CBT Gündem sayı
1342, 7 Aralık 2012
Ekonomi profesörü Bilsay
Kuruç’ın liderliğinde geçen yıl başlatılan, aslında ülke için önem taşıyan
ama siyaset için hiç önemsiz görülen/ sayılan planlama kurultaylarının ikincisi
dün başladı, bugün de (7 Aralık) Ankara Üniversitesi Rektörlük 100.Yıl
Salonu’nda sürüyor: 21. Yüzyıl İçin
Planlama.. Kurum olarak, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi (KAYAUM) kurultayın
düzenleyicileri…
Bu yılki ana konuları yazalım: İlk gün şu konular
vardı: Enerji Alanında Sorunlar
ve Planlama (Cengiz Göltaş, Necdet Pamir, Olgun Sakarya,
Oğuz Türkyilmaz.. Ve Sanayi Alanında Sorunlar ve Planlama (Oktar Türel, Dr. Serdar Şahinkaya, Yavuz Bayülken, Oktay Küçükkiremitçi.
Bugünkü programa bakıyorum: Sanayi ve
Enerjide Planlama İçin Kurumlaşma, Model ve Politika Önerileri (Ali Ekber Çakar, Çağlar Güven, Çelik Kurtoğlu, Aykut Göker.. Sat 14:00-16:30
arası da Genel Değerlendirme var: Mahmut Kiper, Sencer İmer, Oktay Küçükkiremitçi, Oğuz Türkyılmaz, Mustafa Sönmez..
***
Geçen
yıl Mayıs ayında gerçekleştirilen kurultayın ilki 21. Yüzyılda Planlamayı Düşünmek adını
taşıyordu ve şu konular tartışıldı:
Planlama ve Piyasa Tartışması, Ulusal (İktisadi) Planlama; Ulusal
Toplumsal Planlama; Ulusal Bölgesel Yerel Planlama; Tarım Planlaması; Sanayi ve
Teknoloji Planlaması; Enerji, Çevre ve Ulaştırma Planlaması..
***
Bilsay
Kuruç, amacın içinde bulunduğumuz yüzyıl için ülkenin rotasını tartışmayı
amaçladıklarını belirtiyor. Mümtaz
Soysal, geçen yıl yapılan Kurultay ile ilgili yazısında şunları
belirtiyordu:
“Yaşadığımız ekonomik
modelin bu ülkeye özgü olmaktan çok dünya ile uyum sağlamak düşüncesine
dayandırıldığını ortaya koymakta. Yaklaşık 30 yıldır uygulanan böyle bir
modelin dıştan kaynak aktarımı ile dışalıma ve dışa kazanç aktarımına dayalı
olduğu açıkça belli.”
Böyle
bir modelin sürdürülebilir olmadığı, büyük miktarlarda dış borç biriktiğinde
veya cari açığın gayri safi milli hasılanın yüzde 10’una yaklaştığında kriz
alarmlarının çalmasıyla ve büyümenin yüzde 3’lere düşürülmesiyle kesinlik kazanan
bir olgu. Ekonominin çarklarını sürekli olarak sermaye ve mal-hammadde
transferiyle döndürebilen bir ekonomik sistem, eninde sonunda zor duruma
düşüyor.
Kalkınmasını
tamamen piyasaya terkeden bir ekonomik sistem yerine, küresel ekonomileri de
dikkate alarak, sanayisine ve kalkınmasına planlı olarak yol gösteren bir
sistemi devreye sokarak, sürdürülebilir bir ekonomi oluşturabilir. Özellikle de
yeni teknolojileri dikkate alan, orta ve yüksek teknolojilere doğru evrilmeyi
hızlandıracak bir planlama düşüncesinin, politikaya egemen olmasını sağlamalı
ülke. İktidarın bu yolda bir düşüncesini ne yazık ki göremiyoruz.
Ankara’daki
toplantı, sadece iktidarlarca onyıllardır çöpe atılan, ilgili geniş çevrelerden
de çoktan uzaklaşan planlamayı düşünmek olgusu, yeniden gündemlere girebilir
mi?
En
azından, bu yolda çabaların eksik olmadığını görmek, belki günün birinde bir
kıvılcım etkisi yaratabilir düşüncesiyle, takdire değerdir.
Gelecek
Cuma yeniden birlikte olmak üzere..
KUTU
ORTAÇAĞ VE GÖRKEMLİ KİLİSELER VE
TÜRKİYE
Ayasofya, Notre Dame, Aziz Piyer Klisesi, Dom
Kiliseleri, Milano Katedrali ve Avrupa'daki diğer tüm görkemli kilise ve katedraller Ortaçağ'da yapılmıştır. Ortaçağ, din
kullanılarak halkın sömürüldüğü dönemin adıdır.
Zamanın tek üretim ve
değer kaynağı olan topraklar, kilise ve soylular arasında paylaşılmıştır. Tüm
Avrupa'nın gerçek egemeni Papa'dır.
Papa'nın takdis etmediği kral tahtına çıkamamakta, aforoz ettiği tahtını
kaybetmektedir. Tarlalarda köle (serf) olarak çalıştırılan halkı, papazlar
"efendilerine hizmette kusur etmezlerse öteki dünyada Cennet'e
gideceklerini" söyleyerek uyutmaktadır.
Gelinler gerdek gecelerini kocalarıyla
değil, efendisi soylu ile geçirmek ve kızlığını ona armağan etmek zorundadır.
Kiliseye göre bunun dine aykırı bir yönü yoktur! Papazlar ve soylular arasında,
fazla beslenmekten dolayı damla (gut) hastalığı yaygındır. Halk ise
açlıktan ölmektedir.
Bu sömürü ve ahlaksızlık düzeni Aydınlanma Devrimi ile sona ermiştir. Bundan sonra yapılmış olan
kiliseler, sokaktaki diğer evlerin arasına sıkışmış basit yapılardır. Çoğunun
çan kulesi de yoktur. Ön duvarındaki küçücük haç olmasa kilise olduğu bile
anlaşılamaz.
Ülkemizde görkemli
camiler yaptırma yarışının başlamış olması, Cumhuriyet'le başlamış olan
Türk Aydınlanma Devriminden ortaçağa
dönüşün göstergesi olabilir mi?
Prof.Dr.Süleyman
Çelik- Samsun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder