Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Nisan 2014 Çarşamba

AKP’yi İktidarda Tutan Ne?

Bu soruya akılcı, nesnel, geçmiş seçim deneyimlerini de yorumlayarak, doğru dürüst bir yanıt veremeyen, bugünü de, seçimlerin ve ülke koşulların dinamiklerini anlayıp politikalar üretemez.
Bunda hemfikir miyiz?!
O zaman:
Kafanızdaki bütün “dogmaları” boşaltın.. Seçmen ve ülke durumu hakkında çok kalıp, değişmez doğmalarınız/doğrularınız varsa, fikir ür(e)temez ve durumu anlamak için çaba sarfetmetmeyiz.. Böyle olunca, değiştirme çabaları da sıfır noktasında durur!
Mesela, sosyal medyada, dünkü yazıma gelen yorumlardan bir-ikisi şöyleydi: Bu ülkede CHP ağzı ile kuş tutsa oy vermeyecek kemik bir seçmen var.” “Bu ülkede milletin din bağnazlığı o kadar derin ki, artık Türkiye dincileşti… Her şey boşa”
Eğer öyleyse, herkes kendi işine demekten başka yol yok.. Siyaset bitti, sahile çıkabiliriz!
Bu konuda bana dadananlar var, içeriden dışarıdan.. acaba AKP’li trollerin bir kısmına böyle görevler mi verildi diye merak ediyorum! Onlara veya umudunu yitirenlere, dogmalara saplananlara güle güle!
Biz işimize bakalım..
***
Ana etkenleri sıralayalım:
· Seçmenin siyasal dinamizmi,
· Seçmenin, ülkenin ekonomik dinamizmi,
· Seçmenin dini ideolojik dinamizmi,
· Seçmenin kültürel dinamizmi...
· Ülkenin içinde bulunduğu varsayımsal büyük dış tehlikeler,
· Geçmişten gelen toplumsal miras,
· Ve, iktidar partisinin dinamizmi ile seçmen ilişkisi..
***
Hayır, bugün bir yorum veya hazır görüş belirtmeyeceğim.. Herkes düşünsün istiyorum.
Yukarıdaki, seçmenin davranışını belirlediğini düşündüğüm ana etkenlerden, bazıları ön plana çıkar ve seçimde etkileyici olur.
Hepsinin şu veya bu oranda seçimlerde etkisi vardır..
Bazılarının oranı biraz daha fazla olabilir (varsayılan taban etkenler).
Ama bu taban etkenler de sabit değildir, koşullara göre azalır veya çoğalır.
***
Ben burada örneğin acil ve öncelikli olarak, iktidar partisinin özellikle son iki genel seçimde, 2007 ve 2011, (yerelleri de katarsak, +3), iktidarı yükseltip yüzde 50’ye vurdurtan ve yerel seçimlerde de yüzde 43,5-45,5 oranında oy desteği sağlayan etkenleri öğrenmeye öncelik veriyorum... En güncel durumu anlamak önemli..
***
***
Şimdi bir görüntüyü akılda tutalım: AKP’li kızlar ve kadınlar başta, kutsal mabede girmişler gibi, bir salonda resimleri asılı Erdoğan’ı öpüyor.
Gözümün önünde neyin canlandığını kestirebilirsiniz: Kiliseye girer girmez hemen önüne çıkan İsa’yı, kilise azizi vb ikonalarını öpenleri.. Gelenektendir bu...
***
Şimdi soruyorum:
AKP 12 yıl içinde, kaç milyon insana “sınıf atlattı”?
Yani:
1)   Yoksul kesimden kaç milyonu, ekonomik olarak bir kademe yükseldi?
2)   Bir kademe yukarıdaki, zarzor ama geçinen, kaç milyon seçmen, orta halli duruma geçti?
3)   Orta halliden, daha yukarı gelir seviyesine, kendi işini kurma ve daha rahat para kazanma düzeyine geçenlerin sayısı nedir?
4)   Köylerde kaç milyon insanın gelirinde yükselme oldu?
5)   Seçim ve özel zamanlarda dağıtılan kömür, yiyecek gibi doğrudan yardımların, ailelerin bütçesine yıllık katkısı ne kadardır ve bu ailelerin / seçmenlerin sayısı nedir?
6)   AKP’li belediyeler çevresinde, yılda kaç aileye/seçmene düzenli/düzensiz ne kadar yardım yapılıyor, bu yardımların yıllık parasal karşılığı nedir ve kaç milyon seçmen bundan yararanıyor?
7)   350 milyar dolarlık dış borcun, ne kadarı bankalar kanalıyla halka kredi olarak aktı ve halk bu paraları nerelerde kullandı ve ne kadar ekonomik memnuniyet sağladı?
8)   KÖYDES’in köylere desteği, çözdüğü sorunlar, yol, su vb.. nedir ve bunun seçmen üzerindeki etkisi nasıl ölçülür?..
9)   Eksik bıraktıklarım mutlaka vardır.
***
Nesnel durumun fotoğrafını çekmeden, en azından, iktidarın halka ilişkisinin ekonomik dinamizimini anlamamız ve iktidara süren desteğin içeriğini kavramamız olanaksızdır.
Dünkü yazımda bir noktanın altını çizmiş ve demiştim ki:
Ama iktidarda olmanın ve ülke koşullarının dinamikleri, seçimlere en iyi hazırlanan muhalefeti bile iktidar yapmaz, yapmayabilir.”
Hani diyorlar ya, CHP muhalefet yapamıyor.. Veya, muhalefetin ne projesi var da, halk onları iktidara getirmiyor..
Ucuz beyinler çok bol bu ülkede..
Önce şunu bir çözelim, anlayalım ne nedir diye..
Bunu kim yapacak? Sizler, hepiniz, konuyu bilenler, bilgi sahibi olanlar..
Sonra, veya ayı zamanda temel etkenleri de bir bir tartışırız..
İyi şeyler çıkarsa, görüşler vb, valla buradan bir kitap yapmaya da ben hazırım!?
--29 Nisan 2014 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet


28 Nisan 2014 Pazartesi

“Muhalefet Yok ki” Politikası

AKP’lilerin durmadan beyin yıkadıkları bir söylem var: İktidar karşısında muhalefet yok ki! Adam gibi muhalefet olmasını biz de istiyoruz, ama nerdeeee! Bu CHP’den adam olmaz... Hangisinin ciddi bir projesi var... Procesi olmayan partiye bu millet oy vermez kardeşim..
Kasıtlısından gerçekten bunu inanarak söyleyene kadar, papagan gibi beyin yıkıyorlar televizyonlardan tutun gazete köşelerine, millete atılan nutuklara kadar.. Adama bakıyorum, bir iktidar beyinsizi, ama nerede projesi muhalefetin diyor..
Aslında muhalefet saflarında da bundan son derece etkilenenler var. Buna göre CHP hiç bir şey yapmıyor, ortaya koymuyor, bu nedenle de milletten yüz bulamıyor.. CHP bi sokağa dökülse, millet peşinden yürüyecek ama ortada parti de yok lider de..
Peki bu söylemin amacı ve doğruluk payı ne? Gerçekten de CHP örneğin hergün bir proje halkın önüne koysa, halk da bunu beğense, önümüzdeki genel seçimlerde seçilip iktidara gelebilir mi?
Ben “parti politikacısı” değilim, koşulların eğrisi doğrusu neyse anlamaya ve yazmaya çalışırım. Köşenin de adı “bilim ve siyaset”.. Yukarıdaki suya tirit laflar sinirime dokunuyor artık..

“KARŞIMIZDA KİMSE DURAMAZ”
Muhalefet ve projeleri yok ki millet oy versin”in içine bakınca, leş gibi iktidar propagandası kokusu geliyor. Milleti de buna inandırıyorlar: Kardeşim iş yapıyorlar, muhalefet de laf yapıyor- işi engellemeye çalışıyor..
Yoo hayır, bu yazdıklarımdan, CHP ve MHP gerekeni mükemmel yapıyor düşüncesini taşıdığım sonucu çıkmasın.. İktidarın yaydığı propaganda başka, muhalefetin gereğini yapıp yapamadığı başka..
Bu suçlamayı yapan yandaşlar, AKP’nin “ne büyük parti” olduğunu, onun karşısında hiç bir ciddi partinin tutunamayacağını, hiçbirinin de zaten bir iş yapma potansiyeli ve niyeti bulunmadığını yayıyor.. Yani, muhalefeti durmadan itibarsızlaştırma! En tepedeki zat da zaten bu aşağılama politikasını, Kılıçdaroğlu için günde beş posta, SSK müdürü- memuru, CHP müdürü hitabıyla sürdürüyor...
Muhalefette boşluk var, keşke ciddi bir muhalefet olsa, diyen yandaşlara artık ben de, “neden bir de muhalefet partisi kurmuyorsunuz, bunu da en iyi siz yaparsınız” diyorum.. Dahası: iktidarın pek çok projesi o kadar ülkeyi batırıyor ki, bunlara karşı muhalefet etmek ve iyisini göstermek bile başlı başına bir muhalefet biçimidir..

CHP ÜÇÜNCÜ KÖPRÜYÜ ÖNERSEYDİ..
Gelelim muhalefete...  2011 seçimlerinde CHP’nin gerçekten bir “yapmak istedikleri listesi” vardı. Proje demiyorum, çünkü iktidarın ağzında bu sözcük, kusturacak biçime geldi.
CHP’nin Aile Sigortası, özgün ve iyi hazırlanmıştı.. Ama “procen nerede” diyen kötüleme papağanları da bu kez “parayı nereden bulacaksın, kaynağını açıkla” diye ötmeye başladı. Yine CHP’nin emekliler için intibak yasası önerisini seçimlerden sonra AKP uyguladı.. Emeklilik maaşıma da bu sayede 300 lira zam geldi! Teşekkür CHP!
2011 seçimlerine CHP herhalde hayatının programı ile girdi! Ama aldığı oy %25,9 oldu.. Daha iyi anlatabilseydi, diyelim ki 1 puan daha fazla alabilirdi! Peki CHP diyelim ki AKP yerine, üçüncü köprü, kanal, Marmaray gibi projeleri geliştirse ve halka sunsaydı.. Acaba iktidar olabilir miydi?! Hadi biri bana bunun için “evet” desin!
CHP’ye esas olara  sokak muhalefeti”ni önerenler var. Evet, çok iyi hazırlanmış, tematik büyük gösteriler tabii ki yapılabilir. Ama ne kadar ve nereye kadar.. Her türlü gösterinin zamanı, yükselişi, düşüşü var. Sanki işler normal gidiyor gibi görünen zamanlarda, sokağa dökeceğiniz yüzbinleri bulamayabilirsiniz. Bizim için hiç bir şey normal gitmiyor olan, büyük bir çoğunluk için henüz normal gibi gidiyor olabilir..

YEREL SEÇİMLERE ELEŞTİRİ
CHP’yi yerel seçimler üzerinden eleştirmeliyiz. Genel seçim havasında geçse de, adı üzerinde, insanlar belediye başkanı seçiyor! CHP’nin, ortaya dökülen rüşvet ve yolsuzluk davasından yararlanmaya yönelik Kılıçdaroğlu politikasını eleştirmenin fazla bir anlamı yok..
Ama yerel yönü unutuldu.. Kılıçdaroğlu bunu yaparken, adayların kampanyalarını yerel sorunlara, halkla bire bir ilişkilere odaklanması, ve bunun da çok güçlü bir kampanya olarak yürütülmesi doğru olurdu. Yer yer yapıldı..
Ama uzaktan görüldüğü kadar, adayları-meclis üyelerini belirleme oyunları, son ana kadar açıklanmayan adaylar, garantili seçim yerlerinde büyük numaralar da, CHP’yi bana göre resmen geriletti.. Klasik bir CHP manzarası! Açıklasanıza en az bir yıl önceden adaylarınızı, ve onun çevresinde alabildiğine örgütlenmeyi.. İzmir’in hesabını birileri verir mi, vermez mi..
Seçim öncesi en çok üzerinde durulan “bütün sandıklar kontrol altında, sandıklarda duracakların hepsinin isimleri belli, kuş uçmayacak” açıklamaları da önemli ölçüde palavra çıktı.
Yerel seçim sonuçları, başarısızlıktır..
AKP’nin de 2 milyon seçmen kaybı önemli bir başarısızlık ve önemli bir duyarlığın göstergesidir..
Ama iktidarda olmanın ve ülke koşullarının dinamikleri, seçimlere en iyi hazırlanan muhalefeti bile iktidar yapmaz, yapmayabilir..
Bunu da yazacağım..

---28 Nisan 2014 Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Anayasa mahkemesi: Varlık Yokluk Savaşı

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, AKP’yi 2007’nin derin çalkantılı zamanlarında korumuştur. “Bizim mahalle” ona çok kızar; eşi türbanlı, Özal’ca oraya getirildi ve üstelik de hukukçu değil! Ayrıca AKP’nin kapatılmamasında baş rolü oynadığı söylenir! Şüphesiz, kapatılsaydı AKP, yeni bir parti ile bu kez belki de daha güçlü olarak seçimleri kazanırdı.
AYM 12 yıl boyunca AKP’ye zorluklar çıkarmadı. AKP yasalarına yapılan “Anayasaya aykırılık” iddialarını ne kadar nesnel değerlendirdiğinin hesabını yapamam, ama son yıllarda AKP ile sürtüşmelere girdiğini biliyoruz.
“Son yıllarda” sözü, RTE’nin müttefikleriyle giderek tüm bağlarını koparmaya yöneldiği, artık liberaller dahil hiç bir ittifaka ihtiyaç duymadığı, tek adam otoriter rejimini daha çok uygulamaya koyduğu ve üsüne üstlük hukuka karşı da savaş başlattığı zamanları kapsıyor.
***
Anayasa Mahkemesi’nin ne zaman ön plana çıkmaya başladı? RTE-Hukuku’nun tek geçerli hukuk yapılmaya başlandığında, Yargı’yı tamamen kendine bağlamaya yöneldiğinde, buna bağlı olarak da özgürlüklere sistematik saldırılarını arttırdığında, yanıtını verebiliriz.
Bu şu demektir: Artık kurumlar ve özgürlükler yoktur. Tek özgürlük, RTE’ye tüm siyasi kararlarında evet demek, her yaptırımına boyun eğmek özgürlüğüdür. RTE, ne diyorsa o! Ağzından çıkan herşey adeta adeta kutsal cümlelere bürünüyor, tv ve gazete köşelerindeki adamları hemen görev başı yapıyor..
Böyle koşullarda, ya RTE kulları olacaksınız, ya da varlığınızı savunacaksınız. Ortası yok.. Varlığınızı savunmanın yolu, şüphesiz ki özgürlükleri savunmaktan geçiyor.. Mesela twitter gibi sosyal medyada haberleşme özgürlüğünü...
Anayasa Mahkemesi de böyle yaptı.. Twitter’in “açılması” kararı evrensel hukukun (AİHM) özgürlükleri genişletici içtihatlarına tamamen uygundu.. Biliyorsunuz, RTE komik bir gerekçeyle, buna “gayri milli karar” dedi!
***
Mahkeme’nin RTE’nin hiç hoşuna gitmeyen belki de ilk önemli kararı, Gül’ün ikinci kez Cumhurbaşkanlığı seçilemeyeceğini öngören RTE yasasını iptaldir (Haziran 2012). RTE, Gül’ü bir vuruşta tasfiye edecekken, AYM buna engel olmuştu! Unutmadan: Gül’e bu fırsatı veren başvuruyu CHP yapmıştı!
RTE bunu unutmadı; o zaman da AKP’nin ağır topları, Mahkeme’yi dövdüler..
AYM, yargıyı iktidarın her türlü siyasi yaptırımına peşkeş çeken HSYK’yı, bakanlığın kuklası olmaktan da kurtaran kararlar verdi.. Şüphesiz, bu da RTE ve adamlarının derin şimşeklerini çekti!
Demiştim ki, AYM, bu kararlarıyla aslında, Anayasal varoluşunu korumaya çalışıyor. AYM, ya kendisini vareden Anayasa’nın yüklediği görevleri titizlikle yapacak; böylece hem Anayasayı hem kendi varlığını koruyacak, yargıyı RTE ve adamlarının tassallutundan koruyacak...Ya da sürekli tecavüz edilen, anayasal varlığı kuklaya dönüştürülen, kimliği yokedilmiş bir Yok-Kurum derekesine düşecek.
RTE anayasal kurumları tanımıyor. Son yerel seçimlerde de, “halk bize ne yapıyorsan doğru yapıyorsun, yürü yürüyebildiğin kadar” benzer şeyler söyledi.
***
Adalet Bakanı, Haşim Kılıç’ın açıklamalarına kükredi.. Herşeyin belirleyicisi olan Meclistir dedi.. AYM, Anayasal bir kurumdur, hükümetin yasallığını sürekli denetlemekle mükelleftir. Meclis ve halk, bu anayasal kurumu ortadan kaldırmadığı sürece, yapabileceğiniz tek şey varlığını kabul etmektir. İktidar olarak hukuka yargıya durmadan saldırı halindesiniz; ama bu kurumların yılda bir kez kendilerini savunmasını çok görüyorsunuz..
Varoluşlarını savunmaları, neden size bir siyasi muhalefet olsun! Anayasa Mahkemesi’ni getirdiğiniz nokta, bir tek adamın herşeyi belirleyiciliğine ve keyfi yönetimine karşı, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir hukuk devleti olarak savunma noktasıdır..
AYM’nin tüm üyeleriyle fikirbirliği içinde olduğu belirtilen Haşim Kılıç’ın konuşması, RTE’nin umarım, anayasal sistem olarak artık aşamayacağı bir sınırı belirlemektedir. Ama bildiğimiz RTE, bu “anayasal duvarı” da yıkmaya ve ötesine geçmeye çalışacaktır.. Bakalım..



 O OLMASAYDI

Orhan Karaveli yine tam zamanında yeni kitabıyla ortaya çıktı: “Çanakkale Olmasaydı.. O Olmasaydı..” (Doğan Kitap) Tam Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde, Karaveli bize tam okunması gereken, okunacak bir kitap hediye etti. Binlerce kişi Çanakkale’de  57. Alay olarak Conkbayırı’na yürürürken, kitabı okumak, kutsal bir olayı yeniden yaşamak duygusu verdi.
Karaveli, kitabının ilk bölümünü, Çanakkale Savaşında çarpışan bir askerin günlüklerine ayırdı. İlk kez böyle bir günlük okuduğum, savaşı içeriden ve yeniden izledim gibi.. Karaveli, yorumlarıyla araya giriyor ve açıklamalarla tamamlayıcı rol oynuyor.
Sonra geriye dönüp Mustafa Kemal’i sahneye çıkartıyor, Corinne hanım’a mektuplarıyla! Atatürk, emir almış, Sofya’dan doğrudan doğruya Çanakkale’ye geçmiştir! Bu mektuplarda Atatürk’ü, yapacaklarıyla, büyük asker yönüyle, kazanma hırsıyla, vatan sevgisi ve ülkeyi kurtarma azmiyle tanıyoruz..
Bakıyorum, ne kadar çok şeyin altını çizmişim! Ama bunları aktarmam zor burada..
Atatürk’ün Ruşen Eşref Ünaydın’a anlattığı Çanakkale Savaşı öyküsü, okumayanlar için müthiş heyecanlıdır. Karaveli bu söyleşiyi kendi diliyle kitabına alarak büyük iyilik etmiş ve kitabı bütünleştirmiş...
Zafer günlerini yaşarken bir çırpıda okuyacaksınız. 
Teşekkür, Karaveli!

--27 Nisan 2014 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Nisan 2014 Cumartesi

FATİH Projesi Üzerine Rapor

25 Nisan 2014, CT Gündem, sayı 1404


Sabancı Üniversitesi bünyesinde bulunan ERG (Eğitim Reformu Girişimi), FATİH projesi olarak yürürlüğe konan, “Eğitimde Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi” üzerine bir rapor yayımladı… Raporun adı, FATİH Projesi Eğitimde Dönüşüm için bir Fırsat Olabilir mi? Politika Analizi ve Önerileri..
Rapor, henüz bu model üzerine ülkemizde edinilen deneyimleri kapsamıyor. Dünyadaki uygulamaları inceliyor, oradaki deneyimleri aktarıyor ve ülkemizdeki projeyi çeşitli yönleriyle sorguluyor, projeyi kapsamlı olarak anlamaya çalışıyor da denebilir. Çünkü projenin amaç ve hedefleri konsunda, pek çok belirsizlikler var..
ERG gibi, eğitim konusunu yıllardır izleyerek, bilgi biriktirerek, eleştirerek giderek uzmanlaşan bir akademik kurumsal yapının, okullarda eğitimi mi dönüştürecek, öğrenme biçimine mi köklü bir reform getirecek, toplumsal ve ekonomik yararları ne olacak gibi pek çok sorunun yanıtları belli olmayan böyle büyük bir projeyi izlemeye başlaması önemlidir..
FATİH, tüm eğitim sistemini kapsamaya yönelik olması nedeniyle, dünya çapında büyük bir proje. Benzer projeler bazı küçük ülkelerde, bazı ülkelerde de eyalet, kent veya pilot düzeyde uygulanmakta, öğrenmeye ve eğitim ile öğrencinin niteliklerine yaptığı olumlu ve olumsuz katkılar anlaşılmaya çalışılmakta.
Proje, 21.yüzyıl bilgi toplumuna yönelik insanı yetiştirme düşüncesini de içinde barındırdığı için, önemi büyük.. Acaba, amaca uygun bir reform niteliği taşıyacak mı, yoksa siyasetin oyları toplama malzemesi olarak mı kalacak…
***
Raporda “FATİH’in öğrencilere en iyi öğrenme çıktılarını verebilmesi için; projenin öğretmen ve öğrenci deneyimlerinden sürekli beslenmesi, geri bildirimlere açık olması, şeffaf yönetişim, bağımsız izleme ve değerlendirme çalışmalarıyla desteklenmesi gerektiği” belirtiliyor.
Rapor şunlara da bakıyor: Kullanlan teknolojiler eğitimi dönüştürabilecek mi? Toplumsal dönüşümde, teknoloji geliştirmede, ekonomide katkıları olabilir mi?.. Dünyadaki bazı örneklerinden elde edilen bulguların, “bire bir teknoloji programlarının öğrenci ilgi ve katılımını etkilediğine, disiplin sorunlarını azalttığına, öğrenci merkezli sınıflara geçmeye olanak tanıdığına” dikkat çekiliyor.
***
Raporda deniyor ki, (özetliyorum):
* Konu hakkındaki yaygın görüş, tablet ve akıllı tahta uygulamasının büyük ölçüde politik bir adım veya yerel sektörü ve harcamayı teşvik amaçlı bir ekonomik büyüme stratejisi olduğu yönünde.
* FATİH’in internet sitesi gibi kaynaklarda erişim, eşitlik ve eğitimin çağdaş hale getirilmesi gibi kapsamlı hedeflerden bahsedilirken, bu özel donanım tercihinin bahsi geçen hedeflere ne bakımdan uygun olduğu açıklanmıyor.
* Kuşkusuz ki, okullara yapılacak tüm katkılar, özünde eğitimde dönüşümü amaçlar. Ancak, katkıların gerektiği biçimde tasarlanmış ve desteklenmiş olup olmadığının, nihayetinde de hedeflere ne ölçüde ulaşıldığının değerlendirilebilmesi için bu çalışmaya ilişkin hedeflerin somut biçimde belirlenmesi gerekli.
 * “Her çocuğa bir tablet bilgisayar” verileceğinin Nisan 2011’de, Başbakanlık seçimlerinden iki ay önce duyurulmuş olması, FATİH’in büyük ölçüde siyasal bir adım olabileceği görüşünü güçlendirmekte;
* Eğitim sisteminden veya velilerden belirli bir talep olmaksızın tasarlanan FATİH’in maliyeti yüksektir; kapsamlı bir planlama olmaksızın uygulamaya geçildiği durumda, önemli bir başarısızlık riski var. Eğitim alanında başka pek çok öncelik varken ve de eğitim kalitesini artırmanın öğretmen eğitimi, erken çocukluk eğitimi veya ikili eğitim uygulaması yapılan okulların sayısının azaltılması gibi çok daha kesin yollara yatırım yapılmadığı biliniyor
* Uygulanabilirliği tartışılır olsa da; başlangıçta ekranların % 50’si, entegre devrelerin % 30’u ve pillerin % 70’inin Türkiye’de üretilmesinin planlandığı da söylenenler arasında. Yabancı firmalar, Türkiye’de üretim veya ARGE merkezi kurmaları koşuluyla FATİH kapsamında donanım tedarik süreçlerine katılmaya teşvik edilmekte.
* FATİH’e yapılan toplam yatırımın etkisi kuşkusuz eğitim sistemini de dönüştürecek; ancak bu dönüşüm, FATİH’in çıkış noktası mıdır? Bir MEB yetkilisi: “Biz eğitim için belirlenen hedeflere en iyi uyan teknoloji nedir bakmıyoruz, eğitimi, verilen teknolojiye uydurmaya çalışıyoruz.”  
* Eğitim teknolojilerine yapılan yatırımlardan genellikle şu gibi çıktılar beklenir: Öğrencilerin ilgi ve katılımının ve öğrenciler arasında işbirliğinin artması ve gelişmesi; bireysel cihazlar ve bireyselleştirilmiş içerikler aracılığıyla öğrenci merkezli pedagojinin benimsenmesi; e-kitaplar sayesinde basılı ders kitabı maliyetinin azaltılması; oyun ve simülasyon gibi görsel, işitsel ve kinestetik öğrenme araçlarının daha çok kullanılması; öğrencinin gelişiminin izlenmesi.. ama dünyada henüz bu çıktılardan sadece birkaçı bire bir tablet uygulamaları sonucunda elde edildi..  
* Teknolojinin tek başına okul düzeyinde çıktıları iyileştirmeyeceği, BT’nin ancak gerekli tüm desteklerin sağlandığı bir yapıda gerçek anlamda etki yaratacağı konusunda fikir birliği var.  
* Teknolojiye yapılan yatırımın etkili olmasını sağlayan bazı kilit etkenler, siyasi irade; ulusal ve okul düzeyinde değişimi destekleyen güçlü bir kurumsal yapı; donanım, yazılım ve içerik dahil olmak üzere teknolojiye ilişkin doğru tercihler yapılması; öğretmenlerin mesleki gelişimine gereken önemin verilmesi; izleme ve değerlendirme kültürünün yerleşikleşmesi olarak sıralanabilir. Gelişim aşamasında olan FATİH, bu etkenleri ne ölçüde ele alıyor?
* FATİH için ulusal düzeyde net ve ölçülebilir bir vizyon söz konusu mu? Bu önemli yatırım ile ekonomik, toplumsal, siyasal veya eğitimde dönüşüm arasından hangisine odaklanıldığı net değil.
* Tabletlerin öğrenciler arası işbirliğini ve etkileşimli öğrenme süreçlerini tetiklememe; öğrencileri bireysel odaklı çalışmaya yönlendirme riski vardır. Halbuki, işbirlikli ve proje temelli bir öğrenme biçimi, “bilgi toplumu” ve “21. yüzyıl becerilerine” yönelik eğitimin ana bileşeni olduğu biliniyor..
***

FATİH daha çok izlenecek.. Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak dileğiyle..

Bu işi Bitirelim: RTE Duvarı ve Gül

Neden Gül- Erdoğan ayrılığı üzerinde duruyorsunuz bu kadar, önemli mi? Ha o ha öbürü, ne farkeder.. Bunlara mecbur muyuz... 6 Ok için yazacaktınız ne oldu...
Evet, yeni 6 ok önerisi üzerine yazacağım.. CHP üzerine de.. Önce şu işi bitireyim: Politika ayrıntılarda gizlidir.. AKP’nin ileride nasıl ve hangi rüzgarları yelkenine doldurarak seyredeceğini bugünden okumak mümkün olabilir. Siyasette hiç bir şey “bütünlüklü” değildir, yaşadığımız zamanın bir aralığında bize öyle gözükür; tıpkı şimdi RTE-Duvarında olduğu gibi.. ama herşey parçalanmaya, ayrışmaya mahkumdur, hele hele bir kitle partisinde farklı görüşlerle birlikte değil de, salt kendi tekçi kendi görüşüyle ilerlemeye çalışıyorsa birileri..
Dün RTE, Gül ile oturup anlaşırız, ilk görüşmemizi bu hafta yaparız, dedi. Bu Gül’ü tamamen safdışı bırakması halinde, partide kendi dışında ciddi bir potansiyel güç birikimine yol açacağını gördüğüne işaret eder. Gül’ü dışlamaktansa bir şekilde entegresyonu deneyecek anlaşılan.. Gül’e yönelik yazıyla, bu kez görüş faklılığını vurgulayacağım. Bildiğimiz şeyler gibi, ama toparlamakta ve kayda geçmekte yarar var..
***
Gül, hangi konularda RTE’den ayrılıyor? Bunlar “ufak tefek” şeyler mi, yoksa hepsini bir araya getirdiğimizde, çok farklı bir politik fotoğraf mı ortaya çıkıyor.. Yoksa bu farklılıkların, “dava arkadaşlığı”, “yol kardeşliği”, “din kardeşliği” gibi, ikisinin de üzerinde varsayılan ve ileri sürülen bir “politika üstü şey” karşısında önemi mi kalmaz? Çünkü, ikisi arasında farklılığı vurguladığınızda, bazı AKP yandaşı çok bilmişler ne olduğu pek anlaşılmayan o gizemli “dava”nın birleştirici gücünü ileriye sürüyor hemen.. O “dava” nedir bilemem. “Gizli bir şey”se, yazarak anlamaya çalışırız! Ama şimdi işimize bakalım!
***
Yolsuzluk ve Rüşvet, önceki yazının konusuydu. Gül’ün bu konulara bulaştığına dair bir şey duymadık.. Başbakanlığı, Dışişleri Bakanlığı döneminde de. Çizdiği profil, içinde bulunduğu iktidar çevrelerinde rüşvet ve yolsuzluktan önemli bir rahatsızlık duyduğu biçimindedir. (Sadece o değil, örneğin Arınç ve bazılarının da, bu utanç verici durumdan büyük rahatsızlık duyduğunu, ama kısa dönem kişisel siyasi çıkarlar ve iktidarın – partinin sürmesi uğruna, sıkı durmaya çalıştıklarını varsayabiliriz.. Gül, önümüzdeki dönem önemli bir siyasi rol üstlenirse, rüşvetçilerle ilişkisi ne olur, görürürüz..
Gezi ve Taksim Parkı: Gül, Taksim Parkı’ndan kaynaklanarak ülke çapında RTE iktidarına yöneler büyük direniş konusunda, RTE ile 180 derece ters düştü. RTE Kuzey Afrika’dayken, Taksim olayını bitirmek için hükümetle birlikte harekete geçtiler. Ama tapelerde de eski İstanbul valisinin söylediği gibi, RTE nuh dedi peygamber demedi.. Ülkeyi büyük çatışmanın içine sürüklemekten ve “yüzde 50’yi zor tutuyorum” demeciyle milleti birbirine kırdırabileceğini açıklamaktan kaçınmadı. Hala Taksim intikamcılığını sürdürüyor, yenilgiyi hazmedemiyor.
Gül ile RTE arasında çok temel bir politik anlayış farklılığı: Toplumun genel sesine kulak verme, esnek olma, yanlışlığı pratikte görülen politikalarda israr etmeme.. RTE bir askeri diktatör gibi toplumu ezip geçecek bir siyasi karakter ve kararlılık içinde.. Böyle başka bir tip daha AKP içinden çıkar mı bilemem..
Dış Düşman: RTE’nin hemen hemen kendisine karşı bütün olaylarda kullandığı kalıp dış düşman oldu. Böylece seçmenlerine “düşman” göstererek kendi etrafında birlik sağlıyor! Taksim direnişi de düşman düşmanların eseriydi! Oysa Gül olaya daha gerçekçi yaklaştı..
Avrupa Birliği: RTE, aslında AB ile ilişkilerin alt düzeyde gitmesinden memmun gibi, umurunda değil. Zaten baktığınızda, kurmak istediği büyük otoriterlik/diktatörlük yönetimi ile AB birlikte yürümez. AB’den kaynaklanan direnişler olmasa, RTE sorun yaratmak için bahaneler bulacaktı bile diyeceğim! RTE’nin, AB’nin evrensel hukuk, demokrasi vb anlayışı ile en küçük bir görüş-ilişkisinin olmadığı açık seçik. O aslında bir Orta Doğu’ya uygun bir kişi.. Zaten, Doğu’nun despotik yönetimini kurmaya çalıştığı görülüyor. Avrasya diye kimse bunu bize kakalamaya çalışmasın! Orta Doğu liderliğine oynamanın gereği de budur!
Gül ise daha evrensel hukuk ve demokrasi değerlerine yakın duruyor. Tabii, Gül’ün ABD ve AB ile daha uyumlu politikalar izlediği de açık.
Sosyal medya ve demokrasi: Gül, twitter gibi sosyal medya araçlarının özgürce kullanılmasından yana olduğunu söylüyor. Bu araçların günümüzde engellenemeyeceğinin farkındadır. Dünyanın ne tarafa evrildiğini daha iyi görüyor. Bu açıdan, demokrasi vurgusu, RTE ile önemli içerik farklılığına sahip. Ama diyebilirsiniz ki, İnternet yasasını onaylamadı mı.. bu, aralarında sadece bir üslup farkını göstermiyor mu..
Gül, HSYK’yı da, eleştirerek onayladı. Şüphesiz, partisi liderliğinden apayrı düşmek niyetinde değil. Eninde sonunda orada politika yapacak. RTE’nin güçlü –iri sesi karşısında eninde sonunda uyumlu gözüküyor. Özellikle RTE büyük cepheler açınca, değil Gül, partisinden kimse karyı çıkamıyor. Gül, tıpkı Şike yasasında olduğu gibi, onaylamadığı yasanın kendisine geri döneceğini ve sonunda onaylayacağını biliyor. Bunu da unutmayalım... daha pek çok konu var, ama yer yok..
Özetle: RTE’nin ülkede kurmaki stediği ve ülkeyi götürmek istediği yer ile, Gül’ün politik / anlayışı- projesi arasında derin farklılıklar var. Gül bu değerlerinde gerçekten pratikte ısrarcı olursa, yönetimde görev alırsa RTE’yi frenleyici bir politika üstlenebilir. Tabii, kendine bağımsız bir yönetim alanı elde edebilirse.. Edemezse, zaten, şimdilik kenarda duracak, derim..

---24 Nisan 2014 Perşembe / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

23 Nisan 2014 Çarşamba

"Temizlikçi" Olma Zulmü: Gül’ün Reddi ve Yolsuzluk

Cumhurbaşkanı Gül’ün, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüzsüz olaylarından biri olan 19 Aralık 2913 Rüşvet ve Yolsuzluk davası üzerine görüşleri, bugün Erdoğan-Gül ilişkisindeki siyasi gerilimi anlamada bir ipucu olabilir mi? (*)
Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu 17 Aralık 2013’te başladı. Gül, suskunluğunu 24 Aralık’ta bozdu. O gün Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri için davet verdi. Tabii gazeteciler sordu, Gül’ün “ilkesel yanıtları”şöyle:
·     Son 10 yılda siyasi, hukuk alanlarında köklü reformların yapıldığı Türkiye’de herhangi bir yolsuzluk veya yanlış varsa, bunların üstü kapanamaz. Önce bunu bilin. Çünkü Türkiye bundan 15-20 sene önceki Türkiye değil…önce buna herkesin rahat olması gerekir.
·     Yargı Türkiye'de hepimiz biliyoruz ki, hem bağımsız hem de tarafsız. Demokratik hukuk sistemi içinde böyle. Şimdi mahkeme gayet titiz bir şekilde şüphesiz ki değerlendirecek, inceleyecek ve eminim ki hiç kimsede soru işareti bırakmayacak şekilde, iddialarla ilgili nihai kararını verecek. Dolayısıyla şu anda yargı sürecinin çalışmasını herkesin beklemesi gerekir..
·     Yapılması gereken sakince, şeffaf bir ülkede işler nasıl oluyorsa bu şekilde olmasını herkesin takip etmesi gerekir… Dediğim gibi demokratik hukuk devletinde standartlar nasıl olursa hep öyle olacaktır.”
25 Aralık’ta Yolsuzluk ve Rüşvet Operasayonunun ikinci dalgasıve bu arada hükümette bakan istifaları başladı.
2014 Yeni Yıl mesajında dolaylı vurgular yaptığı söylenebilir: “..siyasi istikrarı ve ekonomik güven ortamını sarsacak, demokratik hukuk devletini aşındıracak, birliğimizi ve dirliğimizi bozacak tutum ve davranışlardan kaçınmamız gerekir… belirli konularda kamuoyu vicdanında oluşan soru işaretlerinin tamamen giderilmesi önem taşımaktadır. Bununla birlikte, bu sorunları hukukun üstünlüğü, adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi ilke ve değerlerin hakim olduğu bir toplumsal ve siyasal ortamda.. çözmemiz gerekiyor.
* “Demokrasi güçler ayrılığına dayanan kurallar ve kurumlar rejimidir…Bağımsız ve tarafsız yargı olgusunu ve algısını zedeleyecek tavırlardan kaçınmak hepimizin görevidir.
***
3 Ocak 2014: Gül, HabertürkTV Genel Yayın Yönetmeni Erhan Çelik, Ruşen Çakır, Fehmi Koru’nun sorularını yanıtlıyor:Vicdanları rahatlatacak bir süreçle, yolsuzluk varsa ortaya çıkarmak, yoksa insanları ikna etmek gerekir. Yolsuzlukların önlenebilmesi için kurallar çok iyi konmalı. Kurallar iyi değilse herkesi yolsuzluk yapmaya azmettirir. Ne dindarlık, ne vatanseverlik, ne solculuk, ne başka bir şey engel olabilir. Yolsuzlukla mücadele konusunda bir şeffaflık getirildi, eskiye göre iyi şeyler yapıldı. Ama bunların yeterli olmadığı kanaatindeyim… Yolsuzlukla ilgili herhangi bir iddia olursa bunun sonuna kadar üzerine gidilmeli, ne gerekiyorsa yapılmalı. Kim olursa olsun, herkes için geçerlidir.
5 Mart 2014: Gül, Devlet Denetleme Kurulu’na yolsuzluk, dinlemeler, kadrolaşma, devlet sırları ve imar rantı konularında araştırma yapılması için talimat verdi. Hepsi de gündemde tartışılan konulardı.
3 Nisan 2014: Kuveyt'te gazetecilerin sorusu üzerine "Yolsuzluklar araştırılsın" dedi.

GÜL’ÜN VURGULARI: KUVVETLER AYRILIĞI, ŞEFFAFLIK
Yukarıda görüldüğü gibi, Gül’ün tutumu net:
* Hukukun üstünlüğü, adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi ilke ve değerler hakim olsun.
* Demokrasi güçler ayrılığına dayanan kurallar ve kurumlar rejimidir.
* Bağımsız ve tarafsız yargı..
* Yolsuzlukla ilgili için ne gerekiyorsa yapılmalı. Kim olursa olsun…
***
Gül’ün ile RTE’nin tutumu birbirine zıt. Başbakan ve adamları ise, yolsuzluğu yok sayma örtbas etme çabası içinde. Bu iddiaları “hükümete darbe” olarak nitelendirecek kadar... Cuma günleri hakara bakara tvitleri attığını söyleyene bile kanat gerecek kadar. Çünkü birisini teslim etse, hepsini teslim edecek. Kendisi dahil. Her konu kendine darbe… Gül ise, bu olayların dış güçlerle bir ilgisi olmadığı kanaatinde.
Başbakan’ın önündeki en önemli görevlerden biri, bu yolsuzluk ve rüşvet davasını ortadan kaldırmak.. Peki, diyelim Çankaya’yı çıktı, Gül de Başbakanlığa geçti 4 ay sonra.. Gül önünde önemli bir iş bulacak: Rüşvet/yolsuzluk davasını bertaraf etmek.. Bunu yapabilecek mi?
***
Aynı soru Gül için de geçerli: Başbakan’ın “temizlikçilik” gibi bir talebi önüne gelirse, bunu kendine yedirir mi?Şimdi düşünün, RTE, rüşvet ve yolsuzluk davasında kendinden farkı düşünen, Başbakanlık koltuğunda kendi düşünceleri doğrultusunda ülkeyi yönetmek isteyen bir siyasiyi, Başbakanlığa atamak ister mi?
Şimdi soralım: Gül’ün “koşullar uygun değil” demesinde, RTE ve adamlarının rüşvet ve yolsuzluk dosyası gibi ağır bir sorumluluk yüklenmek istememesi de rol oynamış olabilir mi? RTE’nin otoriter, demokrasiye aykırı, yolsuzluk iddialarıyla dolu anlayışı gölgesinde Başbakanlık yapmayı bir zul saymış olabilir mi?
Bunlar sadece sorular.. Öyleyse eğer, iki ayrı çizgi, iki ayrı insan iki ayrı dava ve iki ayrı politika var.

 (*) Bu konuyu, olayları yorumlayan bir köşe yazarı arkadaşımın “yolsuzluk ve rüşvet olayı da, Gül’ün, siyasetten şimdilik geri durmasında önemli etki yapmıştır” sözü üzerine incelemeye alıyorum. Umarım rol çalmamışımdır!
-- 22 Nisan 2014 Salı / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet