Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

31 Temmuz 2011 Pazar

Operasyon Tamam


Baktım “ülke elden gidiyor” -:) tatilden başımı uzatayım dedim! Artık “eski” Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner istifa gerekçesini açıklıyor:
"Şu anda 173'ü muvazzaf, 77'si emekli olmak üzere 250 general-amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş, hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu.. Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek, bir çok hukukçunun da ifade ettiği gibi, mümkün değildir. Bu durum, bir çok defa yetkili makamlara iletilmesine, anlatılmasına ve takip edilmesine rağmen soruna yasal çerçevede bir çözüm bulunması mümkün olmamıştır. Haklarında henüz hiçbir kesin yargı kararı olmamasına rağmen tutuklu bulunan 14 general-amiral ile 58 albay, hürriyetlerinin tahdit edilmesinin yanı sıra mevcut yasalarımız gereğince bu yıl yapılacak Yüksek Askeri Şura'da değerlendirmeye girme hakkını kaybetmiş ve peşinen cezalandırılmıştır. Soruşturma ve uzun süreli tutuklamaların bir amacının da TSK'nın sürekli gündemde tutularak kamuoyunda bir suç teşkilatı olduğu izleniminin yatarılmaya çalışıldığı, bunu fırsat bilen yanlı medyanın da her türlü yalan haber, iftira ve suçlamalarla yüce ulusumuzu kendi silahlı kuvvetlerine karşı tavır almaya teşvik ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır…”
***
Koşaner neden girişimlerine yanıt alamadığını, bütün bu hukuksuz, kasıtlı siyasi operasyonların neden yapıldığını çok iyi bilir.. 
Ben de tatil tembelliği yapacağım; 28 Kasım 2010’da “Ordu Üzerine Siyaset” başlıklı yazımdan:
Balyoz, Ordunun bütün üst kademesini budama operasyonuydu ve öyle olduğunu da hemen herşey doğruluyor! Konuşmaları resmen kayda alınmış bir askeri senaryo seminerinin kuyruğuna bir takım eklentiler takılmış (ayrı bir CD). Düzenleyen, 2003 yılında yapılmış bir seminere, yakın zamanda ilk kez ortaya çıkmış bazı olguları ve bilgileri de eklemek gibi aptallıklar yapmış... Ayrıca CD'nin 2003'te hazırlandığını kanıtlayacak en küçük bir “bilimsel kanıt” da gösterilemiyor...
“İki- üç yıldır süren yıldırma, gözden düşürme gibi yoğun “çalışmalardan” sonra, artık sıra son noktaya, Ordu'nun kendi hiyerarşisini kesin bozmaya ve komutanlıklara Erdoğan'ın kesin atama yapabilmesinin yolunun açılmasına geldi..
“Nasıl bir atama? Erdoğan'ın iktidara ilk adım attığında açıkladığı “beden dili”nden anlayan atamalar.. Erdoğan'ın “beden dili”ne, geçen zaman içinde “düşünce biçimi/ dili” de eklendi tabii ki!..
“Ordu'ya karşı bu siyasi ‘darbe’ler, hep hukuki kılıflar altında sürüyor. Başka türlü de olamazdı tabii ki! Eh, ‘kanlı darbe’ yapacak halleri olmadığına göre! (Erbakan'ın “kansız darbe”si tamam!)
“Dedik ki, Ordu'ya karşı operasyonların ana noktası ‘üst kademeyi budamak’tır. Vurgulamamız gereken diğer önemli nokta da, atamalarda Ordu'nun kendi liyakat sistemini bozmak, Erdoğan ve adamlarının liyakat sistemini geçerli kılmaktır. Üstten budayınca, alttan yükseltilecek subayların siyasete bağımlılığı artacaktır (normal psikolojik ve sosyolojik insan davranışı.)
“İki gelişme olacak: Birincisi, Ordu içinde, imamların yönetimine ve ilişki ağına girmiş / düşmüş, iktidarın göz kırptığı/ iktidara göz kırpan subayların hızla yükseltilmeleri sağlanacak.
“İkincisi ise, bu yeni düzende, Ordu içinde yükselme/ terfide siyasi beklentiler devreye girecek ve siyasete biad eden subaylar ortaya çıkacaktır. (bunu üniversite sisteminde yaşıyoruz).
“Böylece, laik olan değil, yakın ve yandaş olanları koruyan bir siyasi atama sistemi başlayacaktır.
“Bu sürece girdik. İktidar yandaşları, kayıtsız şartsız Ordu düşmanları, sahte demokratlar, hâlâ Ordu vesayetinin sürdüğünden dem vuranlar, her zamanki gibi iktidarın arkasındalar ve süreci “demokratikleşme” safsatasıyla destekliyorlar.
“Ordu, siyasetin oyuncağı yapılmamalı! Giderek totalitarizme, otoriter İslami bir rejime koşan bir iktidarın, okyanus ötesi CİA+ Cemaat operasyonlarıyla katakulliye getirilmesi ve imamların yönetimine girmesi, yaşayacağımız en büyük tehlikelerden biridir!”
***
29 Kasım 2010’da “Siyasi Amaçlı Yargılamalar ve Uygunsuz Yasa” yazısından:
Ne zaman biteceği bilinmeyen, yüzlerce kişiyi kapsayan bir dava sonunda, diyelim ki hepsi beraat ett; terfisi durdurulmuş, açığa alınmış, maaşı eksiltilmiş, dahası şimdi Başbakan'ın kararlığında gördüğümüz gibi emekliye sevkedilecek subayların (insanların), hakları, hukukları, kişilikleri, özlük hakları.. ne olacak?
“Siyasi amaçlı yargılamalar şöyle işliyor: İktidarın savcısı davayı açıyor, inanılmaz suçlamalar yöneltiyor ve büyük cezalar istiyor! Genel olarak iktidar tarafından güdülenmiş mahkeme de davayı kabul ediyor. Dolayısıyla, yargılananların hayatı kayıyor! Devlet memuru ise tasfiyesi gündeme geliyor, ki zaten siyasi iktidarın örneklerimizdeki amacı budur.”
***
Evet, artık Ordu üzerinde Operasyon tamamlanmıştır
Dünyanın en büyük hukuksuzluğu, siyasi hukuk kılıfı/uydurukluğu yürütülmüştür. Bundan sonrası, ordu içinde ince ayarlara kalmıştır... 
O da tıkır tıkır işler...
28 Kasım 2010/ Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Adam Ne Cani Ne Psikopat


Vallahi Nilgün’ü (Cerrahoğlu) tebrik etmeliyiz. 45 dakilalık deniz otobüsü seyahati boyunca 1500 sayfalık Avrupa’yı kurtarma “manifesto”sunun hem içeriğini özetledi hem de üzerine tartışma fırsatı yarattı! Önceki gece oturup sabah beşe kadar Norveç’li Kurtarıcı İdeolog’un, katliamdan kısa süre önce İnternet’te yayımladığı 1500 sayfalık açıklamalarını didik didik etmiş.. Ben de gazeteye geldikten sonra merakla yabancı basını ve yorumları taramaya başladım.
Olay tamamen siyasidir, adam ne canidir ne psikopat ne de benzeri bir tıbbi vakadır.. O nedenle gözükaralığına bakarak, bu tür sıfatlar takmayalım..
Eyelemin, rastladığımız okul katliamları, seri cinayet vb ile bir ilişkisi bulunmuyor.
Tamamen siyasi bir kişilik ve inşa edilen bir siyaset var ortada.
Ve bu amaçla planlı bir Dünyaya Çağrı!
Bu çağrının önemini vurgulamak için büyük bir katliam planlıyor ve aynı zamandan manifestosunu açıklıyor! Diyor ki, bin nasihat yerine bir musibet yaratıyorum!
***
“Kurtarıcı”, bilinmeyen bir kişilik değil: 1998-2007 arası, Norveç’teki aşırı sağcı İlerleme Partisi’nin gençlik örgütünden... Partinin “çok kültürlülüğe ve Avrupa’nın yabancılaşmasına karşı savaşını” yeterli görmüyor, partiden ayrılıyor; kendi kişisel ideoloji ve siyasi eylemini inşa etmeye koyuluyor.
İnternet’te aşırı sağcı ve ırkçı tartışma guruplarında boy gösteriyor. “İngiliz Milliyetçi Parti”sine benzer parti kurmak istiyor. 2009’da İsveçli yeni nazilerin İnternet forumunda kendisini “muhafazakar devrimci” olarak tanıtıyor! Ana düşmanları olarak İslam’ı, Çok Kültürlülük ideolojisini ve Yabancılaşmayı gösteriyor.
Die Zeit’ın internet sitesinde yayımlanan bir söyleşide, aşırı sağ aktiviteleri yakından inceleyen Norveçli Terje Emberland (Center for Studies of Holocaust and Religious Minorities kurumundan) özetle şöyle diyor:
Anders Breivig, bir tür komplo teorisi inşa etti. Bu komplo teorisi ile de kendisine, Norveç’i ve Avrupa’yı kurtarıcı rolü verdi. Zaten kendisini direniş savaşçısı olarak nitelendiriyor. Çok kültürlü bir toplumdan nefret ediyor, arındırılmış ve tutucu bir hristiyan toplum istiyor. Çok kültürlü toplumun baş savunucuları ise sosyal demokratlardır. Bu partinin gençlik kollarını hedef almış ve gelecek neslini yoketmek istemiştir...
***
Breivig, durup dururken ortaya çıkmadı. Hristiyan demokratlar uzun süredir Avrupa’yı sağa kaydırıyor. Sarko’nun yabancı düşmanlığı ve aşırı milliyetçiliğin yükselişi; Almanya’da, Hollanda’da, Danimarka’da ve daha pek çok ülkede aşırı sağcıların seçimler kazanıp parlamentoya girmeleri... Sağa kayışın uzun süredir habercileriydi..
Almanya’da sosyal demokrat partiden, Alman Merkez Bankası’nın eski yönetim kurulu üyesi Sarrazin’in yazdığı ve Türkleri hedef alan ırkçı kitabının milyonlarca satması ve fikirlerinin büyük destek bulması...
Türk öğrencilerin okullarda Alman öğrencilere kıyasla notlarının düşük olması üzerine, “Türkler genetik olarak geri zekalıdır” teorileri inşa eden Alman “bilimci”lerin çortaya çıkması..
Herşey, Breivig gibi “Büyük Kurtarıcı” kişi ve partilere eylemleri için zemin hazırlamıştır.
Breivig’ler, hristiyan demokrat gibi büyük kitlesel partilerde savunulan politikalarla, düşüncelerle beslenmektedir!
***
Avrupa’nın çatısı çöküyor! Çünkü ekonomik olarak çöküyor Avrupa!
Avrupa toplumları tedirgin, endişeli, ulaştıkları refah düzeyini kaybediyorlar; kaybettikçe de içine kapanıyorlar; Avrupa kendisine/tarihine dönüyor, yabancıları, kendisinden olmayanları istemiyor; bu kendisinden olmayanlar, şimdilik müslümanlar, İslam..
Yarın, Almanlar için Fransız, Polonyalılar, Romanyalılar, İtalyanlar olacak..
Fransızlar için de Almanlar, İngilizler, Ruslar..
Tabii ki hepsi için de düşman Türkler ve İslam..
***
Soralım: Avrupa Birliği’nin geleceği var mı?
Daha sonra içeriğini açmak üzere yanıt: Avrupa Birliği çöker mi, bilemem. Ama dünya ekonomik sistemi ve küreselleşme bugünkü koşullarda sürdüğü sürece, Avrupa Birliği’nin refah düzeyi ve ekonomik göstergeleri (tıpkı ABD gibi) gerileyecektir.. Ta ki Çin ve benzer ülkelerle refah dengesi kuruluncaya kadar!
Yeni gerçekliğe hoşgeldik!
--26 Temmuz 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Temmuz 2011 Salı


Bilim’de Karı Koca Saltanatı!

TÜBİTAK yönetiminin, teorik fizik ve matematik, yani temel bilimlerle uğraşan ve dünyada itibarı olan Feza Gürsey Enstitümüzü, fiilen kapatma anlamına gelen kararına, önemli bir tepki ve duyarlık oluştu!
Halkla ilişkiler birimine bir açıklama yaptırdılar.. Emre Kongar’ın köşesinde okumuşsunuzdur.. Açıklamayı da Emre Kongar ve başkalarına gönderiyorlar, ama iki hafta önce konuyu topluma duyuran bu köşeyi duymazlıktan geliyorlar!
Neden? Bu köşeden hiç mi hiç hoşlanmazlar; çünkü Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji olarak da kendilerini yakından izleriz, eleştiririz, sözü esirgemeyiz!
Feza Gürsey Enstitüsünü kısa süre içinde işlevsiz bırakacak kararı, ashlında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu almamıştır. Bilim Kurulu gibi oluşumlar, bizim gibi bilim kültürü müthiyş eksik ve oluşmamış ülkelerde, genellikle onay yerleridir.. Yani TÜBİTAK başkanlığı kararı alır, Bilim Kurulu’nun önüne imza için koyar. Oradaki üyelerden de acaba doğru mu diye bir iki itiraz gelebilir, ama sonunda hepsi imzayı basar ve kararlar oy birliği ile alınır!
Acaba Bilim Kurulu’nun son 8 yıllık tarihinde bir tek üyenin bir şerhi var mıdır? Bu noktada geçerli olan politika, “büyük uyum”dur! İtiraz edenin orada ne işi var!?
***
Emre Kongar yazdı, ben de daha önce Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’de yazmıştım: TÜBİTAK ve onun en büyük kuruluşu olan, TÜBİTAK’a bağlı, Gebze’de kurulu Marmara Araştırma Merkezi (MAM), bir aile yönetimi altındadır..
TÜBİTAK’ın başında 2004’ün ocak ayından beri Nüket Yetiş vardır.
MAM’ın başında ise, kocası Önder Yetiş bulunuyor.
Önder bey, eşi Nüket Hanım’ın TÜBİTAK Başkanı olmasından sonra, Nisan 2004’te MAM’ın başına getirildi. Yani fiilen Nüket Hanım’ın başkanlığınca atandı!
Önder Yetiş, TÜBİTAK-Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü’nün (UEKAE) de başkanıdır.. 
Aynı zamanda, MAM Yönetim Kurulu’nun da Başkan Vekilidir.
2010 başında, TÜBİTAK’a doğrudan bağlı yeni bir merkez kuruldu: Bilişim ve Bilgi Güvenliği Ileri Teknolojiler Araştırma Merkezi (TÜBİTAK BİLGEM).
Ve başına yine Önder Yetiş getirildi!
BİLGEM’e Kriptoloji Enstitüsü, Bilişim Teknolojileri Enstitüsü (BTE), şimdi de, diğer adı Feza Gürsey Enstitüsü olan Temel Bİlimler Araştırma Enstitüsü bağlandı..
***
Önder Yetiş şüphesiz çok etkin bir isim. İyi bir mühendistir ve 1995’te, Ordu dahil Türkiye devlet kurumlarının bütün bilgi güvenliği ihtiyaçlarını karşılayan ve önemli başarılara imza atan Kriptoloji Enstitüsünü kurmuş ve geliştirmiştir.
TÜBİTAK’ın neredeyse bütün önemli merkezlerinin başındadır..
Adeta TÜBİTAK’ın arkasındaki kişidir!
Söylüyorum: Karı koca başbaşa vermişler ve Feza Gürsey Enstitüsü’nün ipini çeken kararı ortak almışlardır, büyük bir olasılıkla!
Önder Bey, uygulamalı bilimlerin insanıdır. TÜBİTAK da uygulamalı alana odaklanmıştır; birimleri arasında, Feza Gürsey dışında temel bilim çalışmaları yapan başkası yoktur. Dolayısıyla, temel bilimler bizim ilgi alanımız içinde değil, diye düşünmektedirler!
***
Önder Yetiş’in elinde büyük bir güç temerküzü vardır!
Neredeyse herşeyin tek adama bağlanması ne kadar doğrudur, tartışmalıdır!
Bu güç, bir de, TÜBİTAK’ın başında olan Nüket Yetiş ile iyice pekişmektedir!
Bir aile saltanatı hüküm sürüyor TÜBİTAK’ta!
Bu zerre kadar etik bir durum değildir!
Kararlarda bir çıkar birliği var, bile denebilir!
Dünyanın başka bir ülkesinde bir örneğini göremezsiniz!
Önder Bey’in güçleri dağıtılmalıdır. İyi bir yönetici olarak ana birimin başında şüphesiz ki bulunabilir.. Ya MAM Başkanı ya BİLGEM!
TÜBİTAK Başkanı da bence görevini bırakmalıdır!
Etik kurallar gereği!
Bunu söyleyen, yazan yok, ben “kötü kişi” olarak, bu gerçeği gündeme getiriyorum!
--25 Temmuz 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

25 Temmuz 2011 Pazartesi

İleri Demokrasiye Dörtnala: Değerler Araştırmasına Kadın Açısından Bakış


Prof. Yılmaz Esmer, beş kıtada sürdürülen çok geniş içerikli en büyük sosyal bilimler projesi olan Dünya Değerler Araştırması’nın ve Türkiye Değerler Araştırması’nın Türkiye’deki yürütücüsüdür. Bu araştırnalar pek çok konuda toplumların genel düşünce/yargı ortalamaları hakkında bilgi verir. Nasıl bir toplum içinde yaşadığımız hakkında genel bir fikir sahibi oluruz.
Bu bakımdan da araştırma sonuçları önemlidir. Hem değerlendirme yapmak için hem de topluma yönelik siyasal, kültürel, sosyal ve hatta ekonomik projeleri olanlar için...
Bu yıl Türkiye’ye ilişkin yapılan araştırmanın bazı sonuçlarını gazete sayfalarında okudunuz.. Araştırılan ana konu başlıklarına bir göz attım: “Temel Değerler: Yaşama Bakış, Hayatın Anlamı; Mutluluk, Hayattan Doyum, Gelecekle İlgili Bireysel Endişeler, Siyaset; Ekonomi, İş Hayatı, Çalışmaya İlişkin Değerler; Sosyal Sermaye; Dini Değerler; Kadın-Erkek İlişkileri Ve Eşitliğine İlişkin Değerler; Aile, Evlilik, Çocuk; Bilim Ve Teknolojiye İlişkin Değerler; Çevre Sorunları, Çevrenin Korunması, Çevre-Ekonomi; İkilemi; Gençlik-Yaşlılık Algısı; Sağlık..”
Sonuçlar, Türkiye’nin tutucu bir toplum olma özelliğini koruduğunu, bunun da ötesinde, AKP’nin 9 yıllık iktidarına özgü bazı muhafazakarlaşma eğilimlerinin arttığını görüyoruz.
Öncelikle kadınlara ve aileye yönelik değer yargılarına baktım.
***
Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeği hak ediyor”: 1996’da %19 iken  2011 değeri %30. Kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin bu iktidar döneminde arttığını dikkate alırsak, 9 yıl boyunca en çok kadınların haklar ve özgürlükler konusunda kayba uğrayan kesim olduğunu anlıyoruz. Kadın yönelik yanıtlar da bu bulguları destekliyor:
Kadın her zaman kocasına itaat etmeli, onun sözünden çıkmamalı”: 1996’dan bu yana oran yaklaşık aynı, %60. Demek bir milim ilerleme yok!
Dahası var: “Bir erkeğin, birden fazla eşinin olması kabul edilebilir, sözüne katılanların oranı 1996’da %10, 2009’da ise %11’di.  2011’de bu oran %23” oldu. Üstelik her beş kadından biri bu görüşe katılıyor!
Esmer’in özetinden bazı noktalar daha alıyorum:
*Dışarıda çalışan bir annenin çocukları bundan zarar görür: %70
*Genelde erkekler, kadınlardan daha iyi siyasi lider olur: %71
*Üniversite eğitimi, kız çocuktan çok erkek çocuk için önemlidir: %38
*Genelde erkekler, kadınlardan daha iyi şirket yöneticisi olur: %67
*Ev kadını olmak da, çalışmak ve para kazanmak kadar tatmin edicidir: %69
*Bizim toplumumuzda ailenin reisi erkek olmalıdır: %74
*Kadın her zaman kocasına itaat etmeli, onun sözünden çıkmamalı: %62
İşin ilginç yanı, kadınların da bütün bu sorulara verdikleri yanıtlar, biraz altında olmasına rağmen genel ortalamalara yakın! Tabii bu genel duruma uygun olarak toplumun yüzde 61’i (2007 sonuçlarına benzer) kadınların mayo girmesine karşı..
Yılmaz Esmer yorumluyor:
Kadın-erkek eşitliğinin yaygın bir değer olması isteniyorsa, Türkiye’nin bu konuda önünde uzun bir yol bulunduğu görülüyor.  Düşünce yapısı açısından son 15-20 yıl içinde bu yönde bir gelişme gözlenmediği gibi, bazı alanlarda eşitlikçi değerlerden daha da uzaklaşıldığı söylenebilir. Kesin olan bir bulgu da, erkek üstünlüğü vurgulayan değerlerin, kadınlar tarafından da önemli ölçüde benimsenmiş, içselleştirilmiş olması..”
***
Din ile ilgili sorulara verilen yanıtlar da, Türkiye toplumunun dinine en bağlı ülkelerden biri olduğunu göstermekte (yüzde 81, dindarım, diyor). Kadına karşı toplumdaki genel yargı ile yüksek dindarlık oranında bire bir ilişki kurmak mümkün!
Ayrıca dindarlığı da toplum “ahrete hazırlanmak”, yani dini ritüellerin yerine getirilmesi olarak algılıyor.. Yoksa toplumsal yaşama ilişkin düzenleyici ahlakı kurallar olarak değil!
Dindarlık ve kadına ilişkin tutumlar, doğal olarak hoşgörüsüzlük de yaratıyor. Esmer yorumluyor:
Türkiye’de hoşgörü düzeyleri, bazı iniş çıkışlar gösterse de, daima dünya ortalamalarının çok altında. Başka ırktan, başka dinden, başka renkten, hattâ başka düşünceden komşu istemeyenlerin oranları hayli yüksek.”
Türkiye’nin onyıllardır nereden nereye gelemediğinin fotoğrafıdır araştırma sonuçları.. İleri demokratlara acilen duyurulur!
24 Temmuz Pazar /Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet

21 Temmuz 2011 Perşembe

Milliyetçi Mukaddesatçı Ve Solcu Düşmanı

Evet AKP’yi tanımlıyorum.
Erdoğan’ın Kıbrıs politikasındaki hızlı dönüşümü görüyor musunuz..
Denktaş’ın yerini almaktadır.
Zaten Denktaş da iktidardaki politik değişikliği görmekte ve “Kıbrıs emin ellerdedir, kimse merak etmesin” demektedir.
Ben hiç şaşırmadım.. beklediğim ve analizlerime uygun düşen bir gelişmeydi..
AKP mukaddesatçılığına, milliyetçiliği inşa etmektdedir, eklemektedir!
***
AKP çekirdeğine ve liderine hayran liberal ve eski solcu alıklar, Erdoğan seçim meydanlarından İmralı’ya idam halatı atınca ve Kürt sorunu yoktur deyince, bunun sadece bir seçim numarası olduğunu sandılar. Seçim bittikten sonra “aslına döner” bekleyişine girdiler..
Onlar zaten hiç bir zaman siyaseti doğru okuyamamışlardı! AKP çoktan bir çizgi düzeltmesi yapmış ve gerçekten de “aslına geri” dönmeye başlamıştı.. Aslı neydi demeyin. Tabii ki mukaddesatçı/dinci. Yeni zamanların mukaddesatçısı!
Liberallerin beklediği “liberale yakın” kişi tanımlaması, Erdoğan’a hiç bir zaman uymadı. Sadece liberalleri ve solcu eskilerini, Amerikancı ve keskin Avrupacı “demokratları”, bir süre kullandı..
Onlara artık ihtiyacı kalmadığını seçim sürecinde açıklamıştı, bana entelektüel destek değil halk desteği gerek, demişti!
Erdoğan ve çekirdek ekibi, Mukaddesatçı kimliğine, ilkin Kürt politikasındaki dönüşümü ile “Türk vurgusu”nu ekledi.. KCK davası bunun ilk somut işaretiydi!
Bu milliyetçi vurgu, epey geniş bir milliyetçiliği de kapsıyor.
Önce Anayasa Referandumu sürecinde, sonra da seçimlerde MHP’yi hedef aldı.. MHP’nin milliyetçi dilini kullanmaya başladı..
Erdoğan’ın seçimlerde başarı çıtası, seçim stratejisi, MHP’yi parlamentodan elemek üzerine kurulmuştu! Bunu başarsaydı, bugün 380’i aşan milletvekili ile Meclis’te olacaklardı!
AKP bu seçim hedefine ulaşamadığı için, seçim sonuçları itibariyle başarısız olduğunu burada yazdım ve söyledim!
***
Erdoğan ve ekibinin hedefi, stratejisi değişmemiştir! Önümüzdeki dört yıl içinde, MHP’yi bitirecektir. MHP’yi gereksiz kılacak politikalarını izliyoruz.. AKP bu partinin dilini devralmayı sürdürdükçe, bir yönüyle MHP’leşecek, MHP’nin gerekli kesimlerini gövdesine katacaktır... Sonra geride bir ülkücülük klübü kalır.. Onların da oyları ilk seçimlerde yüzde 10’un altına düşer, sonra da BBP’leşirler.. AKP, BBP’yi hammm yapalı çok oldu! (Helikopter kazasına bu açıdan bakmak anlamlı olur mu?)
Şüphesiz bu öngörüler, AKP’nin milliyetçiliği MHP’den devralması durumunda gerçekleşebilir.
Şimdi Kıbrıs’ta büyük bir Türk milliyetçisi görüyoruz! Ne Türkeş ne de Bahçeli böylesine büyük bir giriş yapamazdılar Kıbrıs’ta!
Erdoğan, Ecevit’in ve Denktaş’ın Kıbrıs rolünü devraldı! İktidardaki Ulusal Parti ile birden büyük bir uyum gerçekleşti! 5 yıl önce ise onları AB ile birlikte yok etmeye çalışıyordu!
Erdoğan ve Davutoğlu’nun, “Kıbrıslı Rumlar AB dönem başkanlığını devralırsa, AB ile ilişkileri dondururuz” açıklamaları, milliyetçiliğe yönelik politikalarıyla da tam uyumludur! AB’den bir telafi karşılık almazlarsa bunu yapacaklardır da!
***
Kıbrıs politikası’ndaki bu dönüşüm net olarak ne zaman devreye girdi?
Ortadoğu’ya açılımları, liderlik politikaları, ABD tarafından sona erdirilince! ABD “iki kral olmaz burada, sen sıfır sorun falan diyorsun ama ben Suriye’yi bitereceğim.. İran’ı da.. Doğu tarafında sana şimdilik ekmek yok...”
Ortadoğu İslamiyetinde Erdoğan’a şimdilik “büyüklük rolü” kalmayınca, dış politikada yeni bir “büyük lider”lik politikası için en uygun yer Kıbrıs’tı!
Dış politikada afra tafra, her zaman büyük puan getirir.. Erdoğan bunun tadını, İsrail’e karşı “sinirli politikası” ile ve Suriye ve Hamas politikasıyla almıştı! Vay dünya lideri diye oy verenler az değildi!
Erdoğan şimdi Ortadoğu’da boşluğa düşen liderlik gösterilerini..
..Hem Kıbrıs’ta Rumlara, Yunanlılara ve AB’ye karşı sürdürecek...
Hem de, milliyetçi lider şapkasıyla da MHP’nin tabanını avlayacak.
Erdoğan’ın Kürtlere vereceği mama ise kalmamıştır! Sayın Türk kürtçülere duyurulur!
***
Haaa, bir başka nokta daha var, Erdoğan ve iktidarının milliyetçi mukaddesatçılığına eklememiz gereken..
O da gerçek solcu düşmanlığıdır!
AKP’leşen solcu kılıklı sürüngenler iyi solculardır ve AKP onları koruyup kollayacaktır.. Onların bir kısmı maalesef Kürtçülüğü bırakmak zorundalar!
Ama AKP’leşmeyen, Erdoğanlaşmayan solcuların kafası ezilmelidir!..
Onlar, zaten, milliyetçi-mukaddesatçılığın ebedi ve ezeli düşmanlarıdır!
Hem düne bakın hem de bugüne!
Şu Hopalı yiğitleri yazmalıyız...
--21 Temmuz 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Seni Artist Yapacağım!


Yeni CİA Başkanı Orgeneral David Petraeus ilk ziyaretini Türkiye’ye yapıyor. Bizim medya neden bundan büyük bir övünme payı çıkartmıyor bilemem! İlk ziyaret yahu! Bundan daha büyük gurur duyulacak başka bir şey de, Amerikan Başkanının seçilir seçilmez ülkemize gelmesi olurdu! O da olur! CİA başkanından önceki ziyaretçimiz ise Hilary Clinton değil miydi? Çok iyi bir eşgüdümle birbirlerinin ayak izlerindeler.. Aktif dış politik budur!
Neden birden böyle yüksek düzeyde bizi gelip durmadan öpüyorlar, diye sormayın. Türkiye’ye ve çevreye bakın anlarsınız. İran ve Suriye’nin halli meseleleri var, öncelikli olarak!
Libya halledildi!
Türkiye’nin yardımıyla, Batının İslam ülkeleri üzerindeki yeni tasarımları, siyasi vasilikleri ve bunun sonucu olarak da pazar egemenlikleri sürdürülecek!
CİA Başkanı ile Türkiye hükümeti ve MİT’i arasında, bölgede yeni Amerikan hedeflerine karşı eşgüdüm politikaları mı gündeme geldi?
Dikkat edin! Türkiye bir bölünme yaşıyor, ayrılıkçılık tavan yapmış, resmiyete dökülmüş neredeyse, ülke savaş içinde!
Ama esas konumuz Suriye ve İran: Acaba Amerikanın bölgede “tasarımlarını” gerçekleştirmede ne kadar yardımcı olabiliriz?
***
CİA Başkanı, herhalde Kürt Meselesi’nin de ülkede geldiği noktayı bizzat görme şansını da yakalayacak: Kürtlerin özerklik ilanının bizimkiler üzerindeki etkisini de hem Clinton hem de CİA başkanı bizzat ölçme fırsatını buluyor!
Bu ölçüm sonuçlarına göre, herhalde işler yolunda diyecekler; ya da hazım güçlüğü var, yedirme sürecini biraz yavaşlatalım, kararını verecekler!
Sahi, Kuzey Irak üzerindeki Amerikan istihbarat faaliyetleri Türkiye’ye servis ediliyordu, değil mi! Amerikan büyükelçisi Ricciardone, en yeni teknolojilerle elde ettikleri bilgileri Türkiye’ye servis ettiklerini belirtmiş ve bunun yıllık 400 milyon dolarlık bir yardıma eşdeğer olduğunu açıklamıştı!
Merak ediyorum: Bu “çok değerli” bilgiler sayesinde, Türkiye’ye karşı Kuzey Irak’tan kaynaklanan terör geriledi mi, ilerledi mi?! Yoksa bize çöp mü veriyorlar
Gelinen noktada, Türkiye’nin terör karşısında yapacağı ne kaldı? Ben bir şey göremiyorum! Güçlü müttefikimiz ağır toplarıyla Ankara’yı, hükümet koridorlarını durmadan aşındırdığına göre, artık misafirden de bir şey istemek ayıp olur! Bize yakışmaz! Hele müslüman siyasi töresine! En iyisi veriver gitsin anasını satayım!
Çünkü, terörün yanıbaşındaki diğer ana kaynağına ulaşamadığına Hilary ve Petraeus buna izin vermediklerine göre de, yapacak hiç bir şey yoktur!
İktidarın önünde duran Amerikan reçetesindeki yazı ver kurtul kardeşimdir.. Ver kardeşim ver, seni Ortadoğunun ağababası, kralı, süper gücü yapacağım, yıldızın önceki geceki dolunay kadar büyük, yakın ve parlak olacak..
Ancak bunun ücreti, önce vermektir, tavuk vereceksin ki hindi alacaksın, vermeden almak Allaha mahsustur!
Ne demişti Türkiye’yi eskiden kurtarmaya soyunmuş siyasetçi iş adamı:
Ha senin olmuş ha onun, ne var bunda; ben ha sana mal satmışım ha ona, benim için değişen bir durum yok, piyasa orada duruyor, kaybolan/giden/yiten bir şey yok.. Önemli olan insanların mutluluğudur, insanları mal sattıkça da mutlu edersin!
***
Belki, 10 yıl boyunca Fransa Yabancı Lejyoner Birliğinde (Légion étrangère) çalıştığını söyleyen okur Halit Karan’a söz vermenin zamanı, çünkü herşeyi doğruluyor:
“Son şehit haberlerinde, PKK’nin hiçbir terör örgütünün nasiplenmediği bir medya desteği ve moral üstünlüğüne sahip olduğunu gördüm. Dünyada büyük devletler terör örgütleri ile gizli görüşmeler yapabilir, ama bunlar asla kamuoyuna sızmaz, sızması demek üstünlüğün örgüte geçmesi demektir. APO ile görüşmeler beceriksizce götürüldü. O, devletle anlaşmaya vardığını söyleyerek devleti yola getiren lider imaji yaptı, örgütünü daha güçlendirdi, Türk halkı ise devletin ne karşılığı anlaştığı sorusuna dalarak yenilgi ruhuna girdi.
“Düzenli bir ordu ne kadar timler kursa da, vurkaç yapan bir yapı karşısında tam başarı elde edemez. ABD ve müttefiklerini Körfez savaşında cepheden çok şehir örgütleri uğraştırdı ve en büyük kayıpları oralarda verdi. Sadece askeri yöntemlerle kaynağı yurtdışında olan bir örgüte karşı başarı sansınız çok az. ABD 11 Eylül saldırısından sonra ilk iş olarak Afganistana girdi. Peki Türkiye’ye izin verirler miydi?”
Okur bu, ağzı torpa değil ki büzesin, konuşuyor da konuşuyor!!!
--19 Temmuz 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Demokratik Özerklik ve Ulus; Yalanlar Üzerine Teori İnşası


Aysel Tuğluk’un açıkladığı Demokratik Özerklik metnini okuyorum. “Ulus devlet”e giydiriyorlar. Soykırımcılığından tutun, “ulus devlet”in ne kadar berbat ve kötü bir şey olduğunu açıklıyor.. tabii Türkiye Cumhuriyeti “ulus devlet”ine de.
Ulus devletçi anlayış diğer halklara büyük acılar yaşattığı gibi.. Kürt-Türk ilişkilerinde de Kürtleri yok oluş sürecine götüren bir dönemin başlamasının temeli olmuştur… Ulus devletlerin nasıl bir soykırımcılık taşıdığı görülmektedir.”
Açıklama, kendi içinde çelişkilerle dolu. “Ulus/devlet” terminolojisinde başlıyor karmaşıklık. Ulus=millet olduğuna göre, doğrusu “millet devlet” değil, “ulusal devlet”tir. Ulusal devlet, ırk temeline veya ayrımına dayanırsa, biraz faşist bir devleti çağrıştırabilir.
Ancak günümüzde ulusal devlet dendiğinde, sınırları, bayrağı, yönetimi ve sahip olduğu toprak üzerinde yaşayan insanları kapsıyor. Bu insanların kökeni belli bir ırka ait olabilir. Ancak saf ırk hiç yoktur, kim bunu iddia eder ve ırk üzerinde bir devlet inşa etmeye kalkarsa, Hitler’in yanında yer alır.
İkincisi, Demokratik Özerklik bildirisi, “Kürt halkı artık ulusal varlığını statüsüz bir halk olarak yaşamak istememekte.. Kendimizi yönetme, güç ve iradesine sahip olduğumuzu belirtiyoruz,” fikrini ileri sürdüğüne göre, Kürtler ulus/ulusal statü/ ulusal birlik/ ulusal devlet gibi kavramlarla düşünüyorlar demektir.
Yani kürtler de, soykırımcı dedikleri ve insanlara büyük kötülükler yaptığını ileri sürdükleri bir “ulusal devlet”in bir benzerini inşa etme yolundalar. Yani, ulus ve ulusal devlet kavramlarına o kadar da atıp tutmasınlar! Veya laf oyunları yapmasınlar.
***
Başka bir nokta: günümüz dünyasında bütün ilişkiler ulusal devletler temelinde  sürüyor. Ulusal devlet olmayan başka bir oluşum yoktur! ABD, İngiltere, Almanya, Brezilya, Rusya, Çin.. hepsi en katısından ulusal devletlerdir! Gidin “topraklarından” bir santim almaya kalkışın! Kültürel ve siyasi bakımdan geri ülkenin bazı sözde aydınları, ulusul devlet çağının bittiğini ve küreselleşme döneminin başladığını söylüyor.
Bu aptalca bir fikirdir! Küreselleşme, ulusal devlet ilişkileri üzerinden sürüyor! En sıkı ve katı ulusal devletler, bizim sömürge aydınlarının kafalarını satın alarak, ayyy ayol ne kadar gerisiniz, hâlâ ulustan, ulusal devletten mi bahsediyorsunuz.. dedirtiyor.. Acaba Kıbrıs’da verilen savaşın adı ne? Yunanistan’ın ulusçuluğu/ ulusal devletçiliği acaba hangi yeni uydurulmuş kategoriye sokulabilir?
Dünyadaki büyük rekabet ulusal devletler temelinde sürüyor. Ulusal devlet, kapitalist çağın ürünüdür şüphesiz, ulusal devletlerin ortadan kalkması, kapitalizmin de öz ve biçim olarak dönüşmesiyle ilgili olabilir ancak..
Savaşlar, büyük silahlanma, pazar rekabeti, hammaddeler ve bölgeleri üzerinde egemenlik/nüfuz iddiaları, yani dünyada hemen herşey, kapitalizmin ve ulusal devletlerin varlıklarıyla doğrudan ilişkilidir..
***
Neyse, kapitalizm ve ulusal devletler arasında büyük rekabetin kötülüğüne karşı mücadele başka bir konudur.. Kürt Ulusuna statü/ devlet, toprak, vb gibi konuların gündemde olması bile, kapitalizm/ulusal devletler çağının tipik özelliklerini yansıtıyor.
Demokratik Özerklik, bir ara statüdür! Irak ve Ortadoğu’daki dinamik, Kürt Devleti kurma /oluşturmaya yöneliktir. Zaten bildiride “coğrafyalarımızda yaşayan herkesi, kendisini demokratik özerk Kürdistanlı olarak tanıtmaya davet ediyoruz;” diyorlar!
Özerklik bir kısa yoldur. Bu kısa yolda müttefikleri boldur. Bu yol alındıktan sonraki yol daha incelecektir! (Veya kolaylaşacaktır!)
Açıklamada diyorlar ki: Kürt ulusunu “Bu inkar ve imha politikası bugüne kadar acımasızca yürütülürken Ortadoğu statükosu ve uluslararası güçlerden de destek almıştır. Türkiye’nin Kürtler üzerinde egemenlik kuran devletlerle kurduğu ittifak da bu politikanın ağır biçimde sürdürülmesini sağlamıştır.”
Ortadoğu’da kurulmakta olan yeni statü ise, Kürt devletini öngörmektedir. Yani Kürtler ABD ve Batı Dünyasının desteğiyle devlet yolunda ilerliyor. Yani, o uluslararası güçlerden o kadar da “kötü” bahsetmesinler veya kimseyi aptal yerine koymasınlar!
Olayın diğer bir yönü de, Kürtlerin kendilerine  Kürdistan statüsü inşa ederken, Türkiye’ye de yeni bir statü dayatmalarıdır! 20’yi aşkın öblgeli statü ile “tüm Türkiye halklarının inanç ve kültürlerinin kendisini özgürce ifade edeceği bir çözüm modeli” olarak sunuyorlar.
Bakalım günler neler doğuracak!
--18 Temmuz 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

17 Temmuz 2011 Pazar

İktidar İmralı’yı Aldattı mı?




Seçimlerden önce ortalık güllük gülistanlık. İktidarın, devlet aracılığıyla İmralı ile yoğun barış görüşmeleri!
Uzatılan ateş kes tarihleri.
Ama görüşmeler bir sis perdesi ardında hep..
İmralı’dan Öcalan’ın açıklamaları, iktidarın devleti ile İmralı arasındaki seçim öncesi görüşmelerin içeriği hakkında bize bilgi veriyor..
Neymiş? Devlet ile anlaşma yapılmış... Barış Konseyi kuruluyormuş veya kurulmuş.
Derken, BDP ve milletvekilleri Diyarbakır’ı toplantılarının (yerel meclis gibi) başkenti yapmışlar, bu toplantıları TV’lerinde yayınlanıyormuş..
Sonra ne olmuş? Gemi bozulmuş, avukatları İmralı’ya gidememiş..
Zaten demokratik özerklik ilan ederiz diyorlardı ya..
Anlaşılan yemin etme yerine, özerkliği ilan kararı almışlar..
Aynı gün... Hem askere saldırı hem özerklik ilanı..
***
İktidar ve devleti, İmralı ile görüşmeler konusunda bugüne kadar tek açıklama yapmadı.
Pardon, aslında hiç görüşmemişler: Bay Muktedir, bizim İmralı ile görütüğümüz söyleyen şerefsizdir gibi şeyler söyledi, seçime giden aylarda!
CHP ve MHP’nin iddialarına karşılık olarak...
Oysa ortalık ikili görüşmelerle yıkılıp duruyordu!
Kendileri görüşmemiştir. Yani, Muktedir’in kendisi ile yardımcıları, kabine üyeleri vb. Eminim ki partisinden bir yetkili de görüşmemiştir!
Ya kim görüşmüştür? Elinin altında koskoca bir devlet var. Acaba devleti kim yönetiyor?
Devlet denen aygıttan herhangi bir kimse, iktidarın gidin görüşün talimatı olmadan, aklının ucuna getirebilir mi İmralı’ya ayak basmayı?
İktidar, şöyle deyin böyle deyin, şunu yapsın bunu yapsın vb talimatlarıyla, İmralı’yla görüşmeleri yönettiği gibi, yerine getirmeyeceği “seçim vaadleri” ile, anlaşılan Barış Konseyi bile neredeyse kurdurmuş!
Öcalan bu konseyi açıkladığında, devletin iktidarından veya iktidarın devletinden tek yalanlama bile çıkmamıştı!?
İktidar “ne haltlar” karıştırıyordu, resmen bile yoktu! Kendi başına al gülüm ver gülüm, halveti içindeydi; bu al-ver günleri bitince, ve Kürtler kendilerinin seçim vaadleriyle aldatıldığını anlayınca, saldırıya mı geçti? Kürt meselesinde son nokta, yandı gülüm keten helva oldu..
Şüphesiz yanan ana-baba yürekleri, sönen genç askerlerin ferleri, nefesleri..
Yazık ki yazık!
İktidar iki yıl önce analar ağlamasın kampanyası yürütmüştü! Bunun arkasından Hapur Şenlikleri patlamıştı!
Peki iktidar kırılan genç fidanlar karşısında şimdi neyi devreye sokacak?
***
Bay imralı, kendisiyle kimlerin görüştüğünü açıklamalıdır. Orada uğrayacağı baskılar pahasıan! Varılan anlaşmaları açıklamalıdır, kendisine verilen sözleri de!
İktidar, ateş kesin sessizliğinde, “göreceli istikrar” aylarını cebine koymuş, bunu seçimlerde sandıkta oya kırdırmış, ürünü milletvekili ve yüzde 49 oran olarak hasad etmiştir..
Bence, İmralı/ Ankara barış görüşmeleri üzerindeki sis perdesi kalkmış gözüküyor.
Kürtler, kendilerine verilen siyasi sözlerin bir aldatmaca olduğunu görünce yeniden silahları mı konuşturmaya başladılar?
Öyleyse eğer, askerin sırtından seçim mi kotarıldı?
Yoksa ne?
Gelinen nokta ve dağılan sis perdesi ardından ortaya çıkan şudur:
İktidar ile İmralı arasında görüşmeler tabi ki olabilir.. Ama bu görüşmeler, ülkenin genel yararını amaçlar..
Öyle anlaşılıyor ki, iktidar ile İmralı arasındaki görüşmeler, kabul edilebilir ve uygulanabilir bir çözüm yaratmaya yönelik değildi!
Ya neye yönelikti? AKP’yi oy kazandırmaya, AKP’yi güçlendirmeye!
Yarın: Demokratik Özerklik/ Kürt Ulus Devletçiliği
--
OKUR NOTU 1: "Cumhuriyet, Okurlar, Medya" başlıklı yazınızda "Bir okur gazete pahalı, çok satması için fiyatının düşürülmesi gerekir dedi. Evet ucuz değil Cumhuriyet, ayda 30 lira.." diyorsunuz. Acaba gazetemiz gerçekten pahalı mı? En ucuz sigara paketi 450 kuruş; bir sigara 22.5 kuruşa geliyor; yani 4 buçuk tane sigara bir Cumhuriyet alıyor. En pahalı sigara paketi 700 kuruş; bir sigara 35 kuruşa geliyor; yani 2.86 tane sigara bir Cumhuriyet alıyor. Sigara içen sevgili CUMOK'lar günde ortalama 3.5 sigara az içerlerse Cumhuriyet'in parasını çıkarırlar. Sigara içmeyen sevgili CUMOK'ların da zaten hiçbir mazeretleri olamamalı. (Aykut Konuralp)
OKUR NOTU 2: Cumhuriyet gazetesi ile ne kadar ögünsek az, fakat okur notunun içeriğine tamamen katılıyorum, geniş tabana erişmek ve bilgilendirmek icin yenilikler yapmak gerekiyor. (Macit Sözen)
-17 Temmuz 2011, pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet