Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

31 Mart 2022 Perşembe

AKP’nin oyu yüzde 25’te sabitlendi mi, daha düşmez mi?

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

AKP’nin oyu yüzde 25’te sabitlendi mi, daha düşmez mi?

29 Mart 2022 Salı


Bu temel mesele hem sosyal medyada hem ekranlarda ve gazete köşelerinde yoğun tartışma konusu oluyor.

- Öyle ya, ülke ekonomik olarak çöktü!

- İşsizlik ve pahalılık durdurulamaz bir şekilde artıyor.

- TL pul oldu, asgari ücret artışa rağmen iki ay içinde eridi.

- Bu yıl yüzde 70 enflasyon bekleniyor.

- Ucuz ekmek kuyrukları uzuyor.

- Yapısı temelden bozuk olduğu için ekonomide çarkların dönmesi için ithalat bağımlılığının cari açık üretimi yeniden tepeye doğru gidiyor.

- Hazine kâğıtlarından ve borsadan yabancı çıkışı sürüyor.

Say sayabildiğin kadar…

Buna rağmen, mesela Balkanlar’da, Avrupa’da bir ülke böyle büyük bir çöküş yaşasaydı, iktidarları götürürdü. Tamam, ülke yıkılsa AKP istifa etmez ama yaklaşan seçimlere yönelik yapılan kamuoyu anketleri de AKP’nin ham oyunun yüzde 25, geçerli oyunun ise yüzde 30-31 civarında çakılı kaldığını gösteriyor..

Bunca çöküşe rağmen! Bu ne iş?

EKONOMİ İKTİDARLARI BELİRLER

Evet, seçimler söz konusu olduğunda, iktidarların kaderini belirleyenin ekonomik durum olduğu, iktidarın geleceği açısından ekonomi politikası konusunda araştırma yapan bilim insanlarının üzerinde birleştiği bir olgudur. 

İktidarlar bu nedenle ekonomiyi zor koşullarda bile mümkün olduğunca rayında, ortaya yakın bir yerlerde tutma rekabeti içindedirler. Bu nedenle ülke gelirlerinin çok üzerinde, bazen çok çok borçlanarak yaşarlar. Dünya borçlanmak için büyük “artık para”lar içinde yüzüyor denebilir.

Mesela ABD’nin dış borcu 2009’da 12 trilyon dolar iken bu yıl başında 30 trilyon dolara yükseldi.

Dünyada borç verilmesini bekleyen, şüphesiz ki çeşitli yatırımlarda değerlendirilen birkaç yüz trilyon dolar para var!

Yeterince üretemeyen ekonomiler bu borçlarla ayakta duruyor.

DÖNELİM KONUMUZA

İktidarın ekonomide başarısızlık derecesine bağlı olarak, seçimlerde oy yitiminin gerçekleşmesi beklenir. Şüphesiz bu, koşullara da bağlıdır. Toplumun genelde ve gelir sınıflarına bağlı olarak hayat kalitesini olumsuz etkileyecek majör durumlar söz konusu değilse, iktidar etkilenmeyebilir bile. Bu, seçmen tarafından geçici olgu olarak değerlendirilir ve iktidara kredisini sürdürür.

Yine şüphesiz, ekonomi dışında, ülkede gerçekleşen çok daha farklı büyük iç ve dış olaylar, felaketler de seçmenin bir kısmının iktidardan desteğini çekmesini engelleyebilir.

Bu açıların, bugün ülke için seçimleri belirleyici nitelik taşımadığını belirtelim.

Seçimlerin belirleyicisinin büyük ekonomik çöküntü, büyük yoksullaşma olduğu bir gerçektir.

Nitekim bu gerçeğin ülkemizde “çalıştığını” AKP’deki büyük seçmen kaybı da gösteriyor. Ama neden dibe vurmuyor iktidar?

GERÇEĞİN BÜKÜLMESİ

Daha büyük oy kaybı beklentisi gerçeğini büken etkenler yok mudur? Özellikle eksik demokrasilerde, yani otoriter rejimlerde, bu gerçeği büken olgular çok.

İktidarın ülkede medyayı önemli ölçüde kontrol etmesi, bu yolla yalan haberleri durmadan yayması, gerçeği gözlerden saklaması veya yaşanan kötülüklere uyduruk bahaneler üreterek bunları topluma durmadan pompalaması, yani beyin yıkama - çarpıtma mekanizmalarını sürekli kullanması, seçmenin en azından bir kısmının iradesine konan ipoteklerdir.

Yalanı ne kadar tekrar edersen, bazı kafaları çelme ve gerçeklerin görülmesini kısmen önlemede başarılı olabiliyorsun. Ülkemizde böyle bir durum var.

GERÇEK OLAN, YAŞANANDIR

Fakat acaba AKP’nin oyunun yüzde 25-30 bandında çakılı kalmasında bu durumun etkisini ölçmek mümkün mü?

AKP ve ortağının “çarptığı beyinler”, yüzde 25 bandında kalmasında ana etken mi?

Bu soruya, “Evet etken ama ana etken değil”, yanıtını vereceğim. Evet, yüzde 25 bandında kalmasında bu etkeni yüzde 1-2’lik puan kadar düşünebiliyorum.

Çünkü gerçekleri dile getiren mekanizmaların hepsi kontrol altında değil. Muhalefet her yerde konuşabiliyor - gezebiliyor. Pek çok medyada gerçekler dile getirilebiliyor.

Ayrıca, hayatın en büyük gerçeği büyük ekonomik çöküştür. Toplum bunu bizzat yaşıyor, iktidar ne derse desin, seçmenin - toplumun büyük kesiminin yaşadığı bu gerçeği propaganda ile değiştirmesi mümkün değildir.

İktidarın yüzde 25-30 bandında kalmasında muhalefetin başarısızlığını gösterenler haklı mı? Bu başka bir tartışma konusu.

Şimdilik şu soruyu sorarak bu yazıyı bitireyim:

Ee, o halde?

30 Mart 2022 Çarşamba

Altyapı Bakanlığı’nı kaldıralım, çünkü...

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları

Altyapı Bakanlığı’nı kaldıralım, çünkü...

28 Mart 2022 Pazartesi


Çünkü ülkenin varını yoğunu otoyollara, tünellere, köprülere, Kanal İstanbul gibi betona, çimentoya, çeliğe, toza toprağa gömmekten başka bir görevi yok. Ve iktidara bağlı, tüm varlığını devletten aldığı projelere dayamış 5’li çete ve daha altındaki çevresindeki çeteleri, besleme şirketleri besliyor, onlar da iktidarı… Gelir paylaşımı devlet ile şirketler arasında değil, Hazine’nin parası iktidar ve adamlarıyla bu şirketler arasında yapılıyor.

150 - 160 milyar TL’den değil dolardan bahsediyoruz!

İktidarın payı yüzde 10-15 midir, bilmiyoruz, bu konuda yerleşik “kurallar” vardır.

Bu gelirlerin salt parti, “siyasetinin finansmanı” için kullanıldığını sanmayın.. Siyasetin finansmanı için ne kadar paraya ihtiyacı olduğu hesaplanabilir.. Bu hesabı kitabı kabaca yapacak birileri mutlaka vardır, bekliyoruz.

Geride kalan milyarlarca dolar ise siyasetin baş aktörlerinin “finansmanı”na gidiyor, yani özel hesaplara. Bu hesapların izleri nasıl sürülür, bu da yine çok özel dedektiflerin işidir.

HER ŞEY GEREKSİZ MİYDİ? 

Peki, Altyapı Bakanlığı gereksiz midir, bunca yaptığı işler boşa mıdır…

Bunu söylemek yanlış olur.

Yanlış olan iki nokta var: İlki, tüm bu projelerin müthiş pahalılığı, siyasi aktörlerin şirketlerle ilişkileri ve gelir paylaşımları, projelerin bedellerini tamamen halkın sırtına yıkıyor, ödemeyeceği oranlarda. On yıllarca durmadan ödenecek garantili paralar. Kullandıkça biz ödüyoruz, kullanmasak da bizim adımıza Hazine ödüyor.

160 milyar dolarlık yatırımın katma değer olarak ülkeye parasal geri dönüşü yok. Üretici olmayan, sadece tüketen projeler. Şüphesiz, ülke içi insan ve mal her türlü dolaşımı hızlandırdığı bir gerçek. Hepsi özel sektör “malı” olduğu için parası olan kullanıyor. Bu ülkenin 10 milyonlarca yoksulunun bir çıkarı olmadığı gibi, Hazine’den onlara yapılacak yardım ve yatırımların da önünü kesiyor. 

YAPILMASIN MI?

Yapılsın. Ama böyle değil, zamana yayarak ve ülkeye, millete en az maliyet çıkaracak şekilde. Siyasi ve özel şirket çetelerini aradan çıkararak.

Ve bir öncelikler sıralamasına göre… Türkiye’nin bir öncelikler sıralaması var mı? Yok. Dışarıdan ithalatı azaltacak, katma değeri yüksek üretime geçecek bir plan programı var mı? Yok.. Ama ne var? Ülkeyi yutan gösteriş projeleri...

Ülkenin ekonomik olarak dibe vurmasında bu “altyapı projeleri” büyük rol oynuyor. Bu anlamda çöküş, bir Altyapı Bakanlığı icraatlarının çöküşüdür bile denebilir.

Her ülke için kaynaklar sınırlıdır. Türkiye’nin çok daha sınırlı.

Neden ekonomik olarak periyodik çöküşler yaşıyoruz? Çünkü siyaset “üreten ülke” kuramıyor.

Siyasetin ana programı “tüketen ülke”ye endeksli. 150-160 milyar dolar tüketen projelere harcandı. 400 AVM boşuna kurulmadı.

AKP, TÜKETEN PROJELERİN ŞEHİNŞAHI

Millete eser olarak gösterdiği her şey sokak insanına ve seçmenine vay be dedirtecek güzel, allı pullu, kullandığında keyfini yaşayacağın büyük gösteriş projeleridir.

Sokaktaki insan/seçmen, iktidarın bu gösteriş projeleriyle, paranın pul olması, milyonlarca işsizlik, pahalılık, giderek artan kitlesel yoksulluk ve iktidar mensupları yandaşlarının artan zenginliği ve yarattığı ikitidar orta sınıfı arasında bağ kurmakta bilgisizdir.

İlliyet bağı kurmak, neden sonuç arasındaki ilişkileri görmek, günlük nafakasını çıkarmak için 10-15 saat çalışan ve ortalama eğitimin 7.5 yıl olduğu ülkemizde çok çok zordur.

Bu anlamda okuryazarlık cehaleti 1 No’lu konumuz.

BAŞARIR’IN ‘BEŞLİ ÇETE’Sİ

Önümde CHP milletvekili Ali Mahir Başarır’ın güzel çalışması “BEŞLİ ÇETE” duruyor. Başarır, kamu kaynaklarının büyük talanını irdeliyor. Önsözü Kılıçdaroğlu yazmış. Tabii talanın hukuki zeminini yaratmak başta gelir. Bu zemin de İhale Kanunu’dur. Ve AKP durmadan bu kanunda ortağının katkılarıyla yaptığı her değişiklik, eklediği her cümle, koyduğu her fıkra ve virgülle yeni ve büyük vurgunlara kapı araladı. Başarır, iyi anlatıyor.

En çok ihale alanlar.. Beşli çetenin yaptığı usulsüzlükler.. Beşli çete yükselirken batan inşaat şirketleri.. Yandaş firmalarla AKP bağları.. İhaleye fesat karıştırmalar.. Çevre katliamları.. ve yapılması gerekenler. (KırmızıKedi Yayınevi)

Evet, Altyapı Bakanlığı ülkeyi yönetiyor.    

Ve batırıyor... Bir genel müdürlük düzeyine indirilmeli, üreten ülke modeline hizmet etmeli ve koordinasyonunu sağlamalıdır


29 Mart 2022 Salı

Üçüncü ittifak? Boş laflar.. İktidarın değirmenine su taşımak

 obursali@cumhuriyet.com.tr


27 Mart 2022 Pazar


Altı parti bugün yeniden toplanıyor. Gündemlerini herhalde yeni seçim yasası oluşturacak. Buna göre yeni bir tartışma öne sürüldü: Küçük partiler üçüncü ittifak yapsın. Yani dört parti, aralarına, başında bir hanedan olan ve ne olduğu konusunda türlü söylentilerle şişirilen Refah’ı da alsınlar, ortak bir liste ile seçimlere ayrı girsinler. 

İttifak yapsalar diyelim ki toplu olarak yüzde 7’yi aşarlar, ama listede yer alan partilerin hiçbiri gerekli çoğunluğu sağlayıp tek milletvekili çıkaramazlar. Çünkü oylar ayrı ayrı her partiye sayılacak. Belki belirli yerlerde bir iki tane. 

Üçüncü ittifakı ileri sürenler bu hesabı da mı yapamıyorlar, bilemiyorum, ama laf olsun torba dolsun.

Tek yapacakları, aralarında bir parti seçip, onu çatı parti olarak kabul edip, hepsinin bu partiden aday olmaları. Yüzde 7 barajını aşarlar, kentlerdeki oy dağılımına göre beş on milletvekili çıkarma olasılıkları olabilir... O da belki.. Boş çekme olasılıkları da var. Tabii hangi partiden aday olacakları da ayrı bir kavga konusu...

KÜÇÜKLERİN TEK ŞANSI

Diyeceksiniz ki, Millet İttifakı’na katılacak dört küçük partinin de milletvekili çıkarma olasılığı mı var? Yok. Hepsi barajı aşmış olacak ama milletvekili çıkaracak kadar oy almaları mümkün olmayacak. Çünkü milletvekilleri AKP, CHP, İYİ Parti, HDP ve MHP, beş parti arasında dağılır.

Aslında eski seçim yasasına göre de küçük partilerin milletvekili çıkarma olasılığı yoktu, yenisine göre de yok.

Yeni seçim yasası ittifaktaki büyük partilerin milletvekilleri sayısını, eski yasaya göre, belki 5-10 azaltır. Çünkü ittifaktaki küçük partilerin aldıkları oylar bu kez kendi hanelerine yazılmayacak.

Bunun da bir etkisi olacağını sanmıyorum, çünkü bu seçimlerde muhalefetin bir oy patlaması yapma olasılığı yüksek. Seçim yasası üzerine küçük hesaplardan iktidarın kazanacağı bir şey yok.

BÜYÜKLERİN LİSTESİNDEN ADAY

Eskiye göre de yeniye göre de, küçük partilerin milletvekili çıkarmak için tek şansları, CHP ve/veya İYİ Parti listelerinden aday gösterilmeleri. Bu açıdan aslında değişen bir şey yok. Üçüncü ittifak kurup seçime giderlerse, aslında rahatlayacak olan CHP ve İYİ Parti olur. 

Ama listelerinde dört küçük partiden aday gösterirlerse, şüphesiz bir seçmen sinerjisi yaratırlar ve ittifakın oyları artar, bu sinerji ile daha çok milletvekili çıkarırlar, Meclis’te çoğunluk elde etmenin birinci derecede önemli olduğu düşünülürse, tüm muhalefetin işine yarar.

İKTİDARA GİZLİ - AÇIK DESTEK

6’lı ittifak içinde bir üçüncü ittifakın çıkması hayali kuranlar, dahası, küçük partiler bunu ciddi ciddi düşünüyorlar diyenler, oyların ve sinerjinin parçalanıp iktidar partilerinin değirmenine su taşıma telaşı içindeler veya bunu bilinçsizce yapıyorlar.

Neden büyük partilerin kuyruğuna takılsınlar, çok çalışsınlar, milletvekili çıkarsınlar, ayrıca başka partilerin listesinden aday olmaları etik değil, biçimindeki lafların bir anlamı yok. Sistem buna izin veriyorsa sorun yok.. Ülke baştan sona etiksizlikler denizinde boğulurken, küçük partilerin bu yolla Meclis’e girmeleri mi etik sorun yaratacakmış.

Etikten bahsedeceklerse, Cumhurbaşkanı’na devletin imkânlarını sonuna kadar kullanma (örtülü dahil) olanağı sunan, yeni seçim maddesindeki bu ahlaksızlığı eleştirsinler.

Eğer yüzde bir-üçlük oy potansiyelleri varsa, başka partiler üzerinden Meclis’e girmeleri, seçim barajı ile kısmen gasp edilen millet iradesinin de gerçekleşmesine hizmet eder.

Zaten bugünkü ittifak toplantısında herhalde üçüncü ittifak gibi gerçekle bağdaşmayan konu tartışılmayacaktır.

KOŞUN AYOL, YETER BU KADAR

İttifakın yapması gereken, bir an önce ülkeyi milleti düze çıkaracak ciddi bir programla, vaatlerle seçmen karşısına çıkmaktır.

Tek parti programı gibi.

Zaman daralıyor, millet kavruluyor, muhalefet ayak sürüyor ve durumdan yararlanamıyor

Atom bombasını ilk kullanan, herkes olabilir artık

 obursali@cumhuriyet.com.tr


24 Mart 2022 Perşembe


Ortalık ekonomik olarak kan revan içindeyken, burada dış konular üzerinde kalem oynatmayı yadırgamayın. Umarım bu yazıyla seriyi şimdilik bitiririm. Ukrayna üzerinden en çok tartışılan konu, atom bombasının olası bir savaşta kullanılma riskinin büyümüş olması. Bugüne kadar atom bombasını kullanma riskini konuşmak bile “tehlikeli” bulunurken, bugün “Büyük Siyaset”in düşünce kuruluşlarının ve uzmanlarının artık gündelik bir olay gibi tartışma konuları arasına giriverdi.

Rusya hükümet sözcüsü Peskov’un dün CNN televizyonunda ünlü gazeteci Christiane Amanpour’un programına katılarak, Putin’in hangi şartlar altında Rusya’nın atom bombasını kullanacağına ilişkin soruya “Ortada ülkemiz için var oluşsal bir tehdit olursa, bu olabilir” sözleri, şüphesiz ABD’nin duymak istediği yanıttı.

BİR BASAMAK YÜKSELDİ

 Aslında Peskov’un sözleri, atom bombasına sahip hemen her ülkenin yanıtıdır. Yani gizli saklı bir tarafı yok. Ama şöyle bir fark var: 

Düne kadar atom bombası büyük savaşı caydırıcı ve düşmanı saldırmaktan alıkoyucu niteliğiyle konuşulurdu. Bu atom silahı olanlar, düşmanlar arasında bir dengeyi sağlıyordu. İlk Soğuk Savaş döneminde bunun adı “dehşet dengesi” idi.

Şüphesiz hâlâ “caydırıcı” niteliği ön planda. Ama şimdi bu dengenin yanına Putin’in açıklamasıyla birlikte “kullanılabilirliği” girdi. Bu yeni bir durum. Bir basamak yukarısı.

TEK YANLI KULLANIM GÜNDEMDE

 Ayrıca “Ortada ülkemiz için var oluşsal bir tehdit olursa, bu olabilir” cümlesi de açılmaya muhtaç. “Var oluşsal bir tehdit”, atom bombasını ilk kullanan olabilirliğini gündeme getiriyor. “Dehşet dengesi” çöp oluyor. Her iki taraf da “var oluşsal tehdit” noktasında duruyorsa, bunun bir ilk kullananı olur, olacak demektir. Dengeyi “var oluşsal tehdit” üzerine kurduğunuzda, “İlk kullanan ben olmayacağım” politikasını rafa kaldırıyor. Bu önerme, Soğuk Savaş döneminde kalıyor. 

Ayrıca “var oluşsal bir tehdit”in sınırları, anlamı, içeriği üzerine geniş bir yorum yelpazesi var.

Diyebilirsiniz ki, Putin bu açıklamayı, ABD/NATO’yu Ukrayna’dan uzak tutmak için yaptı. Evet, Ukrayna’yı işgalinin, bu ülkenin NATO’ya girmesini Rusya’nın “var oluşsal bir tehdit” olarak algılamasının bir sonucu olduğu net. NATO’yu hareketsiz bırakmak için de atom silahlarının kullanımını diyelim ki en düşük alarm düzeyine yükseltti, yani “orduya nükleer caydırıcı güçlerini özel savaş görevi durumuna geçirme talimatı” verdi.

Jeostrateji, dünyada belirleyiciliğini sürdürüyor.

Ruslar, atom bombası kullanımında henüz masum!

BURADA KİRLİ TEK EL VAR 

 İkinci Dünya Savaşı’nda ABD, Japonya üzerinde, sonuçlarını bile bile acımasızca iki atom bombası kullanan ilk ülke oldu. Hiroşima ve Nagazaki’nin dramı hâlâ sürüyor! Atomla kitlesel insan öldürmenin babası ABD. 

Üstelik “var oluşsal bir tehdit” ile karşı karşıya kalmadığı halde! Ülkesinin çok uzağında, Pasifik’te Japonların Pearl Harbor’da (Hawaii) Amerikan donanmasına yaptığı büyük sürpriz baskının intikamı olarak!

Bu bakımdan aslında “var oluşsal bir tehdit”e ilk uzak bahaneyi yaratan, atomla yanıt veren ABD oldu.

Şimdi ellerindeki atom silahlarının yok edici kapasitesinin yanında, iki atom silahı çok küçük kalır.

Nükleer silahlar ve fizik konusunda uzman bilim adamları, Ukrayna sonrasında yeni bir anlaşma ile ele alınması gereken en önem önemli konunun, dünya için, atom silahları olması gerektiğini yazıyorlar.

27 Mart 2022 Pazar

Zelenski’nin ‘ölümcül ikilemi’, Rusya’nın hatası

 Orhan Bursalı

Orhan Bursalıobursali@cumhuriyet.com.trSon Yazısı / Tüm Yazıları


22 Mart 2022 Salı


Kimse Ukrayna liderinin yerinde olmak istemez. Bir “ölümcül ikilem” arasında, “Seni NATO’ya alacağım” vaatleriyle oyalandı, Rusya işgali karşısında da yalnız kaldı. NATO’yu bir şekilde fiilen “savaşa katmak” için gösterdiği çabaların karşılığı yok.

ABD ve Avrupa bir şekilde savaşa dahil olmaları halinde doğrudan Rusya ile savaş olasılığı içine gireceklerini, bunun bölgesel savaştan kıtasal savaşa, giderek dünya savaşına ve hatta nükleer savaşa kadar uzanan zincirleme gelişmelere yol açacağını düşünüyorlar. Herkes de aynı kanaatte. 

SERMAYE, SAVAŞA HAZIR MI?

 Dünyanın sonu olur. ABD ve Avrupa’nın refah ve kazanımları, zenginlikleri güme gider. Dünya büyük bir yıkımın ve yoksulluğun içine yuvarlanır. Kim bilir neler çıkar bu büyük kaostan... 

Henüz kapitalizmin, sermayenin “Tıkandık öldük bittik, para kazanamıyoruz, kendimizi yenileyemiyoruz, sömürülecek başka yer de kalmadı, zaten Çin bizi yutuyor, başka çare yok, batsın bu dünya, belki büyük bir savaşla büyük bir yıkımda, küllerimizden yeniden doğarız...”  düşüncesi ortalıkta gezinmiyor. 

Bu yıkım düşüncesi, kapitalizme - emperyalizme yöneltilen teorik bir davranış kalıbıdır. Ortodoks Marksistlerin sepetinde durur. Fakat tarihsel süreç çok farklı gelişebilir. Marksistlerin “determinist” görüşü ile kapitalizmin ve uygarlık gelişmesinin açıklanamayacağını, yenilenmenin pek çok biçimi, yolu yordamı olabileceğini düşünüyorum, tarih böyle diyor şimdilik.

Ama dünya savaşı şüphesiz ki olasılık dışı değil. 

Bugünkü sistem, büyük savaş olmadan kendini evrim nehrinin kollarına da bırakabilir, hegemonya yer - merkez - alan - isim değiştirebilir. Kapitalist emperyalist sistem ama “savaş çıkarırım” pozisyonunu öyle kolay terk etmeyecektir. 

Önümüzdeki 10 - 20 yılda düğümler çözülecektir.

Nasıl çözüleceğini görmek isterim ki kendi kişisel tarihimde Büyük Tarih’in yazımının bu bölümü tamamlansın!!!


TARİH OKUMA ZAYIFLIĞI

Yani Zelenski, tarihi okumakta çok zayıf kaldığı için, Batı’yı savaşa çekemedi. Eğer hâlâ süren bu çabaları çok çok zayıf olasılık olarak sonuç verse(ydi), üçüncü dünya savaşının tetiğini çeken kişi olarak tarihin en büyük sayfasına adını yazdırırdı. Ama dünyayı güdüleyen sistem/ güç henüz buna hazır değil. Zelenski zamanlama hatası yapıyor!

Bu güçler Rusya’ya karşı ilan ettikleri ambargoyu bile doğru dürüst uygulayamıyor. Çünkü paralarının derdindeler. 

Batı’nın Rusya’dan 122 milyar dolar/Avro kadar alacağı var. Rusya Batılıların faiz alacakları için geçenlerde 130 milyon kadar dolar/Avro ödeyince, Amerikan borsaları coştu. Banka sistemi bir “ara kapı”dan çalışıyor. Zaten Almanya ve bazı ülkeler büyük bir Rus bankasını SWIFT’ten çıkarmadılar. Rus gazı ve petrolüne de büyük paralar ödemeyi sürdürüyorlar. 

RUSYA’NIN DESPOTLUĞU

Önceki yazımda bu savaşı gereksiz kılacak, Rusya’ya da kulak verip uzun süreli bir barışı istikrarı sağlayamadıkları, Ukrayna üzerinden Rusya ile mücadeleyi seçtikleri için ABD’yi, NATO’yu, Avrupa’yı yönetenleri “savaş ortaklığı” ile suçladım.

Fakat Rusya da bu büyük barışı sağlamak için harekete geçebilirdi. Evet “Ukrayna’yı almayın NATO’ya” vb. uyarılarını yaptı. Fakat bu yetersizdi.

Şunu yapmadı: “Avrupa’nın bugününü ve geleceğini büyük güçlerin ‘güvenlik önlemleri stratejileri’ belirlemesin. Bu kıtanın bir daha büyük gerilimlere, çatışmalara, savaşlara tahammülü yok. Bu hepimizi ve dünyayı büyük kayıplara uğratır. Kimsenin güvenliğini tehlikeye atmayacak, güvenlik önlemlerine ihtiyaç duyulmayacak bir anlaşmayı konuşalım...”

Yani barışın şampiyonluğunu yapabilirdi, yapmadı; bunun yerine fiili olarak Ukrayna’yı işgale girişti.

Şüphesiz ki bu işgal Rusya’nın da despotluğunun bir ürünüdür ve savunulacak bir yanı yoktur.

ABD, despotluğunu, hegemonyasını “demokrasi” kılıfı altında yürütür (ve bu açıdan kendine bol bol uşak taraftar devşirir!) Rusya ise Doğu’nun despotluğunu devreye sokar.

***

Zelenski kopmaya mahkûm bir ip üzerinde yürüyor.. Ölümcül bir ikilem içinde.

Zelenski’nin yerinde olmak kimse istemez dedim. Ukrayna’nın işgali konusunda duyduğu acıyı hiç eksiksiz ben de hissediyorum. Bir ülke halkının yaşamının altüst olması, dağılması, göçe zorlanması, zulme uğraması, kadınlar... Çocuklar... 

Yine de işgale uğramış bir ülkenin lideri. Hiçbir ülkenin başına böyle bir olay gelmemeli..