Dün Odatv davasını izledim, zaman
elverdiğince. Yalçın Küçük’ü
dinledim, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun savunmalarını /
talep konuşmalarını okudum. Müyesser
Yıldız’ın konuşmasını da mahkemeden canlı yayın (tweetter) ile izliyorum! Soner Yalçın.. Hanefi Avcı?! İçeridekilere el salladık..
Dışarıdaki gazetecilerden Ayşenur Arslan, Melih Aşık, Zafer
Arapkirli, Hakan Aygün... ile sohbet ettik. Cumhuriyet’den “mahkeme emekçileri”
(Meriç Velidedeoğlu, Şükran Soner,
Zeynep Atayman, Ahmet Sungur, Özlem Yüzak) oradaydı.
Hem içeride hem dışarıda olan Ahmet Şık, Nedim Şener, Doğan Yurdakul ve
Çoşkun Musluk tabii ki oradaydı.. Gördüklerim ve görmediklerimle..
Ertuğrul
Özkök
yoktu (Kai’sinden zaman bulamamıştır!), Ahmet
Hakan da yoktu, herhalde Soner’le
hapishanede konuştum derdi..
Sabah ve diğer büyük gazeteci takımını orada görmek zaten söz konusu
olmazdı.. Bir tek genel yayın yönetmeni vardı da ben mi görmedim?
Ama, Tuğçe
Tatari gibi özveriyle destek verenlerin yanısıra, işi olan ve olmayan çok
sayıda gazeteci kız, kadın, erkek, genç, yaşlı yığınla oradaydılar...
Herkes Odatv sanığı sanki; herkes Barışlar,
Sonerler, Müyesser’ler ve diğerleri!
Dünyada tutuklu 170 kadar gazeteci var,
bunların yarısından fazlası Türkiye’de, içeride olanların sayısı 97
kadar...Türkiye basın tarihi, gerçekten böylesine büyük bir toplu zulüm
görmemiştir!
***
Bir isyan dalgası egemen içerideki ve
dışarıdaki arkadaşlarımızda ve ailelerde. Mahkemenin aylar önce talep ettiği
TÜBİTAK’ın bilirkişi dosyasının gelmemesi, sinirleri bozdu.. Hey TÜBİTAK, neden
göndermezsin, içeridekilerin dışarıya çıkmasını engelleyici bir tutum olarak mı
görelim bu tavrı! Yoksa sağlıklı, bilimsel bir değerlendirme yapamayacak
durumda mı uzmanlarınız, veya bunu yapmak istemiyorlar mı, en azından böyle
yazıp mahkemeye gönderebilirdiniz! Hey TÜBİTAK, içeride canlar var!
***
Ama, mahkemenin tutuklu arkadaşlarımız
hakkında karar vermesi için TÜBİTAK’dan gelecek bilirkişi raporuna ihtiyaç mı
var?! Duruşma salonunda Yalçın Küçük’ün
öğlene kadar konuşmasının can alıcı vurgularından biri buydu! Bütün dava o
kadar düzmece ki, savcının iddianamesi, polisin uyduruk raporları..
Mahkemenin karar vermesi için, bilirkişi
raporuna ihtiyacı sıfır.. ayrıca dosyada çok sayıda bilirkişi raporu bulunuyor!
Hakimleri bilirkişiler mi yönetecek yoksa dosya içeriği ve vicdanları mı?
Yargılanan arkadaşlarımız, avukatları ve
devletin cemaatin, bürokrasinin kasıtlı zulmüne uğrayan eski Emniyet Müdürü
Hanefi Avcı, aslında iddianameyi paçavraya çevirdiler. Hem içerik, hem iddia,
hem teknolojik olarak! Bu yeni değil! Dünkü duruşmada da, fazlasıyla bunu
tekrarladılar..
***
Davayı izlerken düşündüm, acaba yargıçlar ve
hatta Savcı, Yalçın Küçük’ün, Barışların, Soner’in, Müyesser’in ve Avcı’nın
dünkü konuşmalarıyla suçlamaları delik deşik etmeleri karşısında, hangi gerçek
duygular içindeydi..
Vicdanın, hukukun, adaletin mahkeme salonunda
durmadan yankılanan seslerine, daha ne kadar dayanmak mümkün, diye kendime sordum!?
***
Karşımdaki Heyette derin bir vicdan ve
muhasebesi mı vardı? İç sesleri bana şunları söylüyordu:
“Geçiniz
kardeşim bunları, siz de biz de biliyoruz ki, bu davada yargılandığınız
iddiaların hepsi palavradır.. savcının ileri sürdüklerinin iler tutar tarafı
olmadığını biz de biliyoruz; bize ders veriyorsunuz, ama ne körüz ne de sağır..
Bu davanın siyasi bir yargılama olduğunu hepimiz biliyoruz... Bizi de buraya
oturttular, bunların defterini dürün diye. Ama dürülecek defter bile kalmadı
ortada... Bugünün sonunda hepinizi serbest bırakacağız.. Sonrası ise sen sağ
ben selamet.. bu davayı en iyisi uzattıkça uzatmak.. sonra başka kimselere
devretmek.. Bitirirsek, bu dava da bizi yargıç olarak bitirir.. Bugünün yarını
da var, devran döner bizim üzerimizde kalır herşey...”
Yargıçlarla gözgöze geldim, evet bu sesleri
yükselerek yankılanıyordu!
--- 19 Haziran 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder