Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Eylül 2012 Pazar

RTE ve Kongre


Bugün Ankara’daki AKP Kongresi’nin önemini vurgulamak gereksiz. Başbakan 3-4 gündür televizyon programlarında pek çoğu kendi seçkin gazetecilerinin sorularını yanıtlıyor. Bugüne kadar ancak seçim dönemlerinde rastlayabileceğimiz bir halkla ilişkiler hazırlığı ile bu programlara çıktığını görüyoruz (propaganda, şirin gözükme, giyim-kuşam-makyaj, görünüm, konuşma biçimi, gülme, rahatlık, sinirli görünmeme gibi..)
Neden diye sormayın.. Bu, önümüzdeki en az iki – en çok üç yıllık bir kısa gelecek tasarımının ilk adımı, ilk halktan beklenti girişimiydi..
Başbakan Cumhurbaşkanlığına hazırlanıyor, bu bir.. Başbakan, sanki başkanlık- yarı başkanlık sistemi kurulmuş da, bu sistemin Çankaya’ya çıkacak ilk sahibi gibi davranıyor, bu iki.. Üçüncüsü: Başbakan, Çankaya’dan Başbakanlığı (Hükümeti) yönetebileceği bir parti tasarımını gerçekleştiriyor..
Başbakan, Tüzüğe dayanarak, aslında partinin önde gelenlerinin hepsini (Mesela Arınç gibi) bir seçim adı altında safdışı bırakıyor.. Bu ona parti ve hükümeti yeniden tasarlama ve Çankaya’dan yönetim için en elverişli ortamı yaratıyor.. Bunu, şimdi, en güçlü olduğu zamanda yapıyor..
***
Üç yıllık zamanlamaya bakalım: Başbakan ve Parti Lideri 2014’de Çankaya’ya çıkacak. Başbakanlık ve parti liderliğinden ayrılacak.. 2015’de genel seçimler var.. Bu seçimlere partinin en önemli kişileri seçimlere katılamayacak.. Bu iki yıllık süre içinde, Çankaya’dan partiyi, genel seçimleri kazanıp AKP iktidarını yönetmek için herşeyi hazırlaması gerekiyor.
RTE, Başkanlık Sistemi için Anayasa’da değişiklik yapılmasını şart görür mü? Hayır, bu bugünkü Meclis aritmetiğinde en zor işlerden biri.. Meclis’de beş- on kişi daha bularak, Anayasa değişikliğini referanduma götürecek bir oy sayısı (333-367) elde etse bile, Referandumun kabulunu sağlamak için yeniden yollara düşmesi gerekiyor.. Ki, bu kez bir hüsranla karşılaşma olasılığı güçlüdür.. Bunu yapmayacaktır..
Ama sanki Anayasa’da Başkanlık sistemine geçilmiş gibi, Çankaya- Başbakanlık- Parti üçgenini yönetecek bir “organik” siyasi düzen kurma peşinde ve bunu da saklamıyor. Tabii, bu yeni düzenin anayasayı pratikte ruhen rafa kaldırmak olduğunu da söylemeliyiz.
RTE, hükümete ve partiye, bu sistemin tıkır tıkır çalışmasını sağlayacak yeni insanlar vitrine koyacak. Kurtulmuş da bunlardan biri. Yeni isimlere itiraz edebilecek güçlü konumdaki eski arkadaşları, tüzük gereği önemli mevkilerden tasfiye edilecekleri için, şimdiden “topal ördek” konumuna düşmüşlerdir ve fazla itiraz edecekleri bir durum yoktur!
Yani Başbakan’ın takvimi sanki pürüzsüz işleyecek!..
***
En önemli pürüz, Cumhurbaşkanı Gül’dür. Bu konuyu Başbakan nasıl çözecektir?
Gül, daha 7-8 ay önce “Üç Koltuk Boşalıyor” yazı dizisinde belirttiğim gibi, kendisini Erdoğan’la tam eşit görüyor. İsteği şu: Sen, varolan Cumhurbaşkanlığı yetkileriyle Çankaya’ya çıkarsın, ben de Başbakanlığa.. Başbakanlık da Çankaya’dan değil, Başbakanlıktan yönetilir..
Burada işin içine Cemaat ayağı ve yeni ittifak girişimleri bile gündeme girer. RTE’nin kafasında bu sorunun çözümü için neler dolaşıyor?..
Tabii, bütün bu takvim, bugünkü koşullar içir sözkonusudur. Mesela Davutoğlu, ilk kez Suriye ile savaşa tutulmanın faziletlerinden dem vurdu! Savaş, bütün planları çöpe atacak bir sonuç doğurabilir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi garanti midir? İki yıl sonraki koşulların RTE için ne üreteceği bilinmez. İki yıl, önümüzdeki önemli istikrarsızlık unsurları göz önüne getirildiğinde, muhalefetin de bir aday üzerinde birleşmesi durumunda, Çankaya hayalleri suya düşebilir.. Ayrıca 2015 genel seçimlerinin sonuçlarını şimdiden kestirmek de, bu nedenle mümkün değildir. Bütün denklemleri bozacak gelişmeler yaşanabilir. Bu nedenle, 2013’e kadar bir RTE- AKP yönetimi hayallari kuran siyaset yorumculara şaşıyorum. ABD’li Neocon’lar da 1990’larda “Dünyada 100 yıllık Amerikan Rüyası” kurmuşlardı.. ABD bugün tepetaklak gidiyor!
***
Başbakan’dan bugün “ön balkon konuşması” bekliyorum. “ÖN” diyorum, çünkü bugüne kadarki balkon konuşmaları seçimleri kazandıktan sonra yapılmıştı.. Şimdi, üç yıllık yüklü takvim öncesi, RTE bütün bu yönetim planlarının/tasarımlarının gerçekleşmesine yönelik olarak bir konuşma yapacak.
Üç yıla “yatırım konuşması” diyebiliriz!
En önemli vurgu, Kürt Meselesi üzerine olacak gibi. RTE’nin Kürt Meselesi çözümü-programı bilinmiyor. İktidar sadece bazı “kültürel adımlar” attı. Ama Kürtlerin gündeminde, seçmeli değil anadilde eğitim ve federatif yapılar var. Bir ay kadar önce hükümetten gazetelere yansıyan yerelde tek büyük belediye ve daha çok-güçlü yetkiler projesi, Kürtlerin federasyon dayatmasına karşı RTE’nin ilk yanıtı olacak gibi duruyor.
İmralı ile görüşmeleri başlatabiliriz, sözünü, PKK’nın giderek yaygınlaşan ve RTE iktidarını köşeye sıkıştıran terör ve katliam saldırılarını durdurmaya yönelik olarak değerlendiriyorum. RTE, üç yıllık programı boyunca Kürt meselesini çözdük çözüyoruz, böyle işler bir günde olmaz, “uyutma politikası” uygulayabilir mi? PKK da burada bir umut görürse, niye olmasın? 2010 genel seçimleri öncesinde, terörü durdurmak için sağladığı ateş kes gibi, RTE’nin şiddetli bir sessiz döneme ihtiyacı var! BDP’lileri, PKK’lılarla arazide kucaklaştı diye yargıya talimat veren RTE’nin, bizzat PKK lideri ile kucaklaşmasındaki garabeti anlayan varsa beri gelsin!
Burada Kürt meselesini çözeceğiz diye, buna yatan bir CHP’yi iyice ufalayabilir! Bu konuda CHP’ye ihtiyacı var, ama bütün diğer konularda CHP’yi boğan bir kişidir! Burada mesele Kılıçdaroğlu değil, CHP’dir!
Başka? “demokratik” görünüme önem verecektir. Üç yılın ruhu bunu gerektiriyor. Ancak unutmayalım ki, RTE ve adamlarının önceki balkon konuşmalarındaki sözde hoşgörü dilekleri, demokrasi anlayışı, demokrasiyi budama anlayışı olarak gerçekleşmiştir. RTE’den asla hoşgörü ve demokrasi çıkmaz.. Bir genel affı resmen dile getirmese de (erken) bu konuda umut verebilir..
---30 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

27 Eylül 2012 Perşembe

Gelin “Plan Semineri”ni Yargılayalım!


Evet bunu öneriyorum.. Suçlu, 2003 Martında yapılan Plan Semineri mi? O zaman mahkemeler bu semineri ve katılanları yargılamalı. Neden savcı-mahkeme Plan Semineri hakkında bir dava açmadı ve bu seminerle ilgili olarak “sanıklara” hiç bir ceza vermedi? Öyle ki seminere katılanlardan sadece 50 subay Balyoz davasına dahil edildi.. 
İddianamade Plan Semineri için orada daha önce hazırlanan darbe planının provası yapıldı, deniyor.
Balyoz davasındaki tartışmalarda şimdi gelinen nokta şu: “Peki Plan Semineri’ndeki bu konuşmalar da mı sahte?” Bunu hem Taraf’ın “önemli kişi-kişileri” yapıyor, hem de gıdalarını bu ve benzeri yerlerden beslenen okur ve taraftar kitlesi.. Bir yazımı iktibas ederek yayımlayan bir internet sitesinin altına neler yazılmış neler...
***
Hayır, Plan Semineri’ndeki bu konuşmalar gerçek. Zaten bunu suçlananlar da kabul ediyor! Üstelik bütün bu Balyoz davasında tek gerçek bu konuşmalar, çünkü hepsi resmi olarak kayıt edilmiş ve arşive kaldırılmış.. Ne biçim Balyoz darbe planı provası imiş ki, olaya resmiyet kazandırılıyor!?
Ama Balyoz davasında tek gerçek olan bu seminer ve konuşmalar yargılanmıyor,.. Yargılananlar ise sahte Balyoz planları! Toptan bir tasfiye için bu sahte senaryonun yazılması gerekirdi, çünkü Plan Semineri’ndeki konuşmalardan fazla bir şey çıkmazdı!
CD’lerindeki darbe planı tepeden tırnağa sahte çıkınca, bu sahteciliğin bütün savunucuları, ellerindeki tek gerçek olan Plan Semineri’ndeki konuşmalar için “bunlar da mı sahte?” demeye başladılar. Hayır, değil!..
***
Doğan Akın T24 internet sitesinde 30 soruda Balyoz’un ne olduğunu anlatıyor. Ruşen Çakır Vatan’daki köşesinde Balyoz davası ve cezaları konusunda “Demokrasi mi istersinzi yoksa hukuk devleti mi” başlığıyla, Balyoz davasındaki hukuksuzlukları ön plana çıkartanların demokrasiyi demokrasiyi unuttuklarını, ancak yanlış yollara başvurulmasının da meşru olmadığını savunuyor.. İki arada bir derede.. Ama ağırlığı öte yana..
Vicdanlarında hukuk ve adalet olanlar, bunları tamamen atamayanlar, “Evet bazı usulsüzlükler, yargılamada hatalar, ileri sürülen deliller üzerinde ciddi şüpheler var, ama kardeşim ortada bir de Darbe Girişimi var..” diyor. Ben buna yarım vicdan, yarım hukuk yarım adalet derim! İyi, bunu bile demeyenler ve paldır küldür bu darbedir diyerler var, buna da şükür.. Mesela C. Çandar ve O. Çalışlar gibi.
Soruyu net sormalı v enet yanıt almalı.. Yani Balyoz davasında iddia edilen bir darbe girişimi senharyosu var mı? Böyle bir girişim mi yargılanıyor?
AKP iktidara gelince Ordu içinde büyük huzursuzlukların olduğu biliniyor.. Bazı generallerin darbe yapalım biçiminde düşündükeri, bunun için nabız yoklamaları yaptıkları, Power Point slaytlar hazırladıkları.. konusunda yoğun söylenti var..
Bakın, bu söylentileri ve sahiplerini, belgeler varsa yargılamak ayrı bir konudur.. Ama sahte bir Balyoz Darbe Planı düzenleyerek insanları içeri tıkmak ayrı bir konu..
Bu ikisini birbirinden ayıracak bir bir üst düzey adalet ve vicdanımız olmalı..
***
Şimdi özellikle Doğan Akın ve Ruşen Çakır’a soruyorum:
1) Balyoz darbe planı, tamamen CD'lerde kayıtlı.. CD'lerin 2008-2009 yıllarında imal edildiği savunma tarafından kanıtlandığına göre... “Delillerde şüpheler var! CD’lerde bazı hatalar var” dersek, temel bir düşünce hatası yaparız. Bilimsel tutum şudur: Bütün kuğular beyazdır, diyelim.. Ama bir tek siyah kuğu bulunursa dünyada, bu varsayım çöker..  TÜBİTAK, CD’ler için 2003 yılında kayıt edildi, raporunu veriyor. Ama CD’lerde sadece bir “siyah kuğu” değil, binlerce siyah kuğu çıkıyorsa, yani 2003-2009 yılları arasında olaylar orada yer alıyorsa, CD’ler sahtedir ve dava ve yargılama konusu olamazlar.. Bu ilkel fikir yürütmede hem fikir miyiz?
2) Şimdi geldik işin esasına, CD'lerdeki uyduruk darbe senaryosu çöktüyse, o zaman tek yargılanabilcek olan eldeki plan semineri ve oradaki konuşmalardır.. 
4) Verilen cezaların hiç birinin gerekçesi Plan Semineri değil.. Buradan sanıklara bir suç atımı bile yapılmadı.
6) Şu ayrı bir konu, ordu içinde bazı subaylarda (Çetin Doğan da olabilir bu) AKP iktidarını bir darbe ile devirme isteğinin varlığı.. Doğrudan bunu hedef alan bir soruşturma mı yapıldı? O zaman bunu soruştursunlar... Ama 3 tane kadın sekreter dahil, yüzlerce insanı (bakın subay demiyorum!) ve ailelerini perişan eden bu yargılama ve sonucunu dünyada hiç kimseye kabul ettiremeyiz!..
Ne yapalım, ordu içinde darbeci düşüncenin kökünü kazımaya nizmet ediyorsa, değil 250 kişi, binlerce kişinin de sahtekarlıklarla defterinin dürülmesi doğaldır ve normaldir.. “ 
Böyle bir şey kabul edilebilir mi? O zaman da ülkede karşı darbeleri körüklersiniz..
Son söz.. Biz neyiz, kimiz, neden yazıyoruz, görevimiz nedir? Gazeteci kimdir? Yazan yorumlayan kimlerdir?
--
Not: Taha Akyol yazıma yanıt vermiş, yine yaptığı yanlışlıklar üzerine bir not da sonraki yazımda.. Yerim kalmadı..
----27 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

26 Eylül 2012 Çarşamba

Taha Akyol Doğru Yazmıyor


Hukukçu kimliğiyle sık sık övünen Taha Akyol, Balyoz kararına karşı tarafların tutumlarına değindikten sonra, “Ben bir hukukçu olarak AİHM’nin bu dosya ile ilgili kararını esas alan bir yazı yazmayı tercih ediyorum” diyor.. Akyol, okurlarını “hukukçu kimliği” ile (uzman!) peşinen şartlayarak, yazdıklarının tartışmasız doğru olduğu mesajını bilinç altına iletiyor..
Akyol, hukukçuya yakışmayacak ağır bir hata yapıyor..
AİHM (Avrupa İnsan hakları Mahkemesi) kararına özetle değinirsek: Çetin Doğan avukatları tutukluluk süresine itirazda bulunuyor. İtirazın amacı, yargılamanın tutuksuz yapılmasını sağlamak.. AİHM de hükümete soruyor ve yanıt istiyor. Hükümet Balyoz iddianamesinde Çetin Doğan’a yöneltilen suçlamaları gönderiyor.. AİHM de bu suçlamalara ve istenen cezalara bakarak, Çetin Doğan’ın tutukluluğunun sürmesinde bir yanlış olmadığı kararını veriyor.. Atılı suçlarla tutukluluk süresinin uygunluğunu gösteriyor sadece!
Burada AİHM yargıçları ne atılı suçların doğruluğu konusunda bir karar vermiştir ne de başka bir şey..
AİHM, bu kararını yazarken de iddianamedeki suçlamaları özetliyor.. Savcılığın ileri sürdüğü “delilleri” sayıyor. Demek istiyor ki bu iddialar karşısında tutukluluk süresinin uzun olduğu söylenemez..
Ama bizimkiler, AİHM iddiaların doğruluğu konusunda bir karar verdi, havasında yorumluyor! Tam da çarpıtılan nokta bu! Zaten AİHM süren bir davada iddialar savunmalar doğru mudur yanlış mıdır diye karar veremez. Sadece, sonucu kesinleşmiş bir mahkeme kararı hakkında başvuruları kabul eder; yargılama adil midir, atılı suçlar ve ileri sürülen deliller doğrumudur bakar, savunmayı inceler, mahkemenin kararını yargılar!
Hukukçu değilim, ama halkımız da durumu böyle bilir.. Balyoz’da henüz iç hukuk yolları bitirilmediği için, zaten AİHM’e henüz götürülemez.. Bu nedenle, AİHM’in dava konusunda bir karar vermesi de söz konusu değil..
***
Şimdi sorayım: Balyoz Mahkemesinin verdiği kararlar üzerine bir yazı yazarken, AİHM’in davanın sonucuyla ilgisiz bir ara kararını köşenize neden aldınız?
Sanki AİHM’in tutukluluk süreciyle ilgili ve tamamı iddiaları özetleyen kararını, sanki davanın sonucunu örgörüyormuş veya destekliyormuş ve sonucu imiş gibi yazmanız, nasıl bir “hukukçu” tutumudur? Yoksa bir hata- yanlışlık mı yaptınız?
Yazınızdaki darbenin beş aşaması ise, AİHM’in değil, savcılığın iddiasının özetlenmesi değil mi? Bunun doğruluğu hakkında AİHM’in bir kararı mı var?!
Yazınızda “AİHM bu iddiaların dayandığı delilleri sayıyor” ifadeniz de okuru yanıltıcıdır. Çünkü bu iddiaların dayandığı “deliller”in delil olup olmadığı da, AİHM’in bir kararına dayanmıyor. Sanki AİHM ileri sürülen savcılık delillerini “gerçek- olgu diye kabul etmiş..” havasını basıyorsunuz okura..
***
Bir çarpıtma daha yapıyorsunuz: “AİHM kararında bu iddiaların dayandığı delilleri sayıyor: Birçoğu Çetin Doğan tarafından imzalanmış 2.229 sayfa belge, 19 adet CD, 10 adet teyp kaseti, ses kayıtları...”
Sayın Akyol, iki yıldır bu konuyu izliyorsanız eğer, Balyoz iddianamesine konu olan savcılık “belgeleri” arasında, tek bir “imzalı kağıt” olmadığını öğrenmemiş olmanız imkansız. Tek bir imzalı belge gösterin lütfen!
***
Burada, kamuoyuna verilen imaj açısından bir gerçeği yazalım: Balyoz iddiaları tamamen CD’lerden oluşuyor. Sağa sola (mesela Gölcük’e!) konarak yeniden bulunan CD’ler.. tamamı 19 mudur bilemem.. terazide tartsan 50 gram gelmezler.. Hiç birinde de tek bir imza yoktur, ama The Taraf ve ekürileri, bu belgeleri imzalı diye millete yutturdu.. Siz şimdi bu yalanı yeniden iletiyorsunuz! Bütün CD’lerin de en erken 2009’da hazırlandığı, yani büyük sahtekarlık, gösterildiği halde! Biraz olayın bu yönüne de bakın!
Ama kamuoyunu yanıltmak için ‘deliller” bavul ile tanıtıldı. Bavulcu Baransu, CD’lerden aldığı çıktıları bir bavulla savcılığı götürmüştü! Vayyy belgelere bak!! Ne iş!
***
Aynı çarpıtmayı, radikalde yazan benzer türden başka bir “hukukçu” yazar da yapıyor.. Şirin Payzın’ın geçen Cuma günkü programına katılan bu kişi de, AİHM iddiaları ciddi görmeseydi, bu kararı vremezdi diye zırvaladı..
Özgür Mumcu, dünkü yazısında, AİHM’in “Çetin Doğan hakkında verdiği kararda, delillerin geçerli olduğuna karar verdiğine ilişkin yorumlar ise gerçeği yansıtmıyor,” diyor. Özgür Mumcu, uluslararası hukukçudur! Her ne kadar yazısında CD’lerde saptanan çarpıtmaların belgelenmesini, CD’lerin doğruluğu açısından “soru işareti doğurdu” gibi biraz hafife alan yaklaşımda bulunsa da.
***
Dönelim T. Akyol’a: “Ailelerden başka, sanıkları destekleyen, davanın tamamen uydurma olduğunu söyleyen, aktif bir ulusalcı taban da mevcut..” diyor.
Ayıp ediyor mu diyelim yoksa, ulusalcı kesimin salt doğruları- nesnel gerçekleri araştıran kesim olduğunu itiraf mi ediyor, mu diyelim!
Bilemedim! Siz karar verin..
---25 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

24 Eylül 2012 Pazartesi

Bir gazeteci, Bir Paşa


Gazeteci Ezgi Başaran, Balyoz davasının mahkeme dosyasını iyice didikledikten, suçlayıcı delilleri -yani CD’leri ve bunların sahteliği üzerine raporları gördükten neden sonradır ki, önceleri uzak durduğu dava üzerine yazmaya başladı. Ezgi, olguları yazmaya, dolduruşa gelmemeye özen gösterir, gazetecide olması gereken ana yön de budur. Gazeteci olarak görüşlerimizi gerçekmiş gibi olguların yerine geçirdik mi, ipin ucunu kaçırırız!
Mahkeme adını alan 3 kişilik kurulun, savcılıkla tam bütünleşik halde verdiği mahkumiyet kararından sonra, Ezgi, Radikal’da “Balyoz'da yargılama mı yapılmıştı ki?” başlığı altında ilk görüşlerini yazdı (www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1101182&CategoryID=77):
***
“..tutuklu yargılanan herkes ceza alacaktı. Belliydi. Neden derseniz… Davanın başından beri ortada ne gerçek bir savcı, ne de gerçek bir mahkeme vardı. Bir karar verilmişti. Uygulanacaktı. Çetin Doğan ve yakın silah arkadaşlarından Ankara’nın davetlerinde “İrtica geliyor” diye ileri geri konuşmanın, 28 Şubat dönemindeki girişimlerinin ve tabii görüş ve düşüncelerinin rövanşı alınacaktı. Hem rövanş almanın zevki için. Hem de tutuklanmamayı başaran ordunun geri kalan muvazzaflarına ibret olsun diye. 
Bir karar verilmişti. Uygulanacaktı.
“Türk Silahlı Kuvvetlerinin en yüksek öğrenim görmüş, en parlak subaylar serisi, türlü mercilerdeki güçlerin zihniyetine göre makbul bulunmadığı için tasviye edilecekti. Hem onlardan kurtulmak için, hem de yeni ve ‘makbul’ olanlarına yer açılsın diye. Böylelikle Kara Kuvvetleri olmasa da, Deniz ve Hava Kuvvetleri’nin önümüzdeki 20 yılına istenildiği gibi şekil verilebilecekti. Balyoz ‘yargılaması’ budur. 

“Onlarca kez yazdığım tutarsız dijital delillerden, delil değerlendirme bölümünün atlanmasından, atanmayan bilirkişilerden, dinlenmeyen kilit tanıklardan bahsetmek istemiyorum… Mahkeme heyeti dahil herkes biliyor. Evet herkes biliyor ki, Balyoz davası hukuki manada meşruiyeti olan bir dava değildi. Dünyanın hiçbir medeni hukuk devletinde bu haliyle görülmesine imkan yoktu. Aslına bakarsanız, ilk duruşmadan sonra devam etmesi sivil toplumda infial yaratırdı. Fakat bizde öyle olmadı.
“Bunda manipülatif haberler yapan gazetelerin, gazeteci benzeri muhtelif kişilerin, söz konusu asker olduğu için ilkeyi, hukuku, prensibi unutan kalantor gazeteci-yazar abilerin sessizliğinin, tembelliğinin, korkaklığının payı çoktur. Halbuki Balyoz davasının ne olduğu, delillerin ve iddianamenin nasıl bir ‘modus operandi’ ile hazırlandığı ilk etapta görülseydi, sonrasında gelen Oda TV, KCK, Devrimci Karargah ve Fenerbahçe davaları başka türlü yürürdü… Bu dava da yıllar içinde büyük bir ayıp ve vicdansızlık örneği olarak Türkiye’nin midesini bulandırmaya devam edecek. Eminim.”
***
“Kalantor gazeteci-yazar abiler”in mahkumiyetten sonra ne yazacakları da belliydi tabii ki.. Hepsi “Bu karar orduya bir ders olsun” diyordu.. Hukuk? Delil? İnsan? Suç? Ceza? Bunların, hiçbirinin gözünde zerre kadar önemi olmadığı biliniyordu. Siyasi cellatlığa destek verdiler, bu hepsinin yüz karasıdır.
İçimizden bazıları da davayı bilmeden yazıp çiziyor, bu cezalar, Plan Semineri ve oradaki konuşmalara göre verilmedi. Plan Semineri suç olarak ortaya konmadı! Sahte CD gereğince cezalar verildi! Artık bunu bilmeden kimse yazı yazmasın!
***
Bir genç gazeteci araştırıp Balyoz üzerine yazarken, bir emekli paşa, Hilmi Özkök, kararı veren hakimleri kucakladı. “İşte demokrasi” manşetini atan iktidar gazetesine verdiği demeçte diyor ki: “..bir vatandaş olarak gözlemime göre mahkeme heyeti titiz davrandı, tanıklar dinlendi, bilirkişi gereğini yaptı, o nedenle adil yargılama olmadı diyemem..”
Özkök, davayı gözucuyla izleyen, kamuoyunda yaratılan algının esir aldığı bir kimse gibi! Sanıklara 2003 martına ilişkin yöneltilen tüm suçlamaların 2009 yılında yazılan bir CD’de kayıtlı olduğunu da mı duymadı? 3 sivil memure bile “darbeci” olarak 16 yıl ceza aldı!
Özkök, bir darbe girişimi olduğuna inanıyorsa, bunu net söylemeli, belgeleri de ortaya koymalı. Biz de diyelim ki, yahu işte gerçekten darbe girişimi varmış, paşa da bunu önlemiş.. Sahte CD’leri bir kenara bırakırsak, Plan Semineri’ndeki konuşmaları dava edebilirlerdi, ama bunu yapmadılar, çünkü bu konuşmalardan 365 subayı darbeci diye yargılayamazlardı! Evet komutanlarda büyük rahatsızlık vardı, ama darbe yapılacak uluslararası ve ulusal ortam hiç te yoktu.. İyiki de yoktu!!!
Hukukçu değilim lafının, sadece ve sadece, cezaları onaylamak için kullanılan bir bahane olmaktan öte bir anlamı yok.. Öne sürülen suçlamaların dayandığı delillerin sahteliğini görmek için, ey Paşa, hukukçu mu olmak gerekir! Sadece göz, kulak, vicdan.. sahibi ve okuyor olmak yetmez mi! Ezgi ve daha niceleri, hukukçu mu araştırıcı mı? Siz nasıl araştırıcı olmadan orduyu yönettiniz?
Paşa, kasabın etine soğan doğramak için, kararın verilmesini bekliyormuş.
Soğanı anladık da şu eti görelim Paşa, eti!
***
Sosyal medyada bir iktidar palyaçosu diyor ki: dava delilleri sadece tartışılanlar kadardır, iddiasına inanılması isteniyor.. Zekamızla alay etmeyin”
Olay budur. İtiraf da budur.. Yani Balyoz kararları, ortada olmayan “deliller”e göre verildi. Yani inançlara, isteklere, önkabullere göre!
Hey biz hangi yasadan konuşuyoruz? Anlaşılan, iktidarın cebinde kimsenin bilmediği bir “özel yasa-hukuk” bulunuyor..
Şunu resmen açıklasalar ya.. Soytarılarına söyleteceklerine!
--24 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

23 Eylül 2012 Pazar

Kara Gün


(Dikkat, argo sözler içerir, 20 yaşından küçükler, buna kızacaklar ve duyarlılar okumamalı, peşinen uyarıyorum!)..

Aslında The Taraf gazetesinde ilk yayınlandığı an başladı Kara Gün! Fatih Camii Bombalanacaktı, gibi alçakça manşetler atıldı. Bütün medya bunlarla sarsıldı yıl boyunca... Tutuklanan 365 subayın cezaları, daha o gün, o manşetlerle kesilmişti! Tutuklanacakların isim listeleri hazırlanmıştı, ister yurtdışında olsun, ister Kocatepe’de, ister sualtı komandosu olarak sualtında.. Hayır nerede oldukları önemli değil, önemli olan, üzerine kedilerin bile işemek fırsatı bulmadığı ve köpeklerin bile sıçamadığı, kimsenin görmediği, kağıt ve imza olarak hiç bir zaman var olmayan, hiç bir subayın elinden geçmeyen, on kuruşa satılan siktirik CD’lere isimlerinin yazılı olmasıydı.. (Gözünü seveyim Behzat Che)..
 Hepsi bu.. Herşey tam ve mükemmel gibi hazırlanmıştı.. Türk Aklı’ndan beklenmeyen bir şekilde! Emniyet ve yargının-hukukun içine iktidarın adamları önceden yuvalandırılmıştı. Özel yetkili mahkemelerin temeli taa 2005’de atıldığına göre, aslında bu hazırlığı o yıllara dayandırabiliriz.. Bu mahkemelere kazaen bulaşmış veya sahneye konan tiyatrodaki rolünü reddedenler, zaman içinde de bir bir ayıklanacak ve emirleri- talimatları yerine getirecekler kalacak-atanacaktı: Kardeşim buraları bir karşı ihtilal mahkemeleridir, defterler, kişiler, ordular dürzülecektir.. Ya gerekeni yaparsın ya da bassssar gidersin! Yani hukuk mukuk takmayacak ve imansızlardan-vicdansızlardan oluşacak bir tezgah..
Tabii, komploların bütün protokolleri de hazırlanmıştı.. Önceden kotarılan Ergenekon davası bunun ilk provasıydı.. O süreçte gazeteci kılığındakiler, ne namussuz roller üstlendi! Bugün, tıpkı Balyoz’da olduğu gibi, Ergenekon’a konu olan bütün süreci bu kez gerçeğiyle yeniden kuracak (rekonstrüksiyon) kuracak “araştırmacı”lar aranıyor. Çünkü, Ergenekon davasındaki olayların medya-kamuoyunda kurgulanması da baştan aşağı sahte, namussuz ve aldatıcı..
Beyler burada hukuk, dava, yargılamadan bahsediyoruz.. içeri tıkılan insanlardan.. Askeri darbeler başka bir mesele! Gidin gerçek darbelerle hesaplaşın, kıçınız yiyorsa! İki tane sandalyelik generali sorgulayacağınıza, 12 Eylül’e yol açan olayları, bu olayları tezgahlayanları, NATO’nun kontrgerillasını, kitlesel katliamları, MİT’ini, Emniyetini ve o dönemin siyasilerini ve olayların içindeki rollerini hele bir araştırın! ABD’yi araştırın, bizim çocuklar başardı diye Pentagon’a neden mesajların gönderildiğini! Yiyorsa tabii! (Sosyal medyada bir izleyici, acaba Balyoz kararlarından sonra da ABD elçisi bizim çocuklar başardı, mesajı gönderdi mi, diye sordu! Kimbilir belki de bu mesajı iktidardan biri çekmiştir!)
***
Tezgahların zamanlama ve çizelgelerine göre, sırayla sürü sepet subaylar içeri atılacaktı! 365 kişi! Yukarıda tam ve mükemmelmiş gibi, dedim, en mükemmel yoktur! Bir sahtekarlık yaparsanız, izinizi bırakırsınız! 2009 yılında hazırladıkları ve “Balyoz Darbe Planı” adını verdikleri büyük sahtekarlığın kokuları erkenden ortalığı kapladı. İnsan olanlar burnunu tutarak dolaşır oldular! CD’lere “Darbe planları 2003 yılında hazırlandı” süsü- kayıtı verirseniz, çuvallarsınız..
Burada, bu aptallığı nasıl yaparlar sorusunu yöneltmek zorundayız. 2009 yılında 2003 yılını kurgularken, 2004-2009 arasına ait olayları nasıl koyarsın? 2009’da kayıt edilmiş bir CD’yi, 2003’de kaydedilmiş gibi nasıl gösterirsin? Yanıt: Ya yukarıda övgü düzdüğüm Türk Aklı’nın kendi başına ancak bu kadar çalışabildiğini ve gelip boka sardığını söyleyeceğiz, ya CİA desteği olmadığını ve varsa bile onların da çuvalladığını... Veya da bunu hiç umursamadıklarını..
Davaların dayandığı CD’lerdeki rezilliklerin ortaya çıkartılmasına rağmen (Merhaba Dani ve Pınar!), bu utanmaz kararlar verilebildiğine göre, (Günün olayı, kararlardan önce heyetin önüne robokopların dizilmesiydi, bu bile suçluların korunma içgüdüsünün dışa vurumuydu!), demek ki umurlarında değildi! 
Herhalde şöyle düşündüler(!): Komplolar ortaya çıkmışsa ne olmuş yani, ne âlâ muallâ! Bu komploları hazırlayanların sarfettikleri bunca emek, saat, işgücü, bunca ev basmalar, sorgulamalar, iddianameler, yargılamalar... bütün bunlar boşa mı çıksın!!!
***
Dünkü yazılara baktım, utandım diyemeyeceğim: OÇalışlar mesela, önceki günkü yazısında (Radikal) yeterli bulmuyor bu tür davaları ve düzenbazlıkları. Daha etkili yöntemler arıyor! İnsanlara darbe tuzağı kurulmuş olması, aynı eküriden sayılabilecek yazarların umurlarında değil. Önemli olan ordunun darbeciliği.. İflah etmez bir kin ve nefret; subay olsun da TSK olsun da ne olursa olsun, hepsi ortadan yok olsun, ipe çekilsin.. Subay olmak başlı başına bir suç! İnsan hakkı-hukuku arayanlar ve geçmişte bundan muzdarip olanların, başkalarına yapılan bu insansızlığı onaylamaları yok mu!
Diyorum ki, bu tür insanlığın-anlayışın içine edeyim..
İçimizden birileri de diyor ki, kurunun yanında yaş yanmamalı.. Ulan bu dava düzmece ise, yargılananların hepsi kuru, bir tane yaş gösteremezsin! Düzmece mi değil mi, önce buna karar ver.. Komploculara göre tabii ki gerçek..  Ortada durma, sağdan soldan yiyeceğin omuzlarla devrilip gidersin..
Kara Gün dedim başlıkta.. 
Türkiye için tabii ki, gelecek için, hukuk için, demokrasi için, düzülen insan hak ve özgürlükleri için.. yargı için, evet yargı için Kara Gün... bakalım bu kara günün üstesinden Türkiye nasıl gelecek..
--23 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

21 Eylül 2012 Cuma

Türkiye’yi Tepeleme İktidarı


Bir dost mesaj attı, AKP CHP’yi terör mahkemelerine teslim ederse çok gülerim demiştim son yazımda.. “Aslında ağlanacak bir durum,” dedi ve ekledi: İktidar kendisine sürekli düşman seçiyor, yaratıyor ve onunla savaşıyor...
Bugün gelin, dostumuza teşekkür ederek, açtığı kapıdan girelim!..
RTE ve “akilsiz” adamları, 10 yıl içinde kendilerine kaç ve kimleri düşman seçti ve onlarla mücadele etti, ediyor?
Toplumu tepeden, tabandan, derinden dönüştürmenin yolu, düşmanlarla mücadeleden geçer bu tür iktidarlar için. Geçmişteki totaliter rejimlere, Almanyaya falan bakın..
Sayalım düşmanlarını:
***
Hukuk: Halledildi mi? Tabii ki, tepeden tırnağı ve tamamiyle.. (Şüphesiz ki belirleyici, karar verici organ, kişi ve özel mahkemelerle..) İktidarı boyunca savaştı hukuk-yargı yapısıyla.. Yargıyı baş düşman ilan etti! En sonunda, kestirmeden bir referandumla, işi uzatmadan bir vuruşta bitirdiler yargının-hukukun işini.. Sadece doğrudan talimatla yönlendirdikleri özel yetkili mahkemeler değil, “düşmanların işini” her türlü belden aşağı ama hukuki olmayan araçlarla bitirecek, normal mahkemeler de yarattılar.. Örnek mi istersiniz, İzmire falan bakın!
Üniversiteler: Halledildi mi? Tabii ki, tepeden tırnağa ve tamamen! Üniversiteler iktidarın en büyük düşmanları arasındaydı! Bugün üniversite yapısı tamamen çökmüştür. Liyakat falan hak getire, kubura atılmıştır bu tür “söylenceler”.. Adamı olmak, imamcı olmak, hatipçi olmak, bütün bu siyasi gerzekliklere boyun etmek yeterlidir.. Türkiye üniversitelerini toparlamak mümkün olabilir mi, nasıl olur bilemiyorum.. Bunun çok örneğini vereceğiz...
***
Ordu: Halledildi mi? Şüpheniz mi var! Hele hele Ordu, baş düşmanlar arasında birinci sıradaydı! Kaç yıldır savaşıyorlar Ordu ile! Ergenekon, Balyoz, Zır Vadisi.. say sayabildiğiniz kadar.. Andıçlar! Islak imza zevzeklikleri! İstanbul’da fuhuş ve casusluk davası zırvalıkları..
Ve İzmir’den yürütülmekte olan başka bir askeri casusluk ve fuhuş davasıyla da, bu kez denizin işini tamamen bitiriyorlar! Ne kadar seçkin subay varsa, tasfiye! Bu iktidara seçkin, uzman, kaliteli olmak gerekmiyor, imamcı olmak, hatipçi olmak, tam bağımlı olmak gerekiyor. Odun ol, ama adamı ol! Son bir koramiral içeri atıldı! Toplam 93 kişi!
CHP bir rapor hazırlamış görmedim, deniyor ki Bir orduda 400 casus olur mu? TSK bugüne kadar bu 400 casusu bilmiyordu ise, tek suçlu Genel Kurmay Başkanlığıdır. En kritik bilgisayarların imajları alınması nedeniyle ileri askeri gizlilikteki çok sayıda belge polis ve savcıların elinde..”
TSK’nin bütün savunma belgeleri ortalıkta.. Ne adam kaldı ne gizlilik.. Bu raporlar nerelerden kimlerin eline geçiyor, bilene aşkolsun!
Yukarıda bir genel kurmayı tutuyorlar, geçici olarak, çünkü sanki herşey yolundaşmış, hiyerarşik yapı işliyormuş vb gibi bir görüntüyü ayakta tutmanız lazıfm. Ama, karargahın altındaki neredeyse bütün subayları temizliyorlar. Yani Genel kurmayın altı tamamen oyulmuş vaziyette... Bu nasıl iştir, siyasi olarak anlamak mümkün de.. Doğrudan oyulan kurumların bu konuyu anlamamalarına gelde şaşma! Tabii CHP dahil!
Medya: Olayın tam içinde olduğum ve çok yazıp çizdiğimiz için, susuyorum! Ana akım medyadan hala ayakta kalmış gibi görünen ve gazetecilik yapma işaretlerini arada sırada verenlere bile dayanamıorlar. Dört bir koldan, onu neden verdin, bu haberi neden öyle gördün.. Baskı üstüne baskı.. Şimdi Demirören’in gazetelerini seyretmeye başladık.. Ama Sözcü ise alıp başını gidiyor! Millet ana akım medyadan kaçtı oraya buraya sığınıyor! Medyanın yüszde 70’den fazlasını kontrol ediyorlar! Bu bile yetmior, yüzde yüz seslerini işitiyor musunuz?
Eğitim: Başından beri eğitimle, Bay Muktedir’in çok sık dile getirdiği Hazreti Eyüp sabrı ile uğrayıp durdular. “Laik eğitim” yıkılması gereken bir dümandı, geldiklerinden beri öyle.. Adım adım, gıdım gıdım, bazen bir kaç darbe ile... Ve sonunda bir yasayla bitirdiler işini eğitimin..
***
Ve CHP: CHP iktidarın en baş düşmanı haline geldi. Baş dümanları yıktıkça, artık bütünüyle CHP’ye yüklenebilirler.. CHP’yi etkisizleştirmek için her yolu deniyorlar. Zaten CHP’nin içinde de, durumu görmeyen veya teslim bayrağını çekenler ortaya çıkmaya başladı..
Bay Muktedir, ıcığını cıcığını çıkartıyor CHP’nin sıra, bu parti nasıl ve neden kuruldu, ülkeyi batırmak için mi söylemine geldi.. Bunu da söylüyorlar zaten..
Yazıyorum şuraya: AKP’nin son baş düşmanı CHP’dir.. Ciddi anlamda diyorum: Düşman! CHP’ye vurdukça dökülenleri toparlayacak, kaçanlar ve teslim olanlar olacak...
Adamlar ülkeyi tepeden tırnağa tepeliyor, bazıları da bunu, parlamenter sistemin normal politik oyunu olarak görüyor.. Birileri “Silivri falan, bunlara hiç bulaşmayacaktık” diyor..
Yani ülkeyi, halkı, hak ve hukuku, demokrasiyi, Cukmhuriyet kurum ve kuruluşlarını.. savunmayacaksın da. Ne savunacaksın kardeşim..
Sıra CHP’ye geldi.. Bakalım nasıl ayakta duracak.. Zaten kaçt tane sivil kurum kaldı ortalıkta?
Hiç atlamayalım: İktidarın bir başka başdüşmanı daha var, dışarıda: Suriye!
Savaşçı iktidar ve lideri, dışarıyı boş bırakır mı!
---18 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Haksızlığın Tepe Noktalarında


Mustafa Balbay, Tuncay Özkan’a 16 celse, Doğu Perinçek’e son savunmaya kadar duruşmalara katılmama cezası veren bir mahkeme, öyle anlaşılıyor ki şunu istiyor yargılananlardan: Bütün haksızlıklar, beş yıla yakın süren hukuksuzluklar ve uyduruk suçlamalar karşısında sesini yükseltmeyeceksin, elini kolunu kaldırmayacaksın.. Ses çıkarmayacaksın.. Otur-kalk, tuvalete git-gel, kımıldama, konuşma, sesini yüksetme, haksızlıklara karşı direnme...
Ya ne yapacaksın? Boynunu eğeceksin, ellerini dizlerinin üzerine koyacaksın, her gün günde beş rekat özür dileyeceksin hatta bunu bir namaz gösterisine dönüştüreceksin.. Mahkemelerin arkasındaki güçlere, özellikle Pensilvanyaya beş rekat selam göndereceksin.. Aflar dileyeceksin..
Hukuk ve yasalara dayanarak hak aramak, bütün iddiaları çürütmek, vicdanlarda hiç bir kımıltı yaratmıyorsa, insanlığın tarihsel en büyük dramlarından biri sahneye konmuş demektir.. Dersiniz ki, insanlık, bu kötülükleri hem de en bayağısından çok yaşadık! Gözlerimizin önünden, bugüne kadar yaşanan bütün ahlaksızlıklar, düşmanlıkların filmi geçiyor.. Bugün seyrettiğimiz perdedeki görüntülerin öz itibariyle geçmiştekinden farkı nedir?
Söylüyorum, yargılamalar işkenceye dönüşmüştür, uzun zamandır. Bu tiyatroya kim dayanabilir?
***
Balyoz davası, tıpkı bugün sahte dijital delilerden çöken Odatv davası gibidir.
Davanın tek bir delili yoktur! 365 subay – subay emeklisi, ailelerin bize ilettikleri bilgiye göre, belki de Cuma günü ağır cezalarla karşılaşacaktır.. Aileler soruyor: Orada verilecek karar içinize siniyor mu?
Mahkeme, sanık ve avukatların ortaya koydukları bütün deliller ve iddianamayı tam bir tuvalet kağıdına dönüştüren savunmaları karşısında, susuyor, kaça güreşiyor.
Sanık ve avukatları, Vardiya Bizde Platformu adına Evren Özdemir diyor ki:
Deliller değerlendirilmedi, en önemli tanıklar dinlenmedi, tümü dijital belgelerle kurgulanmış davada mahkeme tarafından teknik bilirkişi raporu alınmadı ve iddianamedeki 1560 maddi hata ve 23 teknik bilirkişi raporu masumiyetimizi ispatlamasına rağmen yakınlarımız yılardır tutuklu olarak yargılanmaya devam ediyor.. Üstelik, durum buyken, bu hafta sonunda muhtemel bir hükümle de karşı karşıya kalacaklar.
Söylediklerinde tek bir yalan-yanlış yok! Böyle bir durumu bir mahkeme mahkemeyse nasıl kabul edesilir? Bütün “Sır” burada!
Özdemir diyor ki, mahkemeden bazıları için olumlu hüküm de çıkabilir.. Evet, mankeme ya bugüne kadarki yargılama yöntemine, amansız davranmasına, savunmanın delil-inceleme vb isteklerine tek bir yanıt bile vermeme tutumuna zerre kadar toz kondurmayacak, hepsine “suçlusunuz” cezasını bastıracak.. Ya da bugüne yattıklarını yeterli görüp uyduruk suçtan bazılarını suçsuz görecek ve salıverecek.. Geride “işte darbecilerilen başı” diye gösterme cesaretinde bulunabileceği komutanlara basacak cezayı...
Zerre kadar kukum yok, işte yazıyorum buraya, beraat dışında verilecek bütün mahkumiyet kararları, en son noktada, mahkemeye rücu edecektir.. Düşünüyorlar ki kim öle kim kala!
Soruyarlar sanık yakınları: Bu kararlar kimin içine sinecek?
***
Sanık yakını İrem Kutluk diyor ki:
*Birçok ulusal ve uluslararası bilirkişi raporlarıyla gerçeklikleri şüpheli hale gelen dijital delillerin mahkeme tarafından atanacak tarafsız bir bilirkişi heyeti tarafindan tekrar incelemesi için defalarca yapılan taleplerin tümü reddedildi.
*Sanıkların aylar boyunca yaptığı savunmaların bir satırı bile dikkate alınmadı, iddianamenin kopyası şeklindeki ve çoğu sanığın reddettiği Esas Hakkındaki Mütalaa henüz tüm sanıkların ön savunmaları bile tamamlanmadan kabul edildi.
*Tüm sanık ve avukat taleplerinin reddedilmesi üzerine avukatlar adil yargılanma yapılmadığı gerekçesi ile duruşmalara girmeyi reddettiler.
*Avukatların duruşmada olmadığı gerekçesi ile sanıklara söz bile vermeyen mahkeme, son bir karar ile avukatları olmasa da sanıkların son savunmalarını yapmasına karar verdi.
*Böyle olmakla birlikte heyet duruşmaları geciktirenin sanıklar ve avukatları olduğunu iddia ediyor.
*Sahte olduğunu iddia ettiğimiz CDleri kimin hazırlamış olacağı ile ilgilien ufak bir ŞÜPHE uyanmadı heyette. 
*İşte, davanın sonuna tüm bu olumsuzluklarla birlikte geldik.. Soru işaretleri ile dolu bu süreç sonunda mahkemenin vereceği anlaşılan hüküm/karar İÇİMİZE SİNEBİLİR Mİ?
***
Sinmez, kimsenin sinmez, beraat dışında bütün kararların şaibeli olacağı konusunda sanık ve yakınlarında ve toplumda mahkeme sürecinde oluşan kanaat budur..
---20 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

17 Eylül 2012 Pazartesi

Hakikatlere Dayanılamaz! Meraklı Asker Konusu Eğitim Cehalet Üretecek


Bugün 3 konuya özleriyle değineceğim.

Afyon’daki Katliam ve Mantıksızlık
Kılıçdaroğlu Afyon’da cephanelik patlamasında sabotaj olasılığında israrlı. Çok güçlü bir nedeni var: Bir asker pimi meraktan pimi çekmiş olamaz. Meraktan pim çekmek bence de yüzde 99’luk değil sadece yüzde 0,1’lik bir olasılık olabilir. 
Kimse meraktan pim çekmez, bir çocuk bunu yapabilir, ama hele hele asker! Bunu meraktan yapabilecek asker sadece aptalın aptalı olabilir. Orduda en basit bir zeka testi de mi yapılmaz veya aptalın asker olduğu mu anlaşılmaz?
TSK ve iktidar başka bir neden bulmalı, bu tutmadı. Unutmayalım ki, şahitsiz bir durum var, elde bilginin sıfır olduğu bir olayda, kimse, meraktan pim çekti gibi bir olasılığa %100 sarılırsa komik duruma düşer. 
Eğer güçlü ve mantıki bir neden bulunamıyorsa, yapılacak tek şey, benzer olayların olup olmayacağına bakmaktır. Bu tür irili ufaklı olaylar gerçekleşirse, bugün akla gelen sabotaj savı büyük güç kazanır. 
O zaman da, PKK bu kez Kürt asıllı askerlerin askere alınmaması, onlara şüphe ile bakılması gibi rezil bir ayrılıkçı süreci tetikliyor demektir.

Silivri’yi Kabul Edemeyiz
Silivrideki esareti, bütün haksız davaları, Balbayların, bilim insanlarının, subayların orada haksız yere tutulmaları, üstelik 5 yıla varan tutuklamaları, insan hak ve özgürlüklerinin bu şekilde ayaklar altına alınmasını kabul edemeyiz.. Sanki herşey normal seyrediyor gibi, oysa insan, hukuk, yargı, özgürlükler hergün her saat katlediliyor..
Esaretten yükselen sesleri duyuyor muyuz vicdanlarımızda ve yüreklerimizde? Buradaki yargılamaların elle tutulur hiç bir yanı yönü yoktur. Bunu kabul edemeyiz, sanki herşey hukuki imiş gibi görünen aslında illegal böyle bir durumu ülkemizde reddetmeliyiz. Elden ne gelir mi? Ulusal ve uluslararası güçlü bir muhalefet nasıl yükseltilir?
Bütün bu davaların son zinciri olan Odatv davasında Barışların tahliyesi, aslında bütün davaların üzerinde kurulu olduğu zemini çökertmiştir..
Mahkemelerin giderek hakikatlar karşısında dayanacak güçleri kalmamaktadır! Bu davalarda verilecek cezalar, aslında yargıçların kendilerine verdikleri cezaya kısa sürede dönüşebilecektir.
Zindanların kapısı açılmalı, bütün bu haksızlıklara son verilmelidir.. 
Hukuk, adalet, yargı, insanlar, toplum... neredesiniz?

Eğitime Reddiye
İktidarın acele ile kendi eğitim sistemini bütün ülkeye dayatması, ülkenin geleceği açısından karamsar ve karanlık bir dönemi yeniden tetiklemiştir. Eğitim, kalitesi açısından zaten yerlerde sürükleniyor. 
Eğitim derken, bilimsel eğitimden bahsediyoruz! Bilimsel bilgiden.. Yani bu dünyaya ilişkin bilgiden.. Dünyada yarış, rekabet, üstünlük tamamen bu çerçevede sürerken, Türkiye şimdi yeni eğitim sistemi ile bu yarıştan iyice kopacaktır. 
Bir ülkenin en büyük zenginliği yurttaşlarının kalitesidir, bilgisidir, üretkenliğidir, yaratıcılğıdır.. Ekonomiye, topluma büyük katkısıdır.. Dikkat edin bu saydıklarımın hepsi bu dünyaya ilişkindir. Refah, zenginlik, üretim.. bunların hepsi somut ve dünyevi konulardır.
Batı ülkelerinde, Kore’de Çin’de Rusya’da.. “ülkeyi nasıl daha çok dincileştirebiliriz” biçiminde bir yarış mı var? Yoksa her alanda üretkenliği arttıracak insan kalitesini durmadan geliştirme yarışı mı var?
Türkiye zaten eğitimin kalitesinde en geri ülkelerden biriydi, şimdi ise yarıştan tamamen çekiliyoruz! İslam dünyası zaten batının istediği gibi sürüklediği, parçaladığı, yönettiği, kafasına vurduğu bir dünya.. Biz de şimdi hızla onlara daha çok benzeyeceğiz.. Dini eğitimle hiç bir uygarlığı yakalayamazsınız..
Türkiye eğitim sistemi şimdi kaliteli bir azınlığın mezun edecek, ama yüzde eğitimde 80-90 kalitesiz kitle üretecektir.. 
Siyaset, siyaset adamı, esas olarak bir büyük çoğunluğun içinden çıkacak ve bu kitleye dayanarak ülkeyi yönetecektir.. 
Bu sarmal iyi bir şey üretmez.. İktidar yeni eğitim sistemiyle kendini, kendi düşüncesini, kendi ikitdarını üretecek kitleler istiyor. Savaş bu mihverde sürüyor.
Burada soru: Bu açmazdan hiç mi çıkış yoktur? Bu kalıbın içine girmek istemeyen aileler ne yapabilir? Diğer aileler nasıl etkilenebilir? Bu konu tartışılmalıdır, yoksa koyun gibi dayatılan bu sistemi kabul edeceğiz..
--17 Eylül 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet