Sakin
akan bir su kenarında oturmuş alemi seyrediyormuşum duygusu veriyor insana, Güldal Mumcu’nun İçimden Geçen Zaman’ı. Güzel bir isim koymuş. Bir cinayet belgeseli, kitap. Yüksek ses,
bağırış yok kitapta. Dil sessiz. Çünkü cinayetin kendi çığlığı ve cinayet
çevresinde dönenin, olan bitenin haykırışı zaten yeri göğü tutuyor!
Cinayeti başlıbaşına bir dünyanın yıkılışı
sayarsanız, sonrasında olanları..
...MİT’çisinden genel kurmay başkanına,
emniyet müdüründen iç işleri bakanlarına, başbakanından başbakan yardımcısına,
gazetecisinden bazen hukukçusuna ve televizyon programcısına, savcısına,
yargıcına, adalet komisyonuna, DİSK’çisine..
...sürü sepet insan ve makamın davranışını,
tutumunu, düşüncesini, acizliğini, zavallılığını, pek çoğunun utanmazlığını ve
rezilliğini ve özel görev üstlenmişliğini ve kavrayışsızlığını..
...fikir ileri süren çoğu insanı, devleti ve
on para etmez görevli adamlarını seyrettikçe..
...duru ve sessiz akan suyun üzerindeki
hepsinin suretlerinin ve kırık dökük gölgelerinin, cinayetten çok önce yerle
bir olmuş bir dizi dünyanın yıkıntıları içinde raks edişini seyrediyorum.
Cinayetin, olayın farkında olanlarıyla,
olmayanlarıyla, emri verenleriyle ve uygulayıcılarıyla, kolektif bir şebekenin ortak bir eylemi olduğunu görüyorsunuz.
Kitapla ilgili hiç bir ayrıntı vermeyeceğim.
Ama bu belgeseli izleyin diyeceğim. Ben yeşillikler içinde ormanda akan duru
bir suyun kenarına oturarak olayı seyrettim ve herşeyi suyun içindeki
üzerindeki gölgelerde izledim.. Siz nasıl okursunuz, bilemem..
Güldal Mumcu’ya bu belgeseli bütün
çıplaklığıyla izlettiği için, sadece teşekkür ederim.
Urfa’dan Harvard’a
Çoşkun
Özdemir: damarlarında kanı deli akar ve çoğumuzdan gençtir. Toplumsal muhalefetin
adıdır, haksızlığa isyancıdır, aktivisttir, devrimcidir, göstericidir, yumruğu
havada gezilecek zamanların insanıdır... Ve bütün bunların yanısıra bir düşünce
insanıdır Özdemir. Sözünü sakınmaz biri..
Uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve yaşadığımız
günleri, olayları, isimleri de kapsayan kitabı, Urfa’dan Harvard’a, geçekten hak ettiği ilgiyi görüyor. Çoşkun
hocamı izlemek, Cumhuriyet’i yaşamaktır, değişimini gelişimini görmektir,
ihanetleri izlemektir bir anlamda.
Bir portreler geçitidir hocanın kitabı.
Kalemi şaşmaz ve noktayı koyar. Sol’u da, Silivri’yi de, RTE’de demokrasiyi
gören liberalleri- eski solcuları da.. gericiliğin sola karşı bütün
kepazelikleri orada.. Cumhuriyetin Urfa’sını çarpıcı anlatır. Cumhuriyet’in
büyük dönüştürücü gücünü simgeler adeta! Bugünkü Urfa’da ve pek çok benzeri
kentte zerresi kalmamış bir dinamizmi hissedersiniz..
Bugünü düşünerek, 1930’larda öğretmen
kızlarımızın- kadınlarımızın toplu fotoğrafına, büyük bir hayranlıkla ve
dakikalarca bakabilirsiniz, fotoğrafı evinizin duvarına beşe on metre
yansıtasınız gelir (s.33).. Bugünün Urfalı kadın hastası ise psikolojik
rahatsızlığını ve içe-eve kapanışlığını kendisine “tohtur bey ben ne deniz görmüşem, ne kuş ne ağaç, ben hiç bir şey
görmemişem” diye anlatır.
Genç Cumhuriyet dönemini anlatırken Çoşkun
hoca “yoksulluğumuz aydınlanmanın ve ilerlemenin motoru oldu” saptamasıyla, bugünkü yoksulluğumuzun
ise nasıl gericiliğin, tutuculuğun, kaderciliğin kalesine dönüştüğüne ne güzel
gönderme yapıyor!
Kitabı okurken ve yer yer karıştırırken, bir
baktım Hocam Filistin’e bile gitmiş, Kaddumi ve Arafat’la görüşmüşler Tabib
Odası Başkanı olarak! Bunu bana anlatmamıştı! Çoşkun Hoca, anılarını hep
olayların içinde örüyor, birden karşınıza Doğramacı da çıkıveriyor veya
Erdoğan’ın demokrasi getireceğine inanan, örneğin B. Ersanlı ve benzerleri de!
Hocam, nörologtur, emeklidir ama biliminden
hiç kopmamıştır, kas hastalıklarında bütün yeni gelişmeleri izler, dünyayı
gezer, kendini hep taze tutar. Kas Hastalıkları Derneği’nde hastalarıyla bütünleşir.
Henüz çaresizlikten kıvranan hastaları sömürerek ve bütün varlıklarını emerek
dolandıran akademik ünvanlı sahtekarların da sıkı takipçisidir. Yakalarına
yapışır.. Kitap Kaynak Yayınları’ndan çıktı!
-- 9 Aralık 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder