Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

31 Ekim 2010 Pazar

Kültür ve Osmanlı

Hamburg, Berlin- Bu iki kentte Atatürkçü düşünce dernekleri üyeleriyle iki gün birlikte oldum. Sohbet ettik ve tartıştık. Hamburg'ta derneğin başkanlığı yapan Çoşkun Çoştur, kentte yenilikçi bir girişim olarak tipik Türk Hamamı konseptiyle, ödüller almış. 30 yıl öncesi dostlardan Etem Ete ve dernek üyeleriyle Cumhuriyetin kazanımları üzerine fikir alış verişi yaptık... Berlin'de ise güncel siyaset ve gelişmeler üzerine sohbet ettik. Dernek Başkanı Olcay Başeğmez ve arkadaşları iyi bir birliktelik oluşturmuşlar. Yürekleri Türkiye ile çarpan dostlar, insanın ruhunu ısıtıyor.
ABD'den bir akademisyen okurum gönderdiği bir mesajda, umutsuzluğunu dile getiriyor ve Türkiye nin artık “bittiğini” yazıyordu! Hamburg ve Berlin'de de benzer düşünce ve duyguda olan insanlar vardı. Ancak egemen olan, mücadeleci duruştu. Sohbetlerde, Cumuhuriyet Türkiyesinin, bazen derin bazen yüzeysel biçak darbeleri alsa bile, ayakta olduğunu ve ayakta kalacağını söyledim.. Yitirmiş umutlarla yapacak hiç bir şey yoktur!
Bugün güncel siyaset yok, daha çok, bilim-kültür ve Osmanlının neden çöktüğüne ilişkin düşüncelerimi pekiştiren ve doğrulayan bir gözlemim var..
***
Berlin Mitte (merkez) yeniden düzenlenerek bir bilim ve uygarlık adası oluşturulmuş: Museum Insel (Müzeler adası/bölgesi). Neues Museum, Pergamonmuseum, Bode-Museum.. Bir kültür atmosferi ve bir kent estetiği... Ünlü “Unter den Linden” yolunun ıhlamurları yapraklarını sarı sarı döküyor..
Neues Museum geçen yıl yeniden düzenlenmişti ve merak ediyordum. İkinci Dünya Savaşı'nda tahrip olmuş müze, yenilenmiş ve restore edilmişti. Ayrıca Mısır Müzesi buraya yerleştirilmiş.
Eski Mısır, Firavunlar dönemini çacğrıştıran herşeyden biraz var burada..
Hele Nefertiti (İşte Güzel Geldi!) Bu ünlü Mısır Kraliçesine çok özel bir yer ayrılmış. Yüksek ve süslü yarı karanlık bir odanın ortasında, camlar arkasına yerleştirilmiş. Dört bir yandan dolaşarak Güneş Kraliçesi'ni tavaf ediyorsunuz! Tavanın yuvarlak orta yerinde de büstün üzerine bir güneş doğuyor gibi.. İnsanlar bu harikulade kadını kolay terkedemiyor!
Bir “Minik Mısır”ın Berlin'de işi ne?
Karl Richard Lepsius, 1810,1884), bu ünlü dil dahisi Alman'ın koleksiyonu! Mısır hiyeroglifini ünlü Rosette Taşı'nıı dilini çözen Jean-François Champollion'dan sonra, Lepsius, Eski Mısırcanın yapısal sistematiğini ortaya çıkartan kitaplar yazdı. Mısır ve Etyopya'da arkeolojik ve bilimsel araştırmalar yaptı. İki büyük seferinin sonunda zengin bir eski eser koleksiyonu ile Almanya'ya döndü!
Müzenin üst katına çıkıyorsunuz, Truva (Troya, Troia!) ile karşılaşıyorsunuz! Bildiğiniz gibi Alman hazine avcısı macera adamı ve arkeolog Heinrich Schliemann  (1822-1890) da benzer tarihlerde, Çanakale'de Hisarlık Tepesi'ni kazıyordu! Homeros'in ilyada'sını okumuş ve Troya'nın burada olduğuna inanmıştı!
Yani bizim Troya da kısmen Neues Museum'daydı! İkinci Dünya Savaşı'nda Berlin işgalinde Ruslar Troya hazinesinin önemli bir kısmını Rusya'ya götürmüştü. Güner Yüreklik ile gezdiğimiz müzeye, kaçırılan hazinenin altın yapıtları, Alman uzmanlar tarafından taklit edilmiş kopyaları konmuştu!
Bu müzenin yanında da, Pergamonmuseum, vardı. Müze, adını, bizim Bergama'dan alıyordu. Bergama-Altar'ını Almanlar olduğu gibi Berlin'e taşımıştı! Pergamonmuseum yılda 1 milyonu aşan ziyaretçisiyle, Almanya'nın en çok gezilen müzesiydi!
***
Uygarlık tarihi Almanya'da, İngiltere'de, Fransa'da... sergileniyordu!
Bilim ve kültür, 1600'lerden itibaren bu ülkelerde hızla yükseliyordu. “Batı ekseni” bugüne kadar dünyaya merkezlik yapacaktı.. İlk bilim akademileri Fransa ve İngiltere'de 1600'lü yıllarda kurulmuştu; dünyanın, evrenin,  maddenin, temel yasaların keşifleri 400 yıl boyunca Batı merkezli olarak tamamlanacaktı!
Osmanlı İmparatorluğu, Mısır dahil bütün Doğu ve Kuzey Akdeniz 'in egemeniydi!
Ama Osmanlı ne bilim ve kültür olarak vardı dünyada ne de araştırmacı ve bilim insanı olarak!
Dolayısıyla İstanbul'da ne bir İmparatorluk “Eski Mısır”, ne bir İmparatorluk İslamı geniş kültürü!
Osmanlı, bilim, teknoloji, düşünce ve kültür geliştirmekte yaya kaldığı için çökmüştü!
Berlin'de bu görüşüm bir kez daha perçinlendi!
---
 31 Ekim 2010

29 Ekim 2010 Cuma

CHP: Değişim Kıskacı


Şu sıralarda CHP’ye, ne yapması, nasıl bir parti olması, nasıl değişmesi, kendini nasıl yenilemesi gerektiğini öneren önerene... Şüphesiz bunlar arasında, bu köşe de var... Hatta bu köşe konuya epey de sert yaklaşıyor. Dili radikal. Bu nedenle de, bir kısım CHP'linin hoşuna gitmiyor.
Dil neden radikal? Çünkü yaşadığımız olaylar ve bu olayları yönlendiren kesim, yani iktidar, radikal! AKP'nin yargıda gerçekleştirdiği köktenci hukuksal değişim, yeni bir durum yarattı!
AKP otoriter bir yönetim uyguluyordu! İktidar, medyada, iş dünyasında ve diğer önemli alanlarda, herşeyi denetimi altına alıyordu. Bazen yıkarak ve yokederek..  Şimdi bu yönetim anlayışını, yeni yargı hukukuyla, bir üst düzeye taşıdı. Artık tamamen AKP yargısı gündemde!
Yargı, öyle anlaşılıyor ki, iktidarı ilgilendiren siyasi ve hukuki davalarda, AKP'nin vicdanı elverdiği ölçüde tarafsız ve yasal davranabilecek!
Bir “defter dürme” dönemi zaten bu hukuki darbe döneminden önce başlamıştı! Bugünden sonra artık bertaraf etme olayı, yasal zeminde gönül rahatlığıyla gerçekleştirilecek..
Diyeceğim o ki, bu köşede dilin radikalliği, içinde bulunduğumuz iktidar ruhunun radikalliğinden ileri geliyor..
Ne diyordu Nejat Yavaşoğulları:"Acil Demokrası!”
Türkiye'nin, demokrasi adına elde ne var ne yok kaybetmeden, “acil iktidar değişimi”ne ihtiyacı olduğundan! CHP acil hareket etmeli!
***
CHP'ye yapılan “değişim” önerilerine bakıyorum. Mesela şu sıralarda medyaya yansıyan ve CHP yönetiminin ayakta alkışladığı açıklanan ilahiyatçı Dr.Muhammed Çakmak'ın konuşması. (Vatan, 25 Ekim 2010).  Çakmak “Değişim” üzerine bir “üst dil” kullanmış.
CHP kendini toplumla barıştıracak yeni bir dil inşa etmelidir. En temel problem budur... Dünyadaki trendleri bir yüksek algıyı ortaya koyacak ve bu yüksek entelektüel performansla bir değişik projesi hazırlayacak.. Bu projeyi de yeni bir dille topluma anlatacak. Bunu başaramaazsa CHP tarih dışı olmaya mahkümdur... Değişime direnmek intihardır...”
Yazı uzun, Çakmak'ın “değişim” önerileri net ve belli değil. Genel bir ifade var. Ama dünyanın “post modern” döneme girdiğini belirtiyor ve CHP'den buna uygun değişim istiyor!
Konuşmanın veya yazının en dikkat edici noktası, CHP'nin kendini AKP ve MHP'ye göre inşa etmemesi gerektiği önerisidir. Bu doğrudur! CHP örneğin başkalarının inşa ettiği sorunları (Türban gibi) bayrak yapmamalı.
CHP kendini iktidara taşıyacak sorunlara ilişkin net çözümlerinin bayraklarını dalgalandırmalı! Örneğin, bozulan gelir dengesini nasıl düzelteceksin. Aşağı sınıf ve tabakaların gelirlerini nasıl yükselteceksin. Zenginliği nasıl alt ve orta sınıfların lehine dağıtacaksın...
Örneğin: Orta sınıfın en büyük gelir kayıplarından biri, çocuklarının eğitimine harcadığı muazzam paralardır! Aileleri, Türkiye'ye özgü bu masraflardan nasıl kurtaracaksın? Daha alt gelir düzeyindeki ailelerin çocuklarına daha kaliteli eğitim olanaklarını nasıl sunacaksın!
Değişim iyidir, şüphesiz ki toplumun gereksinimlerini ve sorunlarını dikkate alacaksın! Ama çeşitli köşelerden yapılan önerilerin bir kısmı “cilali imaj devri” niteliğinde!
Bir kısmı, AKP'nin işlerini kolaylaştırıcı bir rol! Bazıları, ABD'nin Ortadoğu projeleri için yedek oyunculuk!
CHP'yi iktidarda görmekten çok, “başkalarının işlerini”, sorunlarını kolaylaştıracak ve çözecek bir “yedek at” olmayı amaçlıyor..
***
Akan bilgiler ve bizzat bazı gözlemler, CHP'nin en büyük değişimi ve dönüşümü “örgüt” üzerinde gerçekleştirme gerektiğini gösteriyor! Bunlardan bir ikisini yazacağım!
Şimdi, iktidarın yeni başlattığı yargısal-hukuki dönemde, CHP liderleri her ciddi sorunu bayrak olarak dalgalandırmalı..
Bu arada, hukuk ve yargı uygulamalarına özen önem verilmeli!
Mesela, Yüksek Seçim Kurulu, Referandum sonuçlarını sandık bazında niye vermeyi reddediyor? Bu saydamlığı sağlamak için, ne gerekiyorsa yapılmalı!
Yüksek Seçim Kurulu'nın çalışmaları, bütün adaletsizlikler izlenmeye alınmalı!
Deniz Feneri davası gündemden düşmemeli! Dava ve soruşturma üzerine büyük bir siyah şal örtülmüş durumda! Savcısı, başarılı çalışmaları sonucu olsa gerek, HSYK'ya “atanıyor”!
Bütün bu sorunların takipçisi olacak, bu sorunlara pençesini geçirecek, genç bir CHP!
28 Ekim 2010

Çankaya Daveti Üzerine


Sayın Cumhurbaşkanı,
Türkiye Cumhuriyeti'nin, Kurtuluş ve Kuruluş'u simgeleyen Zafer Bayramı'yla birlikte en büyük bayramı olan Cumhuriyet Bayramı kutlaması için düzenlediğiniz Resepsiyon'a davetinizi aldım. Çok teşekkür ederim.
Bu en yüksek düzeydeki Cumhuriyet kutlamasına davet olunmak ve katılmak, şüphesiz ki her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşına onur verir.
En sonunda, bugün, siz, biz hepimiz, varlıklarımızı, konumumuzu, yurttaş ve özgür birey kimliklerimizi o günlere, o zaferlere, o başarılara, o özverilere borçluyuz.
Bu borcu, Kurucular'a, bizden sonra gelecek Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları da ödeye ödeye bitiremeyiz; bu minnet duygumuzu her zaman canlı tutmanın  fırsatlarıdır bu kutlamalar. Ulus olarak da varlığımızı yeniden ve derinden duyumsarız.
Sizden farklı düşünen beni de, Cumhuriyet Gazetesi'nin yazarı olarak, bu büyük kutlamaya davet etmeniz, şüphesiz iyiniyetinizin göstergesidir.
En sonunda, ulusun/ülkenin birliğini, hiç bir ayırım gözetmeden temsil etmek ve savunmak, o makamın gereğidir. Cumhur, yani ulus, Çankaya'da koruyucu ifadesini bulmalıdır.
Davetinizi, bu konuda duyarlığınızın bir nişanesi olarak algılıyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Çankaya'ya, Atatürk'ümüzün, Kurucularımızın büyük anılarının yaşadığı, bence o muhteşem yere, yasal süreçler sonunda seçildiniz.
Bu ülkenin; isterse, örgütlenirse ve yönlendirilirse herşeyin en iyisini başarabilecek niteliklere şüphesiz ki sahip olan bu ulusun, Cumhurbaşkanısınız!
73 milyon kişiyi temsilen ve 73 milyon kişiden biri olarak: Bence, bu olgu da, muhteşem bir görev üstlenmedir; Cumhuriyet'in bütün yurttaşlara sunduğu olağanüstü bir duygudur.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Cumhuriyet'in onurunu derinden duyumsatan nazik davetinizi alınca, düşüncelerimi, duygularımı yeniden düzenleme gereğini duydum.
Çankaya ve Cumhuriyet, Cumhurbaşkanlarının siyasal düşüncelerinden, toplumsal tavırlarından bağımsız bir simgedir.
Çankaya, bütün ulustur.
Her kim bu daveti alırsa, kural olarak, bu çağrıya uymalıdır...
Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı, içimdeki engelleri aşamadım.
Hayır hayır, bu engeller, aramızdaki siyasal ve toplumsal derin düşünce farklılıklarından ileri gelmiyor.
İnanın, bunların hiç bir önemi yok. Bu ülkede farklı düşünceleri, aslında zenginliğimiz olarak kabul etmeliyiz.
Sözünü ettiğim engellere baktığımda, düşünce ayrılıklarıyla hiç bir ilgisi olmayan, daha farklı bir tablo ile karşılaşıyorum: Ulus karşısındaki uygulama farklılıklarınız!
Cumhuriyet Bayramı davetinizde gösterdiğiniz birleştiriciliği ve kucaklayıcılığı, ne yazık ki yasal uygulamalarınızda görememenin üzüntüsü içindeyim.
Cumhurbaşkanlığı makamının, ayırım gözetmeden sağı– solu, kadını –erkeği ile, bütün TC yurttaşlarını “kendisinin” kabul etme ahlaki ve hukuki sorumluluğu olduğunu düşünen bir insanım.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Oysa Siz, bugüne kadarki uygulamalarınızın tümünde ayrımcılık yaptınız. Ulusun sadece bir kısım insan kaynaklarını tercih ettiniz.
Atamalarınızda, YÖK'e olsun, üniversitelere olsun, Anayasa Mahkemesi ve diğerlerine olsun, her zaman ve istisnasız, parti ve hükümet üyesi olarak hizmet ettiğiniz siyasal söyleme yakın insanları tercih ettiniz.
Bu seçimlerinizde, ulusa, vicdanı ve moral açıdan sizi destekleyecek bir kriter sunmadınız.
Bu tutumunuz, vicdanlarda, ayrımcılık yaptığınız düşüncesini durmadan pekiştirmiştir. Yerinizin sorgulamasına, fırsat yaratmıştır.
Liyakatı, sadece kendi yandaş siyasal topluluğunuzda gördünüz, aradınız, buldunuz.
Bu tutum, açıktır ki, bütün ulusun Cumuhurbaşkanı olma olgusunu, Çankaya'nın bütün ulusu temsil etme ahlaki varoluşunu zedelemektedir.
Siyasal görüşlerinizle, temsil ettiğiniz yüce görevin gerekliliklerini özdeşleştirdiniz.
Büyük yanlış yaptığınıza inanıyorum.
Bunları birbirinden ayırabilseydiniz, Türkiye'nin, ulusun bu kadar derin bölünmüşlüğü, birbirini yoketmeye hazır sanki düşman kamplara ayrılması, emin olunuz ki söz konusu olmayacaktı. Oysa Siz bu uygulamalarınızla, bu bölünmüşlüğe katkıda bulundunuz.
Sayın Cumhurbaşkanı,
Ne yazık ki, ben de yaratılan bu derin bölünmüşlük duygusu içindeyim. Cumhuriyet Bayramı Kabulü gibi, hiç bir zaman reddedeceğimi düşünmediğim bir davete uyamıyorum.
Ulusu kucaklayıcılığınızı, Cumhuriyet Bayramı davetlerinin yanısıra, uygulamalarınızda da görmek isterdim.
Çok değer verdiğim Çankaya Kabulu'ne katılmak mı..
Yoksa, yarattığınız bu ikilemi, bu davet fırsatını kullanarak açıkça vurgulamak ve bilince çıkarmak mı..
İkincisini tercih ediyorum, çünkü bu ayrımcılığı vurgulamanın, ve bu konuda üzerinde Sizi düşünmeye çağırmanın, ulusumuz için daha önemli olduğuna inanıyorum.
Bu açık mektupla, Cumhuriyet Bayramınızı kutluyorum...
Saygılarımla..
Orhan Bursalı
26 Ekim 2010

25 Ekim 2010 Pazartesi

Seçime Giderken 2, CHP

Dilek başka, görünen köy başka. Öncelikle, düş görmek isteyen CHP'lileri uyarayım baştan, herkesin önce nesnel durumla karşılaşıp, dileklerini bunun üzerinde inşa etmesi tavsiye edilir!
Bugünkü iktidar ve ülke koşulları altında, dünkü yazımda dediğim gibi, olağanüstü yeni bir durum ortaya çıkmazsa, 7 ay sonraki seçimlerde CHP'nin ciddi bir varlık göstermesini beklemiyorum. Bazıları “bunu çözersen halkın gönlünde taht kurarsın, demokrat olursun..” gibi palavralarla ve elbirliğiyle CHP'yi türbanlama konusunda başarıyla ilerliyorlar.
Halkımız, doğrusu, ilkokul düzeyinde ortalama eğitimi ile, dünyanın demokrasiyi sindirmiş ve bu kriterlere göre hareket eden en gelişmiş, en aydınlanmış, en bilinçli halkıdır! Bu nedenle “göbeğini kaşıyan adam” (Hoşgeldin Cumhuriyet'e Bekir!) oylarını verirken ölçeğe vuracak, CHP kaç kantar demokrat diye bakacak!!! Göbeğini kaşıyan adam ve yardakçıları entel takım, AKP'yi kantara vurdu ve orada müthiş bir demokrasi gördü, yüzde 50 oy ile ülkemizin yargısını ve hukukunu Avrupa'nın en gelişmişleri arasına soktu!
Bu mantıkla, CHP'nin, AKP'nin savunduğunun 10 katı fazla demokrasi (yani daha bağımlı, tam köle yargı reformu gibi örneğin) savunması gerekmektedir!
Bu yetmez: CHP, AKP'nin yarım bitirdiği işleri tamamlamalı, örneğin Romanları iyice dağıtmalı ve köklerini kurutmalıdır! Alevilere Osmanlı kılıçları göstermelidir! O zaman bakın oylarını nasıl katlayacaktır!
O kadar da yetmez, bazı zekâ özürlü veya kasıtlı düşmanların ögütlerine, Tayyiplerin ağabeylerine kulak vermeli, Blair okumalıdır! Ondan, Irak'da 1 milyon insanın ortak katilinden, ABD'ye nasıl küresel uşaklık yapılır, dersleri almalıdır! Hatta, Blair CHP'ye din dersleri vermelidir!
Heyyyy, bırakın bu palavraları! Sahtekarlıkları! Aptallıkları!
***
CHP'nin üst yönetimine, halkın aydın ama dar ve orta gelirli çalışanlarından, her kesimde fiilen üreten insanlar gelmeli!
CHP, Swiss otellerde bizim gibi kafayı üst yapısal kültürel ve siyasal kurumlara ve söylemlere takmış insanlarla “kendini bulma veya yeniden tanımlama” için arama konferansları düzenleyeceğine, kafalarını bizlerin söylemleriyle ütüleyeceğine, bildiği şeyleri bin kez daha dinleyeceğine... Biz gazeteci yazar, medya mensupları gibi denge gözeten, yarın kazığını atacak kimselerle toplanacağına...
a) Parti Merkez Yönetimine veya Parti Meclisine, hatta Başkan'a, sürekli “danışmanlık” yapacak, bilgi verecek ve üretimde yol gösterecek bir “Üreticiler Meclisi” kurmalıdır! Hayvan üreticisi orada olmalı; buğday, pamuk, domates, pancar, tütün, fındık, çay, ayçiçeği, süt... üreticileri –gerçek kişiler olarak– orada olmalıdır! Onlara kulak vermeli!
b) Yine kültürel farklılılar, anlayışlar, diller, etnisiteler ayrı bir Meclis'de orada olmalıdır!
c) Kobi'ler.. yeni toplumsal üretici kesimleri oluşturan bilgi toplumu üreticileri... yeni teknolojilerin öncüleri ve üreticileri, Parti'de en yüksek katta olmalı!
d) Gençlik, öğrenci ve çalışan gençlik ayrı bir Meclis olarak, en yüksek katta bulunmalı!
e) Kadınlar, kızlar... onların sorunları sürekli partiye en yüksek düzeyde aktarmamalıdır!
Bunların hepsi ayrı ayrı, en çok 50'şer kişilik, olmalıdır! Aynı sepetlere konmamalıdır!
***
Demek istiyorum ki, bizlerden iş çıkmaz, Kılıçdaroğlu!
Ey, Sav ve diğer muhterem yüksek zevat!
Biz yazıp çizerek CHP'yi iktidar yapamayız, seni gerektiğinde mezara bile gömeriz! Bir çoğumuz belkemiksizdir! Ama yukarıda saydıklarım seni iktidar yapacak olanlardır!
Oy onların elinde!
Üretip satamayanlar, pazarlara giremeyenler, girip çıkamayanlar, girip büyüyemeyenler, çalışıp sürünenler, hizmet sektörlerinde AVM'lerde ve daha bir dizi yerde günde 12 saat çalışan köleler, cemaatlerin kapanlarına sürüklenenler; okuyamayan, okuyup da iş bulamayan gençler ve yetişkinler...
Dert onların elinde!
Oy da!
Parti iktidarınızı resmen ve fiilen, onlarla paylaşırsanız, onları baştacı ederseniz, hep birlikte iktidar olursunuz!
Onlara onur verin, kişilik verin, yönetime ortak edin, dertlerini ve sorunlarını partinin temel sorunları edinin.. İktidar olun!
Yoksa siz de ayvayı yiyeceksiniz, Türkiye de !
--
Not: Yarın Resepsiyon için Cumhurbaşkanı'a açık mektup yayımlayacağım. Öbür gün ise Seçimlere Doğru'ya devam!
Okur Notu: Seçimlere Doğru yazınızda yaptığınız tesbitlerin tamamına katılıyorum. Burada biz sosyal demokrat yada sol düşünen aydınların göremediği çok yalın bazı gerçekler var. Türkiye'de 9.600.000 emekli, (%40'ının maaşları 600/900 TL arası); 9.300.000 yeşilkartlı, 100.000 korucu, 2.500.000 Fakfuk fonlardan yardım alan ve 6.000.000 BDP seçmeni olmak üzere, bir şekilde iki partiye odaklanmış 27.500.000 seçmen var. Ayrıca belediyelerden günlük iaşe bedeli alarak siyasi iktidara sempati ile bakanlar var. CHP bu seçmenlerin yaklaşık %20'sinden oy alma şansını yakalasa iktidar olur. Türban'dı Af'tı gibi konularda uğraşmaktan, ekonomik talep ve projeleri toplumun önüne getirmek CHP'ye oy kazandırır. Duyarlı kesim zaten CHP'ye oy verirken önemli olan yukarıdaki seçmen kitlesini kendine bağlayacaak yeni projeler yaratmak ve uygulama alanlarını insanlara göstermektir.
İnsanların öncelikli tercihleri ekonomik olup, özellikle Doğu ve Güneydou halkının komşu ülkelerle yapacağı ticarete getirilecek kolaylıklar ve uygulamalarla bu bölgedeki üretici halkın CHP'ye bakışı değişebilir. Basri Koyuncuoğulları
25 Ekim 2010

24 Ekim 2010 Pazar

Seçime Giderken -1


2011 Haziranının ilk haftasında seçimler yapılacak. Yani Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs.. 7 ay kaldı. Seçimler başlamıştır! Türban yolunun da önü-arkası, gerisi-berisi açıldı.
Eğer ülkede olağanüstü bir siyasal ve ekonomik olay olmazsa, AKP seçimleri kazanacak ve üçüncü iktidar dönemine başlayacak.
5-6 ay kadar önce AKP'nin oyları yüzde 35'lerin altına inmişti, 29-35 aralığında seyrediyordu. Referandum rüzgârı ile 40'ların üzerine çıktığı anlaşılıyor. Sadece referandum değil tabii ki burada etken. Ekonomi rüzgarı var arka planda. Referandumu etkileyen de esas ekonomik durumdur. AKP'yi batıracak olan da iktidar yapacak olan da ekonomik durumun gidişatıdır. Üst kültürel/siyasal yapılanmalar, söylemler, her zaman ikincil-üçüncül-dördüncül etkenlerdir!
***
Peki ekonomi iyi mi? Esas olarak hayır, ancak dünyaya kıyasla bu işi iyi götürüyorlar. Finans dünyasının 2001'deki büyük çöküşten sonra yeniden yapılandırılmış olması, iktidarın krizi epey ayakta geçirmesine olanak sağladı.
RTE “kriz teğet geçti” derken, dünya krizinin esas mali kaynaklı olması ve Türkiye'de banka ve finansal kurumların ayakları üzerinde kalması açısından, haklıydı.
Seçim sonuçlarında esas etken olacak ekonomiye kısa bir bakış:
1) Ekonomi, büyük fotoğrafa bakıldığında, hızlı bir gelişme içinde. Oldukça yırtıcı bir iş dünyası oluştu. Dünya pazarlarına saldırıları başarılıdır.
2) Ekonominin en büyük hastalığı, büyümenin esas olarak dışarıdan gelen yakıtlarla ateşlenmesidir. Yani, dış borçlar, bunun yanısıra hammadde-yarı mamül madde ve elektronik ve makina ithalatı, ekonomiyi büyüten ana motorlardır!
3) Büyümenin her türlü dış alıma/girdiye olan bu bağımlılığı, dışalım-dışsatım dengesinde büyük açıklar yaratıyor, döviz gelirleriniz giderlerinizi asla karşılayamıyor, ekonomiyi kırılgan kılıyor.. İktisatçıların dilindeki “cari açık” tehlikesi budur.
İşte Türkiye ekonomisinin temel yapısal sorunu. Yani ekonomik büyümeyi, dış-iç pazar kaynaklarının dengesi içinde gerçekleştirememek. AKP bu sorunun aşılmasında temelde bir dönüşüm gerçekleştirmedi!
4) Türkiye ekonomisindeki temel yapısal dönüşüm, Türkiye sanayisinin orta ve yüksek teknoloji mal ve hizmet üretimine geçmesi ile gerçekleşebilir. Bu ürünlerin dış satımdaki payları yüzde 10-20'lere çıkarsa, Türkiye bağımlı yapıdan ve güçlü ekonomilerin sömürü pazarı olmaktan çıkabilir. Ama, AKP'den bu yönde bir politika gözükmüyor.
***
AKP seçime yüksek bir ekonomik genişleme ile gidiyor. Müthiş bir sermaye akınına uğramış durumda ülke! Özellikle ABD'nin sürekli dolar basarak mali genişleme politikası izlemesi sonucu, ülke dolara boğuldu!
Dolar ucuzlamakta, TL'nin değeri artmakta.
Bütün dünya ABD'nin bu politikasına karşı, sıcak paranın ülkeye giriş çıkışını engelleyecek önlemler alıyor. Çünkü, paralarının değerlenmesini istemiyorlar. Paranın değerlendirmesi, dış satımı zorlaştırıyor, dünya piyasalarında mal ve hizmetleriniz pahalanıyor, dolar ucuzladığı için iç piyasanız yabancı ülkelerin mallarıyla doluyor, yerli üreticiniz bu defa kan ağlamaya başlıyor. Rekabet edemiyor.. Dışsatımınız geri kaldığı için de cari açığınız büyüyor..
Ama..
AKP 7 ay boyunca, dışarıdan gelen bol para ve mal ile piyasayı canlı tutacak. Finansmanı karşılayacak. Kısa vadede para sorunları yok. Bu arada, dışarıdan gelen müthiş bir ekonomi pohpohlamaları da, seçmen nezdinde işin cilası oluyor..
Yani baktığınızda, AKP seçime kadar ekonomik yeri bir sorunla karşılaşmadan bu işi götürecek gibi.
***
7 aylık sürede AKP için olumsuz yönler:
* İhracatçı, pahalı TL karşısında çok önemli sıkıntılara girmeye ve malını dışarıya satamamaya başladı. Burada sıkıntı büyüyecek. Küçülme ve işçi çıkarma olabilir. İşsiz sayısı düşmez, artar!
* Tarımsal üretici kesiminde de (hayvancılık vb) sıkıntılar artar.
* Dünya ekonomisinde bu süre içinde bir ikinci kriz gerçekleşme olasılığı, iktidarı yeniden sıkıntıya sokar.
Ama, cemaat ve seçim yardımı, Türkiye'nin muhafazakarlaştırılması, yargının ele geçirilmesiyle iktidar yolsuzluklarının örtbas edilme olanaklarının artması, yeşil kart ve sağlık uygulamalarında kesenin ağzını açılması, din-iman propagandası ile AKP, böyle giderse işler, seçimleri tek başına iktidar kuracak kadar, alır.
AKP yıpranma kayıplarını da, MHP'den ve Kürtlerden epey oy alarak kapatacak. Her iki örgütü de mezara gömme çalışmaları içinde! Kürt meselesini idare edecek. Seçim sonrası da ümüklerini sıkar artık...
Peki CHP ne yapabilir?
24 Ekim 2009, Bilim ve Siyaset

22 Ekim 2010 Cuma

Yargı AKP'leşirken..


Yüksek Yargı, beklendiği gibi tamamen AKP’nin eline geçti. Bu mesele referandum kampanyasında iyi anlatılabildi mi? İşte tartışacağımz bir temel konu daha. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun kampanyayı iktidar ve Erdoğan ekseninde, tıpkı bir seçim kampanyası havasında ve özünde sürdürmesi doğru muydu? Bana doğru gibi gelmişti, ancak yeniden değerlendirince, kampanya ekseninin yanlış olduğunu düşünüyorum.
Onlarca kentte düzenlenenen mitinglerin, sanki, Kılıçdaroğlu'nun “CHP Başkanlığı rüştünü kanıtlama” amacına yönelik olduğu ileri sürülebilir. Şüphesiz ki, Anayasa değişikliklerinin Türkiye'ye ve demokrasiye vereceği zararlar da anlatıldı, ama miting konuşmalarının içerikleri analiz edilirse, bunun ve inandırıcı gücünün yetersiz kaldığı görülecektir.
Oysa, Türkiye'nin en önemli güncel meselesi, Anayasa değişikliğinin önlenmesiydi. Mitinglerin, konuşmaların tamamı, bu değişiklikleri madde madde açıklamaya, lime lime etmeye, tehlikenin büyüklüğünü vurgulamaya yönelik olmalıydı. İktidar ve Erdoğan başka, ama Anayasa değişikliği ise bambaşkaydı. Referandum'dan hayır çıksa bile iktidar düşmeyecekti! Verilecek mesaj “iktidarı destekleyebilirsiniz, ama Anayasa değişikliğini asla” olmalıydı... Bu, “yetmez ama evet”, “Anayasa'ya evet, iktidara evet değildir”in tam tersini savunmak olacaktı...
Kampanya, iki liderin güçlerinin oranlamasını belirleme biçimine büründü ve bence sonuç da bunu gösterdi!
Ali Dibocular Adalet üzerinde tam bir tahakküm kurdular.
Sonuçlar, iktidarın yargı ve adalet üzerinde ne kadar büyük etkisi ve baskısı olduğunun kanıtıdır.
Gerisi palavradır: Demokrasi kaybetmiştir ve referandumda evet diyenlerin hepsi hem sorunludur hem de sorumlu!
***
CHP yazılarına tepkilere gelince..
“14 Ekim Perşembe günü bilim siyaset yazınız özür dileyerek yazıyorum, haksız ve ön yargılı değerlendirmelerle dolu. CHP'nin sütten çıkmış ak kaşık olduğunu kimse iddia edemez, ama sizin ima ettiğiniz gibi boş un çuvalı da hiç değil. Lütfen sekiz yıldır nasıl bir yönetim altında yaşadığımızı, ekonomik sosyal politik bilimsel etik değerlerde nelar kaybettiğimizi.. hatırlayın. CHP şu aşamada yönetim ve bilgi eksikliklerini telafi için büyük bir çaba içinde... Bütün gerici takım ve yalaka takımla yıllardır Türkiye’yi soyup soğana çevirenlere iyi niyetle de olsa tüyo vermemek ve de CHP ye elimizden geldiğince somut yollar yöntemler önermek daha yararlı olur diye düşünüyorum.” (Sayın okur, zaten yaptığımız o; tüyo vermemeye gelince, bu bende saklı bir gizli bilgi mi ki?!)
***
“Geniş kitlelerin ortak düş ve endişelerini dile getirdiniz. Türban CHP'nin sorunu değil. Parti olarak; Anayasa, yasalar ve yüksek yargı organları kararları dururken türbanı nasıl çözebilirisin.. O zaman türbanlı doktor, türbanlı savcı da olacak demektir. Cumhuriyet Gazetesini protesto etmeleri kendileri için bir kayıptır. Çünkü Cumhuriyet bir okuldur. Siyasetten sanata ve spora kadar...Onlar alışmışar bol resimli magazin ağırlıklı gazetelere...”
***
“Hem daha önceki hem de dünkü yazınızı okudum. Ve söylediklerinize katılıyorum. Boşuna söylememişler, doğru soyleyeni dokuz köyden kovarlar, diye. Ben cumhuriyet gazetesi portalını sürekli izlerim, bir fikrim varsa yorum yazarım. Ne zaman CHP'yi eleştiren bir sey yazsam, yorumlarıma katılmayanların sayısı artıyor. Ama diğer durumlarda ne yazsam yorumlarım yüksek puanlar alıyor... Millet bu iktidardan kurtulmak icin bir umut ışığı görmek istiyor. Oylar bölünmesin diye CHP'ye oy veriyorum.
***
“CHP yazılarının ne kadar isabetli olduğu, gelen tepkilerden anlaşılıyor. CHP'nin öncelikle şu sorulara cevap vermesi gerekmiyor mu? AKP'ye kızıyoruz diye illa CHP'ye mi oy vermemiz gerekiyor? Hele her gün AKP çizgisine biraz daha yakınlaşıyorsa.... CHP bize (halka) ne vaat ediyor. Hangi reformları, iyileştirmeleri yapacak? Bu konulara girmeden, gelince yönetiriz demek kolay. Tabi yönetirler. Hiç birsey yapmazsan, ABD, AB, IMF çizgisinde kalırsan bu devlet (her devlet gibi) zaten kendi kendini yonetiyor, değil mi?”
Konu sürecek...
19 Ekim 2010 / Bilim ve Siyaset 

CHP Üzerine


Özlem, gazete elinde, nasıl bu kadar uç noktada bir eleştiri yazarsın, diyerek gözleri çakmak çakmak çevremde dönüp dolaştı. Karikatürlerdeki gibi, yemek kazanı içine atılmış beyaz adam gibi hissettim kendimi. Bazı CHP'liler de benzer tepki gösterdiler. Beni şikayet edenler, gazete almayacağım diyenler, tıpkı bugünkü ikitdarın, sevmediği medya ve yazarlar üzerindeki baskıları gibi, kelle isteyenler...
Bunlardan birine dedim ki, umarım bu anlayışta bir CHP iktidara gelmez!
Beni gizli veya açık AKP'li sayanlar da çıktı! Onların ileri ölçüde gelişmiş zekâlarına buradan selam gönderiyorum! Yazımı çevresine göndererek protesto edin, telefon edin diyenler de oldu. Bir okur aradı, terbiyelice dedi ki,
- Orhan bey CHP ülkeyi yönetemez, Türkiye iki yıl kaybeder sözlerinizle ayıp ettiniz.
- Dört tane peşpeşe CHP yazısı yazdım, hepsini okudunuz mu?
- Hayır, bu hafta gazete okuyamadım..
- Ama ayıp ediyorsunuz, yazıları okumuyorsunuz, bütünlüklerini görmüyorsunuz, ayrıca son yazının yazılış amacını anlamıyorsunuz, son cümleye takılıp kalıyor ve telefon açıyorsunuz.. Oldu mu şimdi, yakışıyor mu size!?
- ??
Bazı CHP'liler şu görüşteydi: “Hele iktidara gelelim, sonrasına bakarız..” Bazıları “diğer partiler hazırlıklı mı geliyorlar da böyle yazı yazıyorsun..” diyordu!!!
Telefon edenlerin ve e posta gönderenlerin çoğuna yanıt vermeye çalıştım.. Bir noktada da kestim, olay kendi açımdan tamamen anlamsızlaştı. Onlara kısaca derim ki, “iktidara gelebilirsiniz, ama orada kalamazsınız...”
İyi oldu, yazıyı yayanlara teşekkür, böylece bir dizi CHP'li hem Cumhuriyet'ten hem de bu köşeden haberdar oldu!
Şüphesiz, yazının ruhunu okuyanlar çoğunluktaydı... Aşağıda önce aleyhte bazı tipik seçmeler sunuyorum. İsimleri saklıyorum.
***
“14.10.2010 tarihli CHP Ülkeyi Yönetebilir mi? başlıklı yazınızda ne yazık ki çok kısır düşünerek ve sorumsuzca bir sonuca varmışsınız. Bu ülke 9 yıldır hala önüne konan yazılarla ancak düzgün konuşma yapabilen bir başbakanla, iktidara geldiğinde çok büyük bir kısmının hiç bir devlet deneyimi olmadan bakanlığa gelen bir kadro tarafından yönetiliyor! CHP içindeki bir çok deneyimli kişiyi nasıl görmezlikten gelebilirsiniz? Yazdıklarınızın bir inandırıclığı ne yazık ki yok. Üstelik yazılarınızı devamlı ve ilgiyle izleyen biri olarak hayal kırıklığına uğradım. Bu konuda biraz daha derinlemesine düşünmenizi tavsiye ederim.
Bu durumda AKP'den başka birine şans verme ihtimali kalmıyor ki? Bu bakış açısı ile seçim yapmanın da bir anlamı yok.”
 “CHP bugün iktidara gelse, 2 yılı boşa gider bu ülkenin! derken cidden samimi misiniz? Yani Devleti kuran, devrimleri yapan ve ülkeyi 20 yılı aşkın dünyaya örnek bir şekilde yöneten bir CHP, bu ülkeyi 2 yıl bile yönetemiyecek ise; ülkeyi kimin yönetebileceğine inanıyorsanız söyleyin lütfen, biz de O'nun lehine çaba gösterelim! Sizi yıllardır (62 yaşındayım.) zevkle, yararlanarak okurum. Lütfen yapmayın. 'Acı söylemenin şimdi tam zamanı..’ değildir!”
***
Makalenin ruhunu anlayan okurlardan da iki mesaj:
Bir okur, yazıyı kendi e-posta listesine gönderirken, şu notu ekliyor: “Sayın Bursalı’nın tespitlerine katılmamak elde değil. Bence çok kritik noktaları özetlemiş. CHP’nin gerekli dersleri çıkarması ve hazırlıklarını tamamlaması için hiç zaman kaybetmemesi gerekiyor..”
Bir diğeri:
“Yazılarınızı düzenli sayılabilecek bir şekilde takip ediyorum. Bilimin gündelik yaşama uygulanması konusundaki; gerek Bilim ve Teknoloji ekindeki yazılarınız gerekse gazetedeki köşe yazılarınız bu ilgimi sıcak tutuyor. Son günlerde CHP üzerine yazdığınız yazılarınızı da bu tutumun bir devamı olarak algılıyorum.
Yazılarınızınızın kışkırtıcı dozunun gün be gün arttığını görüyorum. Son yazınızda, bunun daha da yoğunlaştığını söyleyebilirim. Makalelerinizin içeriğini değerlendirmekten çok, yapmak istediğinize odaklandığımda, sizi tebrik etmek gerektiğini düşünüyor; aklınıza, yüreğinize, kaleminize sağlık diliyorum. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, şiarının hakkını verdiğimizde bu ülkenin çözülemeyecek sorununun olmadığına sanırım siz de katılıyorsunuz: Ki yazılarınızda sürekli buraya dikkat çekiyorsunuz. Kolay gelsin..”
Yerimiz bu kadar. Ama bitmedi!
18 Ekim 2010/ Bilim ve Siyaset 

CHP, Ülkeyi Yönetebilir mi?


Önceki gün, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergimizde “PolitikBilim” köşesinde yazan bilim ve teknoloji konuları uzmanı Aykut Göker'le sohbet ettik. Şüphesiz, CHP gündemin konusu. Çeşitli yönlerden partiyi didikledik...
Sohbetin odağına şu soru oturdu: CHP iktidara gelse acaba ülkeyi yönetebilir miydi? Aykut Bey'in derin şüphesi vardı bundan!
CHP'ye bugün bu açıdan bakacağız.
***
Varsayalım ki iktidara geldi. Başbakanlık, bakanlık koltuklarına oturacaklar, altlarında devlet örgütü... Yönetmek buysa, şüphesiz ki yönetirler...
Mesele bu değil.
***
CHP yıllardır devlet yönetiminden uzak. Bu şu demek: Devlet konusunda bilgisi, Meclis'de bulunmakla sınırlı. Bakanlıkların ve bütünüyle devlet örgütünün anlamı şudur: Tüm Türkiye ile, üreten ve hizmet veren tüm kesimlerle, sektörlerle, insanlarla... iç içe, sarmaş dolaş olmak. Bu, bilgi demektir. Bu bilgi ile bir iktidar ülkeyi yönetir!
Yetmez tabii..
Ülke yönetmek, artık ve bütünüyle bir uzmanlık işidir!
Genel bilgiler, genel bakışlar, genel düşünceler ile (isterse en halisinden solcu- sosyal demokrat olsun!) ülkeyi yönetemezsiniz..
Hemen bütün alanları kapsayan, hem devleti hem de Türkiye'yi, uzman bilgiler, raporlar, gelecek pespektifleri, dünya-Türkiye kıyaslamaları... gerekir.
Bugün iddia edebiliriz ki, CHP'de bunların hemen hemen hiç biri yoktur!
Bunlar da yetmez tabii ki, partinin bütün bu raporlar ve bilgiler ışığında kendi yönetim politikaları olması gerekir. Planlar, programlar, simülasyonlar...
Türkiye her gün milyonlarca ton, lira, dolar değerinde muazzam bir üretim fabrikası.
Yönetmek demek, birinci derecede, üretimi hemen her alanda arttırmak demektir! Kalitesini yükseltmek, katma değerler yaratmak demektir.
Sorunlara çözümler üretmek demektir: hemen her alanda!
İktidar olmak, ateşten gömleği giymektir!
Herkes ağzınıza bakacak, sihirler yapmanızı ve herşeyi çözmenizi isteyecek.
***
Biraz abartarak da olsa söylersek: CHP onyıllardır iktidara, devlete, üreticiye, sorunlarına yabancıdır!
Sorunların “oldukça” dışındadır, dışında kalmıştır.
Ülkenin sorunu “türban” değil! İki üç konuda daha laf etmek hiç mi hiç değil.
Şüphesiz, iktidara bindireceksiniz, eleştireceksiniz, ama ülkeyi yönetmek ayrı bir olgudur.
***
Soralım:
Parti'nin çevresinde hemen her konunun uzmanları var mı?
Parti, uzmanlık alanlarıyla ilgili, ayrı ayrı toplantı yapıyor mu, hiç yaptı mı? 
Devletten, sanayiden, ticaretten, kültürden, eğitimden, hemen her alandaki üreticiden, düzenli bilgi akışı örgütleniyor mu?
Bugünkü durum ile yapılması /uygulanması gereken politikalar düzenleniyor mu, planlanıyor mu, bunların gerçekliği yine uzmanlarla test ediliyor mu?
Bir odanız var mı, rafları Türkiye'yi hemen her alanda aydınlığa çıkartacak, raporlar ve uygulama planları ile dolu?
Çevrenizde sizlere her alanda yardımcı olacak bir “uzmanlar ordusu” topluyor musunuz, bunlardan kaçı var yanınızda, olması gerekenin yüzde 1'i?!
Bu ülkeyi nasıl rehabilite edeceksiniz, insanları, kurumları..
Ekonomi: Türkiye'nin bir nolu konularından cari açık konusunda, diyelim ki iktidarda bulunacağınız 5 yıl içinde ne yapacaksnız?
Gençlere nasıl iş yaratacaksınız!
İşsizlerin hayır dualarını nasıl alacaksınız?
Kadınları nasıl özgür kılacaksınız?
Türkiye'yi ekonomisi ve bilimi ileri teknoloji üreten bir ülkeye nasıl dönüştüreceksiniz? Türkiye'yi ileri ülkeler arasında nasıl sokacaksınız?
Bu alanlarda hangi poltiklarınız ve uygulama planlarınız var?
***
CHP'ye tık tık yapıyoruz, nasıl bir ses veriyor, dersiniz?
Bu sesleri dinleyince diyorum ki, CHP bugün iktidara gelse, 2 yılı boşa gider bu ülkenin!
Acı söylemenin, şimdi tam zamanıdır!
14 ekim 10 / bilim ve siyaset

CHP: 100. Yıl Bestesi


Şüphesiz, CHP'nin Baykal çizgisinden kendini kurtararak yeni bir ruha, Türkiye'yi kucaklayıp ileri taşıyacak devrimci bir ruha bürünmesi gereklidir. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu'nun CHP Başkanlığına seçilmesi gerçek bir sevinçle bu köşeden alkış aldı...
CHP'de herşey yolunda gitmiyordu, yıllardır! İktidara gelmekte sorunları olan bir kitle partisinde liderlikte değişimler kaçınılmazdır, olmalıdır. Parti, hem liderlik hem de zamanın ve ülkenin şart koştuğu program ve bakış iyileştirmelerini yapmalıdır ve yapmak zorundadır.
Herkesin gönlünde şüphesiz ki bir CHP beklentisi vardır. Burada önemli olan, CHP'nin a) ülkedeki kendi kitlesiyle, b) çevresinde CHP'ye oy verebilecek kitleyle beraber yürümenin yeni koşullarını / politikalarını oluşturabilmektir.
Baykal ve ekibinin seçim zamanlarında gönlü ve gözü hep sağ seçmendeydi! Sanğıyorlardı ki, sağdan adaylar devşirirsek, biraz sağcı oluruz ve seçim tabanımızı genişletiriz... Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullarda, CHP'ye düşen, Türkiye'nin sorunlarını içinden çıkılmaz bir hale getiren sağcı görüşlerle ortaklık olmadığını, eski yönetim anlamamıştır.
CHP yönetimi geçmişi iyi analiz etmek zorundadır!
Baykal yönetimi bunu başaramamıştı!
Evet, sosyal demokrat oylar yüzde 40'ları aşan büyük patlamalar yapmıştır.
Ancak bu patlamalar, “sağcılarla ortaklık”, “sağcı adaylardan devşirmeler” sayesinde olmamıştır!
Sağcı iktidarların, sistemi ve ülkeyi tıkadığı, çökerttiği zamanlar, sol programlar ve söylemlerle bu patlamalar/ yükselişler gerçekleşmiştir!
***
Bugün ülke, önümüzdeki aylarda önemli değişiklikler olmazsa, göreceli bir siyasi-ekonomik “istikrar” içinde seçime gidiyor!
Ülkenin sorunları ciddidir, ama ülke çöküşte değildir. AKP, seçime kadar, büyük ekonomik açıklarını, dışarıdan akmakta olan sıcak paralarla karşılama politikası izliyor. Eğer dünya ekonomisi 9 ayda ikinci büyük bir darbe yemezse, AKP bu istikrarı sürdürecek ve belirli bir ekonomik genişleme politikasıyla seçimlere girecektir.
CHP'nin bu koşullarda nasıl bir seçim programı, söylemi ortaya koyacak ve AKP döneminde hasar almış geniş kitlelere umut verecektir...
İşsizler, kadınlar, aldatılmış Aleviler, hatta Kürtler... Ve gençlik!!! CHP'nin, meselâ 20 milyonluk gençlik kitlesine (kız-erkek, öğrenci, çalışan, çırak, işsiz..) ne diyecektir? Onlara çağın modern teknolojileriyle nasıl ulaşacaktır, gençliği nasıl örgütleyecek ve somut dilekler çevresinde seferber edecektir?
Kılıçdaroğlu bunu TV programına katılarak yapamaz!
***
CHP'nin Parti Meclisi'ne alarak çok iyi yaptığı yazar ve TV programcısı Enver Aysever'in Akşam'da çıkan söyleşisini okudum. (3 Ekim 2010)
Aysever şüphesiz ki ileri ve güzel şeyler söylüyor. Söylediklerinden bazıları CHP'lilere aykırı gelebilir, ama bu önemli değildir, CHP söylemi içinde farklı görüşlerin dile getirilmesi, canlılık yaratır, yeni çıkış yollarının ipuçları bulunabilir.
Aysever'in, partinin seçim kazanabilmesi için başka şeyler gerekli olduğunun da bilincinde olduğunu düşünüyorum.
Aysever'in yenilik içerdiği kabul edebileceğimiz en önemli çıkışı zaten manşete çekilmiş: “CHP artık yüzüncü yıl marşını bestelemelidir..”
Tamamen katılıyorum!
Bu sloganın çağrıştırdıkları önemlidir; getireceği tartışmalar, görevler, programlar...
***
Ancak, Aysever'in bu marşın notaları ve sözleri konusunda ne düşündüğü çok açık değildir. Şüphesiz, bir gazete söyleşisine adamakıllı bir içeriin yansıyacağını bekleyemeyiz. Ancak yazı içindeki “işaretlerle” Yüzüncü Yıl Bestesi yazılması zordur. “Rakel Dink” ve “milliyetçilikten uzaklaşma” gibi işaretlerle nereye varılabilir, tartışmalıdır. Milliyetçilikten vazgeçme de tartışmalı bir konudur! Hangisinden, nasıl, ne ölçüde, küresel-ulusal...?
Üstelik CHP henüz yapmadığı işlerin bestesini yazmaya soyunacaktır!
Fakat zararı yok, düşlerin de bestesi yapılabilir.
100 Yıl Bestesi için salt içe bakmak hatalı ve sorunlu olur, dünyaya-dışa bakarak nasıl bir beste üretmek gerekir?
Temel sorunudur bu, CHP'nin! (Ve ülke geleceğinin!)
--
Not: CHP yazılarına gönlünce destek veren ve tartışan okurlarıma çok teşekkür ederim. Sizlerin heyecanlandığını görmek, mutluluk veriyor!
12 Ekim 10 / Bilim ve Siyaset
 

CHP'ye 4 Soru


Başbakan düşüncesini, niyetini ve eylemini açıkladı: Kamuda türban olur, niye olmasın; Çankaya'da olduğuna, Çankaya halka açıldığına göre, bütün devlet dairelerinde de türban olur,,
İşte bu kadar! Ama bunda yeni bir şey mi var? Başbakan ve partisinin ötedenberi savunduğu düşüncedir bu.
Kılıçdaroğlu “ilköğretim, lise ve kamuda olmaz” diyor ve bunları kırmızı çizgileri ilan ediyor. Bunları kırmızı çizgi ilan etmeye gerek mi var? Yok artık...
Ancak, iktidarbaşının bu kırmızı çizgileri umursamayacağı da bir gerçek.. “Ana muhalefet”, kadınların beyinlerini ve özgürlüklerini daha küçükken kafesleyecek politikaların yolaçıcısı olarak, cımcıslak ortada kalabilir...
***
Bazı yazarlar, türbanın gündeme getirilmesini eleştirenlere çatıyor: Yıllardır bildiğimiz o koro yine sesini yükseltti, CHP'nin başka işi mi yok, bırakın AKP kendisi çözsün, diyorlar... Ama bu tezleri tepeden tırnağa yanlıştır...türban özgürlük sorunudur, toplumun isteğidir, CHP gibi bir parti, bu isteklere kulak tıkayamaz, seçimlerde oy kaybetse bile...
Böyle yazanların, AKP iktidarı boyunca, siyasal İslamcı ve dinci seslere, yazarlara, görüşlere aşırı duyarlılığını ve merakını biliyoruz... Kendileri, türban konusunun, arkadaki köktendinci erkek rahipler güruhu tarafından bir sözde özgürlük sorunu haline getirildiğini bilecek kadar entelektüel duyarlığa da sahipler...
Ama biz, yüzeydeki görüntülerle uğraşmayı her zaman esas işimiz kabul ederiz; bu görüntülerin gerçekliği ile ilgilenmeyiz.. Anlayışları şudur: Türban “yaratılmış sözde sosyo politik sorun” olsa bile, önemli değildir, o halde gerçektir! Gerçekse, o halde CHP de bu işi çözmelidir!
Bu düşünce, Silivri davasında, bir dizi yaratılmış, ama aslında olmayan “belgesel” görüntülerin de gerçek gibi kabul edilmesini benimser. Post modernizmin tarifidir bu!
***
Yine de, peki, üniversitelerde haydi çözdük diyelim, ya Başbakanın ülkeyi bir türban cumhuriyetine çevirecek düşüncelerine diyecek bir şeyin var mı yok mu?
Türban politikası için CHP'yi ve türbanın yaratılmış bir araç olarak politik kullanılmasına karşı çıkan “yıllardır bildiğin o koro”yu  eleştiriyorsun... Peki kadınların ve kızların din adına türbanlanması gerektiğini vaazeden bildik “o koro” ya sözün var mı?
Başbakanın referandum öncesi TV koşularında Başbakanı sinirlendirecek tek “aykırı” soru soramayan, ama CHP lideri karşısında aslan kesilen anlı şanlı gazeteciler geliyor gözlerimizin önüne...
***
CHP'nin halkın önüne koyacağı bir düşü, temel bir sorunu yok mudur kardeşim? Bizim temel sorunumuz budur! Türban köktendinci erkek güruhunun yarattığı “başarılı” bir sorundur! CHP'nin, solcuların, devrimcilerin değil. Bu basit, sıradan bir gerçektir.
CHP sürekli olarak yaratılan bu sorunla uğraştırılıyor, bilinç olarak.. Köktendinclerin diğer bir başarısı da, yanlarına kendilerini solcu kabul eden bazı kimseleri de almalarıdır! (Ekmek kadayıfının üzerindeki kaymak olarak!) Onları da CHP'nin ve diğer solcuların üstüne salıyorlar!
Yineliyoruz: CHP'nin yarattığı ve topluma mal ettiği tek bir toplumsal sorun yoktur!
Ülkede iktidar mücadelesi veriliyorsa eğer, CHP silahlarını, güçlerini buna göre düzenlemelidir! Tamam, türban ve kırmızı çizgilerinizi açıkladınız, yeter artık, bu konuda tek söz etmeyin!
Demokratikleşmenin önündeki engel türban değildir! Bunu düşünmek bile abesle iştigal etmektir! CHP liderliği meselâ, güncel olarak, demokratikleşmenin önündeki temel engellerden olan:
1) Ülkenin bir telekulak cumhuriyetine dönüştürülmesini ciddi bir sorun mu yaptı! 
2) Hanefi Avcı'nın açıklamalarını, temel bir demokrasi sorunu mu yaptı?  Ve Hanefi Avcı'nın başına örülen ağı, temel bir demokratik sorun mu yaptı!?
3) Silivri'de hukukun b.ka batırılmasını, CHP temel bir demokrasi sorunu mu yaptı! İnsanlar orada, diktatörlüğün ve üç kaatçı belgeciliğin, hukuksuzluğun inayetine terkedilmiş durumdadır!
4) CHP, partiler yasasının, seçimler yasasının değişitirilmesini temel bir sorun mu yaptı?
Hayır! Bütün bunlar üzerinde konuştu, hatta bir tane yasa önerisi de verdi! Ama temel sorun yapmadı! Yoksa CHP, iktidarın bu yumuşak karınlarını sürekli gündemde tutardı!
Boksör gibi, bu zayıf yanları üzerinde çalışırdı! Gözünü kaşını patlatıncaya kadar!
Bir nokta daha: Yukarıdaki 4 sorun bile CHP'nin değil, ikitdarın yarattığı sorunlardır!
CHP, işsizliği mi, kadınların özgürlüğünü mü, öğrencilerin yurt ve okul meselesini mi..
Neleri temel sorun yaptı ve bunları topluma mal etti ve iktidar yollna taşları döşemeye başladı!
11 Ekim 10/ Bilim ve Siyaset 

Kurt, CHP'yi Yiyor


Erdoğan Kılıçdaroğlu'nu yer mi? Yer.. kimsenin şüphesi olmasın, küçük büyük lokma demez yer...
Şu türban meselesinden yemeğe başladı. Böyle giderse seçime kadar Kılıçdaroğlu'nu bitirir, katlayıp bir kenara koyar.
Gördüğüm odur.
***
Durup dururken türbanı biz çözeceğiz diye ortaya döküldü, Kemal Bey.
Neden, anlamak mümkün değil! Türkiye'nin temel sorunu türban mı, hele hele uykuya yatmışken! Bu ülkede sorun mu kalmadı!
Yok şöyle bağlanacakmış yok böyle... Efendim Bilim Kurulumuz var, Sencer Ayata'nın elinde bir İskender Kılıcı, olayın sosyolojik boyutlarına bakacak ve bir çözüm bulacak... Gürsel Tekin, sosyolojik boyuta bakmış, geçen seçimlerde kara çarşafların üzerine CHP rozeti takarak “türbanı çözmüştü”!
Seçmenler arasında türbanı oy pusulası olarak gören çok azınlık bir gurup, anladı ki CHP ve Tekin seçim aldatması yapıyor! Zaten çarşaflılar ailesi de üç kaatçı çıkmaz mı! Yüzlerine gözlerine bulaştırdılar!
***
Türban, CHP'nin değil AKP'nin politikasıdır! Bu işe girersen, tek çözüm AKP çözümüdür! AKP'ye dersin ki, hadi canım istediğin gibi çöz, seni destekliyorum! AKP için bunun orta yolu yoktur! AKP yoluna girdin mi, ilkokula kadar gider türban, devlet dairelerinde türbanlıdan geçilmez.. Böylece CHP AKP'nin sorununu çözer! Türkiye'nin de içine eder!
Kılıçdaroğlu diyor ki “kırmızı çizgilerimiz var”!
Yanlış hayal kuruyor! yanlış İktidar değilsin! Kırmızı çizgilerin işe yaramaz! Erdoğan'a ancak yol arkadaşlığı yaparsın, yol ayrımında o devam eder, sana da teşekkür eder! Adamlar 8 yıldır iktidarda, ama ürbanı çözmüyorlar; istedikleri bütün yasal-anayasal değişiklikleri yapıyorlar, ama Türban'a gelince, ı-ıhh! Çünkü türban bir kurt tuzağı, CHP içine düşecek... Ana sorunlardan ülkeyi uzaklaştıracak. Bu iş için CHP'yi kullanmaya başladı şimdi!
Nitekim Erdoğan fırsatı kaçırmıyor, hergün CHP'den yağlı parçalar koparıp duruyor..  Kılıçdaroğlu'nu katlayıp bir kenara koyuyor!
Bu yanlış politikayı kim öneriyor? Bunun sosyolojik yönünün arka planda kaldığını, olayın tamamen politik olduğunu koccca Parti (Meclisi) içinde gören kimse yok mu? Bu “bilimsel” bir sorun değildir baylar!
CHP kendi yarattığı sorunun bataklığına düştü! İşte, üniversiteleri  dincileştirmek için görevlenlendirilmiş YÖK Başkanı yasa çıkardı, Anayasal bir değişiklik yaptı ve meseleyi çözdü! CHP ses çıkartmayacakmış! Bence, Özcan iyi ve doğru yaptıysa, sessiz kalmamalı, alkışlamalıdır!
Bence bu noktadan sonra CHP'nin yapacağı tek şey, eğer türbancılardan oy almak istiyorsa, türbanın her bakımdan serbest olması için Anayasal değişikliği önerisi vermektir! Zaten Edoğan sen lokomotif ol, diyor! Daha iyi oy alabilmesi için CHP'nin, milletvekillerinin bazılarının eşlerinin başlarını örtmeye, dahası, kız çocuklarının da başını bağlamaya başlamalarıdır! Ama dinciye bu da yetmez!
***
CHP, diyor ki pozitif politika yapacağız! Bunun pratikte anlamı, türbanda gördüğümüz iş bilmezlik ve AKP'ye destekse, vah bu ülkeye!
Erdoğan bir Kurt, CHP'nin her türlü pozitif yaklaşımında, Kılıçdaroğlu'nu parçalayacaktır! Kılıçdaroğlu'nun tüm iyi niyetleri, Erdoğan'ın kursağında erir! Bunu görmüyor musunuz!
CHP pozitif politika mı yapacak! Bunun tek anlamı olabilir: AKP'yi yiyip parçalayacak ve küçültecek her türlü politikanın somut olarak devreye sokulmasıdır!
AKP ile uzlaşarak, onların politikalarını izleyerek, hiç bir başarı elde edemezsiniz!
AKP, CHP'yi, BDP'yi, MHP'yi yiyip bitirmek için politikalar uyguluyor!
Sahiller niye bize oy vermiyor diyen kurt, oralara girmenin stratejilerini geliştiriyor.. Kürt meselesi için Anayasal havuçlar hazırlayarak, BDP'yi bitirme planlarını yapıyor.. MHP'yi parçalıyor..
Türkiye'yi otoriter yönetime götürüyorlar, adım adım! Yüzde 42 bunu görüyor, oyunu öyle veriyor da.. Siz mi görmüyorsunuz!
Kılıçdaroğlu, CHP'nin kendi bağımsız politikalarını inşa etmelidir! CHP'nin düşleri mi yok bu ülke insanlarıyla paylaşacak?
İyi bir iş yaparsın, görüntüne yüz katarsın... Ama bir yanlış yaparsın, bin kaybedersin!

TÜRBAN:YARATILMIŞ SORUN


İktidar ‘komisyon’ kurmaya pek meraklı. Bunca uyduruktan “açılım” komisyonlarına, bir de türban komisyonu eklemek istiyor, ki sorun sürüncemede kalsın. Dedik ki burada, Erdoğan ve şürekası türban meselesini çözmek istemiyor. Çünkü isterse çözer! Anayasa'da 30'a yakın maddeyi Meclis'te hiç bir uzlaşma aramadan değiştiren, Meclis'e gerekli sayıya ulaşamayınca referanduma götüren AKP değil mi?
RTE, neden türban konusunda aynı yolu izlemiyor?
Meclis'de türban sorununu çözmek için herhangi bir partiye ihtiyacı yok!?
Eeee, o halde?
***
İki hedefi var RTE'nin:
1) Türban konusunda CHP ve diğer partileri –durmadan– her fırsatta sopalamak! Ve mağduriyete oynamak. Bizim seçmenin mağrudiyeti oynayarak her an kafakola alınmaya hazır olduğunu 8 yıl boyunca iyi gözlemlediler...
2) Türbanda total çözümü dayatmak. Başbakan açıkladı: Türban milletin bulunduğu her yerde olmalı.
RTE'ı üniversite kesmiyor, lise ve ilköğretimde de türbanın serbest bırakılmasını istiyor. Tabii, devlet dairelerinde haydi haydi!
Yani bütün Türkiye'yi türbanlamak istiyorlar...
Bunu da CHP ve diğerlerine yaptırmak istiyorlar!
CHP, kısa bir süre önce dillendirdiği “pozitif politika” gereği, köktendinci politikacıların yarattıkları türban meselesini çözmek için adaylığını açıkladı.
Yazmıştık: Yanlış yaptınız diye...
CHP'nin önerisi şu demekti: “Ben Erdoğan'ın türban totalitarizminin sadece üniversite bölümünü çözerim, gerisini de sen çöz!”
Erdoğan fırsatı yakalamış, millete şikayet ediyor: Bak hepsini çözmüyor görüyor musunuz!
CHP durumu şimdi gördüğü için, türbanı bir paket içine sokuyor.
***
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), aslında AKP'ye kıyasla demokrat bir parti. Çok çok hem de! Başkanları politikalarını açıkladı: Bu bir dinsel özgürlük meselesiyse, o zaman Alevilerin ve diğer dinlerini sorunlarını da bir paket içinde çözelim. Bravo Selahattin Demirtaş'a!
Bir Türkiye partisi olarak davransalar ve politikalar üretseler, Meclis'te ve toplumda büyük hizmetleri olacak! Ülkenin demokratikleşmesine yardımcı olacaklar!
Şimdi yargı üzerinde tam bir totalitarist yönetim kuran AKP, aynı zamanda, istedikleri zaman BDP'nin de defterini dürecektir!
Türban'ı kim yarattıysa onlar çözecektir. CHP'yi buna alet etmeye kalkışmak, partiyi karnıyarık yemek yapmaya kalkışmaktır..
Türban 30 yıl önce yoktu. İslami erkek politikacılar, bu sorunu adım adım inşa ettiler. Önce çevrelerinden başladılar kızları kadınları türbanlamaya.. Bu halkayı giderek genişlettiler.
Şimdi en geniş halkaya, bütün Türkiye'ye dayandılar!
***
Ali Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanı, türbanın, başını örtmenin Kuran'da yeri olduğunu söylemiyor. Bir dini yorumlama ve geleneklerin oluşturduğu bir durum olarak görüyor. (*)
Haklıdır!
Türban/tesettür, erkek ilahiyatçıların uydurdukları bir “teori”dir.
Kadim zamandan bu yana süregelen erkek egemenliğinin sonucudur. Modern zamanlarda özgürleşme çabalarına giren kadınları baskılamanın en güçlü bir aracı olarak, tesettür/türban, politik ve toplumsal bir enstrüman olarak ileri sürülmüştür...
Toplumsal bir sorun olarak inşa edilmiş, yaratılmıştır...
Türban/tesettür, gericiliğin iktidarının en güçlü süreğen bir dayanağı olarak, bütün Türkiye'ye yayılmak istenmektedir!
Gazetemizin dünkü manşeti, bu gerici iktidarın türban politikasının, zamansız olarak torbadan patlamış, göstergesidir.
Türban, Pandora'nın kutusudur!...
RTE, bunu hiç saklamıyor, sözlerine ve gözlerine bakın, anlarsınız!
Erdoğan, gericiliğin baş temsilicisidir ülkemizde!
--
(*) Ayrıca bakınız, Türban, Cumhuriyet Kitapları, Orhan Bursalı