CHP'ye oy veriyorum.
***
“CHP yazılarının ne kadar isabetli olduğu, gelen tepkilerden anlaşılıyor. CHP'nin öncelikle şu sorulara cevap vermesi gerekmiyor mu? AKP'ye kızıyoruz diye illa CHP'ye mi oy vermemiz gerekiyor? Hele her gün AKP çizgisine biraz daha yakınlaşıyorsa.... CHP bize (halka) ne vaat ediyor. Hangi reformları, iyileştirmeleri yapacak? Bu konulara girmeden, gelince yönetiriz demek kolay. Tabi yönetirler. Hiç birsey yapmazsan, ABD, AB, IMF çizgisinde kalırsan bu devlet (her devlet gibi) zaten kendi kendini yonetiyor, değil mi?”
Konu sürecek...
--
19 Ekim 2010 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumuhuriyet.com.tr
 
***

CHP Üzerine

Özlem, gazete elinde, nasıl bu kadar uç noktada bir eleştiri yazarsın, diyerek gözleri çakmak çakmak çevremde dönüp dolaştı. Karikatürlerdeki gibi, yemek kazanı içine atılmış beyaz adam gibi hissettim kendimi. Bazı CHP'liler de benzer tepki gösterdiler. Beni şikayet edenler, gazete almayacağım diyenler, tıpkı bugünkü ikitdarın, sevmediği medya ve yazarlar üzerindeki baskıları gibi, kelle isteyenler...
Bunlardan birine dedim ki, umarım bu anlayışta bir CHP iktidara gelmez!
Beni gizli veya açık AKP'li sayanlar da çıktı! Onların ileri ölçüde gelişmiş zekâlarına buradan selam gönderiyorum! Yazımı çevresine göndererek protesto edin, telefon edin diyenler de oldu. Bir okur aradı, terbiyelice dedi ki,
- Orhan bey CHP ülkeyi yönetemez, Türkiye iki yıl kaybeder sözlerinizle ayıp ettiniz.
- Dört tane peşpeşe CHP yazısı yazdım, hepsini okudunuz mu?
- Hayır, bu hafta gazete okuyamadım..
- Ama ayıp ediyorsunuz, yazıları okumuyorsunuz, bütünlüklerini görmüyorsunuz, ayrıca son yazının yazılış amacını anlamıyorsunuz, son cümleye takılıp kalıyor ve telefon açıyorsunuz.. Oldu mu şimdi, yakışıyor mu size!?
- ??
Bazı CHP'liler şu görüşteydi: “Hele iktidara gelelim, sonrasına bakarız..” Bazıları “diğer partiler hazırlıklı mı geliyorlar da böyle yazı yazıyorsun..” diyordu!!!
Telefon edenlerin ve e posta gönderenlerin çoğuna yanıt vermeye çalıştım.. Bir noktada da kestim, olay kendi açımdan tamamen anlamsızlaştı. Onlara kısaca derim ki, “iktidara gelebilirsiniz, ama orada kalamazsınız...”
İyi oldu, yazıyı yayanlara teşekkür, böylece bir dizi CHP'li hem Cumhuriyet'ten hem de bu köşeden haberdar oldu!
Şüphesiz, yazının ruhunu okuyanlar çoğunluktaydı... Aşağıda önce aleyhte bazı tipik seçmeler sunuyorum. İsimleri saklıyorum.
***
“14.10.2010 tarihli CHP Ülkeyi Yönetebilir mi? başlıklı yazınızda ne yazık ki çok kısır düşünerek ve sorumsuzca bir sonuca varmışsınız. Bu ülke 9 yıldır hala önüne konan yazılarla ancak düzgün konuşma yapabilen bir başbakanla, iktidara geldiğinde çok büyük bir kısmının hiç bir devlet deneyimi olmadan bakanlığa gelen bir kadro tarafından yönetiliyor! CHP içindeki bir çok deneyimli kişiyi nasıl görmezlikten gelebilirsiniz? Yazdıklarınızın bir inandırıclığı ne yazık ki yok. Üstelik yazılarınızı devamlı ve ilgiyle izleyen biri olarak hayal kırıklığına uğradım. Bu konuda biraz daha derinlemesine düşünmenizi tavsiye ederim.
Bu durumda AKP'den başka birine şans verme ihtimali kalmıyor ki? Bu bakış açısı ile seçim yapmanın da bir anlamı yok.”
 “CHP bugün iktidara gelse, 2 yılı boşa gider bu ülkenin! derken cidden samimi misiniz? Yani Devleti kuran, devrimleri yapan ve ülkeyi 20 yılı aşkın dünyaya örnek bir şekilde yöneten bir CHP, bu ülkeyi 2 yıl bile yönetemiyecek ise; ülkeyi kimin yönetebileceğine inanıyorsanız söyleyin lütfen, biz de O'nun lehine çaba gösterelim! Sizi yıllardır (62 yaşındayım.) zevkle, yararlanarak okurum. Lütfen yapmayın. 'Acı söylemenin şimdi tam zamanı..’ değildir!”
***
Makalenin ruhunu anlayan okurlardan da iki mesaj:
Bir okur, yazıyı kendi e-posta listesine gönderirken, şu notu ekliyor: “Sayın Bursalı’nın tespitlerine katılmamak elde değil. Bence çok kritik noktaları özetlemiş. CHP’nin gerekli dersleri çıkarması ve hazırlıklarını tamamlaması için hiç zaman kaybetmemesi gerekiyor..”
Bir diğeri:
“Yazılarınızı düzenli sayılabilecek bir şekilde takip ediyorum. Bilimin gündelik yaşama uygulanması konusundaki; gerek Bilim ve Teknoloji ekindeki yazılarınız gerekse gazetedeki köşe yazılarınız bu ilgimi sıcak tutuyor. Son günlerde CHP üzerine yazdığınız yazılarınızı da bu tutumun bir devamı olarak algılıyorum.
Yazılarınızınızın kışkırtıcı dozunun gün be gün arttığını görüyorum. Son yazınızda, bunun daha da yoğunlaştığını söyleyebilirim. Makalelerinizin içeriğini değerlendirmekten çok, yapmak istediğinize odaklandığımda, sizi tebrik etmek gerektiğini düşünüyor; aklınıza, yüreğinize, kaleminize sağlık diliyorum. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, şiarının hakkını verdiğimizde bu ülkenin çözülemeyecek sorununun olmadığına sanırım siz de katılıyorsunuz: Ki yazılarınızda sürekli buraya dikkat çekiyorsunuz. Kolay gelsin..”
Yerimiz bu kadar. Ama bitmedi!
--
18 Ekim 2010/ Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP, Ülkeyi Yönetebilir mi?

Önceki gün, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergimizde “PolitikBilim” köşesinde yazan bilim ve teknoloji konuları uzmanı Aykut Göker'le sohbet ettik. Şüphesiz, CHP gündemin konusu. Çeşitli yönlerden partiyi didikledik...
Sohbetin odağına şu soru oturdu: CHP iktidara gelse acaba ülkeyi yönetebilir miydi? Aykut Bey'in derin şüphesi vardı bundan!
CHP'ye bugün bu açıdan bakacağız.
***
Varsayalım ki iktidara geldi. Başbakanlık, bakanlık koltuklarına oturacaklar, altlarında devlet örgütü... Yönetmek buysa, şüphesiz ki yönetirler...
Mesele bu değil.
***
CHP yıllardır devlet yönetiminden uzak. Bu şu demek: Devlet konusunda bilgisi, Meclis'de bulunmakla sınırlı. Bakanlıkların ve bütünüyle devlet örgütünün anlamı şudur: Tüm Türkiye ile, üreten ve hizmet veren tüm kesimlerle, sektörlerle, insanlarla... iç içe, sarmaş dolaş olmak. Bu, bilgi demektir. Bu bilgi ile bir iktidar ülkeyi yönetir!
Yetmez tabii..
Ülke yönetmek, artık ve bütünüyle bir uzmanlık işidir!
Genel bilgiler, genel bakışlar, genel düşünceler ile (isterse en halisinden solcu- sosyal demokrat olsun!) ülkeyi yönetemezsiniz..
Hemen bütün alanları kapsayan, hem devleti hem de Türkiye'yi, uzman bilgiler, raporlar, gelecek pespektifleri, dünya-Türkiye kıyaslamaları... gerekir.
Bugün iddia edebiliriz ki, CHP'de bunların hemen hemen hiç biri yoktur!
Bunlar da yetmez tabii ki, partinin bütün bu raporlar ve bilgiler ışığında kendi yönetim politikaları olması gerekir. Planlar, programlar, simülasyonlar...
Türkiye her gün milyonlarca ton, lira, dolar değerinde muazzam bir üretim fabrikası.
Yönetmek demek, birinci derecede, üretimi hemen her alanda arttırmak demektir! Kalitesini yükseltmek, katma değerler yaratmak demektir.
Sorunlara çözümler üretmek demektir: hemen her alanda!
İktidar olmak, ateşten gömleği giymektir!
Herkes ağzınıza bakacak, sihirler yapmanızı ve herşeyi çözmenizi isteyecek.
***
Biraz abartarak da olsa söylersek: CHP onyıllardır iktidara, devlete, üreticiye, sorunlarına yabancıdır!
Sorunların “oldukça” dışındadır, dışında kalmıştır.
Ülkenin sorunu “türban” değil! İki üç konuda daha laf etmek hiç mi hiç değil.
Şüphesiz, iktidara bindireceksiniz, eleştireceksiniz, ama ülkeyi yönetmek ayrı bir olgudur.
***
Soralım:
Parti'nin çevresinde hemen her konunun uzmanları var mı?
Parti, uzmanlık alanlarıyla ilgili, ayrı ayrı toplantı yapıyor mu, hiç yaptı mı? 
Devletten, sanayiden, ticaretten, kültürden, eğitimden, hemen her alandaki üreticiden, düzenli bilgi akışı örgütleniyor mu?
Bugünkü durum ile yapılması /uygulanması gereken politikalar düzenleniyor mu, planlanıyor mu, bunların gerçekliği yine uzmanlarla test ediliyor mu?
Bir odanız var mı, rafları Türkiye'yi hemen her alanda aydınlığa çıkartacak, raporlar ve uygulama planları ile dolu?
Çevrenizde sizlere her alanda yardımcı olacak bir “uzmanlar ordusu” topluyor musunuz, bunlardan kaçı var yanınızda, olması gerekenin yüzde 1'i?!
Bu ülkeyi nasıl rehabilite edeceksiniz, insanları, kurumları..
Ekonomi: Türkiye'nin bir nolu konularından cari açık konusunda, diyelim ki iktidarda bulunacağınız 5 yıl içinde ne yapacaksnız?
Gençlere nasıl iş yaratacaksınız!
İşsizlerin hayır dualarını nasıl alacaksınız?
Kadınları nasıl özgür kılacaksınız?
Türkiye'yi ekonomisi ve bilimi ileri teknoloji üreten bir ülkeye nasıl dönüştüreceksiniz? Türkiye'yi ileri ülkeler arasında nasıl sokacaksınız?
Bu alanlarda hangi poltiklarınız ve uygulama planlarınız var?
***
CHP'ye tık tık yapıyoruz, nasıl bir ses veriyor, dersiniz?
Bu sesleri dinleyince diyorum ki, CHP bugün iktidara gelse, 2 yılı boşa gider bu ülkenin!
Acı söylemenin, şimdi tam zamanıdır!
--
14 ekim 10 / bilim ve siyaset – orhan bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP: 100. Yıl Bestesi

Şüphesiz, CHP'nin Baykal çizgisinden kendini kurtararak yeni bir ruha, Türkiye'yi kucaklayıp ileri taşıyacak devrimci bir ruha bürünmesi gereklidir. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu'nun CHP Başkanlığına seçilmesi gerçek bir sevinçle bu köşeden alkış aldı...
CHP'de herşey yolunda gitmiyordu, yıllardır! İktidara gelmekte sorunları olan bir kitle partisinde liderlikte değişimler kaçınılmazdır, olmalıdır. Parti, hem liderlik hem de zamanın ve ülkenin şart koştuğu program ve bakış iyileştirmelerini yapmalıdır ve yapmak zorundadır.
Herkesin gönlünde şüphesiz ki bir CHP beklentisi vardır. Burada önemli olan, CHP'nin a) ülkedeki kendi kitlesiyle, b) çevresinde CHP'ye oy verebilecek kitleyle beraber yürümenin yeni koşullarını / politikalarını oluşturabilmektir.
Baykal ve ekibinin seçim zamanlarında gönlü ve gözü hep sağ seçmendeydi! Sanğıyorlardı ki, sağdan adaylar devşirirsek, biraz sağcı oluruz ve seçim tabanımızı genişletiriz... Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullarda, CHP'ye düşen, Türkiye'nin sorunlarını içinden çıkılmaz bir hale getiren sağcı görüşlerle ortaklık olmadığını, eski yönetim anlamamıştır.
CHP yönetimi geçmişi iyi analiz etmek zorundadır!
Baykal yönetimi bunu başaramamıştı!
Evet, sosyal demokrat oylar yüzde 40'ları aşan büyük patlamalar yapmıştır.
Ancak bu patlamalar, “sağcılarla ortaklık”, “sağcı adaylardan devşirmeler” sayesinde olmamıştır!
Sağcı iktidarların, sistemi ve ülkeyi tıkadığı, çökerttiği zamanlar, sol programlar ve söylemlerle bu patlamalar/ yükselişler gerçekleşmiştir!
***
Bugün ülke, önümüzdeki aylarda önemli değişiklikler olmazsa, göreceli bir siyasi-ekonomik “istikrar” içinde seçime gidiyor!
Ülkenin sorunları ciddidir, ama ülke çöküşte değildir. AKP, seçime kadar, büyük ekonomik açıklarını, dışarıdan akmakta olan sıcak paralarla karşılama politikası izliyor. Eğer dünya ekonomisi 9 ayda ikinci büyük bir darbe yemezse, AKP bu istikrarı sürdürecek ve belirli bir ekonomik genişleme politikasıyla seçimlere girecektir.
CHP'nin bu koşullarda nasıl bir seçim programı, söylemi ortaya koyacak ve AKP döneminde hasar almış geniş kitlelere umut verecektir...
İşsizler, kadınlar, aldatılmış Aleviler, hatta Kürtler... Ve gençlik!!! CHP'nin, meselâ 20 milyonluk gençlik kitlesine (kız-erkek, öğrenci, çalışan, çırak, işsiz..) ne diyecektir? Onlara çağın modern teknolojileriyle nasıl ulaşacaktır, gençliği nasıl örgütleyecek ve somut dilekler çevresinde seferber edecektir?
Kılıçdaroğlu bunu TV programına katılarak yapamaz!
***
CHP'nin Parti Meclisi'ne alarak çok iyi yaptığı yazar ve TV programcısı Enver Aysever'in Akşam'da çıkan söyleşisini okudum. (3 Ekim 2010)
Aysever şüphesiz ki ileri ve güzel şeyler söylüyor. Söylediklerinden bazıları CHP'lilere aykırı gelebilir, ama bu önemli değildir, CHP söylemi içinde farklı görüşlerin dile getirilmesi, canlılık yaratır, yeni çıkış yollarının ipuçları bulunabilir.
Aysever'in, partinin seçim kazanabilmesi için başka şeyler gerekli olduğunun da bilincinde olduğunu düşünüyorum.
Aysever'in yenilik içerdiği kabul edebileceğimiz en önemli çıkışı zaten manşete çekilmiş: “CHP artık yüzüncü yıl marşını bestelemelidir..”
Tamamen katılıyorum!
Bu sloganın çağrıştırdıkları önemlidir; getireceği tartışmalar, görevler, programlar...
***
Ancak, Aysever'in bu marşın notaları ve sözleri konusunda ne düşündüğü çok açık değildir. Şüphesiz, bir gazete söyleşisine adamakıllı bir içeriin yansıyacağını bekleyemeyiz. Ancak yazı içindeki “işaretlerle” Yüzüncü Yıl Bestesi yazılması zordur. “Rakel Dink” ve “milliyetçilikten uzaklaşma” gibi işaretlerle nereye varılabilir, tartışmalıdır. Milliyetçilikten vazgeçme de tartışmalı bir konudur! Hangisinden, nasıl, ne ölçüde, küresel-ulusal...?
Üstelik CHP henüz yapmadığı işlerin bestesini yazmaya soyunacaktır!
Fakat zararı yok, düşlerin de bestesi yapılabilir.
100 Yıl Bestesi için salt içe bakmak hatalı ve sorunlu olur, dünyaya-dışa bakarak nasıl bir beste üretmek gerekir?
Temel sorunudur bu, CHP'nin! (Ve ülke geleceğinin!)
--
Not: CHP yazılarına gönlünce destek veren ve tartışan okurlarıma çok teşekkür ederim. Sizlerin heyecanlandığını görmek, mutluluk veriyor!
-- 12 Ekim 10 / Bilim ve Siyaset - Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP'ye 4 Soru

Başbakan düşüncesini, niyetini ve eylemini açıkladı: Kamuda türban olur, niye olmasın; Çankaya'da olduğuna, Çankaya halka açıldığına göre, bütün devlet dairelerinde de türban olur,,
İşte bu kadar! Ama bunda yeni bir şey mi var? Başbakan ve partisinin ötedenberi savunduğu düşüncedir bu.
Kılıçdaroğlu “ilköğretim, lise ve kamuda olmaz” diyor ve bunları kırmızı çizgileri ilan ediyor. Bunları kırmızı çizgi ilan etmeye gerek mi var? Yok artık...
Ancak, iktidarbaşının bu kırmızı çizgileri umursamayacağı da bir gerçek.. “Ana muhalefet”, kadınların beyinlerini ve özgürlüklerini daha küçükken kafesleyecek politikaların yolaçıcısı olarak, cımcıslak ortada kalabilir...
***
Bazı yazarlar, türbanın gündeme getirilmesini eleştirenlere çatıyor: Yıllardır bildiğimiz o koro yine sesini yükseltti, CHP'nin başka işi mi yok, bırakın AKP kendisi çözsün, diyorlar... Ama bu tezleri tepeden tırnağa yanlıştır...türban özgürlük sorunudur, toplumun isteğidir, CHP gibi bir parti, bu isteklere kulak tıkayamaz, seçimlerde oy kaybetse bile...
Böyle yazanların, AKP iktidarı boyunca, siyasal İslamcı ve dinci seslere, yazarlara, görüşlere aşırı duyarlılığını ve merakını biliyoruz... Kendileri, türban konusunun, arkadaki köktendinci erkek rahipler güruhu tarafından bir sözde özgürlük sorunu haline getirildiğini bilecek kadar entelektüel duyarlığa da sahipler...
Ama biz, yüzeydeki görüntülerle uğraşmayı her zaman esas işimiz kabul ederiz; bu görüntülerin gerçekliği ile ilgilenmeyiz.. Anlayışları şudur: Türban “yaratılmış sözde sosyo politik sorun” olsa bile, önemli değildir, o halde gerçektir! Gerçekse, o halde CHP de bu işi çözmelidir!
Bu düşünce, Silivri davasında, bir dizi yaratılmış, ama aslında olmayan “belgesel” görüntülerin de gerçek gibi kabul edilmesini benimser. Post modernizmin tarifidir bu!
***
Yine de, peki, üniversitelerde haydi çözdük diyelim, ya Başbakanın ülkeyi bir türban cumhuriyetine çevirecek düşüncelerine diyecek bir şeyin var mı yok mu?
Türban politikası için CHP'yi ve türbanın yaratılmış bir araç olarak politik kullanılmasına karşı çıkan “yıllardır bildiğin o koro”yu  eleştiriyorsun... Peki kadınların ve kızların din adına türbanlanması gerektiğini vaazeden bildik “o koro” ya sözün var mı?
Başbakanın referandum öncesi TV koşularında Başbakanı sinirlendirecek tek “aykırı” soru soramayan, ama CHP lideri karşısında aslan kesilen anlı şanlı gazeteciler geliyor gözlerimizin önüne...
***
CHP'nin halkın önüne koyacağı bir düşü, temel bir sorunu yok mudur kardeşim? Bizim temel sorunumuz budur! Türban köktendinci erkek güruhunun yarattığı “başarılı” bir sorundur! CHP'nin, solcuların, devrimcilerin değil. Bu basit, sıradan bir gerçektir.
CHP sürekli olarak yaratılan bu sorunla uğraştırılıyor, bilinç olarak.. Köktendinclerin diğer bir başarısı da, yanlarına kendilerini solcu kabul eden bazı kimseleri de almalarıdır! (Ekmek kadayıfının üzerindeki kaymak olarak!) Onları da CHP'nin ve diğer solcuların üstüne salıyorlar!
Yineliyoruz: CHP'nin yarattığı ve topluma mal ettiği tek bir toplumsal sorun yoktur!
Ülkede iktidar mücadelesi veriliyorsa eğer, CHP silahlarını, güçlerini buna göre düzenlemelidir! Tamam, türban ve kırmızı çizgilerinizi açıkladınız, yeter artık, bu konuda tek söz etmeyin!
Demokratikleşmenin önündeki engel türban değildir! Bunu düşünmek bile abesle iştigal etmektir! CHP liderliği meselâ, güncel olarak, demokratikleşmenin önündeki temel engellerden olan:
1) Ülkenin bir telekulak cumhuriyetine dönüştürülmesini ciddi bir sorun mu yaptı! 
2) Hanefi Avcı'nın açıklamalarını, temel bir demokrasi sorunu mu yaptı?  Ve Hanefi Avcı'nın başına örülen ağı, temel bir demokratik sorun mu yaptı!?
3) Silivri'de hukukun b.ka batırılmasını, CHP temel bir demokrasi sorunu mu yaptı! İnsanlar orada, diktatörlüğün ve üç kaatçı belgeciliğin, hukuksuzluğun inayetine terkedilmiş durumdadır!
4) CHP, partiler yasasının, seçimler yasasının değişitirilmesini temel bir sorun mu yaptı?
Hayır! Bütün bunlar üzerinde konuştu, hatta bir tane yasa önerisi de verdi! Ama temel sorun yapmadı! Yoksa CHP, iktidarın bu yumuşak karınlarını sürekli gündemde tutardı!
Boksör gibi, bu zayıf yanları üzerinde çalışırdı! Gözünü kaşını patlatıncaya kadar!
Bir nokta daha: Yukarıdaki 4 sorun bile CHP'nin değil, ikitdarın yarattığı sorunlardır!
CHP, işsizliği mi, kadınların özgürlüğünü mü, öğrencilerin yurt ve okul meselesini mi..
Neleri temel sorun yaptı ve bunları topluma mal etti ve iktidar yollna taşları döşemeye başladı!
--
11 Ekim 10/ Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Kurt, CHP'yi Yiyor

Erdoğan Kılıçdaroğlu'nu yer mi? Yer.. kimsenin şüphesi olmasın, küçük büyük lokma demez yer...
Şu türban meselesinden yemeğe başladı. Böyle giderse seçime kadar Kılıçdaroğlu'nu bitirir, katlayıp bir kenara koyar.
Gördüğüm odur.
***
Durup dururken türbanı biz çözeceğiz diye ortaya döküldü, Kemal Bey.
Neden, anlamak mümkün değil! Türkiye'nin temel sorunu türban mı, hele hele uykuya yatmışken! Bu ülkede sorun mu kalmadı!
Yok şöyle bağlanacakmış yok böyle... Efendim Bilim Kurulumuz var, Sencer Ayata'nın elinde bir İskender Kılıcı, olayın sosyolojik boyutlarına bakacak ve bir çözüm bulacak... Gürsel Tekin, sosyolojik boyuta bakmış, geçen seçimlerde kara çarşafların üzerine CHP rozeti takarak “türbanı çözmüştü”!
Seçmenler arasında türbanı oy pusulası olarak gören çok azınlık bir gurup, anladı ki CHP ve Tekin seçim aldatması yapıyor! Zaten çarşaflılar ailesi de üç kaatçı çıkmaz mı! Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar!
***
Türban, CHP'nin değil AKP'nin politikasıdır! Bu işe girersen, tek çözüm AKP çözümüdür! AKP'ye dersin ki, hadi canım istediğin gibi çöz, seni destekliyorum! AKP için bunun orta yolu yoktur! AKP yoluna girdin mi, ilkokula kadar gider türban, devlet dairelerinde türbanlıdan geçilmez.. Böylece CHP AKP'nin sorununu çözer! Türkiye'nin de içine eder!
Kılıçdaroğlu diyor ki “kırmızı çizgilerimiz var”!
Yanlış hayal kuruyor!
yanlış İktidar değilsin! Kırmızı çizgilerin işe yaramaz! Erdoğan'a ancak yol arkadaşlığı yaparsın, yol ayrımında o devam eder, sana da teşekkür eder! Adamlar 8 yıldır iktidarda, ama ürbanı çözmüyorlar; istedikleri bütün yasal-anayasal değişiklikleri yapıyorlar, ama Türban'a gelince, ı-ıhh! Çünkü türban bir kurt tuzağı, CHP içine düşecek... Ana sorunlardan ülkeyi uzaklaştıracak. Bu iş için CHP'yi kullanmaya başladı şimdi!
Nitekim Erdoğan fırsatı kaçırmıyor, hergün CHP'den yağlı parçalar koparıp duruyor..  Kılıçdaroğlu'nu katlayıp bir kenara koyuyor!
Bu yanlış politikayı kim öneriyor? Bunun sosyolojik yönünün arka planda kaldığını, olayın tamamen politik olduğunu koccca Parti (Meclisi) içinde gören kimse yok mu? Bu “bilimsel” bir sorun değildir baylar!
CHP kendi yarattığı sorunun bataklığına düştü! İşte, üniversiteleri  dincileştirmek için görevlenlendirilmiş YÖK Başkanı yasa çıkardı, Anayasal bir değişiklik yaptı ve meseleyi çözdü! CHP ses çıkartmayacakmış! Bence, Özcan iyi ve doğru yaptıysa, sessiz kalmamalı, alkışlamalıdır!
Bence bu noktadan sonra CHP'nin yapacağı tek şey, eğer türbancılardan oy almak istiyorsa, türbanın her bakımdan serbest olması için Anayasal değişikliği önerisi vermektir! Zaten Edoğan sen lokomotif ol, diyor! Daha iyi oy alabilmesi için CHP'nin, milletvekillerinin bazılarının eşlerinin başlarını örtmeye, dahası, kız çocuklarının da başını bağlamaya başlamalarıdır! Ama dinciye bu da yetmez!
***
CHP, diyor ki pozitif politika yapacağız! Bunun pratikte anlamı, türbanda gördüğümüz iş bilmezlik ve AKP'ye destekse, vah bu ülkeye!
Erdoğan bir Kurt, CHP'nin her türlü pozitif yaklaşımında, Kılıçdaroğlu'nu parçalayacaktır! Kılıçdaroğlu'nun tüm iyi niyetleri, Erdoğan'ın kursağında erir! Bunu görmüyor musunuz!
CHP pozitif politika mı yapacak! Bunun tek anlamı olabilir: AKP'yi yiyip parçalayacak ve küçültecek her türlü politikanın somut olarak devreye sokulmasıdır!
AKP ile uzlaşarak, onların politikalarını izleyerek, hiç bir başarı elde edemezsiniz!
AKP, CHP'yi, BDP'yi, MHP'yi yiyip bitirmek için politikalar uyguluyor!
Sahiller niye bize oy vermiyor diyen kurt, oralara girmenin stratejilerini geliştiriyor.. Kürt meselesi için Anayasal havuçlar hazırlayarak, BDP'yi bitirme planlarını yapıyor.. MHP'yi parçalıyor..
Türkiye'yi otoriter yönetime götürüyorlar, adım adım! Yüzde 42 bunu görüyor, oyunu öyle veriyor da.. Siz mi görmüyorsunuz!
Kılıçdaroğlu, CHP'nin kendi bağımsız politikalarını inşa etmelidir! CHP'nin düşleri mi yok bu ülke insanlarıyla paylaşacak?
İyi bir iş yaparsın, görüntüne yüz katarsın... Ama bir yanlış yaparsın, bin kaybedersin!
--
7 Ekim 10 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Gazetecilik ve CHP

Hürriyet'ten Ahmet Hakan kendi medyasının bir ilkesini seslendirdi: “Hem partide yöneticilik, hem de gazetecilik yapılmaz”. (Doğan Medya'nın (DM)ilkelerinden biri, ama ilkelere ne kadar uyulduğu, ne kadarının nasıl çiğnendiğini tartışan DM yazarı görmedim!) Ve şu şu derhal ayrılmalıymış. CHP Parti Meclisi'ne seçilen Hurşit Güneş Milliyet'teki köşe yazarlığını, Enver Aysever Skytürk'deki programını bıraktı. Yazar, Mehmet Faraç da gitmeli, dedi!
Bizim gazetede de Hikmet Çetinkaya dostum, siyasi partilerde görev alanlar gazetedeki köşelerini bıraksınlar, diye iki kez yazdı!
Okurlar bana da fikrimi soruyor! Olay açıkça tartışıldığına göre, söyleyeyim. Okur da bizim ailenin bir parçası ve gazetemizin sahibi okurlardır, dediğimize göre!
***
Gazetecilik ve etik söz konusu olduğuna göre, olayı, biraz içine dalarak inceleyelim: Faraç, terör konusunda uzmanlaşmış bir arkadaşımız. Kitapları var. Sık sık görüşlerine de başvuruluyor. Zaten bu niteliği dikkate alınarak CHP'ye alınmış. Terör ve PKK ile ilgili ayrıntıları ve arka planını çoğumuz oradan izliyoruz.
Faraç, klasik anlamda bir gazetecilik, habercilik yapmıyor. CHP'nin de “ücretli çalışanı” değil. Parti Meclisi'nde olanların hepsinin bir işi görevi var.
Faraç'ın Parti Meclisi üyeliği, onun uzmanlık alanında yazıp çizdiklerini nasıl etkileyecek? Etik meselesi tartışılacaksa, önce bu soruya yanıt vermeliyiz. Faraç, CHP yararına gizli veya açık bir şekilde, terör yazılarını nasıl çarpıtacak, eğip bükecek? Parti Meclisi üyeliğine ve CHP'ye buradan gizli açık çıkar sağlayacak. Buradan bir menfaat çatışması ortaya çıkar mı?
Genel sözler etmek yerine, somut durumu incelemek çok daha yararlıdır! Kaldı ki, siyasi tercihleri bilinen, CHP'li veya başka partili çok sayıda insan gazetemizde yazıyor. Faraç'ın farkı, haftada üç gün yazması ve gazetenin ücretli çalışanı olması.
Faraç'ın bütün düşünce ve tutumlarıyla fikir birliği içinde olup olmamak, burada çok da önemli değil. Aynı çatı altında çalıştığım bir çok insanla da (herşeyde) fikir birliğim yok. Eğer “arındırıcı” bir politika izlesek, acaba kaç kişiyle ortak çalışılır? Ama böyle bir şey zırvalık tabii, burada ben yokum, biz, Cumhuriyet ve çıkarları var.
Özetle: Faraç'ın durumuna etik açıdan baktığımızda bir sorun görmüyorum. Gazetemizde yazmazsa, bir uzmanlık alanını kaybederiz.
***
İnsan bütün siyasi partilere aynı mesafede olamaz. Açıkça ve kaçıkça: Asla desteklemeyeceğim partiler, siyasi görüşler vb var. İktidara gelmesini /düşmesini istediğim partiler var, nelerin gerçekleştirilmesi gerektiğini, görüş ve önerilerini yazan insanım. “Parti habercisi” değilim. Yorumcuyum ve kendi bakışım açısından taraf tutarım!
Kendilerini "tarafsız yazar” konumunda gösteren, politikacılara “bize güven olmaz.. bugün destek atarız yarın da köstek..” mesajları veren köşe yazarlarına bir şey diyemem. Ama ben politikacılara ve herkese derim ki: Görüşlerim, bakışım açık seçik, bana güvenebilirsiniz! Size hiç bir zaman kazık atmam!
Cumhuriyet bir fikir gazetesidir. Gazetenin politik, sosyal, kültürel tercihleri vardır. Böyle olduğu için Mümtaz Soysal hoca da gazetemizde yazıyor! Soysal'ı okurum, hiç bir yazısı, onun bir partinin genel başkanı olduğuna ilişkin bir imada bile bulunmaz!
--
Not: Osman Bahadır: “Çin maden ocakları daha güvenli: Çin’de 2009'da kömür üretimi 2.5 milyar ton. Türkiye’de ise 1 milyon ton. Yani Çin bizim 2500 katı kömür çıkartıyor. Çin’de 2009'da kömür madenlerinde ölen işçi sayısı 2600. Bizde ise 92. Çıkartılan kömür miktarı ile ölen işçi sayısı arasında ilişki olduğunu düşünerek, iki ülkenin maden ocaklarındaki can güvenliği düzeyini saptamaya çalışırsak görürüz ki, şimdiki madenci can güvenliği düzeyinde Çin kadar kömür üretmeye girişmiş olsaydık, bir yılda 2500 x 92 = 230.000 işçi kaybedecektik. Halbuki Çin’de 2600 işçi kaybedildi. Tersinden düşünürsek, maden ocaklarımız Çin’dekiler düzeyinde güvenli olsaydı, 2009 yılında 92 işçi yerine sadece 1 işçi (yaklaştırarak) kaybetmiş olacaktık. Yani Çin maden ocakları yaklaşık 88 kat daha güvenli!”
 --
31 Mayıs 10 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Kemal'in Açılımı

Devrimci Kemal, Kurultay'daki konuşmasında, Kürt Sorunu sözünü etmedi, ama iktidarın çeşitli isimli açılımlarına konu olan etnik ve dinsel farklılıklara vurgu yapmadı.. Tabi, ayrışmacılar kıyameti kopardı, manşetleri çekti, nerede Kürtler, diye. Kemal Bey'e çakan çakana!
Devrimci Kemal, etnik ve dinsel farklılıklar üzerinden siyaset yapmayacağını, farklılıklar üzerinden siyasi rant peşinde koşmayacağını söyledi. İktidarın ötekileştirici ve ayrımcı politikalara karşı, Türkiye Cumhuriyeti ana kimliğini öne çıkartan birleştirici bir politikanın izleyicisi olacağı mesajını verdi.
***
Bu köşede Recep Tayyip Bey'e çok seslendik:
Kürt Açılımı, Alevi Açılımı, Roman Açılımı, bilmem ne açılımı gibi, etnik ve dinsel topluluklarla masalara oturmak, at pazarlığı çalıştayları düzenlemek, ayrımcılığı kabul eden bir politikadır. Bu politika, ülkeyi parçalara ayırır. Bundan vazgeçin, tersine, birliktelik çalıştayları düzenleyin!
Recep Bey ise Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığının birleştirici gücünü bir kenara bıraktı. Dolduruşa mı geldi, yoksa bu politika öz benliğindeki ümmetçilik, Osmanlıcılık, cemaatçilik ve İslamcılık damarlarıyla mı örtüştü, bilemem.
Ama, bu bakışının ardında, şüphesiz ki, ayrıştırdığı kültürlere ait olanların oylarını almak yatıyordu... Bu süreçteki en büyük alkışı da, ABD ve AB güdümlü, sözde entelektüel, ama liberal bile asla olamayacak kadar diktacılıklarını ve hukuksuzluklarını açığa vuran, cukkacı iktidar yandaşlarından aldı.
Şimdi bu açılımcılar, Kemal Bey'e veryansın ediyor: Konuşmasınını içi boş, retorik dolu, 1970'lerin  modası geçmiş söylemleri.. hem de ulusalcılıktan bahsetti..
Demek Kemal Bey doğru yolda!
***
Her ülkenin içinde çeşitli kültürlere ilişkin sorunlar vardır, bunlar doğaldır. Ama gelişmiş hiç bir ülkede hükümetler onlarla masaya oturup al-ver papazlığı yapmaz..
Böyle ayrıştırıcılığı pekiştirici açılım çalıştaylara gerek duymadan, demokratik hukuk devletinin gereği neyse onu yapar...
Aleviler inançları konuunda mağdur mu?
Yapacağın tek şey, bu mağduriyetlerini ortadan kaldırmaktır. İnançlara eşit uzaklıkta durmaktır, birinin sahip olduğu hak ve özgürlükleri tartışmasız yerine getirmektir.. Ama iktidar örneğin Alevilerle at pazarlığı yapıyor. Şunu veririm bunu vermem... Aslında bu pazarlık bile aldatmaca, sanki amaç Aleviler üzerindeki baskıları sürdürmek! 
Roman Açılımı yalanı neydi? Romanların evlerini ve yaşam kültürlerini yerle bir et, sonra onlarla Roman Açılımı yap!
Kürt Sorununu, Kürt kültürü üzerindeki baskıları kaldırarak gerçekleştirebilirsin.. Bunun için çalıştay yapman gerekmez! Ama silahlı örgüt ve temsilcileriyle Türkiye üzerinde türlü çeşitli toprak pazarlığı yapma niyetin varsa, çalıştaylar yaparsın! ABD ve AB'nin çıkar adamlarının derdi kardeşim topraksa toprak, ayrılıksa ayrılık, federasyonsa federasyon, sonu neye varırsa oraya kadar... Yeter ki durmak yol yola devam...
Pek çok sorunu, demokrasiyi, hukuk devletini, yönetimde saydamlığı ve hesap verilebilirliği, sosyal devleti güçlendirerek ve geliştirerek aşabiliriz. En azından, boyutlarını küçültebiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığının değerini arttırmazsak, ayrımcılık artar!
***
İktidara üye elemanları en çok ürküten başka bir nokta da, Devrimci Kemal'in ülkemizin ulusal yararlarını koruyacağına ilişkin sözleriydi!
Kemal Bey, Türkiye, Avrupa'nın önde gelen otobüs üreticisi ve satıcı iken, dışarıdan hem de daha pahalıya otobüs satın almak niye, diye sordu...  Tabii, bu satın almanın ardında, aracılık kârları yatar. Bu iktidar ve belediyelerin çok başarılı bir işi!
Ülkemizde üretimin geliştirilmesi ve korunmasından daha doğal ne olabilir? Bu, halkını korumaktır, kendi ulusunun yurttaşlarına aş ve iş kapılarını çoğaltmaktır!
Bu elemanları en çok çileden çıkaran kavramdır ulusal yarar.. Çünkü ulusal yarar deyince, bunun altında ulus, ulusallık, ulusalcılık gibi, hepsinin tüylerini diken diken eden diğer kavramlar sökün ediyor!
“Vayyy ne demek ulus, ulusal yarar, bunlar dünyada bitmiş aşılmış konular..”
Hayır, ne ulus ve ulus devlet bitti, ne dünyada ulusal yararların peşinde koşmayan bir ülke var! (Bu konuda bir kitapçık hazırlıyorum!)
Özetle Devrimci Kemal'in açılımları doğrudur, umut vericidir.
--
24 Mayıs Pazartesi, 2010 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Kılıçdaroğlu ve Mutlaklık

Baykal'a karşı çıkanları Yılmaz Ateş CİA ajanlığı ile suçladı ya!
Düşündüm, buna inanıyordur belki de! Çünkü gündeme sürülen kaset olayından sonra güzide basınımızda ve toplumumuzda “Türkiye'de siyasetin, ve bu arada CHP'nin de yeniden tasarlandığına” ilişkin birbiriyle çelişkili bir dizi görüş ileri sürüldü!
Örneğin: “ABD, iktidarın kendi başına hareket etmesinden ve dinciliğinden rahatsız; şimdi Baykal'la beraber Kemalizmi tasfiye ederek, CHP'yi AKP'nin yerine hazırlıyor.”
Kılıçdaroğlu'na biçilen kaftanın niteliğini hesapedin!
***
Geçen yaz Kanada'dan arkadaşlarla sohbet ediyorduk. İkiz Kuleler'e saldırıların CİA tarafından yapıldığına inandıklarını söylediler! Yapma yahu! dedik. Sonra gördük ki ABD ve Kanada'da buna inanan geniş bir “müritler ordusu” var.
Sonra düşündüm: Dünyanın düz oluğuna inananların da bir derneği var ABD'de! Hiç bir zaman Ay'a ayak basılmadığına inananların sayısı da az değil!
Bir söylentiye göre, dünyada dine yönelenlerin, tanrıya inananların sayısında artış var. Bunu bilemem, ayrıca sanmıyorum da; ama hiç araştırmadan ve sorgulamadan türlü çeşitli saçmalıklara inananların sayısında (bu iletişim çağında!) önemli bir artış olduğunu söyleyebiliriz.
Veya şöyle: İletişim çağındaki yakınsama, beyinlerde “doğmatik/ kör inanç merkezleri”nin ne kadar güçlü olduğunu ortaya çıkardı! Beyinde böyle merkez yoksa eğer, şöyle diyelim: Ne kadar çok insan varmış, “mutlaklık”a inanan! (*)
Dinsel inançlarla, komplo teorileri ve “mutlaka ABD yapmıştır” biçimindeki doğrulanmayan saplantıların aralarında ortak yönler var.
İkiz Kuleler'in ancak ABD tarafından vurulabileceği inancı, böyle bir mutlak güce tapınmadır! Bu tapınma, iyi bir “suç” örgütünün iyi bir örgütlenme ile bunu yapabileceğini reddeder.
Dünyada hiç bir güç, herşeyi denetleme kudretine sahip değildir! Ama, herşeyi denetleme çabası her zaman olacaktır! Yapmayı isteyebileceğiniz şeyler, sizin gücünüzü ve sınırlarınızı belirler... Ama yapılmasını istemediğiniz şeyler üzerindeki denetiminiz hep sınırlı kalacaktır!
Yarın her şey denetlenebilir mi, bilmiyoruz. Mesela herkese programlanmış bir çip takarsanız, bu yolda önemli bir adım atmış olabilirsiniz. Ancak yine de, dünyada 7 milyar insan var! Denetleyebileceğiniz her zaman belirli bir alan, saha, nüfus, kimse vb ile sınırla kalacaktır...
ABD veya içimizdeki başka büyük güçler, şüphesiz yerli dostlarıyla birlikte, Türkiye'de komplolar kurabilir, kamuoyu yaratabilir, psikolojik savaş sürdürebilir..  Dahası, iktidarları değiştirebilir! Bu iktidar bunun örneği..
Ama herşeyi biçimlendirebileceklerini sananların ayakları, birden boşlukta sallanmaya da başlayabilir...
***
Gelelim Baykal'a ve CHP'de lider değişimine. (**)
İktidar koalisyonu ötedenberi “Kaset-CD/ Ses, görüntü, belge” operasyonlarıyla büyük olaylar yaratıyor. Bu bir güçlü akım... İktidar ellerinde olduğu için, hukuksuzluklara karşı yaptırımlar, hak adalet de yok. Kaset vb olayı, iyi ve sonuç veren bir “alet”.
İktidar koalisyonunun en nefret ettiği insanların başında, şüphesiz ki Baykal var. Bir operasyonla, onun da bu arada canına okumaya karar vermiş olabilirler. Tabii ki CHP'nin de! Lidere bir darbe ile büyük bir çöküş!
Güç, iktidar böyle bir şeydir! 8 yıldır “herşeyi” adım adım yapabildiğini gören, en son olarak tek başına koskoca milletin anayasasını şey edebileceğine inanan bir güç, giderek kendinde mutlaklık vehmeder!
Baykal operasyonunun da istedikleri gibi sonuçlanacağına, ya bu “mutlak güçlerine” dayanarak inandılar...  ya da, beyinleri, bu operasyonun  beklemedikleri sonuçlara yol açabileceğini algılayamadı...
Güçlerine olan mutlak inanç, beyinlerinin en önemli kısmını felç etti..
Mutlaklık, böyle bir şeydir! Hiç beklemediğiniz bir anda, üstelik 19 Mayıs gibi bu ülkenin varoluş tarihinde, karalar bağlamış bir ülkenin üzerine şafağın ilk ışınlarını düşürebilir!
Haydi hayırlısı!
Kurtuluş umudu hiç bu kadar güçlü doğmamıştı!
--
(*) İnsanların kafalarında, nesnel, olgulara, bilgiye, ampirik sonuçlara dayalı, varsayımlar inşa etme ve sonuçlar çıkarma konusunda büyük bir boşluk var (Kendim dahil). Analiz, ancak, çok yönlü bir bakışla ve ilgili olasılıklar üzerinde inşa edilebilir ve akli çıkarsamalara dayanır. Pek çok bilimci, mutlak düşüncelerin yaygınlığını eğitimin kötülüğüne yoruyor. Şüphesiz, kültür ve gelenek bağları da işin içinde.
(**) CHP'de yıllardır Baykal'dan şikayet ve değiştirilmesi için istek vardı. Şimdi bu yolla değişimin gerçekleşmesine itiraz niye? Baykal'ın "kendine bağlı örgüt” yapısının da çatırdaması ilginçtir. Bir “mutlaklık” da burada yıkıldı! İnsanlar, zamanı geldiğinde zincirlerini atıyorlar!
--
20 Mayıs 10 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Doğru İsim

İşi sürüncemede bırakmanın anlamı yok. Konu ilk gündeme düştüğünde, “bu melânetten hayırlı bir sonuç çıkmalı..” diye yazmıştım. Baykal'a karşı siyasi çirkefliğin ve utanmazlığın hem de alabildiğine süreceği çok açık ve kesin. Bu demektir ki, iktidar yanlıları, önümüzdeki bir yıl içinde, gündemdeki acil konulardaki başarısızlıklarını Baykal'la örtbas ve uçkur üzerinden siyasi kazanç elde edecek...
CHP, CHP'ye oy verecek seçmen kitlelerinin beklentisi ve bu iktidarın ilk seçimlerde iktidar olamaması konuları, Baykal'dan önemli.
CHP'nin salt üst yönetim kadrosu olarak değil, seçmen karşısında savunulacak program olarak gençleşmesi gerek. Baykallı merkez, Savlar, Öymenler, Özyürekler, savunma veya saldırı cephesini ağırlıklı olarak Cumhuriyet ve ilkeleri gibi “üst yapı” kurumları üzerinde yoğunlaştırmış durumda.
Türkiye nüfusunun ortalama eğitim yılı 5,5 yıldır! İktidarı, daha çok bu “5,5 yıllık ortalama”nın belirlediğini düşünmeliyiz! Seçimlerde ve siyasi tarafgirlikte, öncelikle Cumhuriyetin kurucu ilkelerine duyarlı kesimin (eğitim ortalamasını dikkate almadan), seçmenin yüzde kaçını oluşturduğu hesabını, CHP ve diğer muhalif partilerin oylarına bakarak, yaklaşık kestirmek mümkün.
Bunun üzerine, “evet, bu Cumhuriyet ve kurucu ilkeler önemli, ama ekonomik durum ile din ve diğer kültürel durumlar da önemli..” diyen arada gidip gelen önemli bir kesimi koymalıyız... Ve, sadece içinde bulunduğu yaşam koşullarını dikkate alarak davranan önemli bir seçmen kitlesini de düşünmeliyiz..
***
Seçimlerde, iktidarın politikalarından ekonomik bakımdan son derece yıpranan tabandaki insanla Kılıçdaroğlu iyi diyalog kurabilir. Herkesin duyumsadığı ve dile getirdiği bu olguyu CHP merkezi, il başkanları vb görmüyor mu?
Önder Sav, partinin derin tarihisel bilinci ile konuştu; ülkenin acil meselesi olarak Baykal'ın yeniden başkanlığa getirilmesini değil, iktidarın değişmesini gördü.
60 milletvekili de cesur bir çıkışla, Kılıçdaroğlu'nun arkasında durdu!
Bence kaderini Baykal'a bağlamış Özyürekler artık geri çekilmelidir! Koltuk ikbali değil, ülke ikbalidir söz konusu olan!
Ve CHP'nin yolunu açmayanlar yarın hiç de onurla ve saygıyla anılmayacaklardır!
Baykal, umut vermemeli, istifam kesin demeli, CHP'nin karışıklığa sürüklenmesini ve iç kavgalara düşmesini engellemeli! Şüphesiz, genel başkanlarına derin saygıları var, ancak Baykal partideki bu derin değişiklik isteğine gözünü kapatamaz, duyarsız kalamaz...
Baykal'dan beklenen böyle bir tarihi görevdir!
***
CHP'de yeni liderlik, politikalarda da önemli değişiklik yapmalı.
Fethullah Cemaati'nden gelen “Baykal'ın yakınlığı” açıklaması doğru mudur? CHP daha önceki seçimlerde de sağdan adaylarla merkez sağı partide toplayacağını ve iktidar olabileceğini sanmıştı. Cemaat yakınlığı ise CHP'ye sadece oy kaybettirir, Cemaat ağının ise daha çok örülmesine hizmet eder. Cemaat, kazançlı çıkmayacağı bir ilişiğe girmez.
CHP, cesurca sol politikalara yönelmeli. Tekel işçilerinin yarattığı ve ortaya çıkarttığı atmosferi soluyacak bir liderlik gerekir CHP'ye!
Milyonlarca genç işsizlerin hepsini örgütleyecek bir cesur program ortaya koyabilecek ve çağın teknolojilerini de kullanarak, gençleri iktidar için seferber edebilecek bir liderlik aranıyor!
İktidarın ezdiği bütün kesimleri, iktidarın yarattığı bütün kaygıları CHP'ye kanalize edecek bir liderlik...
Kılıçdaroğlu buna önderlik edebilir!
Bu tek kişilik, tek liderlik işi değildir, bir orkestra şefi altında, ortak bir liderlik ve ortak bir beyin işidir!...
CHP, Türkiye ile birlikte, tarihi bir dönemece girdi..
--
18 Mayıs 10 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

1) CHP-Baykal Yükselirken

CHP seçimlere yönelik bir yükseliş içindeyken, Baykal'a kurulan bir komplo ile yeniden karmaşanın içine sürüklenmek isteniyor. Çünkü, AKP gerilerken, tek başına iktidar seçeneğini artık kesin olarak rüyasında bile görmesi mümkün değilken ve CHP ile MHP yükselirken, Halk Partisi tepeden tırpanlanıyor!..
Birileri diyordu ki, “CHP kazanacak ama ah o Baykal yok mu...” Bu en azından epey bir süredir doğru olmayan bir masaldır. Zaman AKP'nin zamanıydı. 2002 öncesi ve sonrası siyasal ve ekonomik koşulların hepsi AKP'nin iktidarını destekliyordu. Bunun uzun analizini bu köşede yapamayız, ama geçmiş yazılarda çok yazıp çizdik...
Ama içinde bulunduğumuz dönem Baykal ve CHP'nin lehine işliyordu!
Baykal ve CHP, ülkenin liberal yıkımı önündeki en büyük barajı kurmuştu!
Ayrıca, Baykal, örgüte egemen olduğu zamanların doruk noktasındaydı, kendine güveni müthişti, bu durumda parti içinde yeniden bir yapılanmaya gidiyor, 12 başkan yardımcılığı ile yeni bir örgütlenmeye giriyor ve partiyi iktidara seferber etmeyi planlıyordu... Ben CHP'nin yüzde 28-30'ları rahat yakalayacağını görüyordum.
Komplo, tam bu sürecin başlangıcında yürürlüğü kondu!
Yıllardır, CHP'nin küresel liberalizmin at arabalığına soyundurulmak istendiği açık ve seçiktir. Yok çağdaş olamamış, yok gerçek bir sosyal demokrat parti olamamış... Çağdaş ve gerçek bir sosyal demokrat partinin idelolojisi nedir diye sorsanız, yanıt gelmez..
Örneğin, AKP'nin Türkiye'yi küçük parçalarına ayırmaya ve milleti birbirinden uzaklaştırmaya yönelik açılımlarını CHP yapmalıydı derler... Veya bazı fikir soytarıları, Baykal ve CHP'ye Blair ve İşçi Partisi'nin elbisesini biçerlerdi! (Onlardan bazıları şimdi Zaman yazarı!)... Yani, Amerikan emperyalizminin kankalığı, Irak işgalinin destekçiliği gibi!
CHP'ye darbe tam 12'den indirildi! Bazı Pentagon ve AKP yardakçıları, herşey Baykal'a göre tasarımlandığı için, CHP şimdi başı kesilmiş tavuğa benziyor diyorlar.. Bu ne alçakça nefret!
 Dün Ergin Yıldızoğlu, önemli yazısında, AKP ve Fethullahçıların Atatürk'ü sahiplenmeye yönelik yeni bir stratejilerini gündeme getirdi! Buna göre, Cumhuriyetçi, CHP'li ve solcu - ulusal güçlerin, daha gerçekçi bir siyaset inşasını düşünmesi gerekmektedir!
Güncel konuyu özetlersek, Cüneyt Abi (Arcayürek) de dünkü yazısında şöyle diyordu: “Hem Baykal’dan vazgeçmemek, hem de yerini, karizmasıyla iç ve dış olaylara, gelişmelere egemenliğiyle dolduracak birini bulmak?.. CHP’nin şu sıralar çözümlemek zorunda olduğu bir sorun, bir çeşit bilmece..”
CHP dün de belirttiğim gibi, CHP deneyim ve insan biriktiren (yiyen, yokeden ve herşeyi yeniden başlatan değil) bir örgütsel kavrayışa, bilgeliğe ermelidir! Liderlik, kollektif  bir karakter de kazanmalıdır! Özgür Baykal'ın CHP'ye katkı ve yararları daha büyük olacaktır!

2) Fethullah

Fethullah neden Baykal'ı arama ihtiyacı duydu? Bu işte onlar olmayabilir! Bunu vurgulayarak CHP'ye göz kırpıyorlar. Bunun bazı nedenleri var. Örneğin Baykal'ın Kutlu Doğum Günü üzerine konuşması (CHP ve Baykal'ı siyasal olarak tırmandıran başka bir olguydu!) nedeniyle duydukları memnuniyet... İkincisi, AKP'nin düşüşü ve CHP ile Baykal'ın iktidar tırmanışı.. Unutmamalı ki, Fethullah Hareketi, iktidarlara, yükselen siyasilere yakın durur! Muhtemel iktidarlarla bugünden çok iyi geçinmek zorundalar. Çünkü devlette önemli mevzi sahipleri durumundalar...
Olayın diğer yönü: Fethullahçılardan gelen “bizim oğlanlar (our boys!) işin içinde yoklar” teminatının tersinde yatan itiraf ise, Fethullah örgütünün yaşadığmız pek çok önemli olayda işin içinde olduğudur!

3) Erdoğan

Baykal-Baytok Komplosu, yandaş basında neredeyse hiç görülmeyecekti! İşin asıl astarı anlaşıldı: Erdoğan'dan talimat almışlar meğer! Büyütmeyin, saldırmayın demiş!
Yandaş medya ve yazarları bir ordu gibi! Bir emir alıyorlar, yükleniyorlar, saldırıyorlar, vurup kırıyorlar...
Başka bir emirle, sus-pus oluyorlar..
Emir kumanda çok iyi işliyor!
Acaba neden "Baykal'ın üzerine fazla gitmeyin...” demiş olabilir iktidar?
Biz zaten yapacağımız yaptık, vurduk devirdik, fazlasına gerek yok, anlamı mı gizli... Artık yorumu size bırakıyorum..
---
13 Mayıs 10 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Baykal

Baykal'la ilgili videoyu haber verdiklerinde, bakmayacak ve namussuzluğa ortak olmayacağım dedim. Baykal'a katılıyorum: Devlet ve iktidar olayın içindedir, yüzde 99. İktidarbaşının MİT'e olayı araştırması icin emir verdiği haberini okuduğumda, çok güldüm... Acaba MİT'i kim araştıracaktı veya iktidarın karanlık dehlizlerindeki yüzsüzleri ve yasadışı odakların faaliyetlerini?
Uzun zamandır Türkiye'de hukuk diye bir şey yok! Siyaset, en alçağından yapılıyor. Bütün bunlar, bu iktidarın yönetimi altında, gölgesinde, etekleri altında gerçekleşiyor.
Baykal kararını açıklamasaydı, istifa etmemesini yazacaktım. "Ne yapalım, çok kötü, alçakça, ama, Baykal da istifa etmeli bu durumda...” biçimindeki “gözyaşlarına” katılmayacaktım. Çünkü Baykal düşmanı, bazıları gerçekten çok beceriksiz ve gözünü hırs bürümüş ve aceleci; bazıları, yandaşlarına hediye dağıtarak iktidar olmayı düşleyenlerin hareketini CHP'nin yerine geçirmeye çalışan; ama bazıları da haklı olan çok sayıda insan, köşelerinden yaylım ateşe başlamışlardı!
Bunları rahatlıkla yazıyorum, çünkü bu köşede ilkesel olarak Baykal çok eleştirildi!
Baykal, iktidara karşı çok düzgün, ilkeli başarılı bir politika sürdürdü!
Baykal'ı amansız eleştiriyor gibi görünen ama aslında CHP düşmanı, özünde AKP yandaşı kalem ve kişiler ise, şimdi, CHP'yi bir parça AKP'leştirebilmenin pususundalar: CHP'yi sözde sosyal demokrat, ama aslında küresel liberalizmin partisi haline getirmek için fırsat doğduğunu düşünüyorlar.
***
Baykal'ın istifasına kimisi korkak, kimisi cesur diyecektir. Ama şimdi yeni bir durum var: Baykal çekildi. Kongre'ye katılmayacağını da açıkladı. Aday olur mu, Kongre'de yokluğunda yeniden seçilir mi, bilemem. Ama bir süredir yazmayı planladığım önerimi burada dile getireceğim.
Baykal istifa etmeseydi, diyecektim ki: Baykal parti başkanı olarak kalsın. Seçimlerde Başbakan adayı olarak, güvenilir, liberal rüzgarlara kapılmamış, halkın kolayca benimseyeceği, geçen seçimlerde rüzgar estirmiş bir partili gösterilsin!
Bu, ülkemizde pek alışılmış bir politik davranış değildir! Ama, örneğin Alman Sosyal Demokrat Parti'de hemen her seçimde buna tanık oluruz.
Böyle bir davranış partinin önünü daha da açacaktı(r).
***
Deniz Bey, yeniden adaylığını koyacak olursa, bu yöntemi uygulamaya koymalı. Bu yöntem, hele bugünkü özel koşullarda daha kolay uygulanabilir, kabul edilebilirdir.
Peki, Baykal, öyle görülüyor ki, Başkanlığa adaylığını koymayacak.
Kongrenin adaylık yarışına sahne olacağını şimdiden görüyoruz.
CHP kongresi, partiyi iktidara sürükleyecek, bu iktidar döneminde yaşadığımız bunca rezilliğe son vererek politikayı hukuk rayına oturtacak, bütün pislikleri de temizleyecek ve yargı önüne çıkartacak nitelikte bir aday üzerinde anlaşabilecek mi?
Daha demokrat, daha liyata dayalı bir insan seçimi ve görevlendirilmesi, tıkır tıkır ve durmadan çalışan bir örgüt..
Biliyoruz ki, CHP örgütü, genellikle, seçimlerde kendi adayı değilse ikiye bölünür, gösterilen aday desteklenmez ve dahası bazıları adayın aleyhine çalışır! CHP yönetimi buna son vermeyi becerebilmelidir!
***
Baykal'ın eli özgürleşmiştir!
Beyni de!
Başkanlık ve koltuk zincirlerinden kurtulmuştur!
Kendisine, partinin ve ülkenin “olgun ve özgür düşünen beyni” rolünü çizmişse eğer, bundan CHP ve ülke yararlanmalıdır ve yararlanacaktır.
CHP'nin iktidar yürüyüşü için, kitleleri seferber edebilmesi için, iktidarın yıkılıp gtimesi için, partide liyakatın egemen olabilmesi için, Baykal'ın hizmetleri büyük olabilir.
CHP, deneyimi ve bilgeliği sıfırlayan değil, ondan yararlanmayı bilen bir parti olabilirse eğer, iktidar da olabilir!
Her başkan, geçmişi sıfırlarsa eğer, sonsuz çekişmeler içinde birbirini yiyenlerin partisi ile başbaşa kalırız!
Bakalım, yaşadığımız böyle bir alçaklık musibetinden, ülkemiz için çok hayırlı bir sonuç çıkartabilmek mümkün olacak mı?!
CHP isterse, olur!
--
NOT: “Balbay Merhaba” yazısında “bizim kumaşımızdan hiç bir yalakalık, hele hele iktidar yandaşlığı, değerlerimizi daha alt basamaklara indiren veya satan, duruma uyum sağlayan, pusuya yatıp bekleyen, bugünün Türkiye'sinde epey geçerli bu ve benzeri niteliklere sahip başka bir insan çıkamaz, dokumuz buna uygun değil” diye yazmıştım...
Okurlarımızdan Seha TınıçSayın Bursalı, Balbay'a sizin kumaşınızdan (özetle) adi insan çıkmayacağını söylüyorsunuz. Güzel de, yakın zamana kadar yazılarını Cumhuriyet'te yayınladığınız O.Ç adlı şahıs hangi kumaştandı?” diye sıkıştıran bir soru sordu!
Yanıt vereyim: Kastım kişilerden çok Cumhuriyet'in kurumsal kimliğiydi. Bu kimlikten yalaka çıkmaz! Yoksa Cumhuriyet Cumhuriyet olmaktan çıkar! Şüphesiz Cumhuriyet içinden her zaman OÇ'ler çıkabilir! Sizler hangi günler için varsınız?!
--
11 Mayıs 10 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP: Hakları ve
Özgürlükleri Savunmak


Çukurova Üniversitesi'nde bir konferanstan sonra, akademisyen dostlarla Seyhan Barajının büyüleyici görüntüsü altında sohbet ediyoruz. Pek çok konu tartışılıyor ve ortak bir sonuca varıyoruz:
Solculuk, yani en genel kavramlarıyla, yurttaşların daha demokratik, insanca, çağdaş, eşitlikçi, adaletli ve özgür bir ülkede yaşama hakkını savunmak, belki de hiç bu kadar gerekli olmamıştı!
Türkiye'de yurttaşlar, şüphesiz ki en geniş emekçi kesim, açmazlar içinde.
İşsizlik, saklı işsizlerle birlikte 20 milyon insanı kapsamış... Önemli bir nüfus, yoksulluğun pençesinde.
Eğitim, bu ülkenin en önemli üst düzey sorunları arasına yükselmiş. Eşitsizliğin giderek arttığı, dershaneye gidemeyenlerin şansının çok azaldığı veya en düşük puanlı yerlere girebildiği, 50 bin kadar ailenin dershane borcunu ödemediği için mahkemelik olduğu ve aile facialarının başladığı bir sorunlar yumağı! Dershaneleri kaldıracağız diye iktidar olan, ama tam tersine, sınav sistemlerini arttırarak daha çok bir dershane bağımlılığı yaratan bir yalancı politika!
Avrupa ülkelerinin hiç birinde görülmeyen bir kepazelik! Ailelerin başlıca derdi, çocuklarını okutabilmek ve bu amaçla varını yoğunu dershane ve eğitime harcar duruma geldi! Tasarrufunu daha iyi ve sağlıklı bir hayat standardı kurabilmek için harcayamıyor!
Devletin ilköğretim ve liselerindeki yaygın kalabalık ve kalitesi düşük eğitim nedeniyle, büyük çoğunluk, tam bir fırsat eşitsizliğinin cenderesine sıkışmış!
***
Ülke özgürlük istiyor. Aleviler dışlanmışlıktan kurtulmak istiyor. Ama iktidarın yıllardır süren oyalama politikaları, Alevileri bölerek iktidar kuyruğuna takmaya yönelmiş... Sünni -Hanefilerin egemenliği ve baskın cemaatin iktidarı, asker ve devlet içinde Alevileri temizlemeye yönelmiş! Sözde “özgürlükçü” cemaatçi utanmazlar, gazetelerinde Alevi cadı avını körüklüyor! Din ayrımcı eksen, siyasetin belkeğimini oluşturmaya başladı!
Kürtçe bizim, ükemizin dilidir! Kürtler de bu ülkenin öz sahipleridir! Ülkemizin bütünlüğünü, ulus birliğini, görülür ve yakın tehlikeye atmayacak her türlü özgürlüğü tadmak ve yaşamak, bu ülkede yaşayan bütün yurttaşların temel yurttaşlık ve insani hakkıdır!
Halkın iradesinin ve politik tercihlerinin Meclis'e yansımasının önü açılmalı, seçim barajı düşürülmeli!
Ekonomide ülkeyi döngüsel krizden çıkartacak temel dönüşüm politikaları yoktur! Dıştan gelecek sıcak paraya bağlı, ekonomik büyüme döneminde cari açığı arttıran ve krizler üreten bu yapıyı kıracak, ciddi ulusal ekonomi politikaları gerekli!
İktidar, yukarıdaki sıraladığımız ve sıralamadığımız onlarca temel sorunu çözecek anlayışta değildir. 
Yarattığı gerilim ve krizleri kullanarak, hem halkı ana sorunlardan uzaklaştırıyor, hem de daha otoriter, tek adamlığı yücelten, ülke yönetiminde siyasal dini daha çok kullanmayı meşrulaştıran uzun süreli bir iktidar yapılanmasını gerçekleştiriyor!
***
CHP, bütün özgürlüklere hemen ve derhal sahip çıkacak cesur politikalar dizisini hemen devreye sokmalı! Bir iktidar gibi davranmalı! Anayasayı ve toplumsal yaşamı demokratikleştirecek yasa önerileriyle, halkın karşısında, büyük çıkışlar yapmalı!
CHP'nin defterinde, sağ seçmeni gözetecek oportünist, seçmeni idare eden politikalara yer olmamalı!
Sola yönelen, halkın ve ulusun temel sorunlarına sahip çıkarak, daha şimdiden, bir iktidar yürüyüşünü başlatmalı!
Solcu politikalar, halkçı politikalardır! Sözde değil özde, yoksulluğu, eşitsizliği azaltacak, demokrasiyi ve özgürlüğü savunacak politikalardır!
CHP yönetimi, bu yönetim adam olmaz, bu partiden iktidar da olmaz, güçlü kanısını yıkmalı! Yıkabilmeli!
Bu yerleşik kanıyı yıkabildiği ölçüde iktidara yaklaşabilir!
Bunun için seçmen, parti yönetim biçimi ve anlayışında köktenci bir değişikliği görmek istiyor!
Vitrinde, her biri parti başkanı olabilecek potansiyel sahip insanlar bulunmalı; Baykal bu potansiyel lider insanların CHP'de her an görevi devralabilecek nitelikte oldukları mesajini açıkça vermeli! İktidar için, ülke için, gelecek için ve CHP için!
Demokrasi, bir halkçılık oyunudur! CHP, bu oyunu gerçekten oynayabilmeli!
--
11 Nisan 10, Pazar / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Baykal ve Bahçeli'ye Çağrı

İktidar toplumu inanılmaz ölçüde bölmüş, umutsuzluğu tırmandırmıştır. AKP'nin yüzde 30'lara gerilediğini varsayarsak, yüzde 70 seçmen, iktidarın politikalarından hem ülkesi hem ailesi için endişe içindedir. TSK'ne yönelik intikam operasyonları ile, asker -siyaset arasında demokratik rejimlerde olması gereken normal ilişkilerin kurulabileceği gibi safsata içindeler..  Aynı intikam operasyonunun yüksek yargıya da yöneldiği açıktır...
TSK ile yüksek yargıyı, iktidarın memurları derekesine düşürdükten sonra, sindirme politikalarının toplumun hangi kesimlerine yöneleceğini ve nasıl bir istibdat rejiminin amaçlandığını görmek için, sıradan bir poltik akla sahip olmak yeter de artar bile..
TSK- yüksek yargı operasyonlarının ayrıca, ABD'nin Kuzey Irak programına endeksli ve eşgüdümlü olarak sürdürüldüğünün anımsanması, iktidarın aynı zamanda hangi dış egemen güçlerin programları çerçevesinden hareket etttiğinin de göstergesidir.
ABD, iktidarın has kişisi Cüneyt Zapsu'nun, iktidarın başı ve iktidar için “sifonu çekmeyin, kullanın” önerisi doğrultusunda davranıyor. Beyaz Saray, bu öneriyi akıllıca bulmuştur!
İktidar –Washington ikilisinin en önemli ortak çıkarlarından biri de, TSK'nın tasfiyesi, iktidar ve ABD çıkarları için çok kullanışlı yeni bir TSK yapılanması gerçekleştirmektir.
Bütün bunları da demokratikleşme adına yapıyorlar. Oysa, varolan demokrasinin bile tehlike içine girdiği ve Türk siyaset hayatında yeni intikam sayfalarının açılacağı kesindir.
***
Sayın Baykal, Sayın Bahçeli;
Millet yeni bir umut arıyor! Sizlerin de ifade ettiği gibi, hemen veya erken seçimler, hatta zamanında seçimler, şüphesiz ki yeni bir umuda kaynaklık edebilir.
Erken veya zamanında, ancak seçimlerin ülkede yeni bir şafağın doğmasına yol açabilecek bir sonuç üretmesi herşeyden daha önemlidir...
Seçimlerin, Türkiye'nin acil sorunlarını çözecek, ülkeyi bütünleştirecek, ulusal ve demokratik bir iktidarı doğurması gerekir.
Bu umudu üretebilirseniz, ülkede bir kurtuluş heyecanı ve yeni bir iktidar olasılığı yaratabilirsiniz.. Bu, sizlerin elindedir!
***
CHP ve MHP, hemen, en kısa zamanda, bir Umut Programı ile milletin önüne çıkmalıdır.
Bu program, iktidarın ve destekleyicilerin elindeki sahte demokrasi sloganını alarak, gerçek bir demokrasi ilkelerini içermelidir.
Siyasetin demokratikleşmesi, milletvekili dokunulmazlığı, siyasetin sandık zamanlarında değil hemen her zaman hesap verebilirliği, gerçekten de katılımcı bir demokrasi anlayışı, gerçek bir sosyal devlet yönetimi, gerçek bir saydamlık... Ve ulusun çıkarları!
Hukukun, yüksek yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını garanti edecek reformlar, Hakimler ve Yargıçlar Kurulu'nu bu amaçla yeniden düzenleme ve siyasetin elini bu kuruldan çekme... Bir adalet reformu ile, adalet ve yasaların gerçekten hızla çalıştığını ve geçerli olduğunu göstererek millete umut verme..
Devletin hızla iş olanakları yaratarak, yurttaşların onurlarıyla ve üretkenlikleriyle çalışıp ekmek parasını kazanacakları programlar üretme...
TSK'nin itibarının tam iade edileceğini, TSK'nin siyasete karışmayacağını, hukuk içinde kalması için düzenlemeler yapılacağını, TSK içinde demokratik vizyonun güçlendirileceğini gündeme getirme...
Ülkenin orta ve uzun vadeli ekonomik vizyonunu güçlendirme.. Bu amaçla ARGE ve yenilikçilik projeleri ve ulusal vizyonlar belirleme...
***
Sayın Baykal, sayın Bahçeli, sizler politikacısınız, bir Umut Programı'nın az ve öz, bu iktidarı alaşağı edecek neler içermesi gerektiğini hepimizden çok daha iyi bilirsiniz..
Böyle bir program üzerinde bir uzlaşmayı açıklayabilirsiniz...
Bu uzlaşı, asgari programı da içerebilir, ve her parti kendi azamisini de ayrı ayrı açıklayabilir.
Seçimlerin, her ikinizi iktidara getirebilecek bir sonuç üretmesi durumunda, ki bu yüzde 90 olasılıktır,  yine de bir uzlaşı ve umut programının, isterseniz, bir koalisyon için bağlayıcı olmadığını, açıklayabilirsiniz... Böylece, partilere seçimler sonrasında davranış özgürlüğünü de tanımış olursunuz...
Ancak milletin yeni bir iktidar umudunu besleyecek büyük bir enerjiye ihtiyacı var.
Ülke ve ulusun, tek tek partilerin, liderlerinin ve yönetimlerinin çıkarlarından daha büyük bir çıkara ihtiyacı var!
Bir Umut Programı bu sinerjiyi ve bu büyük çıkarı yaratabilir!
--
25 Şubat 10 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Baykal Köşeden Döndü

AKP iktidarı "Kürt Açılımı"nda çuvala dolanınca, geri adım attı. Ve aslında başından beri aynı çuvala CHP ve Baykal'ı da sokma gayreti içinde olduğu tescillendi. Baykal doğrusu "köşeden döndü"..  AKP ile bir işbirliği yapılamayacağı bir kez daha belgelenmiş oldu. CHP'ye geçmiş olsun!
"PKK Açılımı"nın, yani PKK'lıların kahramanlar gibi Türkiye'ye girişlerinden önceki bir haftalık gündemi ve sonraki gelişmeleri gözden geçirirsek, olayın boyutları, içeriği çok daha net olarak ortaya çıkıyor:
1) PKK'lıların "Dönüş Operasyonu"nun tarihi meğer saptanmış durumda. APO'nun çağrı yapacağı zaman da.
2) Başbakan ve yandaşları, CHP'ye "kanca atma" çabalarını dönüş tarihine göre "yoğunlaştırdılar".
3) Başbakan CHP'ye "mektupla görüşme daveti"ni geciktirdikçe geciktirdi. Militanların geri dönüşüne yakın, mektubu gönderdi. Baykal görüşmeyi "kameralar altında" şartı ile kabul ederek, doğrusu iyi savuşturdu! Eğer, AKP'ye destek verseydi, bugün birlikte "aynı çuvala" girmiş olacaktı!
4) "Dönüş Operasyonu"na giderken, CHP'ye "yandaş yazar saldırıları" arttı. CHP muhalefet partisi olamıyormuş.. Ülke muhalefetsiz kalmışmış. CHP asla demokratik bir parti değilmiş... daha neler..
Bir dizi palavra ile CHP, AKP'nin Kürt Açılımı'na katılması için "dize getirilmeye" çalışıldı!
5) AKP bu süre içinde İçişleri Bakanı'nın "açılım" görüşmelerinin, aslında önceden hazırladıkları "Kürt Açılımı" programı için kamuoyu yaratmak amacına yönelik olduğu anlaşıldı... Bakan beyin, "sosyolog" yanı ve "kamu araştırma şirketi" uzmanlığı ile, bu işi en iyi yüklenecek kişi olduğu belliydi!
6) "Kürt Açılımı" programının, iktidarca hemen her safhasının önceden planlandığı, İçişleri Bakanı'nın "Oooo bekleyin daha ne sürprizler olacak.." sözleriyle açığa çıktı! Bakan bey, dilinin altındaki baklayı ıslatmayı becerememişti!
7) Öcalan "AKP yol haritamı izliyor" diyerek, aslında doğruyu söylüyordu. Kürt Açılımı, ancak Kürtlerin istedikleri doğrultuda yapılabilir bir şeydir ve bunun en iyi uygulayıcısı da iktidardır!
7) Öcalan "Kürt Açılımı devlet politikasıdır" diyerek de, aslında devletin gizli örgütleriyle alış veriş içinde olduğunu vurguluyor. Böylece devletin kim olduğunu öğrenmiş oluyoruz!
8) Öcalan'ın ve AKP'nin "daha ne sürprizler var, bekleyin" dediği Kürt Açılımı yol haritasının, Amerikalı uzman David L. Phillips'in Atlantik Konseyi için "Türklerle ve Kürtlerle" görüşerek hazırladığı raporla çooook örtüştüğünü görürsünüz. Yani bir sürpriz yok, herşey açık ve seçik...
9) ABD- yandaş medya ve kalemleri ve iktidar, 2011'e kadar bu işi bitirmek zorundalar. O tarihin sonunda ABD Irak'tan çekiliyor.
10) PKK'nın da takvimi sıkışık. Kuzey Irak'ta kendisine hayat alanı kalmadı- kalmayacak. Bu nedenle iki yıl içinde "siyasi çözüm"le Türkiye'ye dönmesi, yasalaşması gerek.
11) Bu süre içinde, ileri sürdüğü azami istek ve programından ne kopartırsa kazançlı çıkacak. İmralı, istekleriyle uçuyor şimdilik. Ama kabul edilebilir olanla yetinecek.
12) "Kabul edilebilir olan"ı sokağın belirleyeceği ortaya çıktı. AKP, tamamen tornistan edebilir mi? İktidarda olduğu sürece ipleri elinde tuttuğu duygusuyla hareket edecektir. 2011 kesin tarihtir! O zamana kadar, bir "uzlaşma" olması kaçınılmazdır.
13) Erdoğan, hazmettire hazmettire gideceğiz, dedi. PKK'lıların muzafffer geri dönüş şölenini hazmettirmek için epey zaman gerek. Bir moladan sonra ikinci adımı atmak zorundalar. Tabii, şimdi Avrupa ayağının sessizce geri dönüşü ayarlanacaktır.
14) Erdoğan'ın ne kadar ileri adım atabileceği, Türkiye'nin bu hazmetme kapasitesiyle doğru orantılı olacak.
15) Erdoğan, bu adımların süresini kısa tutmak zorunda. Biraz kabızlık çekebilir Türkiye! Erdoğan ve ekibi İMF ile "önemli hacimde dolarlar" üzerinde anlaşarak, Kürt Açılımı'nı nın kabızlığını ve mide sancılarını, dolar bolluğu ile aşmaya ve sonra da seçimlere gitmeye çalışacak.
16) Ve CHP ile bitirelim: AKP ile asla işbirliği yapılamaz. Geçmiş bütün deneyimler bunu gösteriyor. AKP ancak kendine yarayacak işbirlikler isteyen bir parti..
--
27 Ekim 09 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Cindoruk'un Şansı, CHP

Cindoruk, Demokrat Parti başkanlığına seçildi. DP, bildiğimiz gibi, DYP'nin isim değiştirmişi. DP/DYP de, tıpkı ANAP gibi, eriyip kül olmuş sağın iki büyük kitle partisinden biri. Hem iktidar başarısızlıkları hem lider partisi yapıları nedeniyle tasfiye oldular. Yerlerini AKP'ye bıraktılar.
Şimdi Cindoruk, yerlerde sürünen DP ve ANAP'ın mirasından, yeniden güçlü bir parti çıkarmak için kolları sıvadı. İşi çok zor. Seçilir seçilmez, DP'den istifalar başladı! Çünkü ortada parti var mı, tartışmalı! ANAP derseniz tam bir yıkıntı!
Neden Cindoruk tam bu sırada ortaya çıktı?
AKP, üstelik iktidardayken yerel seçimlerde aldığı büyük yenilgi, bir işaret oldu Cindoruk için. Harekete geçme zamanı!
Eski "Merkez Sağ", AKP'ye devrettiği oyların, en azından bir kısmını geri alabilir mi? AKP, öncelikle de Fetocu kanadı, endişeli. Bu nedenle Cindoruk'u aşağılamaya giriştiler. Onlar, seçimi kaybeden Soylu'yu tercih ederlerdi, çünkü Cindoruk-Demirel ikilisi yenilmiş de olsa tarihsel olarak bir devamlılığın adıdır. Ayrıca Cindoruk, temiz bir siyasal sicile sahiptir.
Şimdi buraya bir nokta koyalım.
***
AKP şüphesiz ki gerileyecek ve yıkılıp gidecek. Çünkü bu partide bir Türkiye geleceği, halka kabul ettirebildikleri bir Türkiye vizyonu yoktur. 5 yıl sonrasına ilişkin ne ekonomik ne demokratik bir bakışları var. Çöken diğer partiler gibidir.
Ama onlardan önemli bir farkı var: Dincilik! Demokratik bir toplumsal hayatı inşa etmek değil, tarihsel olarak ne kadar din eksenli ve Avrupa'da çöp olmuş düşünce varsa, bunlara Türkiye'de hayat vermeye çalışıyorlar.
Türkiye bunu kabul edemez.
İşte Cindoruk-Demirel'in başkaldırısı bu nedenle tutar.
AKP bu endişeyle biraz daha merkeze kaymış parti görüntüsü vermek istiyor! Arınç, bakıyorsunuz "değiştim, muhafazakâr sağcı oldum" diyor! Yolsuzluklara sözde karşı çıkıyor! Ancak RTÜK'ün başına getirdikleri, Almanya'da neredeyse hakkında kırmızı bülten çıkartılacak bir yolsuzluk -dolandırıcılık şüphelisini, yerinden bile etmiyorlar! Bazı gazeteciler çok saf, "yetkisi yok"muş! Yani koskoca iktidar, bir adamı yetkisizleştiremiyor, öyle mi! Bırakın kulağından tutup Almanlara teslim etmeyi!
Çünkü, iktidar partisi de işin içinde!
Arınç, görüntüsü bozulan vitrini düzenlemekle görevlendirildi. Ama Arınç, Jean Reno gibi gerçek bir "temizlikçi-süpürgeci" olmadığı için, ancak zevahiri kurtarmaya kalkan bir kötü bir tiyatro oyunculuğu yapabilir! Çünkü iktidara partisi bu açıdan tam bir batıktır! Arınç, neresinden tutsa elinde kalacağını bilmez mi?! Ama bizim saf gazeteci milletimize Arınç zokası iyi gelmiştir! Boğazlarını zokadan kurtarıncaya kadar, Arınç'a övgüleri sürer!
***
Burada bir saptama yapalım: AKP kan kaybettikçe CHP'nin yükselmesi, CHP ile yer değiştirmesi gerekmez mi?!
1980 öncesi, Demirel ve AP çırpınıp battıkça, Ecevit'le birlikte CHP yüzde 41,38 oy almadı mı?
Eeee, şimdi neden benzer bir durumu yaşamayalım, veya yaşayacağımıza ilişkin bir belirti yok? Dünkü yazımızda dedik ki, eskisi gibi bir rüzgar esmiyor!
İşte bu rüzgârsız koşullardır ki, Cindoruk-Demirel'i umutlandırmıştır!
Ciddi, eskinin başarısızlarından arınmış, neden başarısız olduklarını açıklayıcı bir programla bir çıkış yapabilirler mi?
Türkiye'de siyaset kurumsallaşmış olmadığı için, bir siyasal partinin kendisini, kadrolarını, programını yenileyerek yola devam ettiğinin örneği, en azından sağ cenahta görülmemiştir!
Şuna bakın: Parti başkanlığı için bir düzine adam ortaya çıkıyor, ama Cindoruk seçilince, işi işine köylü köyüne! Cindoruk ve taban, cıbıldak ortaya kalıyorlar! Kader utansın!
Acaba, AKP'den ayrılanlar Cindoruk-Demirel ikilise mi cansuyu verecekler, yoksa CHP yükselecek mi?!
Önümüzdeki iki yıl bu sorunun yanıtı verilecek.
--
25 Mayıs 09 / Bilim ve Siyaset - Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP, Neden Ayakta?

Evet, CHP neden silinip gitmedi diğerleri gibi? Bugün bu soruya yanıt arayacağız.
Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, DSP... Bunların hepsi yıkılıp gitti. Dedik ki, perşembe günkü yazıda, yıkılıp gitmelerinde esas etken "iktidar başarısızlığı"dır. Hepsi, büyük umutlarla ve yüksek oylarla iktidara gelmişti. Bir iki dönemde nefesleri tükendi. Türkiye için kriz yaratmayacak bir ekonomi kuramadılar, krizlerle halk ikide bir yoksullaştı. Türkiye ekonomisi de büyük sermaye birikimleri gerçekleştiremedi. Liderler de fırsatını bulunca Cumhurbaşkanlığı koltuğuna tırmandı, partileri de seçmen tarafından tam tasfiye edildi... Yerlerini AKP aldı!
ANAP, Anavatan ve Doğruyol... Cindoruk, şimdi bunlardan bir şey inşa etme çabasında... DSP çırpınış içinde.. Bu konuyu sonraki yazıda inceleyeceğiz. Şimdi CHP.
***
CHP, neden ayakta, varlığını sürdürüyor?
Iki önemli neden var:
a)      CHP ülkemizin belki de tek kurumsal partisidir. Türkiye'nin kurucu partisidir. Parti liderleri her ne kadar partinin kurumsal kimliğine uygun bir kurumsallık başarımı gösterememiş, dahası, kuramamış olsalar bile, CHP kimlik olarak her zaman liderlerinden öndedir! Seçmen, 1999 seçimlerinde olduğu gibi lider başarısızlığını cezalandırıp Meclis dışında bıraksa bile (% 8,7 oy), CHP'nin kimliği hep önde seyretmiştir.
b)     CHP'nin ayakta kalmasının diğer önemli bir nedeni, 1950'den sonra diğer sağ partiler gibi uzun süreli ve tek başına ülkeyi yönetmemiş olmasıdır; kısa süreli koalisyonlara katıldı, bu da toplam 3 yılı bulmaz. Ecevit liderliğinde Ortanın Solu programıyla CHP büyük bir rüzgar estirti ve 1973 seçimlerinde ilk kez % 33.3'le en çok oyu alan parti oldu. Ancak kısa süreli MSP ile koalisyon kurdu ama iktidar olamadı. 1977 seçimlerinde de Kıbrıs müdahalesinin rüzgarıyla ve Birinci Milliyetçi Cephe hükümetinin ülkeyi sürüklediği felaketlerden bunalan halkın desteğiyle, yüzde 41,38 oy aldı, ama yine iktidar olamadı! Transfer milletvekilleriyle kurulan rezalet hükümet de kısa sürede çöktü.
CHP kimliği ise, 1990'lardan sonra bölündü, belki de yarısından çoğu Ecevit'in DSP'sinde yaşadı. Seçmen yine son bir hamle ile Ecevit'i en çok oy alan parti yaptı, ancak 1999'da kurulan üçlü koalisyonun büyük başarısızlığı, böylece CHP'nin Ecevit kişiliğinde süren macerasını da kesinlikle bitirdi. Sonuç: DSP'nin diğer sağ partiler gibi tasfiyesi!
CHP yine kendi esas kimliğiyle politikaya geri dönmüştür.
***
Şu soru sorulabilir: Tarihsel kurumsal kimliği CHP'yi ilelebet Meclis'e taşır mı, ana muhalefet partisi olarak tutar mı, iktidar olmasına yardımcı olur mu?
Bu soruların hiç birine olumlu yanıt vermek mümkün değil.
Şüphesiz CHP'nin tarihsel kimliğine gönülden bağlı bir seçmen kitlesinin varlığını sürdürmesiyle henüz bir iki nesil daha partiyi götürebilir. Ama bu partiyi iktidara taşımaya yetmez, bir süre sonra Meclis'e sokmaya bile yetmez!
Çünkü insanlar değişiyor, ihtiyaçlar değişiyor...
Parti hem yönetici kadrosunu hem programını ciddi olarak yenileyemezse, atıl ve ruhuhu yitirmiş alt kadroların elinde sürünürse, CHP'den bir şey çıkmayabilir!
Adalet Partisi ve Demirel, 1973'e gelinceye kadar başarısızlığını kanıtlamış bir parti olmuştu ve böyle bir ortamda CHP yeni bir ruh ve programla yükselmişti! Aynı şekilde, DSP'nin yükselişi de benzer koşullarda gerçekleşmişti!
Ancak CHP'nin bir AKP başarısı göstermesi için, 1977, 1999 rüzgârından daha büyük bir rüzgar yakalaması gerekir.
Bu rüzgarın ışığı henüz yok. Zamanın ruhu henüz parti liderliğinde ve içinde esmiyor...
AKP'nin başarısız olabileceği koşulları beklemek, aynı zamanda CHP'nin olası iktidar başarısızlığına zemin hazırlamak olabilir ancak...
-- 24 Mayıs 09 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Siyasette Kalıcılık,
DSP, DYP, ANAP ve CHP


İki yeni siyasi durum yaşadık: DSP'ye yeni Başkan seçildi, Masum Türker'e başarılar dileriz. Ve Hüsamettin Cindorduk "orta sağ"ı toparlamak için kolları sıvadı, Anavatan'la birleşmeyi ilk hedef koydu. Kolay gelsin...
Ecevit CHP'den ayrılarak DSP'yi kurdu. CHP'den hoşnut olmayan seçmenlerden de önemli ölçüde oy alarak, iktidara ortak bile oldu. 1999 seçimlerinde tepe yaptı, yüzde 22 oy aldı, iktidarda denendi, 2002 Kasım seçimlerinde oy oranı 1,22'ye düşerek, Ecevit henüz sağken büyük bir yenilgiye uğradı. 2007 seçimlerinde CHP ile ittifak yapmasaydı, dostlarımız hoş görsün, bugün belki adı bile unutulmuş olabilirdi!
Soru: Neden böyle oldu?
***
"Neden böyle oldu?" diye soracağımız bir siyasi çizgi de, Demirel- Özal partileridir. Yani Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisi ile ANAP (Anavatan Partisi). Seçimlerde bu partiler de eridi ufaldı, yerlerini dinci AKP'ye teslim ettiler!
Neden böyle oldu sorusuna genel bir yanıt verilir: Askeri darbeler siyasi hayattaki sürekliliği kesintiye uğrattı.
Bu ne kadar doğrudur? Şimdi 1983- 2009 arası, kesintisiz yıllara bakalım:
***
Demirel'in Adalet Partisi, 1960 öncesi Demokrat Parti'nin devamı olarak kuruldu. 1980'de, bir "siyasi, askeri dehâ (!)" (*) bütün partileri kapattı. AP, Doğru Yol Partisi olarak devam etti!
1991, 95, 99, 02 ve 07 seçim sonuçlarına bakalım: (yüzde ve düz olarak): 19, 27, 19, 12, 9 ve 5... Giderek azalan bir oran.. yokoluşa gidiş.
Parti, 95 seçimlerinde yüzde 19 oy aldığında, Demirel Cumhurbaşkanı olmuştu, Çiller başbakandı! Son seçimde Mehmet Ağar Başkandı ve partinin adını Demokrat Parti'ye dönüştürerek yeni bir imaj denedi, ama seçmen bu siyasi takımı çoktan bitirmişti.
***
Gelelim ANAP'a. Askeri cuntanın desteğiyle 1983'te kuruldu. Özal'la iki dönem 83 ve 87'de yüzde 45 ve 36 oyla iktidar oldu. Özal Cumhurbaşkanı oldu, Mesut Yılmaz'la katıldığı 91, 94, 99 ve 02 seçimlerinde azalan bir oranda, yüzde 24, 19, 13 ve 5 oy aldı ve tasfiye oldu!
***
Bu tabloya bakarsak, "askeri darbeler siyasal yaşamı kesintiye uğrattığı için partilerin sürekliliği de olamıyor" biçimindeki tezlerin, "ana neden" olarak anlamsızlığı ortaya çıkıyor!
***
83'ten bu yana 26 yıllık süre içinde, DSP dahil bütün bu partiler askerlerce değil seçmenlerce "yokedildi"!
Siyaset bilimi ve sosyolojisi açısından, iki ana neden üzerinde durulabilir:
a)      Bütün bu partiler, genellikle, kurucu –güçlü, karizmatik- liderleri partiden çekilince, yapılan bütün seçimlerde oy kaybederek adım adım yokoldular. (Buradan bir ara- sonuç çıkartılabilir: Lider partileri, lider partisi olarak kaldıkları ve kurumsallaşamadıkları sürece, kökleşemez ve çökebilirler.)
b)     Bu partileri meclis dışına iten ana neden, aslında, iktidarda gösterdikleri başarısızlıklardır. Örneğin, Süleyman Demirel ve Turgut Özal, Cumhurbaşkanlığına sıçramasalar ve partilerin başlarında kalsalardı, ilk seçimde düşüşleri sürecekti! (Özal'da düşüş başlamıştı.) Bu görüşü Ecevit'in durumu destekliyor: DSP'nin başındayken, 2002 seçimlerinde yüzde 1,2 oy aldı! Tarihin gördüğü en hızlı seçmen tasfiyesi! (Bugün bir şans var mı?)
***
Denklemin dışında tek parti var: CHP... Cindoruk'un şansı ile birlikte, başka bir yazıya...

(*) Bir arkadaşım onu bugünkü Kürt ayrılıkçılığının mimarı ve "en büyük bölücü" olarak görüyor!
-- 21 Mayıs 09  / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Ne Yapmalı?

İnsanlar yerinde duramıyor, çıkış yolu arıyor. Hiç bu kadar umutsuz ve çırpınış içinde insan çokluğuyla karşılaşmamıştım. Çeviren soruyor: Ne yapmalıyız? Bu köşe, olayların- olguların biraz derinliğine ve arka planına bakarak ne yapılabileceğine ilişkin fikir oluşturmasına yardımcı olmanın ötesinde, ne yapabilir?
Yine de bir şeyler söylemek gerekirse...
***
1)  Toplum büyük bir dinamizm içinde. İnsanlar hareket, yol göstericilik, önderlik istiyor ve bekliyor! Çünkü, Cumhuriyet’in kazanımları belki de tarihin hiç bir döneminde bu kadar tüketilmemişti! Dincilik, dinci siyaset, toplumu bu kadar sarıp sarmalamamıştı; dinci tehdit bu kadar büyümemişti; Anadolu ve büyük kentlerde yaşam, fiilen dinci baskının ve dinci yaşam biçiminin bu kadar büyük etkisi altına girmemişti; “laik düşünce” neredeyse “yeraltında yaşam”a dönüşecek!
2)  Muhalif dinamizmin önemli bir kısmı, CHP’yi yetersiz buluyor, çünkü CHP ile birleşemiyor! Veya CHP bu dinamizm ile birleşemiyor. Bu nedenle yeni arayışların arkası kesilmiyor. Toplum, birleşik hareket istiyor. Bu bağlamda örneğin Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (USTKB) Cumhuriyet Değerlerini savunan tüm siyasi partilere, yerel seçimlerde her il ve ilçede tek bir yurtsever ortak adayla seçime gidilmesi” çağrısı yapıyor. Örneğin Oktay Ekinci gibi yurtsever adayların ardında, bütünleşmeler yaşamak istiyor! CHP’nin salt Ankara değil, bütün il ve ilçelerde AKP’yi belediyelerden indirmek için büyük heyecana liderlik arzuluyor! Çünkü, belediyeler AKP’nin seçmenle birebir ilişkisini sürdürdüğü en önemli yerler!
3)  CHP’yi sadece TV ekranlarında değil, alanlarda, mitinglerde, konferans salonlarında da görmek istiyor. Kılıçdaroğlu’nun rakiplerini perişan eden çalışmalarını alkışlıyor, iktidar altında yaşanılan kepazeliklerin ortaya çıkartılması çok iyi. Şimdi bunların siyasi “yumruklara” dönüştürülmesi gerekiyor! İktidarın büyük açıkları bir iki yüklenmeyle ortaya çıkartılabiliyorsa arkada buzdağları var demektir!
4)  CHP ekonomik krizi kullanamıyor! Bu konuda yeni açılımlar zorunlu. Ülkemizdeki yoksullar, muhalefetin mi yoksa iktidarın mı yolunda?! CHP, dünya ekonomik krizine, bu krize yol açan yeni liberalizmin ülkemizdeki tahribatına karşı ne düşünüyor? İşsizliğe karşı heyecan uyandıracak çözümleri nedir? Ulusal sanayiyi güçlendirmek, ülkenin kronik ve sürekli kriz yaratan ekonomik yapısını düzeltecek, ekonomi politikaları ve stratejik yaklaşımları nedir? Bilgi ekonomisine geçmek, katmadeğer yaratan büyük ve önemli üretim sektörleri yaratmak için düşünceler ve programlar var mıdır?
5)  AKP’nin ülkedeki tahribatlarını nasıl tamir edecek, gidereceksiniz? CHP, AKP’nin savunduğu gerici, laiklik ve Cumhuriyet düşmanı, ulusal ne varsa hepsini yok eden düşüncelerle kıyısından köşesinden uzlaşarak değil, ileri demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerini de daha geniş boyutlarda savunarak yeni ve büyük bir siyasi dalga yaratabilir! Korku ve uzlaşma değil, cesaret ve ileri düşünceler insanları dağlara taşlara karşı seferber edecektir! 
***
Ne yapmalı mı? Şüphesiz bütün siyasi toplantılara katılmalı! Sesinizi duyurabileceğiniz her yerde bulunmalı! Okumalı, okutmalı, fikirleri yaygınlaştırmalı, iyi gözlemci olmalı, herşeyi paylaşmalı, karamsarlık değil umut yaymalı; Ergenekon gibi, toplumu susturmaya yönelik kaba tehditlere meydan okumalı, düşünceler saklanmamalı...
İktidar ve yarattığı “liberal aydın” destekçilerinin, küresel ve yerel yeni liberalist düşünce ve uygulamalarıyla, ulus ile ırkçlığı birbirine karıştırarak, “milli olan” herşeyi “başkaları adına” yıkmak için giriştikleri bütün saldırılara karşı sağlam durmalı!
Ulus’u yıkmak için öncelikle Atatürk’ü alaşağı etmeye yeltenen yeni liberal büyük gericiliğin burada bir geleceği olmamalı!
Turgut Özakman’ın bilimsel- ve olguların tarihçiliği karşısında, şimdi hoşgörü dilemeye başlamış olsalar bile, onlar, son 6 yıldır yaşadığımız AKP’li ve Fethullahlı zamanın ruhunun karanlık dehlizleri arasında kendilerini saklayamamalılar!
--
23 Aralık 08 / Salı – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP, Çarşaf, Ve..

Baykal’ın “çarşaflı” veya başı örtülü, türbanlı kadınları gösteri halinde partiye üye kaydetmesine eleştiriler berdevam! Şüphesiz tartışılacak konu. Bunca kamplaşan Türkiye’de, bazı kesimlerin böyle bir gelişmeye itirazlarını sürdürmesini anlıyorum. En önemli itiraz da şüphesiz, türban simgesinin, AKP’nin kadınları toplumsal olarak türbanlama politikalarının bir parçası olması... Ancak itirazlar aşılır, türbanın bir alet olmasından çıkmasına da hizmet edebilir, CHP’nin yaklaşımı...
Baykal’ın başı örtülü veya türbanlı kadınlara bu açılımı politik olarak doğrudur. Dinlerin tamamen erkeklerce yorumlandığı ve kadınlara dayatıldığı, dinci erkek çıkarları ve egemenliğinin korunduğu (Bkn: Türban: Kadın Sorunu mu, Erkek Sorunu mu, Cumhuriyet Kitapları) bir toplumsal alanda, kadınların üzerindeki baskı katmerlidir.
Kadınlar toplumun iki kat ezileni, sömürülenidir. En çok isyan etme hakkına sahip olan, en çok isyan etmesi gereken toplum kesimidir!
Bu nedenle, kadınların (türbanlı türbansız!) siyasi olarak en çok aktif olması gereken örgüt, sol ve sola yakın olandır.
Sol, özgürlükçü olması gereken yapısı gereği, kadınlara birey-yurttaş olmanın yolunu açar, yani açması gerekir!
Kadınların hepsinin potansiyel olarak solcu olduğunu kabul ederim! Sorun, farkındalık oluşmamasında, kadınların kendileri için sınıf oldukları bilincinin, emekleme aşamasında olmalarında!
Tutucu, tutuculuğu kadim gelenek ve doğmalarla katmerleştiren AKP ve benzeri partilerde kadınların ne işi var?
Olaya bu açıdan bakıldığında, türban, çarşaf gibi sorunların nihai çözümünün adresi de sol örgütlenmelerdir! CHP’nin buna sahip çıkması da çok doğaldır!
***
Fakat, sanırım Baykal’ın bu açılımına ana itiraz, Baykal’ın oy tıkanmasındaki çözümü, sağcı siyasetçileri vitrine koyan anlayışlara sarılmasınadır! Baykal, şüphesiz ki “soluna” da bakıyor! DSP ile ittifak, Karayalçın’la anlaşma vb. Fakat esas çizdiği manzara, merkez parti konumu: “sağa da açığım, sola da!”
“Türbanlı kadın üyeler” konusunu ayırarak, eleştirilecek olan bu tutumu öne çıkarmak gerekir! Bazılarımız “yanlış denizlerde” kulaç atıyor!
Çok bilinen bir politik kuralı anımsayalım: Bir sol parti “sağa açılarak” oy toplayamaz! (CHP vitrinine konan pek çok sağcı politikacı, güçlü oldukları yerel illerden seçilemedi!)
CHP gibi, gücünü geçmişinden alan bir parti hem sağ hem sol diyerek de, bugünkü Türkiye koşullarında yüzde 20’leri aşan düzene muhalif oyları toplayamaz... Ama bunun tersi biraz doğrudur: Bir sağ parti, merkez ve solun kıyısında duran oylardan pay alabilir (Özal vb)
***
 CHP liderliğinin yapması gereken, sağcı politikaların Türkiye’yi çıkmazlar içine (dinin alet edilmesi, ekonomik çökmeler, geri kalmışlıklar, yoksulluk, vurgun, hırsızlık, eşitsizlik, eğitimde gerilik vb) soktuğunu göstermek ve sol, özgürlükçü, şeffaf, katılımcı, daha eşitlikçi ve demokrasiyi özüyle benimseyen politikaların Türkiye’yi bu badireden kurtarabileceğini ortaya koymaktır!
Ve ciddi ve gerçekçi çözümler üretebilmektir.. (CHP’nin her telden çalan ve herkesi avlamaya yönelik seçim programının içi boştur!)
CHP, bugün iktidar olsa, neyi ve kimlerle yapabileceği konusunda, bir kapasiteye sahip değildir; sanırım AKP kadar bile bir “ekonomik- başarı” sağlayamaz! İktidarı bırakır gider, demek istemiyorum!?
Seçmen kalıp, katı değil. 20 yıllık geçmişe bakarsanız, kimleri iktidara getirdiğini, kimleri kovaladığını ve çökerttiğini çok iyi görürsünüz!
Yeter ki, gerçek iyinin, gerçek güzelin, gerçek umudun ve gerçek başarının kokusunu alsın!
---
Okur Notu: Abdullah Ergüden: "CHP, Çarşaf,  Kürtler" köşe yazınızda doğrusunu yazdınız. CHP'yi eleştiren “solculara” anımsatırım: Lenin'e "Bir papaz partinize üye olabilir mi”? diye sorarlar. Yanıtı: "Partimizin programına sadık kaldıkça tabi olur. Kilisede dini görevini de yapabilir. Kilise dışında da parti programına aykırı davranamaz."
--
27 Kasım 08 / Perşembe – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP, Çarşaf, Kürtler...

Doğrusu çok da ilgilenmedim, Baykal’ın çarşafa benzer giysili kadınları CHP’ye üye kaydetmesine... CHP’ye yönelik, bunca türban ve laiklik tartışmasından sonra, pek çok kimsenin “hiyjenik” bir parti talebini anlamak mümkün. Ama CHP’yi hep eleştirenler ve başka bir partide örgütlenilmesini önerenler için de bir eleştiri fırsatı!
Bir kitle partisi hijyenik olamaz, siyasi görüş, çıkarlar, gelecek beklentileri, umutlar ve tasarımlar, bir kitle partisine yönelişi tetikler. Doğrusu, bu kadar kıyamet koparılması gerekmiyor!
Bir türbanlı da, “CHP ilke ve politikalarına gönülden bağlıyım!” ciddiyetiyle partiye gelebilir! Parti bu insanları içine alarak da onların dönüşümünü gerçekleştirebilir. Bu noktada CHP’yi anlamaya çalışıyorum, “halkın inancına saygısız, dinsiz imansız parti” biçimindeki namussuz siyasetin propagandası o kadar ayyuka çıktı ki, küçük bir gösteri ile buna yanıt vermek istediler!
Abartmayalım! “İlkeleri çiğnemeler, laikliği çöpe atmalar, savunduklarına aykırı davranmalar, dini siyasete alet etmeler... Bütün bu suçlamalar, Allahaşkına ne kadar inandırıcı?
Bir bardak içinde fırtına koparmaktansa, esas fırtınanın koptuğu denize bakalım!
Deniz, yani halk ve seçmen!..
CHP muhalefeti nasıl örgütleyecek, öfkeyi nasıl yönlendirecek, işsizler hakkında ne düşünecek, batan- kapanan şirketler için ne söyleyecek, bunalan halka çıkış yolunu nasıl gösterecek? Yolsuzluk belgesi açıklamak iyi güzel... Ama, AKP toplum üzerine o kadar büyük bir ağırlıkla çullandı ki, sarsıntı derin; bu nedenle CHP’li, sol, sosyal demokrat kitlenin korkularına yanıt veren, umut ve güven ateşleyecek, sinerji yaratacak politika bekleyişleri karşılık bulmayınca, tepki de şiddetli oluyor!
Beklentiyi tarif edeyim: Sistemik, esaslı, vurucu, çökertici, kitleleri uyandırıcı, bitmez tükenmez bir çalışma!
Ne yazık ki, CHP’de yukarıda ve aşağıda böyle bir anlayış ve parti örgütü görülmüyor, varolan bazı örgütlerin de çalışmaları farkedilmiyor.
Kılıçdaroğlu, yalın kılıç nereye kadar gidebilir?
***
CHP Kürtler arasında neden yok? CHP’nin bir zamanlar kalesi olan Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da neden sıfır çekiyor?
Neden Kürtlerle ilgili politika, DTP ile AKP’ye terkedildi?
Skytürk’te iyi hazırlanmış Kürtler üzerine programı izlerken, Onur Öymen, çaresiz duruyor! Bir zamanların kartkurtçularının bile bugün geldikleri yerin gerisinde bir parti! O kartkurtçular ki, sorunu bu boyutlarıyla bu noktaya taşıdılar!
Öymen, soruya yanıt olarak, Kürt sorunu karşısında tutumlarını açıklıyor: Parti meclisini Diyarbakır’da toplamışlar! Orada Kürt liderleriyle konuşmuşlar ve parti meclisinde çok sayıda kürt kökenli arkadaşları varmış!
Böylece CHP’nin Kürt politikasını anlamış olduk! Şüphesiz, neden seçimlerde Kürtlerle birbirlerini karşılıklı silip attıklarını da!
CHP’nin iki arada bir derede duruşu, Türkiye’nin temel sorunları karşısındaki tutumunu da özetliyor.
Gelinen noktada cesaretli bir çıkışla, Kürtlerin demokratik taleplerine açıkça, sorumluluk alarak sahip çıkmak ve dahası bunun liderliğini yapmak, CHP ve ülkeye kazandırmaz mı? Her türlü insiyatif AKP’nin elinde! Bunun rahatsızlığını duymuyorlar mı?
Doğrudan, bu ülkenin Kürt yurttaşlarını CHP politikalarına çekmek, sertliği ve cepheleşmeyi bölerek, demokratik bir CHP programını bölgede odaklardan biri yapmak, bu ülkenin birliğine hizmet etmez mi?
Dilleri ve kimlikleri nedeniyle mağdur edilmiş bir etnik grubun demokratik hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak, CHP’yi güçlendirmez mi?
CHP, kendi içindeki fikirsel engelleri aşabilmek için, acaba Kürt meselesinin hangi düzeylere gelmesini bekliyor, merak ediyoruz...
CHP, TV nutuklarıyla AKP’yi yıkamaz!
Bunun için sahaya inmeli, topraktaki ateşlerin üzerinde yürümeye başlamalı!
--
23 Kasım 08 / Pazar – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Karadelik, Erdoğan ve CHP

Gazete köşe yazarları için bulunmaz bir ülke Türkiye, hele hele ülke yöneticileri! Her gün size en az 5 konuda yazı malzemesi çıkar! Eğer ilgi alanınız genişse, bunu 10 konuya çıkartabilirsiniz! Ama, bütün bu karmaşa içinde mümkün olmayan bir şey var: Kendi “yazı programınızı” oluşturmanız, veya böyle bir programı izlemeniz zor!
Çünkü, karadelik gibi ülkeyiz! Kendinizi kurtarmak istiyorsunuz, ancak inanılmaz bir kuvvet sizi içine çekiyor! Uzaydaki karadelikler öyledir, yapısı o kadar yoğundur ki, çevresindeki her şeyi, ışığı bile yalar-yutar; ışık eğer “uzaktan geliyorsa”, karadeliği “görünce” yolunu değiştirir, bükülerek çevresini dolanarak kurtulur ve uzaydaki yoluna devam eder! Karadelikler uzayda gözükmezler, varlıkları, ışığı bükmelerinden anlaşılır, bir de herhalde yakın çevrelerinde, kendilerinden farklı bir şey bulunmamasından!
Aslında karadeliğin İslam kültüründe adı var: “Gayya kuyusu”! Cehennem’de günahkarların içine atıldıkları uçsuz bucaksız yer! Türkçe’de “Dipsiz kuyu” da vardır! Dolmak (veya doymak!) bilmez bir yer! Örneğin ülke, “rüşvet” için de, “yolsuzluk ve talan” için de bir karadelik veya dipsiz kuyudur!
Çeşitli dönemlerde ülkemizde, “farklı karadelikler” ortaya çıkabiliyor. Şimdi ise en büyüğü ve tüm Türkiye’ye egemen olanı iktidar ve başı! Partisi ve çevresinin nasıl bir dipsiz kuyu olduğu, aslında biliniyordu da, şimdi somut ortaya çıkıyor. Demek ki “karadeliklerden” dışarı sızıntılar olmaya başladı! Doygunluk hali mi?
Zaten, astrofizikçiler de “karadeliklerden ışıltı sızıntısı”-altın ışıması gibi- olduğunu sonradan keşfetti! Yani ne kadar karadelik (veya kara-kutu) olursan ol, dışarıya bir şeyler hep sızar!
***
Başbakan, son zamanlarda karadelik gibi “insanı” üzerine çekiyor... kurtulmanız zor! Mutlaka, “içine” düşüyorsunuz! Ve yazarak kurtulabilirim diyorsunuz! Ama, sabun köpükleri arasında dolaşıyorsunuz, içinde dişe dokunur, memleket meselesi olabilecek kırıntı arıyor, konuşmalarını eşeliyorsunuz... Sinirlenen yine siz oluyorsunuz! Tam kabak tadı!
Yok yok, kabak tadından kastettiğim, Erdoğan’ın ülkemizde özgürlük, basın özgürlüğü, yandaş kayırma vb konularındaki fikirlerini hür ve özgürce dile getirmesi değil! İçinde tuttuklarını dışarı dökmesi çok iyi, nihayet 5 yıldır yazıp çizdiklerimiz ete kemiğe bürünüyor: Bir karadelik ışıması yaşıyoruz!
Sinirlendirici yönü, politikacı kalitesi! Doğru olmayan şeyler söylemesi, eğer bilerek yapıyorsa da, çevresi yanıltıyorsa da, bir polemik (sert tartışma!) değil.. başka bir düzey, nasıl söylese! Politikanın polemikçi düzeyinin de hep yüksek olanını arzulayan bir insan olarak, karın ağrısından kıvranıyorum!
Erdoğan ve partisi zor durumda! Zorlandıkça saldırganlık artıyor. En son dünya basın kurumlarına çatması eksikti! Bir de "Allah'tan Türkiye'de bağımsız gazete ve TV'ler var da, millet gerçekleri oradan öğreniyor" demesi yok mu! Tam bir biçak darbesi gibiydi! 5 yılda oluşturduğu yandaş medyası için söylüyor, bu “tarafsız basın” lafını!
Bu lafı üzerine, Erdoğan’ı tamamen silip attım!
Burada size, onun ve çevresinin yargı için de “tarafsız yargı” isteğini anımsatırım. Biz “tarafsız yargı”dan ne demek istediğini burada anlattık, ama aydından uyduruk takım hiç bir zaman anlamadı!
***
Gelelim CHP ve diğer muhalefet kurum ve kuruluşlarına: “Karakutudan” patlayan bombaları, AKP’yi, Erdoğan’ı götürür bir niteliğe dönüştürmek gerekir.
Burada iletişim olayı işin içine giriyor!
Araştırmalara bakınca, oy veren kitlenin yüzde 50’si “olaydan habersiz”! Çünkü, halkımızın kültürel- güncel iletişim gücü, bunun için yeterli donanımda değil!
O halde, CHP ve diğerleri, bütün ilçelerde, dahası ilçeler içinde çeşitli merkezlerde, kahvehanelerde, insanlarla bire bir ilişkiye girerek “bilgilendirme- aydınlatma” toplantıları, konuşmalar tartışmalar düzenlemeli! Kısa ve öz hazırlanmış dosyalar dağıtmalıdır! Muhalefeti tabanda büyütecek budur!
CHP ve diğerleri için, ülkenin, halkın en ince kılcal damarlarına inme zamanıdır... damarlar genişlemiştir!
Günümüzde iktidar savaşı, yüksek bir iletişim becerisi gerektirir! Bunu yaptınız yaptınız; profesyonel bir destek ile örgütlenmeyi başardınız başardınız; yoksa Erdoğan ve şürekası tepenizde ve tepemizde!
--
16 Eylül 08 / Salı – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Umut Işığı?

Hiç beklenmedik bir “durum değerlendirmesi” yansıdı kulislerden gazetelere. Baykal demiş ki “CHP’de hantal bir işleyiş var, parti bu yapısıyla gitmiyor, bunu değiştirme görevi bize düşüyor. Parti çalışması ve yetki kullanımında, yerel yönetimlerde sorumlu görevli kim, işin sahipleri kimler belli değil..” Baykal, program ve tüzük çalışması yaptıklarını ve bunları tartışmaya da açacaklarını belirtmiş.
Bu CHP için bir umut ışığı mı? Umarız öyledir... 
Baykal ve CHP yönetimi, bir iktidar yürüşüyü başlatmak ve geleceğe kurumsal bir örnek yapı devretmek istiyorlarsa, işi çok ciddi ve sıkı tutmalı. Önlerinde zaman var...
Örneğin akla ilk gelen, Türkiye çapında parti örgütlerinin bağımsız bir denetim şirketince, seçmenle de interaktivite içinde, net ve nesnel bir fotoğrafını çektirmektir. İkincisi, parti yönetimine egemen olması gereken vazgeçilmez ilkeler saptanabilmeli ve bir kültür yaratılabilmeli.
Bu kültür, şüphesiz ki, öncelikle bilimsel düşünmeye, davranmaya, demokrasiye dayanmalı. Partinin temel siyasetleri dikkate alınarak, “kapalı” siyaset ve ideoloji değil, “açık” siyaset ve ideoloji egemen olmalı. Buradan kastedilen, partinin kendi dışındaki düşünce odaklarıyla-toplumla zengin biri düşünce alış verişini gerçekleştirecek bir ruh, bir kültürel alış veriş mekanizmasıdır. “Açıklık” sürekli yenilenme getirir! Parti toplumla da ritmik nefes alış veriş içinde olması gereken bir öncü güçtür!

Halkta CHP’nin güçlü bir rüzgar estirmesi beklentisi var! Şüphesiz ki örgüt silkelenmeli! Şüphesiz ki, örgütü yönetecek beynin, çok kapsamlı, çeşitli sektör, cinsiyet, yaş ve sınıflara yönelik çok başlı ama sinerjik bir yapıda örgütlenmiş olmalıdır. (1 Ekim 06 tarihli Baykal başlıklı yazımı anımsadım).

Ancak, taban yapısını “sıfır” kabul ederek, halka–seçmene dayalı tamamen yeni bir ilişkiler zinciri ve hiyerarşisi bile gündeme gelebilmeli... Kucaklayan bir CHP!...

--
Not: 1: Prof. Dr.-Ing. V. Doğan Sorguç (özetle): "Parti Geleneği ve CHP" başlıklı yazınızda Parti’de demokratik davranış eksiğini dile getiriyorsunuz. Kanımca tüm yönetim yetersizliğimizin temelinde bu kültür eksikliği yatıyor. Demokratik davranmak için ciddi genel kültür ve endüstri terbiyesi geleneği gerekir. Ciddi lise eğitimi konusu olan genel kültür; merak, araştırma ve öğrenme isteği sağlar. Endüstri terbiyesi ise işbölümü, uzmanlık, işbirliği, ortak hedef, (dikey) organizasyon, standart kavram ve uygulamaları öğretir. Zengin ülkelerdeki demokrasi, bu gelişimin sonucu. Türkiye buna, büyük Atatürk ile başlamışsa da, kısa sürede liselerini rayından çıkardı ve lisansçı sanayiin ötesine geçemedi. Her iki eksiklik Türk siyasetini 2 temel ideolojiden yoksun bıraktığından, siyasi partilerimiz "lider" ve etrafındaki bir küçük çekirdeğin hegemonyasındaki "kitle partileri" görünümünde. Münih Teknik Üniversitesinde sosyoloji hocamız "demokrasinin 30 tür tanımı var. Geri ülkeler, en gelişmişlerinkini alıp, ellerine yüzlerine bulaştıracaklarına, kendilerine bu yolda uygun bir düzen kursalar, çok daha başarılı ve mutlu gelişebilirler" demişti. Bu konuda kuşkusuz ilk akla gelen, partilerin kurumsallaşmasının sağlanması, milletvekili adaylarında asgari standardın (ÖSS örneği) aranması vs. Türk siyasetinin geldiği nokta bunu kanıtlamış olmalı.”
Not 2: David Ojalvo (Şalom Gazetesi / Perspektif Sayfası), Pazar günkü “Yağmala, Vur, Yık, Yok Et, Sat Savuştur” başlıklı yazımda “Hitler’in yüz binlerce Alman Rumenini Yahudilerle birlikte gaz odalarına göndererek yok etmesi ile Sulukule’yi yok etmek, özünde birbirinden ayrı düşünülecek olgular değil..” diye başlayan cümleye itiraz etti, özetle: “Haklı rahatsızlığınızı başta Yahudilere karşı uygulanan soykırımla aynı doğrultuda değerlendirmenizi anlamaya çalışıyorum. Elbet bir kültürün yıkılıyor olması son derece üzüncü; ama özünde Hitler’in yaptıklarıyla aynı niteliği taşıyor mu? Bu yıkımın kültürel yönü ön planda; ama II. Dünya Savaşı esnasında yaşanmış olan esas soykırımdır, “insanlığın” yok oluşudur ve ayrı olarak ele alınması kanaatimce daha doğru olur... Sulukule’de yaşananları bir “kültürel soykırım” kabul etsek dahi Hitler’in soykırımı eşi benzeri bulunmayan bir örnek... Sonuçta,”insan” yok edildikten sonra bir yerde herhangi bir “esas” da kalmıyor. Hiçbir vahşet bir diğerine referans olmamalı. Buna karşılık tarihteki olaylar ve yaşananlar ancak daha iyi bir gelecek için bize yol gösterici olabilmeli.” Ojalvo’ya katkıları için teşekkür.
Not 3: Salı yazısındaki "Ruslar ile anlaşarak, Karadeniz’de Moskova’ya bir kapı açacaktır" cümlesine, Şenol Meriç: “Rusya'nın zaten 300-350km.lik Karadeniz sahili var.”
--
4 Eylül 08 / Perşembe – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Parti Geleneği ve CHP

CHP üzerine her yazı okurda çok sayıda yankı buluyor. “CHP’ye Dokunmak” başlıklı yazıdan sonra da, yine bir dizi okur kaleme sarıldı, görüşlerinin odağında genellikle Deniz Baykal vardı! Şöyle bir yaygın görüş var: Baykal giderse, yerine yeni bir yönetim gelirse CHP düzelecek, iktidara yürüyecek, biz de AKP’den kurtulacağız! CHP’nin ana sorunu Baykal! Baykal’la bu iş olmaz!
Bu ne kadar doğru bilemem, ama sorunu esas Baykal’a bağlayan görüşlere katıldığımı söyleyemem! Baykal’ın yerine bir başka lider otursa da, benzer sorunların sürebileceğini ve yine geniş hayal kırıklıkları doğabileceğini söyleyebilirim!
Dışarıdan gözlemci ve eleştirici olarak, 3 nokta dikkatimi çekiyor.
1) Parti içi muhalefet sorunu; 2) Program, söylem ve yönelecek-yönlendirilecek kitleler; 3) Parti liderliğinin kolektif ruhu ve yerel örgütlerle ilişki ve çalışma tarzı.
Üçüncü nokta, geçen yazının temalarından biriydi, onu bir kenara bırakalım. Ama bir okura (Turgut Karabekir) verdiğim, parti içi muhalefetle ilgili yanıt üzerinde duracağım.
***
Almanya Sosyal Demokrat Parti’yi (SPD), özellikle parti içindeki liderlik değişimleri sürecini merakla izlerim ve CHP ile karşılaştırırım. SPD’de son beş yıl içinde kaç lider değişti? En az 5! Biri gelip biri gidiyor! Parti liderlik krizini henüz aşamıyor. Ama ne gam!
1) Önemli olan SPD’nin durmadan lider çıkarabilme becerisi, yeteneği, geleneğidir! SPD daha bir yıl geçmeden yeni bir liderin hazırlanma süreci içinde! Parti, aradığını buluncaya, geniş kitleleri yeniden partiye, partiyi iktidara sürükleyecek bir lider ve kadrosunu yaratıncaya kadar, bu canlılığını sürdürecek! Bu çok önemli!
2) Parti içindeki bu liderlik yarışı, bir gelenektir! Başka bir gelenek, parti içinde muhalif, farklı görüşteki partililerin hemen hepsinin, parti içinde kalmasıdır! Hemen hiç kimse, vay bana hayat hakkı yok burada, diyerek ayrılmıyor! SPD içinde yeni liberal akımın temsilcileri tarafından, “solcu” kaldığı için, partide varlığı müthiş kısıtlanan Oskar Lafontaine dışında! O da istifa edip, bugün, solcuların birleşik partisi Die Linke’yi oluşturdu ve SPD karşısında büyük bir rakip oldu! Bu hemen hemen tek örnektir!
3) CHP’den ise durmadan ayrılmalar oluyor! Ancak, ayrılanların ciddi ve güçlü bir parti-hareket yarattığını göremiyoruz! Seçimlerde hemen hemen yoklar! Bunun ülkeye özgü nedenleri şüphesiz ki vardır!
4) CHP’de liderlik mücadelesi, bir yarış şeklinde değil, büyük bir çatışma, yoketme mücadelesi biçiminde geçiyor genellikle! Birbirine partiyi dar etme politikası! Ne büyük yanlış! Bu rekabetin daha insancıl ve parti geleceği de düşünülerek normal ölçüler içinde geçmesi, muhalefetin ayrılma yerine parti içinde kalmaları gerekmez mi? (Son Genel Kurul daha normaldi!) Herkes, partiyi, kendi aktif politik yaşam süresi ile sınırlı değerlendirir ve düşündüğü için mi, böyle bir durum ortaya çıkıyor! Bizde, biraz tanınan ve sivrilen politik bir kişinin, hemen kendi partisini kurma eğilimi ve girişimi, herhalde Avrupa’nın hiç bir ülkesinde görülmez! Acaba bugün CHP’nin misyonuna talip ve sahip, bu misyonu daha iyi yerine getireceğine inanan kaç parti var ve kaç tane daha yolda var?!
4) Parti liderliği, somut olarak Baykal, muhalefete, varlığını sürdürecek olanağı tanımada ne kadar hoşgörülü olduğu da başlı başına bir sorudur!
Özetle, kurumsal olarak CHP örgütü, ben-biz-merkezci bakışın dışında davranamıyor. Partiyi, kurum olarak kişilerin üzerinde tutan, geçmişi, Türkiye ve geleceği düşünen, kişilerden ve lider adaylarından bağımsız olarak, partide bir “ortak kurumsal-tarihsel kişilik” yaratamıyor. Veya var olan böyle “kişiliğe” sahip çıkamıyor!
Bu eksikliğin, CHP içinde, ülkemizdeki demokrasi düzeyi, demokratik anlayışın kurumsallaşma düzeyi ile bir paralellik taşıdığını varsaymalıyız..
***
Son nokta, parti söylemi ve kitlelere mesajdır, ki bu ayrı bir yazı konusu...
--
26 Ağustos 08 / Salı – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

CHP’ye Dokunmak

Erdoğan Karadeniz gezisinde “hortumları” kestiğini söyledi yine! Fakat, kesilen hortumların partisine bağlandığını eklemeyi unuttu! Tam da AKP başkan yardımcılığına getirdiği adamın, yönetimde oldukları belediyelerle tezgah kurarak milyon dolarları kasalara aktardığı sırada “hortumları kestik” demesi ve oradaki yandaşlarının da alkışlarla yanıt vermesi, ne kadar demokratik ve dürüst bir siyasetçiyle ve nasıl gözükara destekçi yandaşlarla karşı karışa olduğumuzun belgesidir!
CHP yakaladığı yolsuzluk olayını, Dişli’nin dişlerini sökünceye kadar götüreceğe benziyor.
Peki, CHP’nin bu muhalefeti AKP’nin iktidarını eritmeye, rap rap rap yürüyüşü karşısında endişeleri giderek artan geniş demokratik kitleleri cesaretlendirmeye, umutlandırmaya yeterli mi? Çünkü, AKP’nin, Çankaya’daki zanlının da büyük desteğiyle bütün iktidar alanlarını ele geçirerek estirdiği bir korku var! Bazı üniversiteden tanıdıklar “bak şu belge, hazırladığın kitap için gerekli olabilir” diye makale gönderiyor, ama ismini vermekten kaçınıyor!
Üniversitelerin başına zorba kılıklıları getirebiliyorlar! Demokratları, ılımlıların değil ancak zorbaların ”temizleyebileceğini” düşünüyorlardır!?
Namuslular ve demokratlar, namussuzlar ve diktatörlük heveslileri kadar, onlardan daha çok cesur olmalı! Zorbalar, kimliklerini ve düşüncelerini saklamak zorunda kalmazken, demokratların seslerini kısma yoluna gitmeleri, ülkede her alanda estirilen iktidar terörünün niteliğini ortaya sermektedir!
Evet, bu koşullarda, CHP’nin muhalefeti ve tarzı, yeteri kadar cesaretlendirici mi?
***
CHP ile geniş demokratik kitlelerin endişeleri ve istekleri arasında bir kopukluk var.
Bu kopukluk son seçimlerden önce, Türkiye demokrasi tarihinin en büyük ve en şanlı kitlesel gösterileri olan Cumhuriyet (kadın) mitinglerinde görüldü! (*)
Bunların hiç birini CHP örgütlemedi! Demokratik kazanımlara sahip çıkmak için, kendiliğinden ortaya çıkan o muazzam patlamalar, CHP dışında gerçekleşti!
CHP istese örgütleyebilir miydi, bir soru işaretidir!
Ama, o nabzı tutamadığı bir olgudur! (O mitinglerin CHP dışında düzenlenmesinin, şüphesiz, anlamı, etkisi bakımından çok daha önemli olması, başka bir gerçek!)
Peki, CHP bugün derinleşen endişenin nabzını tutabiliyor mu?
CHP’nin AKP ve politikalarına karşı, ülke geleceği açısından ilkesel tutumlar alması başka bir şeydir; kitlelere sahip çıkması, umut ve cesaret vermesi başka bir şey.. AKP’nin politikalarını çökertecek kararlılıklar göstermek ve politikaları gündeme sokmak, iktidar umudunu çoğaltmak, hemen her alanda somut hesap sormak, özellikle CHP örgütlerini AKP’nin yerel soluk alış verişlerini dinleyecek bir niteliğe kavuşturmak, bilgi-belge akışını sağlamak, geniş çaplı yerel parti faaliyetlerine ağırlık vermek... özetle yereli her bakımdan diri tutacak etkinliklerin sistemli ve bilinçli geliştirilmesi, demokratik güçlere cesaret verecektir...
Konuştuğumuz CHP’li veya parti dışından insanlar, bunun için parti örgütlerinde, merkez- yerel ilişiklerinde geniş bir demokrasi olması gerektiği düşüncesinde!
Kendi içinde yeterli demokrasi olmadığı konusunda çok yaygın bir algılama olan bir partinin, demokratik bir muhalefeti örgütlemesinin zorluğu, dahası mümkünsüzlüğü anlaşılır bir durumdur!
CHP, ülkeyi birleştirip bütünleştirecek, güçlü muhalefet rüzgarları estirecek politikalar geliştirmeli...
En azından, toplumdaki beklentiler bu yönde!
-----
(*) Emekli olan paşalar, tamamen siviller tarafından kurulan ve geliştirilen Atatürkçü Düşünce Derneği gibi kuruluşların başlarına, yönetimlerine neden geçmek ihtiyacını duyarlar? Daha önemli soru olarak, peki ADD sivilleri, neden başlarına paşalar getirmek yolunu seçer?
----
Not: Cumhuriyet yazarı Vecdi Sayar, “İmzacı Aydınlar” yazımı, imzacı aydınlardan biri olarak köşesinde eleştiriyor. Yazımı zamansızlığından iyi okuyamamış sanırım. Birincisi, bu iyi niyeti desteklediğimi yazıyorum, ancak yaptıkları açıklamada, benim böyle bir “entelektüel” çevreden gelen toplu karşı çıkışta, beklentilerime uygun ruh, bağımsız ve tarafsız duruş, derinlik, adalet duygusu ve tutumu göremedim! Yazının özü buydu! Ama Vecdi, bu özü görmemiş! Aklı ve gözü, “aydınlar boşa konuşuyor” ibaresine takılı kalmış! Vecdi’ye bu yeterli olabilir, ama benim sorunum –sorunlarımız- farklı ve başka!
--
24 Ağustos 08 / Pazar – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

CHP ve Türkiye

Bu pazar CHP Kongresi ve Genel Başkan seçimi var. Başkan adaylarından, Parti Meclisi üyesi Ayhan Yalçınkaya ile sohbet ettik. Yalçınkaya eski Gençlik Kolları Başkanı. CHP’nin tıkanmışlıkları, partililerin ve seçmenin hoşnutsuzlukları, yeni arayışlar, kendisini Başkanlık mücadelesi kulvarına sokmuş görünüyor.
Yalçınkaya, parti yönetiminin halkla, seçmenle ve Türkiye’nin sorunları ile ilgili tutumunun değişmesi gerektiğine inanıyor. Kendisini CHP’nin solunda tanımlıyor. Yalçınkaya’nın (34) kişiliğinde, gençlerin tutucu olmayan, cesur politika ve anlayışlarıyla karşılaştığımı sanıyorum!
“Uzun soluklu” bir mücadeleye soyunduklarını, partiyi pek çok yönden “gençleştirme”ye talip olduklarını vurguluyor. “AKP’nin halkla ilişikleri”nden ders alınacak yönler var, her olayda halkın yanında olmamız, özellikle de gençlerin eğitimine özel önem vermemiz gerek” diyor ve gençlerin tarikatçılara kaptırılmasına karşı programlar geliştirilmesi zorunluluğuna işaret ediyor.
***
Baykal’ın son TV konuşmalarını özellikle dinledim. Özellikle CNN-Türk’de gazeteciler karşısında AKP ile ilgili konularda yüksek ikna yeteneğini gösterdi.
Ancak bu konuşmasında üç zayıf nokta vardı. Birincisi, Parti’nin sosyal demokrat söylemine ilişkin hiç bir mesaji yoktu. İkincisi, Parti’nin son seçimlerde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki silinmişliğini “özel koşullara ve şartlara” bağlamasıydı! Bir parti “politikasızlığı” veya yanlış politikayı “özel koşul”lara bağlayıp sıfır çekiyorsa, orada özel koşul değil tam bir yanlışlık-başarısızlık vardır! Üçüncüsü, liderin parti örgütü ve halkla ilişkilerinin zayıflığı... Baykal, “Mehmet Ağar adım adım Anadoluyu dolaştı da ne oldu, günümüzde kitle iletişim araçları artık bunu gereksiz kılıyor” gibisinden gerekçeler gösterdi!
Bunları Yalçınkaya’ya soruyorum:
Diyor ki: “Sayın Baykal ikna edicidir ve iyi bir hatiptir... Sosyal demokrat partinin Kürtlere sahip çıkması ve onlara yönelik özel politikalar geliştirmesi şart... Sayın Baykal, geziler ve halkla bire bir temas yerine, TV’lerden seslenmeyi uzun süredir yeğliyor. Biz bunun yanlışlığına inanıyoruz.”
Göz göze, ten tene temas ve ilişkinin yerini hiç bir şey alamaz! Bu çok etkili bir halkla ilişkiler biçimidir ve özellikle Türkiye gibi kültürel bileşimi, aile ve toplumsal ilişkileri oldukça özel bir ülkede, bu alanı neredeyse tamamen terkedip ekranın içine kapanmak?! Olacak şey değil! Baykal’a, partiye iletişim uzmanları, Türkiye’nin insan yapısı ile temel kitle iletişimi konusunda ciddi bir seminer vermeli!
Yalçınkaya, AKP’nin “parti standartları” ve aldığı İSO 9001 belgesini anımsatıyor!
CHP’yi zerre kadar bilimsel bir yapıda ve anlayışta görmüyorum! AKP’den öğrenecekleri var!
Baykal, bu bilimsel olmayan tutumuyla, bence en az yüzde 5 oy kaybettiriyor partisine! Baykal ve parti yönetimi, günde 18 saat çalışmak zorundadır! Sabah mesai 6’da başlamalı! Bir iş adamı dostum, sabah 6’ya kadar internetten gazeteleri okuyup bitirmiş ve saat 7’de de fabrikasının başında oluyor!
***
Yalçınkaya’ya soruyorum: Kongre’den sonra Baykal’ın örneğin size sahip çıkarak yanına almasını bekler misiniz? Gülüyor, pek görülmüş bir şey değil!
Neden görülmemiş olsun ki! Gençlerin farklı görüş ve bakışlarından, dinamizminden hem parti liderliğini hem partinin geleceğini yararlandırmak gerekmez mi?!
Baykal yerinde olsam şöyle yaparım: Ben yetişemiyor muyum, yetişemediğim bütün alanlar için muhalifmiş, eleştirirmiş hiç bakmam, kim varsa iddialı oldukları alanlara koştururum! Partiyi güçlendirecek herşeyi dikkate alır ve çalışmalar başlatırım...
Temel sorun: Partinin gövdesi, ana makinesi tıkır tıkır çalışıyor mu, ölçülebilir iş mi üretiyor mu, yoksa boşa mı çalışıyor? “Lafla peynir gemisi yürümez”, güzel bir sözdür! Lafla partiyi yürütemez ve iktidara yürüyemezsiniz... “Atı Alan Üsküdarı geçer”.
Örneğin, CHP, AKP’nin tüm icraatleri konusunda, hemen her hafta sayfalar dolusu raporlar-belgeler-araştırmalar açıklamalıdır! CHP araştırma haberleri gazeteleri kaplamalı, tartışılmalı, kamuyonu doyurmalıdır! CHP’de neredeyse tık yok!
Muhalefete düşen partiyi terketmemeli! Liderlik, onlara partinin dinamizmi için alan açmalı! Ayhan Yalçınkaya ve arkadaşları, diğer muhalifler gibi veya onlardan daha çok, Parti için gelecek umudunu ayakta tutan insanlar olarak görülmeli!
CHP, Türkiye’nin partisidir ve insanlarda gelecek umudunu sürekli güçlendirecek bir görünüm ve içerik sunmalıdır!
--
24 Nisan 08 / Perşembe – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP, Kürt Politikası

Nihayet doğruya yakın bir açıklama geldi Baykal’dan! İçerideki ve Kuzey Irak’taki Kürtlere karşı seçimlerden önceki “cephe” politikası, atı alan Üsküdarı geçtikten, seçimlerde Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da silinip süpürüldükten sonra, değişti! Hayret! Acaba seçimlerden önce CHP’ye egemen olan söylemin mimarları ve dolayısıyla büyük iflasın sahipleri kimlerdi?  CHP yönetimi, tanrı katında oturan kimselerden oluştuğu için, örgütüne, seçmenine, kaumoyuna özeleştiri anlamına gelecek herhangi bir açıklama yapmazlar! Birden politika değişir tepeden ve örgüt de millet de öğrenir!
***
Bu köşeyi izleyenler bilir: ABD Irak’ı işgali ile Kuzey’de bir Kürt Devleti oluşumu resmiyet kazanmaya başladıktan sonra, hayatın Türkiye’ye nasıl bir ilkesel Kürt politikası izlemesini dayattığı konusunda, politikalara ve öngörülere yer verilmişti.
Ana hatları bugün de aynıdır ve Devlet ile CHP realiteye biraz yaklaşmış görünüyor: 
1)  Türkiye Irak’ın Kuzeyinde bir Kürt devleti oluşumunu engelleyemez, engelleme politikası hem yanlış hem gerçekçi değildir! Ayrıca Kürt’ler orada zaten tarihsel süreç içinde bazen azalan bazen de çoğalan bir özerk yapıya sahiptiler.
2)  Bugünkü yeni durum, ABD’nin desteğiyle, a) Kuzey Irak bölgesinin siyasi ve coğrafi olarak hızla biçimlenmesidir... b) Petrolü denetlemeleri nedeniyle de para darlığı çekmeyeceklerdir; Amerikalılardan da bu konuda destek göreceklerdir; c) Nitekim Kuzey Irak büyük bir şantiyeye dönüşmüştür ve Türkiye’den iş adamları da önemli işler üstlenmiş durumdadır; d) Bu gelişme Kuzey Irak’ın kısa süre içinde hızla kalkınması ve cazibe merkezine dönüşmesi olgularını doğurmaktadır..
3)  Türkiye, kendi içine ve işine bakmalıdır: Diyarbakır merkezli çok yönlü ve Doğu’ya özgü bir kalkınma planı devreye sokulmalıdır. Yakın gelecekte bölgede “cazibe merkezleri” çarpışacak ve siyaset, nüfus akışları, kültür vb ortamı buna göre yeniden şekillendirecektir! Türkiye buna hazırlık yapmalı!
4)  Türkiye büyük zaman kaybetmiştir. Devlete, partilere, Askeriyeye egemen olan görüş, realitelerden uzaktı, devekuşu politikasıydı ve Askeri cepheden de şimdi bunun özeleştirilerini duyuyoruz! Asker, bilmediği bir alanda ileri sürdüğü yanlış görüşlerle ve uygulamalarıyla Türkiye’ye zaman kaybettirmiş ve terör olgusunu tırmandıracak ortamlar yaratmıştır!
5)  Biz Kürtlerle birlikte yaşıyoruz ve yaşamaya da mecburuz! Irak Kürtleri’nin de dostluğunu kazanmalıyız! Onlara güven de vermeliyiz; su da elektrik de; inşalarına yardımcı olmalıyız!
6)  Kürtlerin “Büyük Kürdistan” hayali olabilir! Bu tarihsel bir gelecekle ilgili sorundur, bugünkü koşullarda bu politikayı Türkiye’de terörle gerçekleştirmeye kalkışmalarına karşı, ülkemizin toprak bütünlüğünü, ülke birliğini, devletini, bayrağını sonuna kadar koruma hakkı vardır ve bu en doğal ve reel bir durumdur! Kürt rüyası, Türkiye açısından Kafdağı’nın ardında bile değildir!
7)  Kuzey Irak’tan Türkiye’ye karşı bütün terör saldırılarına karşı, ülkemizin kendini savunması da çok doğaldır! Bu ülke kendi yurttaşını, malını, mülkünü, sınırını koruyamıyorsa zaten devlet olarak varlığı tartışmalıdır! Onun yerini başka güçler doldurur!
8)  Türkiye, Kuzey Irak’tan gelecek her türlü saldırıya yanıt vermelidir! Kuzey Irak yönetimi, buradan kendine düşen payı da ister istemez alır, çünkü silah, savaş, operasyon pis bir iştir ne kadar dikkatli olursanız olun masum değildir!
9)  Fakat ilginç ve acı olan, AKP’nin Washinton’daki Patron’u izin vermediği için, ülkemizin bu en doğal hakkını bile koruyabilecek bir politikadan yoksun olmasıdır! İkinci acı gerçek: Kuzey Irak’ta teröre müdahalenin AKP’ye hiç bir parasal getirisi, parasal rantı olmayacağı için, sessiz sakin bir bekleyişe geçeceği ve pazarlık sürecini her zaman tercih edeceğidir.
10)        Suudi Kralı’nın, oteldeki odasına çağırdığı ve iki yanına oturttuğu iki güzide evladıyla çektirdiği fotoğraf, AKP’nin siyasi ve ekonomik duruşu ve ruhu, cinsiyeti, cibilliyeti hakkında da yeterli bir kanıttır!
Türkiye, içine girdiği bu zor dönemeçte her şeye gebedir!
---
13 Kasım 07 / Salı – Orhan Bursalı


***

CHP ve 9 Eylül

Bugün CHP’nin kuruluş yıldönümü. CHP’nin geçmişi devrimci eylemlerle; siyasal, ekonomik ve kültürel önemli kararlar ve atılımlarla dolu. Burada, benim de katılıp “Medya’nın siyasete etkileri” başlıklı bir konuşma yaptığım, Bursa CHP Gençlik kollarının iznik’teki “Parti Okulu” toplantısında, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin tarihi üzerine dersinden bazı noktaları anımsatacağım:
·               1921 Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
·               1923 İzmir iktisat kongresi büyük bir olaydır. Bir ay önce Atatürk “Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır; fakat yeni Türkiye iktisadi bir devlet olacaktır.”, diyecekti!
·     1924’de Öğretim Eğitim Birliği Yasası; Anayasa’nın kabulu ile, eşitlik, kişi dokunulmazlığı ve güvenliği, konut dokunulmazlığı, din ve vicdan, düşünce, söz, yayın, seyahat, sözleşme, çalışma, mülk edinme, toplantı, dernek ve ortaklık kurma, haberleşmenin gizliliği esası, seçme ve seçilme, dilekçe, kamu hizmetlerine girebilme, yargısal güvence hakları ve özgürlükler kabul edildi.
·     1925 Kayseri’de uçak ve motor fabrikası kurulması için Junkers Firması’yla anlaşma imzalandı ve fabrika 1926 ekiminde açıldı. Eskişehir Uçak Fabrikasında, Türk uçaklarının ihtiyaç duyduğu yedek parçaların yüzde 80’i üretilmeye başlandı. 1934 mayısında Kayseri Uçak ve Motor Fabrikasında yapılan ilk uçak, Kayseri Ankara arasındaki deneme uçuşu yaptı.
·     1926: Kişiler, aile, miras ve eşya hukuku alanlarındaki ilişkileri düzenleyen Türk Medeni Kanunu kabul edildi
·     1927: Teşvik-i Sanayi Kanunu kabul edildi; İsmet Paşa Meclis’te Eski Bahriye Bakanı İhsan Bey hakkında Meclis soruşturması açılmasını ve Yüce Divan’a gönderilmesini istedi. 1928’de ise Eski Ticaret Bakanı Ali Cenani Beyin dokunulmazlığı kaldırılarak Yüce Divan’a gönderildi; Meclis veznesindeki yolsuzluk davasından yargılanan mebus Ali Rıza Bey hapse mahkum oldu! 1929’da ise haklarında yolsuzluk iddiaları bulunan eski Bahriye Nazırı Mahmut Muhtar Paşa ile Maliye Nazırı Nail Bey Yüce Divan’da yargılandı.
·     1928: Okuma yazma seferberliği için Halk Mektepleri kuruluşu;
·     1930: Merkez Bankası kuruldu; 1933: “Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı” hazırlandı; 1936’ta ikincisi hazırlanacaktı. 1936: İş Kanunu. 1940: Köy Enstitüleri; 1945 İş Kazaları Sigortası, İş Hastalıkları ve Doğum Yardımı Kanunu;
·     1946: Çok partili rejime geçiş. 1947’de işçi ve işveren sendikaları yasası; 1949’da Emekli Sandığı
·     1960 Ordu’nun ihtilalinden sonra İnönü bir an önce demokrasiye geçilmesini istiyor.
·     1967: İnönü CHP’nin yeni politikası, Ortanın Solu’nu açıklıyor... 
***
CHP Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir. Bir ülkenin gereksinimi olan her temelde harcı vardır. Devrimci bir geçmişe sahiptir. Kökleri derindir ülkede. Bu nedenle ayaktadır; yaratılmaya çalışılan alternatiflerin neden başarısız olduğunun sorgulanması gerekir. 1960’lar ve sonrasında CHP’nin toplam iktidar zamanı, koalisyonlar halinde, topu topu 2,5 yıl kadardır. Millet, CHP’yi, Ecevit’le birlikte iktidara çok yaklaştırdı, özellikle sağcı partilerden umudunu kestiği zamanlarda. Ecevit, kendisine tanınan fırsatı hiç kullanamadı; iktidar olmak başka bir anlayış strateji ve taktik gerektirir. Merak eden AKP’yi izlesin!
CHP, özellikle son seçimlerde sağla işbirliği ile iktidara gelebileceği hülyasında! Ya devrimci geçmişine ve köklerine uygun, Türkiye’yi geleceğe taşıyacak köklü, sosyal demokrat, sol önerilerle yürüyecek, ya da müzmin iktidarsız bir parti olarak küçülecek. Bir seçenek yaratılabilse, milyonlar CHP’ye sırt çevirmeye hazır.
CHP’de sorun, daha çok yönetim ve yönelişle ilgili. Kendi içindeki muhalifleri dışlamak sorunu büyütüyor; oysa onlardan partinin geleceği, ileri atılımı, eleştirisi, rekabet ve çok yönlü fikir zenginliği olarak yararlanma, CHP içinde bir politik gelecek zenginliğini sürekli var tutmalı. Yönetimin, partiyi “rakip kişi ve düşüncelerden arındırma politikası” yanlıştır...
***
Son seçimlerde partinin “iktidar olamaması” gerekçesi ile parti içinde yine bir çalkalanma başladı. Mustafa Sarıgül ve ondan bağımsız bazı belediyeler ve guruplar hareketlendi. Bu normaldir, çünkü CHP yönetiminden memnuniyetsiz çok büyük bir kitle var.  Yönetim, kendisine rakip ve rakipler çıktığında, gösterdiği temel refleks, hemen dışlama ve parti dışına sürme!
Oysa, onları yönetime çekip, uzlaşma- ortaklıklar arayıp, enerjilerinden partiyi azami yararlandırma politikası düşünülmeli. Örneğin, beğenin veya beğenmeyin, Mustafa Sarıgül’ün “halkla ilişkiler” enerjisi çok büyük. Şişli’de bunu gösteriyor. CHP bu enerjiyi ülke çapına taşımayı düşünmüyor!
Yönetim ve muhalefetin, birbirinin başını yiyen bir parti anlayış ortamı varoldukça, şüphesiz ki bu mümkün değil! O zaman da düşman savaşlarını izliyoruz! Bugünkü gibi!
 Parti içinde politika yapma, yönetim ve yeni liderliklere kapıları açık tutma, herkesin enerjisini parti yönetiminde içselleştirme ve halka yayma anlayışı olmadıkça, CHP dışında seçenek yaratma olasılığı güçlenecek.
CHP, köklerindeki devrimci olma, bilimsel düşünce ve davranmayı, partiye ve yönetime yansıtabilmeli. Bu Türkiye için gerekli. Karşımızda çok büyük ve ciddi bir tehlike var.
Bu amaçla, bilimsel düşünme ve davranma, birinci dereceoe önemli... Acaba kim daha bilimsel davranıyor, AKP mi CHP mi?
------
9 Eylül 07 / Pazar – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

2023, CHP ve AKP

Osman Bahadır haberi göstererek “Senin Projeni AKP kaptı” demez mi! Baktım, AKP’liler “Biz Cumhuriyet’in Yüzüncü Kuruluş Yıldönümü olan 2023’e yönelik projelere başlayacağız,” diyor!  2023 yılına yönelik “Gelecek Projeleri” fikrinin tarihi, bu köşede, 2000 yılına gider!..  Şüphesiz önceleri, başkaları da bu fikri incelemiş olabilir.
Daha sonra “2023 Forum”u kuruldu, Türkiye’nin bazı sorunları kısa nefesli gündeme getirildi. Forumun yöneticileri, 2023’te nasıl bir Türkiye olmalıyız, konusuna odaklanamadılar! Ortada ne bir yayın, ne bir kitap, ne bir öneriler paketi, ne politikalar dizisi, ne de bu konuda toplumsal ve siyasal baskı için ciddi bir çalışma vardı! Alışılagelmiş konferansların gırdabı içinde bence 2023 Forum’u battı! Nedenini sorarsanız bana, ülkemizin bu temel meselesi “AB üyeliği”ne havale edilmişti, çoktaaan!
Bu köşede, hedef ve varlık nedeni olarak ülkeyi “2023’e hazırlamak” amacıyla, adıyla sanıyla bir siyasal parti kurulması önerisi bile yer aldı! Şimdi AKP millete “2023 havucu”nu göstererek uzun vadeli hedeflere oynayacak! 2023’e kadar “Yola devam, daha yapılacak çok iş var!
***
“Gelecek projeleri” hem siyasal bir parti hem de ülke için çok önemli. Birincisi, sürekliliği sağlar, ülkeyi belirli hedeflere kilitler, koşturur, yüksek bir yaptırım ve üretim gücü- sinerjisi oluşturur, umut aşılar, projelerin meyvelerini halk yemeye başlar, standartlar yükselir.... İkincisi, ülkemizi kendi gücümüzle geri kalmışlık zilletinden kurtarma yoluna gireriz; Türklere, Türkiye’ye 60 yıldır olageldiği gibi parya muamelesi yapılmasına da bir son veririz!.. Üçüncüsü ise, siyasal partiler açısından, uzun vadeli planlar-programlar izlenecek bir süreklilik sağlar...
CHP’yi Gelecek Projeleri ve 2023 hedefleri açısından ne kadar eleştirdik, önerilerde bulunduk!  Oysa CHP’nin seçimlerde “laiklik” dışında bir “ana konu”su yoktu! Şüphesiz, içinde bulunduğumuz koşullar “laiklik” konusunu kaçınılmaz olarak gündemin başına oturtacaktı... Hem “tehlikenin farkında olan” büyük kitlenin varlığı ve talebi hem de ülkemizin çağdaş-demokratik yönetim geleceği açısından!
Ancak, mesele laiklikle bitmiyor! En sonunda, iktidara gelebilmek için “halkoyu”na başvuruyorsunuz, seçmenin çoğunluğuna iktidar olmanızın gerekliliği konusunda ikna etmek zorundasınız!
Ve Türkiye gibi, 60 yıldır 18 ekonomik krizle sarsılan; kendi özüyle bir kalkınma gelişim çizgisi sağlayamamış; bugün bile ancak yüksek cari açıkla, dışarıdan ithalatla (para ve mal!) ve her an kriz tehdidiyle ekonomisini döndürebilen bir ülkeden bahsediyoruz! Ve de okul yaşı ortalama 4 yıl olan bir milletten!
Bu halkın çektiği sıkıntıları unutması mümkün mü? 1994 krizinde biz Cumhuriyet’te çalışanların maaşı, 200-300 dolara düşmüştü! 2001 krizi bütün halkı vurdu! “Bir adım ileri, iki adım geri” politikası, anlayışı veya çıkmazı, ülkeyi ve halkı perişan etti! Siyasi partilerin hepsi birer birer seçmen tarafından çöktürüldü.. 
Şüphesiz, laik düzen bir varoluş sorunudur; ancak iktidarı belirleyecek seçmen gözüyle bakıldığında bundan daha önemli varoluş sorunu da var: insan gibi ekonomik koşullarda yaşamak ve günümüzdeki standartlarıyla biyolojik varlığın sürdürülebilmesi için temel gereksinimlere sahip olmak! Bu bakımdan, CHP seçimlerde, laikliğin korunması dışında, AKP’ninkileri aşacak ikinci veya birinci kadar “ana” bir perspektif veremedi... 
***
2023 Perspektifi, Cumhuriyet’in kuruluşunda temel bir harcı olan CHP’den başka bir partiye mi yakışır! Cumhuriyet’i 1940’lara kadarki Kuruluş amaçlarına ulaştırmak ve Avrupa uygarlığını bile geride bırakmak hedefini, köklerine bakılacak olursa ancak CHP izleyebilir ve geleceğe taşıyabilirdi!
Ancak ne yazık ki CHP, Kuruluş’un bu“varoluş bakışı”nı gözden yitireli ve kaçıralı yıllar oldu!
Bugün CHP böyle bir beyinsel düşünceye yabancı; örgüt böyle bir beyinsel düşünceden eksik; konjonktürel yalpalanmalar ve her seçim döneminde günlük etki yapacak uyduruk çıkışlarla; sağa açılmanın kendisine iktidar yolunu açacağı zırvalıklarıyla, ülkeyi başka bir “Cumhuriyet”e teslim etmede elinden geleni yapıyor!
Gelecek seçimler büyük bir yenilgi olacaktır CHP için, eğer gelecek seçimlere kadar bu anlayış orada kalır ve zaman kalırsa!
-----
NOT: Bugün de Servet Olgun’dan bir “seçim hesabı”: “Resmi rakamlara göre; seçime katılım oranı % 84, burada AKP’nin oy oranı %46. Bu oranın toplam oyda payı ne? Diyelim ki toplam seçmen sayısı 1.000.000; seçime katılanlar (%84)  840.000 kişi; seçime katılanların %46’sı (AKP payı) (840.000/100)*46  veya  840.000*0,46=386.400 kişi. AKP payının bütün seçmen sayısına oranı=386.400/1.000.000=%38,64. Eğer bu rakam RTE’nin deyimiyle "azınlığın çoğunluğa tahakkümü" değilse eğer, nedir?
---
14 Ağustos 07 / Salı – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

Seçim, CHP ve Sol

CHP, rengi, kişiliği belirli bir programla mı seçimlere girdi? Bunu söylemek zor.  Deniz Baykal yönetimi hangi kesimlerin oylarına talipti?  Nasıl bir programla kitlelerin karşısına çıkıyor? CHP’ye atfedilen “solculuk”, “sosyal demokrasi” ile CHP’nin söylemi ne kadar örtüşüyor?
CHP Meclis’te ve ülkede, neoliberalizmin herşeyi “para, kazanç, satış ve ticaret unsuru” olarak gören ve programını AKP aracılığıyla sürdürdüğü şiddetli saldırıya karşı dile getirdiği bir karşı-duruş var mı? Bu saldırı karşısında en çok kayba uğrayan çalışan kitleleri kimlikleriyle, yurttaş olarak, onuruyla ayakta tutacak bir dayanışma programı söz konusu mu? Cumhuriyetin ve bütün çağdaş demokrasilerin “kimlikli yurttaş” politikası ve anlayışınının yerine AKP’nin (bütün siyasal islamcıların!) kafaca ve kesece bağımlı “sadaka yurttaş” yaratma politikası koymasına karşı, nasıl bir karşı-duruşu vardı CHP’nin?
***
Sosyal demokrasi, sol politikalar bütünlüklüdür, yani bir anlayışlar-politikalar bütünüdür. CHP, bir yamalı bohça politikasının adresidir. Büyümeyi “sağdan insan devşirme”, “sağcı söylemler” ile gerçekleştirebileceğini ve sağa açıldıkça, sağ seçmeni partiye çekeceğini ve bu yolla seçimi kazanabileceğini sanmaktadır.
Oysa bütün ana politikaların sahipleri vardır!
Örneğin milliyetçilik konusunda MHP ile yarışamazsınız. Milliyetçiliğin yükseldiği dönemlerde, bu seçimlerde de görüldüğü gibi, kendi tabanınızdaki, size güveni olmayan milliyetçi eğilimi ağır basan seçmeni de, örneğin Kürt politikasında “en kararlı!” bir duruşu sergileyen MHP’ye kaptırırsınız.
CHP’nin Kürt politikası nedir? Doğu-Güneydoğu politikası nedir? Bu konuda sert söylemler, sosyal demokrasinin ırklar, azınlıklar arasında dayanışmacı, bütünleştirici, kardeşliği vurgulayıcı anlayışıyla ne ilgisi var? CHP neden Güneydoğu’ya gidemedi? CHP neden “Türkiye’nin kitlesel partisi” olma niteliğini yitirdi bu seçimlerde? Kürt halkına Kürt milliyetçiliği ve silahlı örgütlere karşı ne gibi fırsatlar, olanaklar sundu? 
Yeni liberal ekonomi politikalarında ise AKP ile yarışamazsınız. AKP, hegemonyacı güçlerin, ABD hegemonyasının bölgedeki çıkarlarının aleti durumundadır. AKP, küresel yeni liberal ekonomi politikaların, üstelik en fazlasıyla, ülkemizdeki en iyi uygulayıcısıdır. Ülkemizde ekonomi ve politikasıyla, dış güçlerin çıkarlarına en iyi hizmet edebilecek bir başka parti yoktur. Çünkü AKP’nin çıkarlarıyla uluslararası güçlerin çıkarları, ülkemizde tam bir örtüşme halindedir. Birbirlerini besleyerek gelişecek bir çizgide yürüyorlar. “Ben biraz da yeni liberal olurum” derseniz, oradan oy gelmez, hakiki adresler varken, uyduruk markalara insan gitmez!
Buna karşılık, CHP, bugüne karşı, gerçek bir sosyal demokrat seçenek sunabilirdi ve sunabilir. Zaten CHP’nin sorunu bunu gerçekleştirememesinden kaynaklanıyor. İnsan seni ne kuş olarak görüyor (merkez – merkez sağ) ne de deve (sosyal demokrat vb).
***
Türkiye’nin yeni bir politika inşası gerek:
*Çalışanların örgütlenmesini destekleyecek, sosyal kazanımlarını koruyacak;
*Tarımda en azından hemen her türlü tarımsal verim artışını ve uluslararası talebi olan yeni ürünlerin çağdaş teknolojilerle üretilmesini hemen sağlayacak bilimsel teknik politikalar uygulayacak; ve bu yolla tarımı zenginleştirecek ve uluslararası rekabete karşı koruyacak;
*Milli gelirin dağılımındaki uçurumu ve gelirler arasındaki haksız farklılıkları giderek azaltacak;
*Ulusal (özel ve kamu) ekonomiyi uluslararası türbülanslara karşı güçlendirecek önlemleri hemen alacak; bugüne kadarki kazanımlarını istikrara kavuşturacak; yatırım koşullarını iyileştirecek; ARGE’yi destekleyecek; uluslararası pazarda payını sürekli arttırmaya yönelecek;
*AB’ye karşı ilişki  kesici değil, Türkiye’nin çıkarlarını koruyarak ilişki geliştirici; küresel ekonominin fırsatlarını yakalayıcı politikalar izleyecek;
*Ülkede solun imajını sürekli iyileştirecek;
*Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini iyileştirici bir atmosfer için çalışacak; çevremizdeki hegemonyacı politikaları güçlendirecek değil zayıflatacak; savaşı değil barış içinde sorunları çözmeyi önplana alacak;
* En önemlisi: demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini gerçekten geliştirecek politikalara şiddetle ihtiyaç var...
CHP, toplumla nasıl bir yeni diyalog kurabilecek?
Şüphesiz Türkiye zor bir ülke. Ekonomisiyle, insanıyla, insan kalitesiyle, ordusuyla, partileriyle, dinci – gerici politikacılarıyla, bekleyen krizleriyle, çevresiyle, öncü ve cesur politikacı eksikliğiyle...
CHP’nin yapısal olarak değişmesi gerekir. Bu nasıl gerçekleşir, işte bu muamma! Sırada bekleyen politikacılar mı bunu yapacak, kadınlara ve gençlere yolu açarak mı, önce ilkeler ve politikalar ortaya konarak ve buna göre örgütlenerek mi?
--
2 Ağustos 07 / Perşembe – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Seçimler: Yine CHP

Bugün, seçimler ve CHP konusunu 5 noktada tartışmak istiyorum:
1)                CHP Mİ, AKP Mİ BİLİMSEL? Demokrasi, partiler, parlamenter sistem ve seçimler (halkın oyu- onayı) bütünün parçalarıdır. Bunlar arasında en önemlisi, halk, seçmendir. O halde bir parti iktidara gelmek için milletin çoğunluğunun desteğini almak zorundadır. Bir partinin bilimsel başarısını herhalde ölçmeye kalksak, halkın ve sorunların katmanlarını ne derece incelediği ve kucaklayabildiğine bakmak gerekir. CHP’nin bir bilim ve ekonomik kurulu var; bu kurul ekonomik raporlar vb yazdı!
AKP’nin ise strateji ekibi vardı! Ama anlaşılıyor ki gayet bilimsel çalıştılar ve sürecin doğruya yakın yönlendirilmesinde başarılı oldular. İktidarın seçmen memnuniyeti demek olduğunu, halkla birebir ilişkilerin önemini çok iyi kavrayan AKP’nin her ay bir kaç şirkete durmadan anket yaptırarak halkın nabzını elinde tutması neyi gösterir?
Günümüzde “halkla ilişkiler”, “gerçek imaj” bir nolu konudur; parti ile ilişki kuran herkesle tek tek ilgilenmek, yardımcı olmak, sorun çözmeye çalışmak, herkesi partiyle ilişki kurmaya teşvik etmek, partiyi büyütür. CHP gerçekten bir “devlet partisi” havasında, aslında devlet partisi olmadığının ise farkında değil! “Halk” partisi olmaya yönelmeli! (Bknz, 1 Ekim 06 tarihli “Baykal” başlıklı ütopik yazım! Seçimlerden bir yıl önce yazılmıştı ve okurlar da orada analatılanları gerçek olarak algılamışlardı!)
2)                DIŞLAMA – KUCAKLAMA: CHP yönetimi, Sayın Baykal,  “tekleşme”, “arındırma” yöntemiyle,  partiyi “Baykallaştırma”ya birinci derecede önem verdi. AKP Erdoğanlaşabilir (tabanı buna uygundur, iyi zamanda bu iyi işler, kötü zamanda parçalatır), ama CHP Baykallaşamaz. Baykal parti içinde, partiyi yeni kanla besleyecek insanı, düşünceyi, yani rakib vb bırakmıyor. Kendi dışındakilari yutarak yoketmek, yoksulluk yaratır! Dışlayan, dışlanır! Kucak açan büyür!
Oysa parti içinde rakipler, düşünceler, kanatlar olabilmeli. Bunların düzgün ve oyunun kuralları içinde yaşamasını ve gelişmesini sağlayacak bir sistem olmalı. Kişiler tabii ki çok önemli, fakat parti, büyüme, ülke, iktidar ve gelecek çok daha önemlidir. Lider ve kadrosu kenara çekilmeyi de erdem bilebilmeli. Parti içinde bu kültür egemen olmalı. (Bknz. Alman Sosyal Demokrat Parti!)
CHP, durmadan kendi dışında odaklar yaratıyor. Partiye renk ve can verecek olanlar insanlardır. Ne yazık ki bizde de, mutlaka bir baş olma hastalığı var. Kendine üstün özellikler vehmeden veya gerçekten iyi şeyler yapan bir kimse, hemen “dükkan” açmaya yöneliyor.
3)                ÖRGÜT YAPISI: Örgüt şüphesiz ki en temel, halkla, ülkeyle, sorunlarla kılcal damarlar halinde birbirine bağlı yapıdır. Kan alıp verir, halkla simbiyotik bir ilişrki içindedir, birbirini beslerler. Bu besleme aynı zamanda, yeni kadro ve insanların partiye aktarılmasına yardımcı olur. CHP, nerede? İzlenimlere göre, CHP tam tersi bir yapıya sahip!
4)                POLİTİKALAR: CHP’ye sormak gerek: Kürtler Türkiye’ye mi ait? AKP, Irak’taki kürtlere karşı “savaş politikası”ndan kaçınarak ve onlara ekonomik yardımda da bulunarak, ve dinsel -muhafazakar örtüşme de yaratarak, DTP’nin oylarını çaldı! CHP’nin “Doğu Politikası”, Irak’a girmekten ibaretti! Milliyetçilik ve savaş tamtamları! Doğu bölgelerine yönelik çok özel kalkınma ve demokratik program hazırlanarak, oraya yönelik çok özel bir tanıtımla sunulabilirdi. CHP bütünleşmeye mi yoksa ayrılıkçılığa mı hizimet etti?
5)                CHP ve SOSYAL DEMOKRASİ: Bütün bunlar arasında önemlisi budur. Bu konuyu esas Perşembe’ye tartışacağım. Şimdilik şu kadar: Milliyetçilik yarışını, bunun esas sahibi olanlar kazanır! Nitekim CHP’li önemli bir yüzde MHP’ye kaydı! Belki de CHP bu politikasıyla MHP’yi fazlasıyla Meclis’e soktu! MHP şimdi “CHP’den alacağımızı aldık” diyerek, “esas kitlesi”ni AKP’den geri almaya yönelik bir politikaya döndü! MHP yine Meclis’e girerdi, ama CHP de yüzde 25’lere tırmandırabilirdi!
Kendisi olamayan, (kendisi nedir?!?) başkasının değirmenine su taşır!
***
Bir söz de bize: Okurlar eleştiri yağmuruna tutuyor bizleri. AKP’nin mutlaka çökeceği ve iktidarın el değiştireceği havasını yaratmakla suçlanıyoruz. “Sizin esas göreviniz bizi olgular, olanlar, gerçek durum hakkında bilgilendirmenizdir” diyorlar. Bazı okurların bu gazetecilik tanımlarına katılıyorum! AKP’nin olumsuz bulduğumuz yönünü hep ön plana çıkardık. AKP’yi iktidarda tutabilecek olguları araştırmak ve bunları tartıştırmak önemliydi. Gerçekler üzerinde politikalar inşa edemezsek, kendimizi kandırırız. 
--
31 Temmuz 07 / Salı – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Seçimler 3 - CHP

Seçimlerden yüzde 20.7 oy alarak çıkan CHP’yi nasıl değerlendirmemiz ve eleştirmemiz gerekir? Bu çok katmanlı bir konu; bir köşe yazısıyla bitebilir değil. 
Şimdi, öncelikle konuya bir kaç yaklaşım açısı görelim:
1) Seçim sonrası CHP’yi tam bir yıkıntı haline getirmek amacı: Bu cephede herşey ve herkes var. Dinciler, AKP’liler, bazı CHP’liler, CHP’den nefret eden bir kısım aydın ve köşeyazarı... Mesela Yeni Şafak’tan Fehmi Koru: “CHP’yi şu andaki acınası haline düşürmüş... yönetici kadro...”. Sanırsınız ki üzülüyor! CHP’li olmayan, AKP’yi destekleyen sözde “ilerici” gazete ve yazarlar da, Baykal ve ekibinin CHP’yi çökerttiği inancında.
2) En hakiki CHP “düşman”larının hedefi (Koru) ve onlara sonradan katılan AKP’liler şimdi yeni misyon üstlendiler: CHP’yi Meclis’te çökertmek, parçalayıp dağıtmak... AKP karşısında, Cumhurbaşkanlığı konusunda daha başından teslim bayrağı çekmiş bir MHP’den sonra (başka ne bekleniyordu?!), herhangi bir ciddi muhalefet bırakmamak. Zaten Kürtlerden oluşacak grubun büyük bir olasılıkla AKP’nin eteği ve kumandası altında kalacağı varsayılabilir. Herkesin hedefi CHP! Sanki mübarek parti yıllardır ülkeyi yönetiyor ve bütün  kötülüklerin de anası! Herkes ona saldırıp güç toplama peşinde! Doğrusu DSP’nin ne yapacağını da merakla izleyeceğiz!
Amaç, CHP’yi AKP iktidarı karşısında ılımlılaştırmak; itaatkar, söz dinleyen, AKP’nin Meclis çoğunluğuna (seçim sonuçları ve ‘demokrasi’ gereği) boyun eğmesi gerektiğine inandırmak. GÜL’ün Cumhurbaşkanlığı bir “test” noktası yapılıyor CHP için.
3) Baykal’a karşı iktidar mücadelesi veren eski CHP’liler de, yönetimin derhal istifasını savunuyor. Bunlar şüphesiz siyasi rakipler. Seçim sonuçlarını onlar da Baykal ve CHP’nin büyük yenilgisi olarak nitelendiriyorlar. Sosyal demokrat iddiasındaki oluşumların hepsi de CHP’yi hedef alıyor. CHP hedef alınırken, iddiaları: Büyük yenilgi... Sosyal demokratları iktidara taşıyamamak... Ezeli muhalefette kalmak, Sosyal demokrasiyi silinme noktasına getirmek vb.
***
4) Şüphesiz bütün bunlar, a) nesnel ve bilimsel olmamaktan ve 2) Durumdan siyasi fırsat çıkarmak isteğinden kaynaklanıyor. 
5) Varsayım şudur: Seçim eşitlerin yarışıydı. Sonuçta, AKP başarılı olurken, Baykal yönetimi CHP’yi karaya oturttu... Her seçimin kendine özgü koşulları olduğu ve partiler için başlangıç noktalarının eşit olmadığı unutuluyor. CHP’nin iktidar olabileceğini nereden biliyorsunuz, diye sormak gerekir... Hiç bir seçim eşitler arasında geçmez, birileri daha yakın ve uzaktır iktidara! AKP’nin yeniden iktidar olma şansının yüzde kaç olduğunu (*) araştırdınız mı? CHP’nin bu seçimi mutlaka kazanması gerektiği sadece bir inançtır.
6) CHP’nin şimdi dimdik ayakta durması önemlidir. Onu yıkmak değil yeniden yapılanmasına, içtenlikle yardımcı olmak gerekir. CHP çökertilir ve parçalanırsa, AKP, ABD ve AKP’ci AB safında kim varsa ve bunların içerideki uzantıları ve fikirdaşları bayram yapacaklardır. Onlar ulusal niteliği ve kanatları tamamen budanmış bir parti, küreselliğin bütün utanmazlıklarına evet diyen bir uşak istiyorlar. 
***
7) CHP bu seçimlerde çok daha yüksek oranda o alabilir ve AKP’nin gücünü zayıflatabilirdi. Parti yönetimi bu konuda büyük bir acizlik içinde oldu. En önemli strateji hatası, seçimlerin laikler ile dinciler- Atatürk düşmanları arasında geçeceğini ilan etmekti. Şimdi bazı CHP’liler “Türkiye’nin yüzde 47’si dinci olmuş..” diye korkuyor. Ne hata! AKP’ye oy verenlerin büyük çoğunluğunun aslında demokratik laik Türkiye’den yana olduğunu varsaymamız için bir yığın neden var!
8) Seçim stratejisini, laiklik, bölünme vb gibi, yakınlık ve gerçekleşme algılanması subjektif ve tartışma konusu, her an elinizin altından kayabilecek muhtemel beklentiler ve tehlikeler üzerine kuramazsınız. Bu milletin önemli bir kesimi yoksul, insan gibi yaşamak istiyor. Onbinlercesinin suyu yolu olmayan köy ne demek?.. AKP insana ve sorunlarına yakın dururken, CHP daha çok üst yapısal sorunlara yakın durdu! Onur Öymen’in (diğerlerinin!) seçim sonucu açıklaması, parti yönetimine egemen olan görüşün ve CHP’nin neden en az yüzde 25’i yakalayamadığının tipik göstergeleriydi!
9) CHP eski bir “devlet partisi” yapılanması, örgütlenmesi anlayışındadır. Seçim zamanı, son üç beş ay değildir, her gündür, her an seçimdeymiş gibi tepeden tırnağa bir örgütlü yapı içinde çalışmak gerekir. Hele bir iktidar partisine karşı! Somut durumu sürekli veri bazında değerlendirme ve buna karşı politikalar... Bir muhalefet dışlayıcı olamaz. Yokedici hele hiç. Sürekli kucaklayıcı olmalı... İnsan odaklı bir çağda yaşıyoruz. Youtube olayı ilginçtir! İnsanı odağa oluşturan bir parti, diğer üstyapı konularında siyasal başarı elde edebilir.
Bu konu politikalar açısından sürecek.
---
 (*) İki olgu daha: 1) AKP Köy hizmetleri kaldırıldıktan sonra yerine KÖYDES’i oluşturdu (Köylerin Altyapısını Destekleme Projesi). Çiğdem Toker’in haberine göre, son iki yılda KÖYDES bütçesine 4,2 milyar YTL aktarıldı ve 17.706 köye içme suyu götürüldü, 28.356 km stabilize yol yapıldı, 17.449 km birinci kat asfalt, 11.407 km ikinci kat asfalt yapıldı. Bu yıl Türkiye genelinde 1157 içme suyu projesi, 2282 yol projesi yapıldı. Yıl sonuna kadar da 7531 içme suyu, 11.859 adet de yol projesi tamamlanacak... İçme susuz köy kalmayacak, AKP’nin önemli bir hedefiydi! 2) AKP Genel Merkezi’nin nasıl bilimsel çalıştığını ilişkin bir yazıyı  yine aynı tarihli Hürriyet’ten Şükrü Küçükşahin’in “AKP Genel Merkezinde bir Strateji Ekibi” başlıklı yazısı okunmalı.
--
29 Temmuz 07 / Pazar – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

Bugün, Sağ ve CHP

AKP’yi bağrına basan liberal aydınların, AKP’nin, şimdi DP kılığına bürünenlerin, yani sağcıların ve de bağımsız adaylıklar üzerinde yoğunlaşanların ana hedefi CHP! Dinci politikaların, dinci düzenin yılmaz savunucusu AKP ile herkes el ele diz dize, veryansın CHP’ye!
Manzaraya bakın: bu ülkenin içinde bulunduğu durumun, başına gelen melanetlerin hepsinin tek bir sorumlusu vardır: CHP!
Ülkeye demokrasiyi CHP getirmemiştir!
Ülkeyi Avrupa’nın eteklerinde her açıdan en geri kalmış ülke statüsünde tutan da CHP’dir!
CHP ülkede müslümanların camiye gitmesini engellemekte, islam dinini yasaklamaktadır!
Ülkenin AB üyeliğinin önüne çıkan bütün engellerden de CHP sorumludur!
CHP, neredeyse, Irak’taki Kürtleri de Türkiye’ye saldırtan partidir!
Dış borçları iki kat büyüten de...
Ekonomiyi 18 kez batıran ve İMF’nin eline teslim eden de...
İşsizliği, yoksulluğu dayanılmaz sınırlara yükselten de...
Ekonomiyi bugün yine sırat köprüsü üzerine çıkartan da...
Refahı köstekleyen ve zenginlik yaratamayan da...
Kimlerdir, hangi siyasi partidir, biliyorsunuz: CHP!
Sanki ülkeyi CHP batırdı!
Demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükleri bu ülkeye çok gören de CHP!
Sanki, CHP, Türkiye’yi, yedi düvelin tepesine bindiği, üzerinde türlü çeşitli, bütün alçaklıkları içeren hesaplar yaptığı bir ülkeye çevirdi!
***
Oysa 1950’lerden bu yana, CHP’nin tek başına, şöyle bir seçim dönemi iktidarı yoktur.
Acaba 1960’dan sonra, CHP’nin bölük pörçük iktidar olduğu yılları toplasanız ne kadar tutar?
Başbakan olarak İnönü’nün (CHP olarak) toplam 2,5 yıllık bir yönetimi vardır! CHP’nin İnönü dışında bir-iki kez daha minik-etkisiz ortaklıkları olmuştur. (Ecevit’i de başbakan olarak CHP uzantısı olarak saysanız toplam 3,5 yıl daha ekleyebilirsiniz, ama doğru yapmış olmazsınız!)
 Oysa, Türkiye’yi demokrasiye geçiren ve iktidarı sağa teslim eden CHP, 57 yıl boyunca Türkiye’yi yönetmedi, dersek, namuslu davranmış oluruz!
Yani sağcı partiler, dincisinden merkez sağcısına, hırsızından talancısına ve hortumcusuna ve iyiniyetlisine kadar ne kadar rengi varsa, 50 yıl bu ülkenin başındalar! 12 Mart ve 12 Eylül askeri yönetim dönemleri dahil!
Bütün darbeler de sağcı iktidarlar döneminde gerçekleşti!
Yani, darbelere ortamı hazırlayan hep sağcı iktidarlar oldu!
***
Bugün, sağcı-liboş koro, ne diyor: Aman CHP iktidara gelirse ülkeyi batırır!
Düşünce namussuzluğuna bakın!
***
Millet yakınıp durur, inim inip inler, ama 57 yıldır kendisini bu durumda tutan sağı iktidar yapar! Sağcıların, bugün de AKP’nin diline yapışan “milletin egemenliği”, “devlet-millet birlikteli”ğinin özü, geçmiş 57 yılın muhasebesini çıkartırsak:
57 yıllık geçmiş, sağ düşünce ve iktidarının ve Türkiye’nin başarısızlığının öyküsüdür!
Bugün ülkede, millette, bunun hesabını soramayacak bir kültürel ortam varsa hala, bunun da nedeni, sağcı iktidarların eğitim ve kültür, ekonomi ve yoksulluk politikalarıdır!
Sağcı düşünce halktaki geriliği durmadan beslemiş, milletin geri kültürel yapısı da sağcı iktidarları!
Bu yazılacak bir alçaklık tarihinin öyküsüdür aynı zamanda!
***
Bu köşenin yazarı CHP’li değildir, ama bu seçimlerde CHP’ye ilk kez oy verecektir!
Gönül rahatlılığıyla!
Nedeni ise, bugün AKP ve düşüncesinin iktidardan düşürülmesinin, çok yakın geleceğimiz, ülkemiz, çocuklarımız için bir numaralı sorun olmasıdır!
Gerisi şimdilik teferruattır!
Ve yukarıdaki iktidar muhasebesi de, unutulun bir tarihi olguyu vurgulamak için yapılmıştır!
Bir de... ülkemizde düşünce namusu yokluğunun, vicdanda yarattığı büyük bir ezilmişlikten kurtulmak ve bu duyguyu daha geniş bir kitle ile paylaşmak için!
--
21 Haziran 07 / Salı – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

Baykal Aşıyor

Deniz Baykal, DSP ile ittifakta “olabilecek olanı” buldu! Bu, “şu andaki gerçeği” aramak ve yakalamaktır! Öncü, lider, olgun ve güven verici davranışı ile yaygın “Baykal imajı”nı yıktı. Bu, bir ilktir; arkası gelmelidir; Baykal CHP’yi, milyonlarca yurttaşın sığınacak güvenilir bir liman olarak tartışmasız göreceği yeni bir politik anlayışla inşa etmelidir! Zeki Sezer, birleşme toplantısında Baykal’a “siz politikanın duayenisiniz” dedi! Çok anlamlı bir söz! Bir ağabeylik, derleyip toparlayıcılık da içeriyor.
CHP’den bir dizi politikacı ayrıldı ve yeni partilerde ve oluşumlarda yeriniz aradı. Büyük bir güç ve enerji kaybı! Biraz farklı algılanabilecek politikalarını parti çatısı altında sürdürecek bir olanak bulabilmeliydiler! Ne yazık ki, parti içinde yaşama ve soluk alma olanaklarının daraltılması kadar, bizde çok yaygın olan hemen “kendi dükkanını açmak” egosunun büyüklüğü de dağılmada rol oynuyor.
Oysa CHP’nin çatısı altında, temel politikalarda özde bir ayrılık yoksa, herkese yer olabilmeli. Parti liderliği, dışlayıcı değil bir arada tutucu, farklılıkları arttırıcı değil azaltıcı tutum göstermeli. Liderlik yarışları da, partiyi güçlendirecek, yenileyecek ve siyasete dinamizm kazandıracak yeni ilkelerle, bir anlayışla sürdürülmeli.
Burada gelmek istediğim nokta, Baykal’ın “şu andaki gerçeği” yakalamadaki iradesini ve başarısını sürdürmesi ve örneğin SHP’yi de sinerji arttırıcı önemli bir etken olarak ittifaka dahil edecek adımları atmasıdır. Baykal kendine, doğru siyasete olan güvenini üst düzeylere çıkartmalıdır. Bu kendi liderliğini güçlendirici bir adım niteliğini taşır.
Bu adım şu açıdan da önemli: Genel seçimlerden sonra, sırada yere seçimler var. Belediyeleri AKP’nin elinden kurtarmak, bu dinci partinin “beslenme hortumlarını” kesmek için tayin edici niteliktedir. Genel seçimler kadar önemli olacaktır yerel seçimler! Ankara seçimlerinin nasıl kaybedildiğini biliyoruz! Şimdiden inşa edilecek bir güçbirliği, yerel seçimler için altın değer taşıyacak...
***
SARKOZY, FRANSA’NIN PUTİN’İ Mİ?

Sarkozy’nin seçilmesi, Fransızların nasıl bir Fransa arzu ettiklerinin göstergesi: Bir çok alanda zor durumda olan Fransa’dan yeniden “Güçlü Fransa” yaratması! İlginç olan, Fransızların, güçlü Fransa ile sağ tercihi arasında bir ilişki kurmasıdır. Fransa’ya yıllarca damgasını vuran “sol entelektüel” düşüncenin, Fransa’nın sorunlarına çözüm üretmede önemli bir fikir tıkanıklığı içine düştüğünün de belgesi mi?
Fransa’nın tanınmış yazar ve tarihçisi, seçimlerde Sarkozy’yi destekleyen Max Gallo ile Spiegel dergisinde yayımlanan söyleşi, durumu anlayabilmemiz için ilginç ipuçları taşıyor:
Gerçek sorunlar, ütopyaya galip geldi. Sarkozy ulusal kimlik vurgusunda. Bu kimliğin özellikleri şudur: Fransa’da doğan her çocuğun Fransız olma hakkı vardır. Kilise –devlet kesin ayrıdır ve merkezi yönetim esastır. Buna ek olarak, Cumhuriyetçi okul sistemini; yurttaşın ara kademeler olmadan doğrudan devletiyle ilişki kurabilmesini; eşitliği ve kadının rolünü eklemek gerekir. Fransız dilini ve evrensel değerleri de katabiliriz. Eğer bu temel ilkelerle çelişkiye düşersek, Fransa’nın çekirdeğinin zedelenme ve parçalanma tehlikesi vardır. Sanırım Fransızlar bu tehlikeyi sezdi!”
Bu ilkelerin, ekonomik sorunlardan daha önemli algılandığını söyleyen Gallo: “Bu ilkelere sarılarak ekonomik sorunların çözümü aranıyor. Bu nedenle Sarkozy, ekonomik yurtseverlikten, Fransa için sanayi üretiminden, Fransa sanayi üretiminin dış ülkelere kaymasına karşı korunmasından ve adil olmayan rekabetin önlenmesinden bahsediyor”.
Gallo:“Millet ölmedi. Bu tez, Berlin duvarının yıkılmasından bu yana tarihsel olarak yanlış. Almanya’nın birleşmesinden bu yana Doğu ve Orta Avrupa’da milletlerin yeniden doğuşu olayı yaşanıyor. Bu nedenle kimse Fransa için, tek kalan ulus devlet demesin!”
 “Sarkozy neoliberal değil. Deregülasyon ve devlet müdahalesinden yana. Fransa'nın ekonomik çıkarlarını, aynı zamanda Brüksel’e karşı bile çok sert olarak savunacak bir pragmatist... Segolene Royal’ın kullandığı Adil Düzen sloganı ile Sarkozy’nin isteği örtüşüyor. Mesele, düzene geri dönmektir. Düzensizlik ve kaos demokrasi için tehlikedir.”
Siyaset bilimciler, Gollizm’i (De Gaulle’cülük) Bonapartizmin bir türü olarak görür. Ben Sarkozy ile Bonaparte arasında paralellikler çizerim. Bonapartizmin kaynağından günümüzde pek çok siyasi akım beslenir. Sarkozy bana göre Bonapartizmin mirasçısı gibi” (Bonapartizm: 1800’lerde otokratik yönetim; günümüzde, devletin zayıflayan toplumsal sınıf ve güçlerden bağımsızmış gibi davranması eğilimi).
Fransa, Sarkozy’e yol vererek; ulusu ve tarihsel kök ve değerlerini ön plana çıkartıyor ve sorunların çözümünü burada arıyor!
Yani Sarkozy, Fransa’nın Rus Putin’i!
Sarkozy’nin, kurduğu hükümete sosyalistleri ve siyahiyi de alması, Fransa’nın birliği ve çıkarlarını ön planda tutacağının işareti kabul edilebilir ve Gallo’nun saptamalarıya uyumludur.
Biz Sarkozy’e sadece Ermeni açısından bakıyoruz ve olan bitenin özünü kaçırıyoruz.
--
20 Mayıs 07 / Pazar – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP/DSP Partisi


Deniz Baykal yeniden DSP’yi CHP ile birleşmeye çağırdı, “Feshet partini gel bize katıl! Biz ayrılmamak üzere birleşmek istiyoruz, katolik evliliği istiyoruz” dedi. Zeki Sezer, “Partimizin feshi dışında her türlü özveriyi göstermeye hazırız!” yanıtını verdi.
Zaman çok daraldı, üç beş gün içinde bu konuyu bitirmeleri ve seçimlere ortak girmeleri gerekir.
Baykal, dayatmamalı. Çağlayan ve Tandoğan’da sesi ayyuka çıkan kadınların, milletin böyle bir isteği de yok; en büyük arzu, Meclis’te AKP’nin, dinci dayatmacıların, yalancıların, takiyyecilerin defterini dürecek bir çoğunluk elde edilmesidir. Baykal’a seçmenlerin önemli bir bölümünden tepki var. Kızgınlar. Baykal temiz bir politik kişiliğe sahip. Temsil yeteneği güçlü. Ama bu yetmiyor seçmen için, geçmiş başarısızlıklar ve bilinç altına yerleşmiş, haklı veya haksız “hizipçi lider” bilgisi, Baykal’a duyulan tepkinin ana noktası.
Kendi çevrem ve okurlarımdan, İnternet’te dolaşan mektup zincirlerinden çıkan sonuç, seçmenin oyunun Baykal için cepte keklik olmadığını gösteriyor. Önemli bir seçmen kitlesi, ikinci bir güçlü seçenek görürse, oraya yönelecek. Burada en büyük sorumluluk, büyük parti olması nedeniyle CHP ve Baykal’a düşüyor. Bir başarısızlık, şüphesiz, Baykal’ın hanesine yazılacak.
***
Baykal diyor ki “yoket kendini kendi bizimle birleş” ve katolik evliliğini örnek gösteriyor. Katolik evliliği olabilmesi için iki taraf şart, evliliğin yürüyebilmesi için de iki tarafın varlıklarını sürdürmesi şart!
Baykal’ın, DSP’yi yoketmeye kalkması doğru değil. Hem DSP (henüz) istemediği için değil, hem de CHP ve Baykal’a tepki duyan DSP’liler ve bu iki parti dışındaki seçmen kitlesi için değil.
DSP’nin CHP içinde erimesi sinerji yaratmaz! Ama iki partinin birlikte hareketi sinerji yaratır!
DSP canlılığını, CHP içinde yoketmek yanlıştır!
CHP, DSP’nin varlığını koruyarak birleşme yolunu seçmeli. Bütün Türkiye’nin yararınadır bu yol, Baykal ve Onur Öymen yanlış düşünüyor ve yanlış yapıyorlar!
Baykal “katolik evliliği” mi istiyor! O halde CHP/DSP’nin aile gibi hareket etmelidir! Gerçek evlilik budur!
Onur Öymen bilir, Almanya’da CDU/CSU, kendi tarihsel koşullarına göre, böyle bir birlikteliktir. CHP/DSP de kendi tarihimizin koşullarına uygun, benzer bir evlililiğin kapısını şimdiden aralayabilir.
***
Baykal diyor ki “Meclis’e bizim kanadımız altında girecekler, sonra ayrılıp gruplarını kuracaklar!” Bence geçi bir sakıncası yok; ama korkulanları önlemeye yönelik olarak, iki partinin Meclis’te birlikte hareketi için daha şimdiden nikah kıyılır, evlilik sözleşmesi yapılır. Ayrıntılar arkasından halledilir!
Biribirlerinin sağ-sol kanatları, veya her ne derseniz deyin, olurlar. Böylece birbirlerini beslerler, kararlar için kesin uzlaşma arzulanır. Sözleşmede, her iki tarafın da bütün önemli konularda birleştirici yönde hareket edeceği karara bağlanır.
Bana “hukuk izin vermez” kimse demesin. Önemli olan istektir! İstenirse “yazısız” bir Anayasa bile hazırlanır! Şüphesiz, DSP’liler CHP listelerinden Meclis’e gireceklerdir.
“CHP/DSP Partisi” veya ittifakı, çevredeki yakın görüşlerin ve oyların akacağı bir ırmak yatağı da oluşturur.
22 Temmuz’da başka seçenek bulamayanlar, CHP’ye oy verecek. CHP oylarını arttırabilir, ama biz seçmenler için önemli olan bu değildir, Meclis’te oluşacak manzaradır!
İki partinin birlikte hareketi, Tandoğan, Çağlayan ile Manisa, Çanakkale, İzmir’de toplanan ve toplanacak milyonlar için, Meclis’te birinci parti olma yolunu açacaktır!
CHP ve kurmayları, ortaya çıkan bu tarihi fırsatı, görmüyorlar mı? Birlikteliğin birinciliği getireceğine inanmıyorlar mı?
(Not: Herkes, 22 Temmuz’da oy kullanacak şekilde hayatını düzenlemeye başlamalıdır!)


***

Nasıl Bir Muhalefet ve iktidar?

Muhalefet ve iktidar ilişkisi üzerine yazılar, seçmenin, okurun yaralarını deşti! Ana muhalefet partisinin işinin sandığımdan da zor olduğu anlaşılıyor! Bir kesim, CHP dışında ciddi bir toparlanma görse, oraya akacak! Bu saptamayı yapalım ve muhalefet inşası tartışmalarını sürdürelim!
CHP’nin neden iktidara gelmek istediğini, en azından şu sırada bilmiyoruz! AKP’yi iktidarda görmek istemeyenlere bir seçenek... Ancak, seçenek olmak olmak için yeterli değil. Başbakanla sert polemik yaparak bir yere varabilmek yeterli değil. Milliyetçi imgelerin de o kadar çok sahibi var ki! 
Oysa sol-sosyal demokrat kanatların temel özelliği, ileriyi, geleceği, değişimi, yeniliği, gerçekten kitlelerin çok yönlü yararını savunmak.
Seçmenin büyük çoğunluğunun hayatından memnun olduğunu ve geleceğe iyimser baktığını söylemek mümkün değil. Değişim istiyor! 
Peki CHP milletin önüne nasıl düşecek? Bu soru önemli, çünkü bugün millet önde gidiyor!
***
Bir okurun mektubundan: “CHP'nin toplum bilimcileriyle bir çalışması yok. Toplum nasıl motive edilir, kitleler nasıl harekete geçirilir… Topluma güven ve ümit vermek, bir program sunmak, toplumsal sözleşme yapmak gerekir. CHP'nin sağlık konusunda (bu kadar olumsuz gelişme yaşanırken) alternatif programının ne olduğunu hiç öğrenemedim. Ekonomik ve sosyal konularda, adaletin bağımsızlığı, Milli Eğitim'in ulusallığı vb alternetiflerini bilmiyoruz… ulusal bir program ve uygulayacak bakanlar saptanarak başlatılacak bir hareket, toplumu kesinlikle motive eder. Gelecek için sokaklara dökülmeye, sandık başlarında beklemeye hazırız. (Ö.T.)”
Nasıl bir program ve iktidar?
***
Geleceği kurmaya yönelik, yakın ve orta vadede nasıl bir ülke düşlüyoruz? Şu yeni liberal furyada, nereye yelken açacaksınız? Ekonomiyi krizler sarmalından nasıl kurtaracaksınız? İMF yönetimlerine seçeneğiniz nedir? Ekonomiyi nasıl güçlendireceksiniz?
Orta vadeli ulusal ekonomi stratejileriniz nedir? Şirketlere daha verimli, daha kazançlı, daha güvenli, daha krizsiz, daha önünü görebilen, daha yatırımcı bir ortam nasıl yaratacaksınız? Onları rekabetçi nasıl kılacaksınız? Bilim ve teknoloji tabanlı bir yeni ekonomi düşünceniz var mı, varsa nedir?
Gençlere hangi olanakları sunacaksınız? Eğitimin- öğrenimin kalitesini nasıl arttıracak ve gençlere bir dünya güveni nasıl vereceksiniz? Donmuş, yaratıcılığı tükenmiş kurumları sistemleri nasıl değiştireceksiniz? Ülkeyi en tez elden bilgi toplumuna, insanları bilgi toplumu insanlarına ve üretkenliğine nasıl ulaştıracaksınız? Üniversitelerde ve araştırmalarda her bakımdan bir kalite sıçraması nasıl yapacaksınız?
Büyük katma değerler yaratan, AB’yi “aman bize üye olun” dedirtecek bir ülke nasıl inşa edeceksiniz? Türkiye’nin dış sorunlarına gerçek çözümler nasıl getireceksiniz?
Türkiye’ye “küreselleşme”de, kazanan ülkeler safına nasıl taşıyacaksınız?
Çökmeyecek, ama insanları mutlu edecek bir sağlık şemsiyesi nasıl kuracaksınız? İnsan hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi nasıl ilerleteceksiniz? Ulusal mayayı nasıl sağlamlaştıracaksınız? Herkese “Bu benim ülkem!” gururunu nasıl yaşatacaksınız!
40 yıldır sürekli dışarıdan taşıma suyla dönmekle olan çarkları nasıl düzeltecek ve yeni krizleri önleyeceksiniz? İMF’nin bu ve önceki iktidarların boynuna astığı “kendini yönetemez” rezil yaftasını nasıl çıkartacak ve IMF’siz, ama dışarıdan üretici yatırımları daha büyük bir uluslararası güvenle ülkeye nasıl çekeceksiniz?
Bütün dünyaya Türkiye Türkiye’den yönetilir, nasıl dedirteceksiniz!
***
İktidarı istiyorsunuz, peki!
AKP ve benzerlerinden kurtulmak yetmez! Bunların bitlerini bir daha kanlandırmayacak bir iktidar istiyoruz! Ülkeyi bir daha geri götürmeyecek bir yönetim biçimi ve başarısı istiyoruz!
Ülkeyi AKP ve benzerleri gibi, delikli taştan aşağı süpürülmek korkusu içinde kendisini sürekli kullanıma hazır tutan, imanı para, tüccar, tefeci, alsatçı partilerden nasıl kurtaracaksınız?
İktidarda sadece siz mi olacaksınız- Yoksa ben mi, biz mi, halkın gerçek çoğunluğu mu?
--
129 Mart 07 / Perşembe-Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Avara Kasnak

AKP lideri Erdoğan CHP(liler) için “avara kasnak” dedi. Kasnak: “Makinelerde, bir milden başka mile hareket geçiren kayışların takıldığı demir çember.” Erdoğan, “CHP Motoru”nun, kayışları takılı olmadığı için boşa döndüğünü söylüyor! CHP bir “avara kasnak” mı?
Önemli olan, CHP merkezinin ne düşündüğü değil, seçmendeki algılama.  Erdoğan aslında uyarıcı rol oynuyor! Seçmen ise partisine tepkili; bir kısım “sol-sosyal demokrasi” Meclis’te kendisini temsil edebilecek ciddi yeni arayışlar peşinde!
CHP liderliği, “korkutma” yöntemi ile genel seçimlerde  oylarında patlama yaratacağı görüşünde, en azından şimdilik böyle. Bunun geri tepme potansiyeli yüksek. Geçmiş seçimleri anımsayın, hemen hepsinde yine “korkutma” ve “endişe”, oyları yönlendirmede ön plandaydı. Bu seçimlerde “tehlike”nin daha üst düzeyde seyretmesine rağmen, seçmeni “aynı kulvarda” ne kadar istim üzerine tutabileceğiniz çok tartışmalıdır.
***
Çünkü daha çok seçimler yaşanacaktır! Bugün muhalefet stratejisinin üzerinde inşa edildiği, “Türkiye’nin islami düzene evrimleştirilmesi” olgusu, nihai anlamda, yarına gerçekleşmez. Evrim böyledir! AKP bu yolda adımlar atıyor, mevziler kazanıyor; fakat kazanımlarının önemli bir kısmı daha çok konjonktüreldir! Yani, bir iktidar değişikliği ile geri döndürülebilir niteliktedir.
Şu son 10 yıllık seçim tarihine bakın, seçmen CHP dahil, çok sayıda partiyi ya Meclis’ten dışlamış ya da sıfırlamıştır! AKP, bu büyük altüst oluşta, yakaladığı müthiş konjonktürün ürünüdür!
Türkiye, Ortadoğu ülkesi değildir, islami düzene evrimleşecek bir ülke olamaz! Biz ancak daha çok demokrasiye, insan haklarına evrimleşebiliriz, çünkü, şu bilim ve düşünce yoksulu ülkemizde köşe tutmuş bazı yazar takımı bunu kavramasa da, kuruluş mayamızda esas bu var!
Ulus-ulusçuluk ile demokrasi birbirini bütünler. Tersi değil! Giderek dağılan, ümmetleşen, çok hukuklaşmaya yönelen, küresel oyuncuların oyuncağı haline gelen, şamar oğlanı olan bir ülkeye dönüşürsek tamamen, esas o zaman demokrasi tam bir memokrasi olur! Arkasından gelecek “bütünleş(tir)me”, “ülkesel(leştir)me dip dalgasının neleri kasıp kavuracağını öngörmek, hiç bir siyaset ve sosyal bilimcinin harcı değil! (BBA: Büyük Balans Ayarı!)
AKP gibi çok parti gelip gitmiştir, Erdoğan gibi liderler de! 
***
Gelelim seçimlere: Cumhurbaşkanlığı AKP’ye geçecek. Siyasi tansiyon çok yükselse bile, bu sorunsuz bir seçim olacağa benzer. AKP eğer uzlaşma aramazsa, esas tansiyonlu aylar ve yıllar Çankaya seçimlerinden sonra beklenmeli.
İki seçim arasını AKP dalgasız atlatma becerisini gösterebilirse (ki bunun için üç beş ay dişlerini sıkarlar!), tek başına iktidar olasılığı ile alırlar seçimleri.
Zaten esas sıkıntılı günler, (kuvvetler birliğinin gerçekleşeceği!)genel seçimlerden sonra başlayacak!
Bu siyasal sıkıntıya şüphesiz ki büyük ekonomik sıkıntılar eşlik edecek! Her yükselişin, hele bu kendi paranıza dayanmıyorsa, (bazen çok şiddetli) inişleri kaçınılmazdır!
Özetle endişe politikasıyla bir yere varılamaz. Bir partinin, orta ve uzun vadeli ve seçmenin çok yönlü çıkarlarına dayanan gerçekçi bir siyaset ve program ortaya koyması, ülkeyi ve seçmeni ciddiye alması gerekir.
AKP’nin ağzına düştüğü gibi bir iktidar, CHP beklememeli!
CHP için iktidar, ancak, bir elmas işçiliği ile ele geçirilebilecek Zümrüdüanka kuşudur! CHP liderliğinin bunu görebilecek kadar gerçekçi ve “politikacı” olduğunu kaçımız söyleyebiliyor?
***
Seçmenin önemli bir kısmı, Avara Kasnak konusunda Erdoğan’la fikirbirliği içindedir. Avara Kasnak’lık Meclis’te başlıyor! Bir milletvekili tanıdığım, “Bütün Meclis’de 40-50 kişi faaldir. Partiler bunları vitrinde tutar, CHP’de de 20-30 kişiyi bulmaz. Diğerleri genellikle boştadır” demiş ve Meclis’teki varlığına bir neden bulamamıştı!
İki hafta kadar önce de CHP Ankara Milletvekili Mehmet Tomanbay, “4 yıllık milletvekilliği döneminde parti toplantılarında bir gün bile Türkiye'nin sorunlarını tartışmadığını belirterek, ''Sayın genel başkanlar nasıl bir çözüm önerdilerse TBMM'de milletvekilleri olarak ona göre el kaldırıp indiriyoruz. Ortak aklın oluşabilmesi için siyasi yapının demokratik olması gerekiyor. 4 yıllık milletvekilliği döneminde parti toplantılarında bir gün bile Kürt, tarım, sosyal güvenlik gibi Türkiye'nin sorunlarını tartışmadık” dedi.
Oysa CHP’de her milletvekilinin sırtına çok önemli sorunlar yüklenmeliydi! Kaliteli insan var, ama iş ve görev yok! Türkiye gibi bir ülkede!
CHP “tepe harekatı” ile değil, “taban harekatı” ile iktidar seçeneği yaratabilir!
Halkı, toplumu, seçmeni, sorunları, gençliği, kadınları, üniversiteleri ve kendi dışında ittifak arayan oluşumları ilmik ilmik dokumayan bir CHP, doğrusu seçmene ne kadar umut veriyor? Yazılarıma gelen mesajlara bakıyorum da, derin bir hayal kırıklığı yaşıyorum!
CHP “tehlikenin farkında mı?”
--
27 Mart 07 / Salı –Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

Nasıl Bir Muhalefet?

Halk Partisi’nin önde gelenleri yakınıyor, “Biz Meclis’te büyük mücadele veriyoruz, fakat bu basına ve kamuoyuna yansımıyor, yansıtılmıyor.” Sayın Mustafa Özyürek de gazetemizi ziyarette benzer görüşleri savunmuştu.
Araştırıldığında gerçekten de Halk Partisi’nin Meclis’te boş durmadığı görülür. Bu muhalefet, istenmeyen yasa tasarılarını engelleyici çalışmalardan tutun, bakanlıkları icraatlerine ilişkin soru önergeleriyle denetlemeye ve Meclis’te çeşitli konularda basın toplantılarına kadar bir dizi CHP etkinliğini görürüz. Şüphesiz bunların bir kısmı basında yer almıyor, bazen kasıtlı, bazen de haber değeri görülmediği için.
Fakat sorun, CHP’lilerin yakınmasının içinde: Parti, basına bel bağlıyor! Diyelim ki (Cumhuriyet dahil!) kimse size yer vermedi! O zaman ne yapacaksınız?
Partinin bir muhalefet sorunu var! Parti liderliği buna ister katılsın ister katılmasın, gazetemize yansıyan okur tepkilerinden de izliyoruz ki seçmenlerin büyük bir kısmı bu ortak fikirde birleşiyor.
Şimdi muhalefet inşasını gözden geçirelim:
***
1) Parti politikalarının çok fazla geçmiş hesaplaşmalar ve dolayısıyla kutsallıklar üzerinden yapıldığı doğrudur (İlhan Tekeli’nin eleştirisi). Din olgusu şu veya bu oranda bütün partilerde yer alıyor. Osmanlıların “şanlı tarihi”nden tutun, türlü çeşitli Atatürkçülüğe kadar hemen her şey, partilerin sepetlerinde eksik değil.
Şüphesiz, Türklük, ulus ve milliyetçilik vb gibi kavramlar çevresinde yoğun bir toz fırtınası var. Hiç bir dönemde ulus, Cumhuriyetin niteliği, ülke birliği, laiklik üzerinde bu kadar büyük bir saflaşma veya ayrışma yaşanmamıştı.
Denebilir ki, Kürt ve Ermeni sorunlarının yol açtığı tehditler, AB’nin dirsek çevirmesi, Ortadoğu’da savaş, Türkiye’nin gündemini, dolayısıyla partilerin iktidar mücadelesini ve seçmene mesajlarını çok güçlü etkiliyor. Hatta birinci sırada! Hiç bir “muhalefet inşa programı” bunu görmezden gelemez.
Fakat şöyle haklı bir eleştiri yöneltebiliriz: Onyıllardır bu sorunlar hep oldu, bugünlerde doz artmış olsa bile! Önemli bir seçmen kitlesi için bunlar kanıksanmış olgulara dönüştü. Ateş şalvara düşmediği sürece de, bu alanda inşa edilen muhalefet ve politikalarla birinci derecede ilgilenmeyecetir bu kitle. Seçimlerden ve partilerden geri-uzak duran “seçmeyen”ler bu gurup içinde sayılabilir.
2) O halde parti, seçmenin istekleri ve beklentileri konusunda, gelecek umudu yeşertecek çok temel olgusal politikalar inşa etmek zorundadır. Yoksa, partinin tavrı, alışılmış vatan millet sakarya nutukları etkisi yapacaktır önemli bir kitle üzerinde!
Ciddi muhalefet inşası, halkın temel sorunları üzerinde büyük kitlesel ve canlı grupların örgütlenmesini şart koşuyor! İşsizlikten tutun emekli sorunlarına, çevre politikalarına, kadınları toplumda yükseltecek her şeye, çırak ve öğrenci gençliğin okul sorunlarına kadar, yerel ve bölgesel sorunlara kadar onlarca başlık çevresinde, partili olsun olmasın, binlerce kişinin katıldığı “canlı organizmalar” oluşturabiliyor musunuz?
Tekeli’nin “muhalefette iken de programını gerçekleştirmek” düşüncesini burada ilke edinmek ve bu canlı organizmaları, Meclis ve belediyelerdeki “iktidar odaklarının” da katkılarıyla, aynı zamanda sorun çözme mekanizmaları olarak tanımlamak gerekir.
3) Meclis’te AKP’ye karşı CHP muhalefeti acaba neden ses getirmiyor? Uşak Milletvekili Osman Çoşkunoğlu, muhalefeti, yasa tasarılarının ve iktidar uygulamalarının etkileyeceği seçmen kitleleri veya çıkar guruplarıyla birlikte sürdürmenin zorunluluğuna dikkat çekti. İlhan Tekeli de zaten “teorisinde” sivil toplum oluşumlarıyla veya kuruluşlarıyla birlikte hareket edilmesini öngörüyor.
CHP, muhalefeti, toplumun en geniş örgütlü (veya değil) kesimleriyle birlikte sürdürmediği sürece, toplumdan “yankı” almakta zorlanacaktır. CHP örgütleri acaba ne derece etkin? Bir okur kendi bölgesindeki durumu “Fethullahçılar ve AKP’liler fıldır fıldır milleti örgütlerken bizimkiler kahvede okey oynuyor” hayal kırıklığı içinde ve umudunu yitirmiş olarak bildiriyor.
Özetle, Parti, koskoca bir aygıttır. Kalbi ve motoru parti merkezinde, Meclis’te ve yerel iktidarlarda atarken; kasnaklarla, irili ufaklı çarklarla, binbir dişliyle bütün toplumu, toplulukları, gurupları, üniversiteleri, gençleri, kadınları vb sarıp sarmalar ve aygıt bütün Türkiye’de çalışır.
CHP, böyle bir aygıt mı yoksa “avare kasnak” mı?
İki yazı daha gelecek: Parti ve demokrasi ile Türkiye’nin gelecek projeleri...
--
25 Mart 07 / Pazar – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

CHP ve Sinerji

Genel seçimlere yönelik öncü kamuoyu yoklamaları, bugünkü koşullarda, AKP’yi birinci parti olarak, ana muhalefetin ise önceki oy oranını aşamayacağını gösteriyor. İktidar yıpranmışlığının yaratacağı oy kaybını normalde CHP’nin toplaması gerekir. Oysa bu oylar parçalanacak ve geçen seçimin yenilmişlerinden bir veya iki papritiy Meclise sokacak.
Burada arzu edilen en iyi seçenek, Meclis’te AKP karşısında ikinci bir hükümet kurma olasılığının ortaya çıkmasıdır.
CHP geçen beş yıl içinde oylarını arttıracak sinerje yaratamamış. CHP’nin tabanda ortalığı kasıp kavuran güçlü bir rüzgar estirerek yelkenlerini doldurması ve seçimi en azından ikinci büyük galip olarak kazanması, şimdilik, pek olası gözükmüyor.
CHP’li ve CHP dışındaki sosyal demokrat-sol çevreler kımıl kımıl ve seçimlerde güçlü bir çıkış yapma isteği ile yanıp tutuşuyorlar. Bir umut? Nerede?
Ortadaki fikir, CHP’nin ittifak yapması. Ancak yönetim, bir takım temasları sürdürse bile, şimdilik, bunu gerçekleştirebilecek iradeyi göstermiyor.
***
Oysa, başta DSP olmak üzere, SHP, hatta ÖDP ve İP ile bir seçim güçbirliği yapması, tabanda ve tavanda müthiş bir sinerji yaratabilir, umudu ateşleyebilir ve seçimlerini sonucunu olumlu etkileyebilir. Sadece DSP ile ittifak, bu sinerjiyi yarım bırakır.
CHP bu partilere “gözünün üzerinde mertek var” dememeli.
Bu partileri etekleri altına toplamalı.
Onlara “demokratik ağabeylik” yapmalı.
Yapılacak anlaşmalarla, seçim listelerinde bu partilerin adaylarına belirli oranlarda yer vermeli.
Bu partilerin militan, çalışkan üyelerinin enerjilerini seferber etmeli.
Bu sadece bir seçim ittifakı olmalı, partilerin Meclise girebilen adaylarının CHP’den bağımsız özgürce davranması doğal, normal kabul edilmeli.
Böyle bir sinerji herkese kazandırır. Bu gerçek bir kazan-kazan politikasıdır.
Hem seçmenin azınlıktaki sesi Meclis’e yansır, hem CHP de Meclis’te daha güçlü bir grup kurmuş olur (isteniyorsa tabii!)
***
CHP bunu gerçekleştirirse, büyük bir demokratik tutum sergileyeceğini de bu arada belirtmeliyiz.
CHP, kendisine oy vermeyecek kitleleri seçim sandığına götürecek ve daha özgür bir parlamentonun oluşmasına yardımcı olacak. Böylece kendi dışındakilerle de seçim sandığında uzun vadeli sıcak ve yuşumak bir ilişki kurmuş olacak.
Dahası, bu ittifak yerel seçimleri de kapsayabilir, böylece çok önemli bazı belediyeler AKP’nin elinden kurtulabilir. Unutmayalım ki, önemli belediyeler, büyük bütçeleriyle, icraatlarıyla AKP’yi siyasi olarak semirten bir görev yerine getiriyor.
Ancak CHP’nin “sağdan oy kapma” veya “sağı küstürme” politikası ve korkusu partiye egemense eğer, yapacak bir şey yok. Ama demokratik Cumhuriyet’in bundan zarar göreceği açıktır ve CHP’nin de bu yükü omuzlarında taşıyacağını herkes düşünecektir.
Cumhuriyet, kazanımlarına sahip çıkılmayı bekliyor, burada en büyük görev de tarihsel kimliği ve vicdanlarda derin kökleriyle CHP’ye düşüyor!

OKURDAN KATKI İnönü Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi İrfan Kalaycı’nın “Merhaba Federatif Ülke” başlıklı yazıma katkısını teşekkür ederek ve destekleyerek paylaşıyorum:
“Yine, ince ayrıntılarla dolu cesur ve 'provakatif' bir yazı yazmışsınız. Türkiye, bence, federasyon yerine entegrasyonda odaklanmalı. 
Bir kere, federasyon, henüz sanayileşmesini tamamlamamış Türkiye gibi bir ülkede, ham meyve gibidir. Daha başka ifadelerle; lükstür, mitoz bölünme talep ve risklerine zemin hazırlayıcıdır. Oysa, entegrasyon, ister ulusal (örneğin GAP projesi), ister uluslararası (tabi ki AB projesi) biçimiyle; kalkınarak birliği, birleşerek kalkınmayı hedefler. 
Entegrasyon bölgesel ve küresel yaralarımıza merhem olurken, federasyon ise sanki kabuk bağlamış yaralarımızı daha da kanatacak gibi. Entegrasyon, bugünümüzü ve geleceğimizi temsil ediyor, federasyon ise geçmişimizi hatırlatıyor, çıkış ve inişlerimizi, yani istikarsızlığımızı. İlki Cumhuriyet Türkiyesi, diğeri, artığı/ardılı olduğumuz Osmanlı ile temsil ediliyor. Daha da ötesi, entegrasyon(lar), başlamış ve bazı nimetlerini elde ettiğimiz bir süreci anlatıyor, diğeri ise, olgunlaşmasını beklediğimiz koşulların insafına kalmış.
---
Not: “Balans Ayarı” yazısı bir sonraya.
--
8 Mart 07 / Perşembe – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

 


Bülent Ecevit Bey- 4


Sayın Ecevit için “liderlik özellikleri” ve “Türkiye’ye –ihtiyaçlarına- önderlik” açılarından neler söylenebilir? Bu açı önemli, çünkü Türkiye’nin temel sorunlarının çözümü, “doğru liderlik”leri öne çıkartıyor!
Bu soruya gerçeğe yakın bir yanıt verebilmek için, belki de 50’ye yakın “doğru” soru saptamak ve Sayın Ecevit’in eylemleri, politikaları ve kararları örneğinde yanıtlamak gerekir. Bizim politik-sosyolog bilimcilerimizi beklemeye sabrımız elvermiyor!
***
Bülent Ecevit Bey Türkiye ve sorunlarına önderlik edebildi mi?
Financial Times’ın -sezgisel- “cüce politikacılar arasında bir dev”, nitelemesi de gösteriyor ki, Bülent Bey’in Türk siyasi hayatında özel bir yeri var.
Önce, yabancı gazetenin yargısını anlamaya çalışalım:
a) Bülent Bey, zaten “dev”di.  Ne yazık ki Türkiye’de diğer politikacıların hepsi “cüce”. Ama, bu devlik, cücelerin arasında olmaktan kaynaklanmıyor. b) Türkiye politikacı açısından cüceler ülkesi, Bülent Bey, iyi politikacı nitelikleriyle bu bakımdan dev gibi öne çıktı!.. c) Bir çıkarsama: Gazete, bazılarının “büyük lider” olarak taptıkları Turgut Özal’ı da cüceler arasında sayıyor!
Zor bir konu. Fakat biz olayı karmaşıklaştırmadan konumuza odaklanalım.
***
Türkiye’nin “cüce politikacılar ülkesi” tezine destekleyen nedir?
Şüphesiz bu soruyu onlara sormalı, ama benim yanıtım var (Alınganlıklar olmaması için, saptamalarımızı iktidara gelip gidenlerle sınırlı tutalım):
* 45 yılda üç askeri darbe, bir postmodern darbe, askerleri normal görevlerine döndürme başarısızlığı, Türkiye’nin siyasal bakımdan hep sorunlu görünmesi, 18 kez ekonomiyi iflas ettirip IMF’e teslim etme.
Başka?
·     Avrupa’nın eteğinde yoksul bir ülke olarak kalmak; kalkınmasını gerçekleştirecek olanakları ülke içinde yaratamamak; İnsan hak ve özgürlükleri, hukuk, demokrasi, düzgün işleyen bir ekonomi  için gerekli gerekli siyasi alt ve üst yapı değişikliklerini gerçekleştirememek ve bütün bunlar için dış zorlamaların sopasına sürekli ihtiyaç duymak!
Yabancı bir göz, Türkiye’nin “hasta adam” yapısından 50 yıldır kurtulamamasını “politikacılarının cüceliğine” (tabii öncelikle sağcı politikacıların!) bağlıyorsa!
Yanlış diyebilir miyiz?
***
Peki, Ecevit’in devliği ne kadar doğru ve bunun politik ve liderlik kaynağı ne?
Buna doğru yanıt verebilmek için 50 sorumuz yok, ama bazı noktaları dikkate alabiliriz. Aşağıdakiler düzgün sınıflandırılmadı, gelişigüzel bazı saptamalar yapacağım:
1)  Akgünler programı, en önemli politik sosyal değişim programıydı!  Fakat bunu gerçekleştiremediği ve genellikle diğer partilerin seçim programlarında de yakın, (iktidarda asla uygulanmayacak) değişim istekleri vardır. Not yok.
2)  Ülkemizde sağcı düşüncenin terörü nedeniyle köşeye sıkıştırılan sol kavramları Türkiye çapında rüzgara dönüştürmesi. Artı puan.
3)  Zor durumlarda cesur kararlar alabildi. Kıbrıs’a müdahale. Uluslararası baskıyı gögüslemesi. Artı puan.
4)  Kitleleri seferber edebilmesi: artı puan. 
5)  Suikast ve girişimlerine karşı tutumu: Artı puan
6)  Yalnız kaldığında bile ayağa kalkabilmesi ve yeniden tepelere yükselebilmesi. Artı puan.
7)  Fikirlerini geliştirmesi ve izlemesi. Politikaya düşünce sokması: Artı puan
8)  Tayin edici anlarda kararlılık: Meclis’i türbanı ile basmaya kalkışan Merwe’yi kavaklara çıkartması. Artı puan...
***
Fakat eksi puanlar da var: Akgünler programını, 2000’li yılların Dünya ve Türkiye’sini dikkate alarak yenilemeyemesi. Zor koşullarda bazen liderlik zaafları: 12 Eylül öncesinde ve gelen askeri darbeye karşı demokrasi cephesi yaratamaması. Türkiye’yi gerçekten geleceğe taşıyabilecek Bilgi Toplumu, bilim ve teknoloji politikalarına yabancı kalması. Bu anlamda bir “gelecek programı” ile milletin önüne çıkamaması. Şüphesiz ki, 2001 ekonomik krizini yönetememesi ve ülkeyi ve ekonomiyi Derviş ve uluslararası örgütlerin programına teslim etmesi.
--
14 Kasım 06 / Salı – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

 


Bülent Ecevit Bey-3


Türkiye, Bülent Ecevit Bey’i bu dünyadan yolcu etti. Uzun süredir böyle bir cenaze törenine Türkiye şahit olmamıştı. Sanırım Sayın Ecevit’e bir kez oy veren seçmen bile, yüreğinde derin bir sızı hissetmiştir. Bu olguyu rakama vuracak olursak, karşımıza muhtemelen Türkiye’nin yarısından çok fazlası bir nüfus çıkar. Kaldı ki, diğer seçmenlerin önemli bir bölümü de, Ecevit’e büyük saygı ve sevgi beslemiştir. Türkiye’nin Ecevit sevgisi çok nettir.
Bunun temel nedenlerinden en önemlisi bence, Ecevit Bey’in politikacı kimliğine hiç bir parasal başka bir ilişkiyi bulaştırmamasıdır.
Ne iş adamlarıyla alış veriş içinde oldu, ne bir şirket ilişkisi içine girdi, ne de politik gücünü iktidar zenginleri yaratmak ve onlardan partiye veya kendine pay almak için kullandı.
Diğer büyük çoğunluk için bunu söyleyebilir miyiz? Ya yeğeni, ya ailesi, ya partisi, ya taraftarı, ya kendi iş adamı...
Türkiye siyasal hayatı, bu açıdan tam bir bataklık içindedir.
Erdoğan tüccar-aracıydı. Yakın zamana kadar da bu işini devretmemekte direndi. Devretmeyi bile kamuoyundaki baskıları kastederek “lanet olsun...” diyerek yaptığını açıkladı. İstanbul Belediye Başkanı dönemiyle ilgili hakkında çok sayıda dava açıldı. Yimpaş ile AKP arasındaki bağlar inkar edilemeyecek durumda.
Siyaset, ilke ve kural olarak, şeffaf olmayan, yerel veya merkezi, partinin iktidar olanaklarından yararlandırılan “işadamı” kılıklılarca finanse edilir. Beş sana iki bize! Bu yolla kişisel servetler istifleniyor.
Sayın Ecevit için bunların içinde pir-ü pak kaldı, hem partisi hem kendisi! Seçmen, Sayın Ecevit’in “saf” bir politikacı olarak ülkesine hizmet etmekle bir ömür geçirdiğini görmüştür.
***
Siyaset, çok zor bir uğraş. Sayın Ecevit için siyaset çok daha zor geçti. Siyasal hayatına bakarsanız, her ilerleyişi, her dönemi gerçekten büyük zorluklarla ve engellerle gerçekleşti.
Bu zorluğun nedenleri:
1)  Sayın Ecevit’in yukarıda vurguladığımız parasal ilişkilerden uzak durmasıdır. Paranın kolayca yarattığı büyük imajlar, içi boş propagandalarla satın alınan seçmen oyu, Sayın Ecevit’in torbasında bulunmaz.
2)  Ecevit, tek kişi olarak, fikirleriyle çarpıştı ve dün seyrettiğimiz büyük kitlesel desteği bu sayede yarattı.
3)  Kurulu düzen, Ecevit’i hep “şüpheli politikacı” olarak gördü. Bir zamanların TÜSİAD’ı Ecevit’i yıkmak için tam sayfa ilanlarla kampanyalar yürüttü. Çünkü o bir ‘solcu” ve güvenilmezdi! Bizim iş dünyası, politikanın en sağcı ve berbat kesimleriyle ilişkilerini sürdürmeyi tercih ediyordu. Bu tam bir kirli ilişkiydi; bugün de önemli ölçüde politikacı işadamı ilişkisi böyledir!
4)  ABD’ye göbekten ve kafadan bağlı içimizdeki sivil asker “ihanet içinde” kurum ve kişiler, Ecevit’i safdışı bırakmak için cinayet teşebbüsleri dahil türlü çeşitli kumpaslar kurdu. Çiğli suikasti, ABD suikasti, 1977 seçimlerinde Demirel’in suikast ihbarı vb Sayın Ecevit’i bertaraf etmeye yönelik çok ciddi girişimlerdi. Ecevit, hiç birinden yılmadı, korkmadı, dimdik ayakta durdu, ölümü gördü, kaybedecek bir şeyi yoktu.
5)  Bülent Ecevit Bey, politik olarak bütün bu çevrelere direnmenin, cesaretin adıydı aynı zamanda!
6)  Sayın Ecevit’in politik zorluklarından biri şüphesiz “solcu” niteliğiydi. Geçmişinde solculuk adına ne varsa herşeyi alabildiğine ve her fırsatta ezmiş bir üst yapı vardı. Sağ adına ne varsa hepsiyle yoğrulmuş bu üst siyasal-kurumsal yapı için, Ortanın Solu, Solculuk, Bu Düzen Değişecek, Toprak işleyenin- Su kullananın” gibi sloganlar, korkutucuydu ve yeri zamanı gelince Ecevit’e faturası çıkartıldı.
7)  Bunlar arasında, Ecevit’in bağımsızlıkçı tutumunu da saymalıyız. ABD’nin kirli adamları için bağımsızlıkçı düşünceler, görüldükleri her yerde ezilmeliydi!
8)  Sayın Ecevit’in bütün bunlara göğüs gerebilmesi, halkıyla bütünleşebilmesi ile mümkün oldu. Bu nedenle gücünü hep halktan aldı. Şüphesiz, namuslu bir düşün adamı kişiliğini de bu güçler arasında saymak gerekir.
Bütün bu nedenlerden dolayı Ecevit, 60’lar sonrasının, zor siyasetin namuslu ve kişisi, bir numaralı siyaset adamıydı.
Ruhu çok yaşasın!
--
12 Kasım 06 / Pazar –Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

 

Bülent Ecevit Bey -2


Çok ilginçtir: Ecevit’in iktidara yükselişleri genellikle ülkenin kriz dönemlerinde gerçekleşti. 12 Mart 1972 askeri müdahalesinden kurtulmak için çırpınan Türkiye ve Kıbrıs’a müdahale zorunluluğu koşullarında, 1974’te Ecevit’in iktidarıyla tanıştık. Zorlu yıllardı!
Sonra da, Amerikancı karşı devrimci generallerin 1980 darbe öncesinde, ülkemizin en büyük siyasi, anarşik ve ekonomik kaosun yaşandığı koşullarda, yine Ecevit iktidar oldu.
2001 büyük ekonomik krizinin yaşandığı dönemde de Ecevit hükümetteydi...
Fakat hep ortaklıklarla, koalisyon hükümetleriyle, veya devşirilen ve hepsine bakanlık verilen 11 milletvekiliyle; bu sonuncunun ne büyük fiyasko olduğunu biliyoruz!
Sol, genellikle, sağcı iktidarların berbat ettiği siyasi ve ekonomik koşullarda, iktidara alternatif olarak seçiliyor. Bir düzeltici, bir reformatör olarak!
Bu görevini yapınca da seçmen yeniden alışık ve tutucu düzenin partilerini işbaşına getiriyor!
Sağcı partiler yeniden, milleti tokatlasın, ekonomiyi çökertsin, hazineyi yağmalasın diye!..
Ecevit, yüzde 40 oyları yakaladığında bile iktidarda yalnız olamadı! Üç başbakanlığı ve bir başbakan yardımcılığı döneminde, ne yazık ki ülkenin ekonomik durumunu, ekonomik yapısını, orta ve uzun vadeli düzeltici hemen hiç bir uygulama, plan ve program, stratejik hedef ve yöneliş yok akıllarda.
***
Güngör Uras, Milliyet’teki yazısında, Bülent Bey’in, 1976 yılında hazırlattığı “Akgünler” programının, “Türkiye’de hazırlanmış en (belki de tek) ekonomik ve sosyal değişim programı” olduğuna inanıyor.
Bu düzen değişecektir! Bu düzen değişmelidir!
Güçlü bir slogandı ve insanlara dağları aştırdı, tepelerde yürüttü, nehirlerde yüzdürdü!
Slogan, Türkiye çapında yankılandı. Geri geldi, daha büyük dalgalarla Türkiye’yi sardı!
Bir umut rüzgarı, bütün gücüyle esti!
Teşekkür ederiz!
Sol, bunun kadar güçlü ve içerikli, kitleleri sarıp sarmalayan bir slogan henüz tanımıyor!
Uras’ın dediği gibi, Köykent projesi de çok önemlidir.
Bu programın özü, köyü kapalı, içe dönük ve tutucu ekonomik ve sosyal yapısından kurtarmak, ama yine kendi bölgesinde yeni koşullarda üretici kılmak ve dönüşümünü sağlamaktı!
Köykent projesi, bir sosyal değişim programıydı. Eğer uygulanabilseydi, bugünkü Türkiye’nin yüzünün çok başka olacağını düşleten bir program...
***
Bülent Ecevit Bey’in “Akgünler”den sonraki dönemlerinde, değiştirici kişiliği-gücü epey yıpranmıştı.
Şüphesiz, Türkiye’nin zor dış ve iç koşulları, gündemden eksik olmayan büyük sorunlar, çatışmalar, Ermeni ve Kürt sorunları, silahlı eylemler vb, ülkemizde siyaseti, siyasi programların uygulamasını yokuşa sürmüştür.
Ama hemen hiç bir siyasetç de, seçimlerde vaadettiği programı, iktidara geldikten sonra yürürlüğe sokmak için gayret göstermemiştir.
Bugün örneğin ülkemizin ekonomik kriz sarmallarından kurtulabilmesi için, yepyeni bir ekonomiyi dönüştürme programına ihtiyacı var!
Ekonomi, “dış borç ve dışalıma mecbur büyüme yapısı”ndan kurtulmak zorundadır. Çünkü bu yapı yüksek borç ve yüksek faizle ülke yükünü arttırıyor, sonuçta sürekli kriz üretiyor.
2001 krizini şüphesiz Ecevit yaratmadı, ondan önceki koşullar bu krizi hazırlamıştı. Fakat, bu tür krizlerden kurtulmak ve kriz sarmalını tersine çevirmek için uygun bir ortam vardı. Ecevit, yeni bir ekonomik anlayış gerektiğini yakalayamadı. Kemal Derviş’e tam teslim oldu.
Ecevit, koalisyon hükümetini de dağılmaktan kurtaracak politikalar üretemedi. Derviş, en önemli figür yapılınca uluslararası rolünü çok iyi oynama fırsatını yakaladı ve hükümeti dağıtacak bir güce ulaştı... Şüphesiz, Devlet Bahçeli’nin deneyimsiz, gerçeklikten uzak duruşu da, iktidarın sonunu hızlandırdı.
***
Kriz yönetmedeki olumsuz yönetimlerini bir kenara bırakırsak, Türkiye Ecevit ile çok şey kazandı!
İyi ki vardı!
--
9 Kasım 06 / Perşembe- Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

***

 


Bülent Ecevit Bey


Bülent Ecevit, Türk siyasi ve toplumsal hayatında gerçekten olumlu izler bırakan ender insan-politikacılardan biri.
Bugün Ecevit için iyi şeyler yazma günü! Çünkü bunu gerçekten hakkedecek olguların altında imzası olan iyi bir politik kişiliği son yolculuğuna uğurluyoruz.
Ecevit’in “izlerini” sürersek neler karşımıza çıkar?
·    Türk Politika hayatını, mavi rengiyle, güvercinle, şapkasıyla,  Karaoğlan sıfatıyla renklendirdi, sevimleştirdi, hafifletti; bütün bu “Ecevit markaları” ile politikayı sevdirdi ve halklaştırdı.
·    Bir “mücadele adamı”. Hayatında önemli ilkler var, ve bu ilkler Türkiye’de siyasal ve toplumsal yaşama da damgasını vurdu ve yeni kanallar, kulvarlar açt:
·    Çalışma Bakanı olarak işçi sınıfı grev hakkını ilk O’nun zamanında kazandı... “Ortanın Solu”sloganıyla CHP içinde yeni bir bayrağı dalgalandırdı. Bu sloganın ülkemizde solu, solculuğu yaygınlaştırdığını ve sevimlileştirdiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan solcular, Ecevit’e derin bir teşekkür borçludurlar. Solculuğu halk için “öcü” gibi kullanan onca minik grupların çabalarına rağmen.
·    Mücadeleci ve güçlü bir kişilik geliştirdi zaman içinde: CHP Genel Sekreteri olarak, İnönü’ye bayrak açtı. 1972’de İnönü Dönemini noktalayan politikacı oldu.
***
Ecevit, 12 Eylül askeri darbesine karşı da mücadele etti. Demokrasinin oturması için çaba gösterdi. Büyük ölçüde ABD’nin güdümünde ve talimatları doğrultusunda hareket eden, en koyu ve gerici Amerikancı generaller tarafından siyasal açıdan anti ulusal bir araç olarak kullanılan Kontrgerillaya karşı çıktı. Bu gerici silahlı örgütün saldırılarına ve suikast girişimlerine de hedef oldu. Ancak, yılmadı ve cesur kişiliğiyle hep ayakta durdu!
·    CHP’den ayrılıp sıfırdan yeni bir partiyi, DSP’yi kurdu. Güçlü kişiliğiyle politik hayatımızda edindiği kendine özel konumun verdiği büyük bir cesaretle! Nitekim DSP’yi iki kez büyüttü ve iktidara taşıdı.
·    Ecevit ulusun, ülkenin çıkarlarını savunmakta tereddüt etmedi. Bu tutumuyla sahnedeki bütün egemen politikacılardan ayrıldı. Dış politikada ve ilişkilerde boyun eğen ve evetçi bir politika insanı olmadı. Burada da çoğu kez cesur davrandı. ABD’ye karşı sık sık tavır aldı. Haşhaş ekimi yasağını kaldırdı..
·    Şüphesiz en cesur kararı Kıbrıs’a müdahaleydi. Kıbrıs’ın oldu bitti ile Yunanistan’a ilhakını önledi. Bu ancak büyük bir politikacının kararı olabilirdi. Çünkü dünya egemenleri müdahaleye karşıydı. Türkiye ambargoya göğüs germeyi öğrendi.
***
Ecevit’in büyük bir saygıyla anılması gereken bir politikacı özelliği de, siyasal dürüstlüğüydü. Politikasını kişisel hiç bir maddi çıkara alet etmedi. Bir menfaat kovalamadı.
*Siyasal olarak varolabilmek için, bugünün bütün politikacılarının yaptığının hiç birini yapmadı: Kendine ekonomik yandaş yaratmak için devlet ve iktidar olanaklarını kullanmadı.
*Ülke hazinesini, ihaleleri, ite kopuğa peşkeş çektirmedi. Ve iktidar dönemlerine özgü Ecevitçi zenginler tayfası yaratmadı.
Ecevit, bütün bu özellikleriyle, siyasal hayatımızın son yiğit kahramanı, son devlet adamıydı...
Bu yaşadığımız dönemde, ne yazık ki, bütün bu olumlu nitelikleri bağrında toplayan ve hakkında bütün bunları yazasileceğimiz kimse kalmadı.
Bu nedenle, Ecevit’ten geriye ve Ecevit’ten sonra ortada sadece derin, sessiz, beyaz bir hüzün kalıyor!
Rahşan Hanım’ın ve bütün sevenlerinin başı sağolsun.
--
7 Kasım 06 / Salı – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

Baykal -2


Sosyal demokratların, solcuların vb. bir şemsiye altında seçime girmesini sağlamak, Cumhuriyet okurlarının en yaygın isteklerinden veya beklentilerinden biri. Gazetemiz bu konuyu yine seri yazı konusu yaptı, ama okur yankılarından anlaşıldığına göre, sonuç yine elde var sıfır!
Okur, bu sonucu, söylemleri veya görüşleri zaten bildiği için farklı bir çıkış yolu arıyor. Ayrıca tartışmaya katılmak istiyor. Sadece “etkin ve yetkin” isimlerin konuşturulması onları tatmin etmiyor.
Mesela Zeynel Kip şöyle yazıyor: “Yurtseverim, sosyalistim, demokratım, çağdaşım, yazabileceğim yuzlerce sayfa var. Son yazı dizisinde konuşanlar bizi artik bezdirdi. Daha farklı şeyler bekliyorum; daha ideolojik daha entelektüel bir tartışma açılsın istiyorum. Tanrı aşkına konuşturulan bu insanların söylediklerinin neresi yeni? Bir beyin fırtınası yaratalım, silkelenme, ayağa kalkmak için hamle yapalım. Önümüzde çok zorlu geçeceğe benzer bir süreç var, bu süreci sol çok iyi değerlendirmeli ve iyi pozisyon almalı. Yoksa daha kötü günler bizi bekliyor. Öyleyse daha iyi bir platformda daha değişik insanların düşüncesi ve görüşü kamuoyuyla paylaşılmalı...”
***
Yürekten katılıyorum. Konuyu okura tartıştırmak gerekli. Okurun yüreği buruluyor geleceği düşündükçe. Herkes bu iktidardan bir an önce kurtulmanın gerekli ve şart olduğunu söylüyor, ancak seçim anına kadar yüzde 99 değişen hiç bir şey olmayacak yine!
Neden böyle?
Bir neden, parti veya çevre yöneticisi liderlerin okurun veya seçmenin sandığı gibi, ülkede işlerin pek de kötüye gittiği görüşünde değillerdir. AKP bal gibi ülkeyi yönetiyor, muhalefetin veya AKP karşıtlarının tepkileri gerçeklere dayanmıyor ve daha çok “propaganda” amacıyla söyleniyor! Yani demokrasi ve Cumhuriyetin temel ilkeleri tehlikede falan değil, olay siyasi dalaşma ve kaşık kavgası! Eğer bir tehlike varsa, Ordu zaten hazırda bekliyor!
Bu varsayım doğru gözükmüyorsa, şu varsayımda bulunabiliriz:
AKP karşıtı sosyal demokrat vb yöneticileri gelecek için bir şey yapmayacak kadar kendini düşünen insanlar! “Batsın balık yan gider” veya “benden sonra tufan”, veya “ya ben ya hiç” düşüncesindeler!
Daha pek çok neden sıralanabilir. Bütün hepsinde bir gerçeklik payı da bulabilirsiniz. Ancak yazının amacı bunları irdelemek değil!
***
Bütün parti ve çevrelerin tek çatı altında hareket etmesi zor bir konu. Yeni oluşum ileride yokoluş sonuçlarını da beraberinde getirebilir. Bu nedenle herkes sıkı sıkıya kendi bayrağı altında tek vücut hareket etmek istiyor.
Peki burada ana sorun nedir?
Birincisi yeni liberal dalganın toplumu düşünce olarak esir almasıyla solun dağınıklığının artması ve güçlü bir çıkış yolu bulamaması...
Herkesin kendine göre “sıradan” bir programı var!
Kimisi katılımcı demokrasiye, kimisi ulusalcı değerlere, kimisi sosyal adalete, kimisi kadın ve çocuklara, kimisi insan hak ve özgürlüklerine, kimisi ABD ve AB karşıtlığına veya hepsi bunların birazına vurgu yapıyor.
Solun işi her zaman zordur. Çünkü kurulu, işleyen düzeni bozmaya veya değiştirmeye yönelik bir davranış içindedir. Toplum ise varolandan yana davranır. Ancak önemli ve büyük olaylar veya bıçağın kemiğe dayanması durumunda radikalleşirler!
Son iki seçimde, seçmenin böyle bir radikalleşmesini yaşadık. ANAP’ı bitirdi, CHP’yi Meclis’e sokmadı, DSP ve MHP’ye tavan yaptırdı, olmadı onları dibe vurdurdu, ortalıkta denenecek pek kimse kalmayınca da AKP’yi  iktidar yaptı!
***
Peki neyi tartışmalı?
İki konuyu: Eğer AKP ülkenin üstelik yakın geleceği için önemli bir tehdit olmayı sürdürüyorsa, o halde bütün partiler, gurup ve çevreler, kendi programlarını, partisel ve bireysel kişiliklerini ve  özel geleceklerini bir kenada bırakabilir ve bir fikir altında topyarlanabilir mi? Böyle bir “inşa”ya gerek var mı?
Varsa, bu program veya düşünce ne olmalı?
--
22 Ekim 06 / Pazar –Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

 

Baykal


Parti örgütünün bu kadar yoğun çalışma hızına değil liderlik, bir kaç liderlik bile yetişemezdi! Güldü! Acaba bazı sanal parti liderlikleri mi kursaydı! Bazı otomatik görevleri, kararları, onayları, formalite işlemlerini İnternet üzerinden “robot yazılım” başkanlarına havale ederdi! “Yapay lider zekâları” ile çok daha hızlı akardı her şey...
Parti çoşmuştu, seçimlere daha bir yıl kala başlayan çalışmalar kısa süre içinde öyle yüksek bir düzeye ulaşmıştı ki, partinin nefesinin yarı kolda kalabileceğini ve sadece bu nedenle bile seçimi kaybedebileceklerini düşündü!
Tıpkı nefesini ayarlayamayan ve yarışı kaybeden şampiyon bir atlet gibi!
Seçimi kaybetmek mi? Şakası, düşüncesi bile mide krampı yaratıyor!
***
CHP Genel Merkezi’ni izlemekten yoruldum.. Doğrusu nereye koşuşturacağını, hangi toplantıyı izleyeceğimi ve sizlere hangi yeni gelişmeyi duyuracağımı şaşırdım... Başım dönüyor!
Partinin Bilim Kurulu’nun kurduğu alt birimlerinin sayısı hızla çoğalmıştı. Salt ekonomi konusunda oluşturulan 6 yeni alt birim ülkenin kısa, orta ve uzun vadeli ekonomi politikaları hazırlıkları içinde kaybolmuş durumda...
Kalkınma politikaları bir yandan çağa uygun koşullar gözönüne alınarak yeniden inceleniyor, İspanya, Kore ve Çin’in büyük ekonomik atılımlarının dinamikleri çözümleniyor, Türkiye’nin gerçekçi dinamikleri ve potansiyelleri ortaya konuyor, ileri ülkelere yetişebilmenin tarihsel koşulları inceleniyor, arkadan gelen ülkelerin öndeki ülkelere yetişebilmesinin ve bu amaca uygun bilim ve tekno-ekonomi politikalar saptanıyor..
Parti inanılmaz bir fikir zenginliği yakalamış.
Türkiye’nin öncü düşünürleri kamçılanmış ve iktidara geldikleri andan itibaren uygulamaya konacak geniş bir program ortaya çıkmıştı!
***
Parti’nin haftalık Meclis toplantıları, bugüne kadar alışılmamış ölçüde canlı, diri, renkli ve verimli geçiyor.
Milletvekilleri, seçim yörelerinden, seçmenlerinden ve entelektüel çevrelerinden edindikleri izlenimleri, aldıkları önerileri gruba ve liderliğe ve tartışmaya sunmak için çırpınıyor. Ama haftalardır bu böyle!
En sonunda, Grup toplantıları artık akşamlara doğru sarkmaya başlayınca, konuşmalar sınırlandırıldı, öneriler yazılı yapılmaya başlandı ve bu amaçla kapalı devre bir intranet sitesi oluşturulması kararlaştırıldı!
Grup toplantıları tam bir demokratik ortamda gerçekleşiyor ve milletvekillerine aynı zamanda Meclis’teki çalışmalarda da geniş bir bireysel katkı olanağı sağlanıyor.
Herkes, yapabileceğinin azamisini ortaya koymaya çalışmakta.
Bu yeni parti çizgisi, seçim yörelerinden, çeşitli orta ölçekli ve mikro projelerin yağmasına yol açmış durumda!
Bu amaçla, Başkanlığa, Parti Meclisine bağlı, coğrafi bölgesel alt başkanlıklar bile oluşturuldu. Ülkenin bazı özellikleri dikkate alındı, sanayinin gelişme gösterdiği “Anadolu kaplanı” kentler; turizm, tarih ve arkeoloji bölgeleri, başlı başına alt başkanlıkların çalışma alanlarına verildi.
Bu arada özellikle gelişememiş ve işsizliğin yoğun yaşandığı yörelere büyük önem verildi ve yöre halkı ve yöre doğumlu işadamları ile ortak projeler gündeme getirildi!
CHP’nin hemen her kesimde ve bölgede yaktığı büyük bir gelecek umudunun alevlerinin göğe yükseldiği, açıkça görülüyor!
***
Özellikle, parti gençliğinin bir “Başkan yardımcılığı” olarak yeniden örgütlenmesi, parti organlarında çoşkulu temsili ve Başkan ve liderlik ile omuz omuza çalışmaya başlaması, gençliği ateşlemiş ve CHP sanki yeni bir doğuş yakalamıştı!
Nüfusu bu kadar genç bir ülkede doğrusu CHP’nin bu kararı çok akıllıca bulunmuştu! Gençlik, Meclis Grup toplantısında da temsil ediliyordu!
Yine bir Başkan Yardımcılığı altında da kadınlar örgütleniyordu...
Baykal, 11’i bulan Başkan yardımcılıklarının yetersiz kaldığının farkındaydı. En azından seçimlere kadar, seçim çalışmalarını daha bir üst düzeye çıkarabilmek için, bu sayıyı 20’ye çıkarmanın doğru olacağını düşünüyordu!
Doğrusu, örgütü, seçmeni, ülkeyi şaha kaldırmanın her yolu açık tutulmalıydı.
***
Anadolu’dan bir partilinin hediye ettiği at kılından kamçıyı eline aldı, şöyle bir havada şaklattı!
Kamçı sesi, yeni çağrışımlar yaptı!..
Önüne konan son seçmen anketine bir göz attı!
İktidar epey oy kaybetmiş, CHP  başabaşlığı yakalamıştı...
Olağanüstü yeni bir toplantı düşüncesi ile telefonu kaldırdı...
İçi, yıllardır hiç tatmadığı, duyumsamadığı duygularla dolup taşıyordu!
--
1 Ekim 06 / Pazar – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

Muhalefet, CHP Ve?


Ülkeye muhalefet arayışına girdi; kapıcısından köşe yazarına, berberinden üniversitelerin politik ve sosyal bilimcilerine kadar.. CHP’nin artık bittiğini ilan edenler, akademisyenliklerini günlük politika köpüğü için çırpıp duruyor.. Üçüncü yollar, Derviş’ler yeniden yollara döküldü. Soru, sosyal demokrat muhalefet nasıl olmalı?
Küreselleşme ve neoliberal politikaların dışına çıkmayacak politikaları piyasaya süren sürene.. CHP, sosyal demokrasinin gerçek kökenlerini anımsar ve ciddi bir seçenek üzerine yoğunlaşır da, ipler kaçar mı korkusuyla, egemen neoliberal akıma karşı kalbin solda attığını anımsatacak hiç bir şey gündemde yok. 
Hurşit Güneş, umudunu yitirmemiş, CHP dışında bir seçeneğin yaşamasını en azından şimdilik olanaksız görüyor. Haklıdır. CHP ülkemizde en köklü, halkın içinde kalın damarları olan bir parti. Altan Öymen’in ikinci anı kitabı Değişim Yılları’nda verdiği 1950 seçimleri sonuçlarına göz atıyorum: DP 408 milletvekili çıkarmış, CHP ise 69! Sağcılar bu rakamları vererek Beyaz İhtilal’den bahseder, aslında gerçek durum aldıkları oylarda: DP 4 242 000, CHP ise 3 165 000; 500 000 kadar da bağımsız ve MP oy almış. Yüzde 54 oyla milletvekiliğinin yüzde 84’ü, yüzde 40 oyla yüzde 14’ü! Aptal bir çoğunluk sisteminin sonuçları! İkinci Dünya Savaşı’nın büyük sıkıntıları sonucunda yapılan bir seçimi bile CHP zor kaybetmiş!
***
CHP ne yapacak? O bir sosyal demokrat mı? Sosyal demokrasi nedir? Devletçi sosyal demokrasi olur mu? Bir dizi teorik sorun içinde boğulup gidiyoruz. Aslında teori, Türkiye’nin özgün koşullarıyla birleştiğinde hayatiyet kazanır. Evet Türkiye ve CHP sosyal demokrasinin Avrupadaki gelişimine uymuyor. Uymak zorunda mı? Sosyal demokrasi, Avrupa’da “sağcıların” devletine karşı mücadelede gelişmiş. Evet ne yapalım? O nedenle sosyal demokrasi devletçi olamazmış.. Sosyal demokratlar, iktidara gelip devleti yönetmeye başlayınca devletçi olmadılar mı? Kafa karışıklığı dizboyu... Önemli olan devletin nasıl kullanılacağıdır. Devlet bir araç..
Geçmişi şanlı sosyal demokratlar bugün Avrupa’da neoliberal küreselleşmenin kuyruğunda, yerlere çarpa çarpa sürükleniyor! Kendisi olamamış, yarı başkasının (öteki!) kılığında bir gırdap içinde.. CHP’nin geçmişi bence daha şanlı! Bir ülke, bir devlet, bir halk yaratmış bir parti bu! Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı verilmiş bir Kurtuluş Savaşı var orada! Bir büyük düşün insanı Atatürk var.. her ne kadar Mustafa Kemal kendisi ile Parti’yi çok haklı olarak ayırmışsa da!
***
CHP devletçi mi olmalı? Zaten olamaz! Devletçilik, artık sosyal demokrasi, solculuk ve sosyalizm değil. “Devletçilik” her bakımdan aşılmış ve aşındırılmış. Ama gereken sürede ve gerekli alanlarda “devletçilik” de yapılabilir. Einstein: “devlet birey için, bireyin refahı ve mutluluğu için olmalı”.
Peki ne yapmalı CHP ve nasıl bir çıkış yakalamalı? Derviş ve destekçilerinin sosyal liberal sentezinin neoliberal ideolojinin yamaklığı olduğu ve dünya ve toplum için bir seçenek sunmadığı açık. Bu sosyal demokrasi değil. Artık muhafazakar partiler bile “liberal sosyal sentezci” olabiliyor.
Türkiye için solculuk ve sosyal demokrasi, öncelikle,
· bir Ulusal Kalkınma Programı ortaya koymayı,
· fırsat eşitliğinin somut koşullarını yaratmayı,
· bilim ve teknolojiyi ve her türlü entelektüel üretimi temel alan politikalara yönelmeyi,
· komşularıyla kesin bir barış ve işbirliğine odaklanmayı,  ve savaşçı bütün politikalara karşı çıkmayı... gerektiriyor sanırım.
CHP’nin son ekonomik bülteninde, ilk kez bir ulusal kalkınma politikaları vizyonuna utangaç ve belirsiz yaklaşımın ipuçları var: “Türkiye’nin artık kendi ‘ulusal değişim’ programına ‘yeni vizyon ve atılıma’  ihtiyacı var” deniyor..
Ha gayret!...
Hayırlı olsun mu demeli, ve Baykal ve arkadaşlarının, kendi çevresini, partisini, seçmenini ve sosyal demokrasiye gönül verenleri kucaklayamadan; Türkiye’yi ve bir değişim programını asla kucaklayamayacaklarını anlamalarını mı beklemeli?
----
24 Şubat 05 / Perşembe – Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

Doğal Seçilim ve CHP-3



Bir okurum, gazetedeki diğer bazı köşeyazarlarını da kastederek, özetle “CHP konusunda yazdıklarınız büyük bir umutsuzluk doğuruyor bende, CHP’nın yokolacağını öneren yazıları okumak istemiyorum”... CHP ve köklerine böylesine derinden bağlı milyonların yaşadığı bir ülke Türkiye.. Ancak sorun: CHP nasıl yaşayacak, küçülerek mi yoksa büyüyerek mi? Minik evinizde komşularınız, askerlik, çocukluk, eski dava arkadaşlarınızla geçmişi yadederek mi? 
Gelelim işin özüne: CHP’nin nasıl büyüyeceği ve iktidara geleceği konusunda rivayet muhtelif. Basındaki derin isimlerin büyük çoğunluğu, örneğin, CHP’nin AKP  ile “neo liberalleşme yarışına” girerek büyüyebileceğini buyurmakta. Parti içi ve dışı, son kurultaydan sonra, CHP bitti!, düdüğünü çaldı! Ülkedeki sosyal demokrasi birikimini, bir vagona doldurup, uluslararası neoliberal tren katmak için kolları sıvadı!
Onlara göre, artık ulusçuluk oyunu, ulusal yarar vb gibi zırvalıkların neoliberal küreselleşmede yeri yok! Zaten kalkınma gibi bir sorunları da yok! Çünkü bizatihi kalkınma problemleri ulusal karakter içeriyor! Neoliberal düzene ekonominizi kattınız mı, zengin olacaksınız.. Zaten bir kısmı, ekonomiden anlamam, diyor. Ekonomi ve kalkınma kavramı olmayanların nasıl siyaset yaptığı ise derin bir muammadır.. Siyaset, günümüzde neredeyse tamamen ekonomikleşmişken! Küreselleşme, tam anlamıyla ekonomi demekken!
CHP adıyla da en eski parti. ANAN MANAN gibi, sürüyle iktidar partisi tarihin çöplüğüne atılmışken, CHP orada. Ama nasıl varolacak?
***
Biyolojide hayatı vareden “Doğal Seçilim” olgusunun, toplumsal yaşamdaki izleri üzerinde geziyoruz ya.. Bilimsel bilgiyi pratik hayatta kullanabildiği ölçüde, bireylerin genlerini aktarma ve hayatta kalma şanslarının artacağını belirtiyoruz ya..
Aslında “genlerini sürdürme” konusu, toplumlarda bütün kurum ve kuruluşlar için de geçerlidir. Ülkeler ve topluluklar için de.. Yani hem mikro (birey) hem makro (ülke, ülkeler topluluğu ve tüm insanlık) ölçekli, insafsız, dini imanı olmayan, sürekli eleyen ve yenilerine yol açan bir olgular sistemi hüküm sürüyor.
Bilimsel bilgi sisteminin gereğine uyamadan yitip giden bireyleri bırakın, onları yüzbinlerce yaşıyoruz.. Daha geniş ölçekli, tarihsel yaşamdan baktığınızda da, sahnede olan bitenleri seyredebilirsiniz.. Anadolu’da yitip giden, haklarında ancak arkeolojik kazılarla bilgi sahibi olabildiğimiz yüzlerce uygarlığı düşünün..
Hiç bir şeyin varoluş olasılığı, kendi ömrümüzün veya bir arada yaşayan üç-beş neslin tarih sınırları içinde anlaşılabilir değildir. Türkler beşyüz-bin yılı sonra varolacaklar mı? 25- 50-100 yıl sonra Cumhuriyet ne olacak?
Biz böyle uluslardan, ülkelerden, sınırlardan, insanlıktan bahsederken, CHP gibi kurumların geleceklerinden haydi haydi şüphe duymalıyız. (Veya: 100 yıl- 25 yıl önceki şirketlerden kaçı var?)
CHP, Cumhuriyet tarihini bünyesinde barındıran tek siyasi kuruluş. Bir “taşıyıcı”! Ve gelecek açısından çok daha önemlisi, milyonlarca insanın umudu! O halde, CHP daha güçlü olarak varolabilmelidir..
***
 “Toplumsal doğal seçilim” veya “Toplumsal genetik” yasaları- olguları, gelecekte varolabilme sürecinde nasıl işliyor?
a)    Çaba sarfedeceksiniz..
b)   Uyum göstereceksiniz (neye ve nasıl?)..
c)    Bilimsel bilginizi sürekli yenileyecek, etkin ve uygulanabilir tutacaksınız;
d)   Toplum bilimlerinin verileriyle sürekli sıkı temas içinde olacaksınız;
e)    Çağın gelişen ve değişen koşullarını, kendi varoluşunuz için değerlendirecek ve gözden geçireceksiniz;
f)    Toplum ve dünyadaki gelişmeleri sürekli önceleyebilme çabanız, fil ayaklarınızdan biri olacak. Varoluşsal konumunuzu gözden geçirecek ve gelecek perspektifiniz olacak.
TEZ YERİNE GEÇERLİ  SONUÇ: Bu ve benzeri “varoluş olgularını” yaşam ve gelecek parametresi yapmayan, kurum, topluluk ve ülkelerin, biyolojik ve toplumsal Doğal Ayıklanması kolay ve hızlı olur!
Bakınız: geçmiş!
CHP için fikir jimnastiğine devam mı?

---
6 Şubat 05 / Pazar – Orhan Bursalı

obursali@cumhuriyet.com.tr


***

Doğal Seçilim ve CHP- 2


Doğada bütün canlıların tabi olduğu Doğal Seçilim veya Doğal Ayıkla-n-ma (Natural Selektion) yasası, acaba, toplumsal sistemlerde de “çalışıyor” mu?
Doğada canlılar için bu yasa a) “çevre koşullarına uyum” yeteneği ve b) buna uygun genetik değişinim (mutasyon) geçirme ve uygun genetik donanıma sahip olma parametrelerine göre işler. Çevreye uyumlu bir genetik yapıya sahip olmayan veya eksik donanımlı canlıların yaşama şansları ya yok veya çok az. 
Örneğin iklim koşullarında çok önemli ani değişiklikler yaşansa, bir buzul veya aşırı sıcaklar çağına girsek, canlıların çok büyük bir kısmı dökülecektir. Belki önce, bünyeleri zayıflamış “yaşlılar” gidecektir (Önceki yaz aşırı sıcaklardan 10-15 bin Avrupalı yaşlı erken ölmüştü!). Arkasından, genetik yapıları bu yeni “olağanüstü” koşullara uygun olmayan bütün canlılar...
İnsanlar ve diğer canlılar o kadar farklı genetik yapılara sahipler ki, bir kısmının uyum sağlama ve yaşamda kalma şansları var.
Ama, örneğin yaşamın en önemli unsuru olan oksijen atmosferden yokolursa, yeryüzü canlılara artık ev sahipliği yapma özelliğini kaybeder. Oksijen azalırsa, bazı canlıların genetik yapıları, bu az oksijenle yaşamlarını sürdürebilir.. ama nesilleri devam eder mi şüphelidir..
Bunlar, doğanın yeni koşullarıyla canlıların genetik yapıları arasındaki ilişkileri içeren süreçlerdir. Doğal Seçilim olgusu az çok böyle çalışır..
***
Şimdi gelelim yazının başındaki soruya: Bu doğal ayıklama “toplumsal sistemlerde” çalışıyor mu? Eğer “çalışıyorsa” hangi koşul ve yasalara göre? Biyolojinin veya sosyal biyolojinin bu sorulara yanıtlarını doğrusu fazla bilmiyorum. Araştırmam gerek.. Ama bence “çalışıyor”..
Yaşamda kalmanın önemli bir özelliği, canlıların nesillerini devam ettirme yeteneğidir. Bu amaçla her canlı türü, genlerini çocukları aracılığıyla ortak “gen havuzuna” aktararak katkıda bulunur. Bu yeteneği olmayan canlılar “genetik”lerini yeni nesillerle sürdüremez ve “elenir”. Bu gen havuzunda yer alamayarak elenmek de, “Doğal Seçilim”e tabi olmaktır.
Şimdi bazı örnekler: Gece karanlıkta birden otomobil önüne kendini atan bir genç, varsayalım ki ölür. Evlenmemiştir, dolayısıyla genlerini sürdüremeyecektir ve bir tür “doğal ayıklanma”ya tabi olmuştur..
Tsunamide de yüzbin kişinin yine genlerini aktaramadan öldüğünü varsayalım. Bunlar da biyolojik olarak “doğal ayıklanma”ya uğrar.
Kışın soba zehirlenmelerinden yüzlerce kişi ölür.. Mantar zehirlenmelerinden de. Bilinçsizce ilaç kullananlar arasında da ölümler olur.. Aşılanmadıkları için ölen yüzlerce çocuk vardır.. Sigaradan erken yaşta kanser olup ölenler...
Bunların hepsi “doğal ayıklanma” kurbanları sayılabilir.. Çünkü genlerini aktaramazlar..
Fakat dikkat edin, toplumsal hayattaki bütün bu ve benzer yokoluşların tabi oldukları ortak bir neden vardır: Bilgisizlik, bilinçsizlik nedeniyle “hayatta kalma”yı başaramamak..
Bu örnekler arasında “riskleri bilerek ölmek” yoktur. Örneğin uçak, otobüs kazası, başına saksı düşmek gibi beklenmedik kazalar başka bir kategori konusudur.
Tsunamiden ölenler bilgi ve önlem eksikliği kurbanıdır. Çoğu depremzede de öyle.. Soba ve mantar zehirlenmeleri, aşı eksikliği kurbanları vb..
***
 O halde şu varsayımı ileri sürebiliriz:
“Toplumsal sistemde doğal seçilim yasası, bilimsel bilgi sistemi ile paralel çalışır. Bilimsel bilgiyi rehber almayan ve buna uygun davranmayanların hayatta kalma şansları, bilimsel bilgi şemsiyesi altında hayatlarını sürdüren bireylere göre daha azdır”.
Bunlar, genlerini aktaramayarak, toplumsal sistemde doğal seçilim yasasının erken kurbanları olurlar..
Bu toplumsal doğal seçilimde “değişen çevre koşulu”, insanın ürettiği bilgideki değişikliklerdir.
Bilimin, bilimsel bilginin, doğal seçilimde toplumları ve bireyi başarılı kılmadaki belirleyici önemini görüyor muyuz? İşte, doğayı sürekli anlamaya çalışarak, bilimsel bilgi üretmek insanlığın gelecekte varoluşu için büyük önem taşıyor.
Çünkü bilim, insan- doğa ilişkisini başka bir aşamaya yükseltmiştir.
***
O halde  ikinci varsayımı da öne sürebilirim:
“İnsanoğlu, bilim ve teknoloji aracı ile, Doğal Seçilim’i etkileme ve ona müdahale etme olanağını da ele geçirdi. Bu müdahaleyi, varoluşu destekler ve gen havuzunu zenginleştirir biçimde kullandığı sürece, doğal seçilimi olumlu yönde, insanlığın varoluşu yönünde etkiler”.
O halde bilgiyi içselleştiremeyen ve buna uygun davranamayan ve yaşam sistemleri kuramayan toplum, kurum ve bireylerin, toplumsal ve biyolojik varoluş şansları azalır
Peki CHP bunun neresinde?
--------
2 Şubat 05 / Perşembe Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr






***




Doğal Seçilim ve CHP



Biyolojinin “Doğal Seçilim (veya Doğal Ayıkla-n-ma)” yasaları, CHP için son sürat işliyor.
Doğal Seçilim, biliyorsunuz, canlı organizmaların değişen çevre koşullarıyla karşı karşıya kaldığındaki davranışıyla belirlenen bir süreçle ilgili sonuçları içerir. Çevre koşulları değiştiğinde, çeşitli canlı türlerinin davranışı nasıl olacaktır? Bu koşullara uyum sağlayacak, veya direnerek kendisini varedebilecek canlıların hayatta kalma ve gelecekte oluşacak nüfusun niteliklerini belirleme şansları daha fazla olacaktır.
Değişen koşullara uyum sağlayamayan karakterler için yapacak fazla bir şey yoktur.. yerlerini daha dayanıklılara bırakacaklardır.. Evrim yasası böyle işler.
Evrim yasasının çok daha önemli işleyiş mekanizmasını ise canlılardaki (insan ve diğerleri!) mutasyonların (genlerdeki değişimlerin) oluşturduğunu da biliyoruz. Canlılarda durmadan ve yüzbinlerce gerçekleşen mutasyonlar (genlerdeki değişinimler), bir ileri nesle daha dayanıklı veya daha zayıf karakterleri, yapıları da taşır. Bu mutasyonlar da uzun vadede hayatta kalmada belirleyici rol oynarlar..
Canlı doğanın (birey veya sistem ve yasalar temelinde) durmadan devinim halinde olduğunu biliyoruz. Hepimiz, herşey bu müthiş devinimin ürünleriyiz, sonuçlarını yaşarız ve buna göre şekilleniriz.. varlığımızı ya başka şekillerde sürdürürüz ya da yerimizi başka oluşumlara; yasalar ve sistemler de yenilerine bırakır..
Bu, diyalektiğin, evrimin, bilimsel yasaların kaçınılmaz sonucudur. Bundan hiç bir şey kaçınamaz..
Tıpkı uzaydaki karadeliklerin müthiş çekim güçlerinden hemen hiç bir gücün kaçınamaması ve “içeri çekilerek” başkalaşması gibi..
***
Bir CHP yazısı yazacaksın, lafı nerelere vardırıyorsun.. Ne ilgisi var CHP’nin  evrimle, doğal ayıklanma ile, karadeliklerle...
Bazı okurların böyle düşürdüğünü duyar gibiyim.. Ama ne yapalım ki bu köşe böyle köşe! CHP organizmasının yaşam sürecini ve gelecek perspektifini, hayatın nirengi noktalarına bakarak değerlendiremezsek, anlamamız mümkün değil. Ayrıca CHP’nin toplumun uzun soluklu yaşam sürecinde varolup olmaması da, çok çok doğrusunu ararsanız, bu yazı konusunun pek umurunda da değildir.. Çünkü onun yerini başkaları, daha dayanıklılar alacaktır. Ama, yazarın minik bireysel hayatı ve düşünce dünyası, CHP’nin durumuna ve yerini alacakların karakterine o kadar da çok ilgisiz kalamamaktadır!
***
Şimdi ortaya bir kaç soru atalım:
1)   Karanlıkta birden arabanın önüne fırlayarak hayatına kasteden bir insan ile, CHP’nin toplumsal erimesi arasında bir bağ (veya bir fark!) var mıdır?
2)   Kömür sobasından her yıl meydana gelen yüzlerce yeni ölümlerle, CHP’nin toplumsal erimesi arasında bir ilişki kurar mısınız?
3)   Peki, Tsunami sonucu hayatını kaybeden 150 bin kişi ile CHP’nin iktidar olamaması arasında?
4)   Bir kuş yuvasındaki yeni doğmuş yavrular arasındaki zayıf çelimsiz yavrunun “doğal ayıklanmaya” en elverişli canlı olması ile CHP’nin bugünkü konumu arasında nasıl bir illiyet bağı görürsünüz?
5)   Tsunami ölümleri, odun-kömür zehirlenmesi, çelimsiz yavru kuş, trafik kurbanı insan ile, eriyip giden ANAP, DYP, MHP, Refah veya Saadet Partisini, varoluş- yokoluş ilişkileri açısından ilişkilendirmeye-değerlendirmeye kalkışsanız, hangi sonuçlara varırsınız?
***
Hayır, “Hepsi doğal seçilimin yasalarına tabi” gibi hazır ve kolay bir yanıt düşünmüyorum.
Düşüncelerimi kurcalayan ve (daha önceki –toplumların yokuluş gibi- bir kaç yazımın da temelini oluşturan), Darwin’in o binlerce-yüzbinlerce ve milyonlarca yıllık süreçlerde değişen koşullarda gözlemlenen o güzelim evrim yasası, insan toplumlarında sonuçlarını herkesin görebileceği kadar kısa süreçlerde NASIL İŞLEDİĞİNİN  yeni olgularının izlerini sürmek..
CHP, tsunami, soba zehirlenmesi, ANAP  vb gibi günlük yaşamımızın aslında neredeyse hemen her anında tanık olduğumuz yaşamımızdaki “doğal ayıklanmaları” ve bunun temel nedenlerini ve mekanizmalarını, nasıl oluyor da gözden kaçırıyoruz..
Bu illiyet bağlarını görmüyoruz..
Veya görüyorsak da üzerinde durmuyoruz..
Ve günümüz toplumlarında bu sürecin artık hangi yeni mekanizmaya tabi işlediğinin yeni teorisini tartışmıyoruz..
Perşembe’ye CHP ile konuya devam..



1 Şubat 05 / Salı – Orhan Bursalı; 

obursali@cumhuriyet.com.tr






***

CHP ve Halk! 

CHP’ye yöneltilen çok genel bir eleştiri, partinin “halktan kopuk olması”dır.. Öyle ki bu, sağcısını, solcusunu, liberalini ve hatta dincisini birleştiren (çok sayıda CHP’lisini de) ortak görüştür. Fakat “halktan kopuk” söyleminin içeriği, siyasi eğilimlere göre pek çok farklılık taşıyor. Bu ayrılıklar, Cumhuriyet tarihini farklı değerlendirmelerden de kaynaklanabiliyor.
Örneğin, Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti laik temelde inşasını hazmetmekte zorlanan dinci siyasete göre, devlet milletin devleti değildi. Hep tepeden inmeci oldu. CHP halkı ezdi. Bürokratik hatta faşist bir diktatörlüktü geçmiş.. Bu dinci siyasetin halkla bütünleşmekten kastettiği, halkın genel kültürü olan islâmi karakterli bir devlet ve yönetim biçimi. Ama büyük çoğunluğu laik düzeni benimseyen millete dinci bir devlet ve yönetim dayatılması, “halka karşı zorbalık” olmuyor!
CHP’nin, halktan kopukluğu yanısıra, “değişimci olmaması” da eleştiri konusudur. CHP hangi değişimi yakalamak zorundadır? Bu soruya yanıt pek tatmin edici değildir. Bir öneri, Blair’in “üçüncü yolu”dur. Üçüncü yol neyin değişimidir? Bakıldığında, sosyal demokrasinin sosyal yönünün budanmasından ve neoliberal düzene ve ekonomiye uyumundan başka?
Meselaseçmen, CHP’nin neoliberal düzene uyum sağlamasını ve bu yönde değişmesini mi istiyor?
Zırva! Hangi büyük seçmen grubu devletin sosyal karakterinin yokedilmesini ister? Ve bunu vaadeden partiyi iktidara getirir?
Hele devletten geçinmeyi, devletin kanatları altında olmayı, yaşam garantisi olarak gören ve algılayanların büyük çoğunluk olarak varolduğu Türkiye’de?
***
Devletin, halka zulmeden, keyfiliğin, kapalılığın alabildiğine at koşturduğu bir aygıt olmaktan çıkartılması, tamamen halka hizmet eden, halkın sorunlarını çözen bir aygıta dönüşmesi, sosyal demokrasinin zaten varoluş gerekçelerinden biri değil mi? Burada esas tehlike, tutucu, kutsal devletçi, gerçekte kurumu herşey bireyi hiç bir şey sanan muhafazakarlıktadır. Ancak günümüzde muhafazakârlar sosyal demokratların bakışlarını kısmen üstlendiler. Bu rol çalma ile sosyal demokrasi içeriksizleştirilerek berhava ediliyor, veya üçüncü yol gibi teorileriyle muhafazakar görüşe yaklaştırılıp, iktidarı birinin bırakıp diğerinin aldığı ve neoliberal sermaye egemenliğinin ilelebet sürdüğü ikili bir “demokrasi oyunu” (Amerikan tipi!) sahnelenmek istiyor..
Oysa sosyal demokrasi,
· her zaman düzene ciddi bir alternatif görüşü içinde barındıran,
· halkın çıkarlarını birinci derecede gözeten,
· ekonomiyi daha fazla sermayeye para kazandıran ve para odaklı bir sistem (ekonomi ekonomi içindir!) olarak gören ve uygulayan neoliberalizme karşı çıkan;
· Ekonomiyi insan ve ülke (ve doğa!!!) odaklı bir sistem olarak  görüp buna göre yeni düzenlemelerini sürekli gündeme getiren bir bakışa ve programa sahip olmamalı mıdır?
Sosyal demokrasinin dünyadaki hastalığı tam da budur, yani neoliberalizme teslim olmak, ona bir seçenek olamamak, üstelik seçenek olabilecek bütün özelliklerinden giderek arınma sürecinde ilerlemek!
***
CHP sosyal demokrat mıdır? O potansiyele sahiptir. Sosyal demokratlık, devletçilik değildir!
CHP’yi canlandıracak olan, çok kesin bir alternatif programdır!
İnsan odaklı, ülke çıkarlı, kalkınmacı, ulusal ekonomiyi geliştirici, yenilikçi ve yenileştirici, halkı yalnızlaştırmayacak, cemaatleştirmeyecek, insanı ve aileyi koruyacak, doğaya uyumlu bir yaşamın yapı taşlarını döşeyecek, neoliberal küresel düzene alet olmayacak bir program!..
CHP’nin içinde bu nüveler var. Hem geçmişinde hem de bugününde..
AKP tam küresel neoliberal düzenin partisi olma yolunda doludizgin gidiyor.. Türkiye cemaatleştirmektedir bu politikalarla.. AKP dış saldırılara alet olacak bir parti killyiğini gösterdi.. Yarın, neoliberal küresel düzenin AKP’ye neyi dayatacağı da bilinmemektedir..
Türkiye, Irak savaşından Türkiyeyi kurtardığı için minnet borçludur CHP’nin varlığına!  Bugün CHP’ye genel hatlarıyla saldıranların önemli biri kısmının, ABD yedeğinde Irak’a girilmesini isteyenlerin olduğunu unutmayalım..
CHP şüphesiz değişmelidir! Bütün sorun, CHP’nin bugünkü yönetiminin bu değişimi kaldıracak ve gerçekleştirecek bir yapıda olamamasından kaynaklanıyor..
Peki, bu değişimi, bugünkü aday adayları mı gerçekleştirebilecektir sizce?

25 Ocak 2005 / Salı, obursali@cumhuriyet.com.tr



***
  
Bayram ve CHP

Koyunlar, kuzular, inekler, mandalar, öküzler, develer... ve CHP.. Pardon, emin olun ki CHP bu sıralamanın arkasına planlanarak katılmadı. Öylesine, geldi!..
Okurlara iyi bayramlar dileğiyle başlayacaktım söze, ama durakladım; önce bu en büyük arkaik zikr-tapınma töreninde kanı oluk gibi akıtılan milyonlarca canlıya, bugünün esas mağdurlarına, bir “yas merhabası” göndermek daha doğru olmaz mı? 
Bugünün anısı için kurban yerine başka bir yorum koymayı günün birinde becerebilir insanoğlu, umuduyla, okurlarıma iyi bayramlar!
Gelelim CHP’ye.. CHP’nin, sözün başındaki cümlede gelip kurbanlıklar arasına katılması pek mi tesadüf?
Bin kez hayır..
Sağcısından “solcu”suna, liberalinden Kürtçüsüne, ve Amerikancısına kadar hepsi CHP’yi adak yerine koymuş durumdalar. Çoğu cenaze namazını bile kıldı.
***
Pentagon ve Vaşington markalı küreselleşmiş olanlar, renk-ahenk, birbiriyle uyumlu, CHP’nin Blairleşmesi gerektiğini taa kaç yıl önce yazdığını iftiharla anımsatarak, CHP bunu başaramadığı için b..u yedi, bugünlere düştü, diyor..
Blair.. İngilizlerin o “modern” kılıklı muhafazakar politikacısı.. Sosyal demokratların “Üçüncü yol” moda tasarımcısı.. Üçüncü yol politikasıyla “sosyal demokrasi” mi iktidara geldi, yoksa ılımlı hristiyan demokratlar mı, yoksa ne?
Blair, sosyal demokrasiyi mezara gömen adam..
Sosyal demokrasi, kendi misyonuna sadık kalarak kendini geliştiremedi, tamam.. En önemlisi, neoliberal küresel saldırıya meydan okuyamayarak kendini yoketti..
O zaman niye bir fikir akımı olarak, “sosyal demokrasi”den bahsediliyor hâlâ? Varolanları, kıyıda bucakta kalmış olanları da neoliberal trene bindirmek için mi? 
Sosyal demokrasinin açmazı, büyük neoliberal saldırı karşısında tutunamayarak, toplumu daha derinden kucaklayacak ve değiştirecek yeni ve kendine özgü politikalar geliştirememesi.. 
Ne yazık ki, sosyal demokrasi önemli bir fikir, teorisyen vb yaratamadı.. Bu tarihsel görüş, Blair gibi neoliberal kuyrukçuların elinde kendini yok etti!
Blair iktidara geldi, İngiliz halkının başı göğe mi erdi? Ne değişti toplum için? İngilizlerin dünyadaki rolü mü değişti? Blairleşme dünyada savaşı mı körüklüyor yoksa barışı mı? Dünyada uçurumu daha mı azalttı Blairleşen sosyal demokratlar, yoksa artırdı mı?.. 
Dönelim bize: Blairleşmiş bir CHP neden iktidara gelsin? “İktidara gel de nasıl gelirsen gel! Ne olursan ol, iktidarda ol. Türkiye’de her kesime egemen olan (gazetecisi başrolde) “beyin çalışma metodu” böyle..
 CHP’yi daha ılımlı ve ortayolcu olarak “Avrupa sosyal demokrasinin çizgisi”ne çağıran çağırana.. bu çizgi ne, tarif eden beri gelsin.. böyle bir çizgi mi var? 
Vahşi bir küreselleşme; insana, ahlaka ve doğaya ilişkin ne varsa herşeyi yıpratıcı bir saldırıya karşı, sosyal demokrat bir program, görüş, anlayış ne olabilir? Dünyanın bugünkü konumunda, kendini tarif edemeyen, olmayan bir sosyal demokrasi var, ortalıkta heyulası dolaşan..
Bence bütün sorun burada..
***
Şimdi aday adaylarına bakıyorum.. Büyük çoğunluğunun “CHP Fili”ni tarifi aynı: Halktan kopukluk!
Yazarlara bakıyorum. Neoliberal solcu ve dinci farketmiyor. CHP’nin temel sorunu olarak onların da birleştikleri nokta aynı: “Halktan kopukluk”..
Şüphesiz, demokrasilerde bir partinin halkla iç içe olması gerekir..
Ama halkla el ele, iç içe olmak ne demek? Halk ne istiyorsa onu gerçekleştirmekse bir partinin görevi, (dalkavuklardan geçilmez oldu köşe başları!), o zaman program, gelecek, bakış, dünyanın karmaşıklığı içinde Türkiye’yi doğru patikalardan geçirme.. halkı mutlu etme vb gibi, bir siyasal partinin belkemiğini oluşturan olgular artık çöpe mi!
Temel sorun, halktan kopuklukmuş...
Bu ilginç ama içi boş yaygın söylem üzerine, daha sonra..
İyi bayramlar...
20 Ocak 05 / Perşembe –
--
obursali@cumhuriyet.com.tr


***

CHP Filine Tarif

CHP hakkında –yeni- ne yazabilirim? Günün köpüğünün vıcıklığını mıncıklamanın dışında? CHP için yazılabilecek herşeyin gökkubbede boş bir seda bile olamayacağını, yankılanamayacağını, minik bir kum tanesini bile yerinde kımıldatamayacağını biliyorsanız hele? Ama yine de üşüşen düşünceleri derleyip toparlamaktan başke çare mi var?
CHP’nin sorunları nedir? Herkes kendine göre bir fil tarifi yapıyor. Çok doğal, hepsini bir araya getirirseniz, aralarından, fili tarif edecek bir görüntü yaratabilirsiniz belki.
Ben, CHP filini üç noktada tarif etmeye çalışacağım...
Üçü de kapılılık üzerine..
***
Birincisi, CHP  “liderliği kapalı” bir parti. Bu, kısmen, “liderlik sultası” olarak da dile getiriliyor.
CHP gibi bir parti içinde, parti liderliğine sürekli taleplerin olması kötü değil iyi bir şey olarak algılanmıyor.. Oysa, bu talep partinin hayatiyetiyle ilgili..
Parti liderliğine, parti içinde sürekli olarak “potansiyel” adayların bulunması, partiyi ve liderliği canlı tutar.
Ancak parti liderliğinde, partinin toplum-seçmen içindeki konumunda ve ilişkilerinde ölçülebilir derin sorunlar, çelişkiler ve gerilemeler varsa ve liderlik aciz kalıyorsa, o zaman yeni bir lider ve yönetim arayışının parti içinde canlanması çok doğal..
Bugün CHP’nin seçmen karşısında durumu nedir, geriliyor mu, gelişiyor mu? CHP, başarılı algılanıyor mu, yoksa seçmen, örneğin iktidar partisine (ve diğerlerine) daha mı çok yöneliyor?
Sanırım, bu konuda CHP liderliğinin sorunları var. Ama mümkün olduğunca tarafsız ayrıntılı bir araştırma ile belirli ipuçları elde etmek mümkün.. böylece tartışma somut sürdürülür..
Ancak Sarıgül’e parti içinde talebin yoğunluğu, parti liderliğinin zafiyeti açısından güçlü bir veri.. Parti kollektif düşüncesi, gelecek seçimlerde başarısızlığı görüyor ve yeni arayışlar içinde..
CHP üyeleri ise, her zaman, “lidere” değil, “partiye bağlı” kalabilmeli. Liderlikle birlikte partinin çökmesi, hangi partilinin yararına olur? Fakat CHP’da anladığım kadar, “özgür düşünen üye” sorunu da güçlü olarak mevcut..
CHP liderliği, her zaman, yönetimin değiştirilebilirliğini güçlü bir ilke olarak benimsemediği ve bunu engellediği sürece, partiden bir şey beklemek zordur.. CHP bu sorunun bataklığında çırpınıyor.
***
İkincisi partinin dışa, fikirlere, insanlara, düşüncelere kapalılığı...
Türkiye’yi ve dünyayı, gelişmeler ve yenilenmeler karşısında sürekli değerlendirmelere tutacak ve partinin hayat karşısında tutumunu yorumlayacak, yeni fikirleri içine alabilecek, programını güncelleyebilecek, bir iktidar partisiymiş gibi davranacak, ülke sorunlarına sürekli çözümler üretecek, geçmişin hatalarından arınacak, sosyal demokrasinin dünya çapında sokulduğu- itildiği açmazları iyi analiz edecek, neoliberal saldırıları ve küreselleşmenin dayattıklarını görecek, bunlara karşı alternatif ve ciddi politikalar ve programlar geliştirebilecek... bir parti olabilmeli..
En iyisini bildiğini sanan liderlik, ancak yaya kalır..
Liderlik, öğrenebilir, öğrenebilme potansiyeli yüksek olabilmelidir..
Örneğin ben CHP’nin ulusal ve uluslararası düzeyde, politikaları ve sorunları tartıştığını ve tartıştırdığını hiç görmedim.. Neden, çok tanınmış kişiler getirtilerek, evrensel toplantılar düzenleyemiyor?
Belki de nedeni şudur: CHP’nin kafası çok açık.. CHP ve liderliğin hiç bir puslu-sisli sorunu yok..
Ancak, bütün sorunlar ise çok karmaşık...
Liderliğin önemli bir açması, karmaşıklığın farkında bile olmaması.. Bu, Türkiye’yi ve seçmeni hafife almanın adıdır.. Hababam sınıfı, uydur kaydır gitsin politikaları bitmiştir..
***
CHP filini tarif etmenin üçüncü ayağı, yaratıcı, gerçekçi, gelecekçi bir programa kapalılıktır.
CHP, daha önceki yazılarımda da üzerinde durduğum bir konudur: Türkiye’yi heyecanlandıracak, Türkiye’nin önüne somut ve gerçekleştirilebilir hedefler koyacak, bu hedeflere insanları inandırabilecek bir yetenekten yoksun görünüyor.
Örneğin CHP, Cumhuriyetin 100 Yıldönümü olan 2023 yılında nasıl bir Türkiye düşlüyor?
Bugün iktidar gelse, bu düşünü nasıl gerçekleştirecek?
CHP geçmişi tüketerek değil, geleceği kurarak iktidara gelebilir.
CHP, lafa dayalı liderlik kavgalarıyla hiç bir yere gelemez.. Bugün ne yazık ki “liderliğe yürüdüğünü” ilan edenlerin de arkalarında ve yanlarında büyük boşluklar vardır..
CHP’de kişiler değil, düşünceleri olan programlar çarpışmalıdır.
Yoksa, koca tarih, içi kof bir fil gibi ayakta yıkılıp gidecektir..
Bir daha iktidar yüzünü rüyasında bile görememecesine...
obursali@cumhuriyet.com.tr
11 Ocak 05 / Salı – Orhan Bursalı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder