10 Temmuz 2018 Salı / Bilim ve Siyaset -
Cumhuriyet
Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne tayin edilecek isimlerin
liyakata göre seçileceği, konusunda uzmanlara vb rol verileceği, hem RTE hem
medyacılarınca vurgulanıp durdu.
“Liyakat göre” ne demek bilmiyorum. En azından sözlüklere
kavramsal içeriğine baktığımızda herkesin üzerinde fikir birliği edebileceği
açıklamalarla karşılaşırız.
Ama liyakat nedir sorusuna çeşitli siyasi- ideolojik kamplar
şüphesiz ki, kendi ölçüm birimlerine göre yanıt vereceklerdir. Kendi çevresine bakacak,
yahu galiba şu en iyisi diyecektir.
Veya belki de Cumhurbaşkanı “hem iyi – başarılı olacak hem bizden ve hem de bana tabi olacak” diye bir kriter
uygulayacaktır. Veya politik- ekonomik duruma göre bazı vitrinlik seçmelerde
bulunacaktır.
Gördüğünüz gibi layık olanı seçme bir kuru gürültüdür.
Ama bunu Cumhurbaşkanının seçimi için değil, genellikle başka
hükümet kuruluşlarında üç aşağı beş yukarı benzer davranış biçimi olarak
görürüz.
Cumhurbaşkanının kimleri atayacağını bilmeden yazıyorum, ilkelerin
tartışıldığı bu yazı için hiç de önemli değil kimleri atayacağı.
Fakat bol lafı edilen “layık olan atanacak” dedikodusunun,
zaten normal yönetimde de zerre işlemediğini biliyoruz.
Mesela üniversitelerin başlarına atananlar konusunda “layık
olan” kuralını işletmeniz mümkün mü?
Botanik Bahçesi örneği
Buradaki anlayış, layık olmakla zerre ilişkisi olmayan, bize bağlı, bizden, bizim dediklerimizi yapacak
olan, biçimindedir.
Mesela İstanbul
Üniversitesi’nin elinden Botanik
Bahçesi alınıyor, koca bir bahçe bilimsel bağlamından kopartılıyor, Diyanete
verilerek gezinti, keyif bahçesine dönüştürülüyor.
Bu durumda üniversitenin başında olan Rektör’ün önünde tek
yol var: Botanik Bahçesi için savaşmak. Tabii eğer kendini üniversiteye,
değerlerine, bilime, tarihine bağlı hissediyorsa..
Ama değil; Rektörlüğün böyle
bir eylemini - düşüncesini görmedik. Siyaseten atanmış olduğu için, gelen emre
boyun eğip Botanik Bahçesi’ni siyasete hediye ediyor, bahçenin kafasını kesiyor
yani.
Bilim mi siyaset mi ikilime içinde, siyasetin kararlarını tercih
etmek, üniversite ve bilim için kabul edilebilir bir şey değil. Bir bilim
kurumu başındaki yönetici bilimi seçmek zorundadır. Bunun tartışılacak tarafı
yok.
“Siz atarken kötü, biz atarken iyi”
Başka bir şizofrenik durum
daha var iktidar için: Ülkemizde bilimi güçlendireceğiz diyorlar mesela. Ama
üniversitelerden, içeriğini benimseyin veya benimsemeyin, bir bildiriye imza
attıkları için “barış akademisyenleri” bir bir atılıyor, sayıları 404 oldu son
KHK ile!
İktidar bir yandan “tek tip akademik yapı kuruluyordu” diye
söylenip duruyordu, ama şimdi kendisi bir tek tip yapı oluşturma çabası içinde.
Farklı görüşlere, daha bir sert şekilde ortaya çıktıkları zaman, tahammülü yok.
Oysa bizzat Cumhurbaşkanı, geçenlerde
kaybettiğimiz değerli İslam bilimi tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin için gazetelere verdiği ilanda, Sezgin’in 1960 Askeri
yönetimince üniversiteden atıldığını vurguluyordu. Üniversiteden akademisyen
atılmasına ciddi karşı olan insan, bugünkü atılmalara da karşı çıkar ve altına
imzasını koymaz. Ama öyle mi?!
Üstelik bir yandan da
“üniversitelerimizde bilim insanı eksiğimiz var” demeçlerini vereceksin!
Tek istediğim, atılan
akademisyenlerin, başka yerlerde, dışarıda mesela, evrensel bilimsel
araştırmalara imza atarak, bu iktidarı derinlemesine mahcup etmek. Veya
protestosunu böylece en güçlü bir biçimde göstermek!
Sadece diyeceğim şu: Güçlü
ideolojik siyasi yapılanmalarda liyakat sistemi yoktur, işlemez. Lider ve
adamları vardır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder