obursali@cumhuriyet.com.tr
Ataerkil yani erkek egemen toplum çok sonraları adeta yazgı oldu. Dünya “annelerin reis olduğu” koşullardan, erkeklerin üstelik kaba, şiddet dolu reisliği altına girdi. Bu haftaki Herkese Bilim Teknoloji (HBT) dergisinin ana konusundan bahsediyorum. Etkileyici bir derleme sunuyor dergi.
Mirasın anadan kıza geçtiği dönemlerin yaşandığı 160 saptanmış “anasoylu” toplum gördü yeryüzü.
Bugünkü dünyada kaldırılması için mücadele edilen cinsiyet eşitsizliği dünyadaki pek çok sorunun da kaynağı. Hele ülkemizde! Kadın cinayetlerinden tutun kadınların her türlü istismarına kadar uzanan felaket bir tabloyu yaşıyoruz. Üstelik 6 yaşında kızlarla evlenmeyi meşrulaştırmaya çalışan, hepsi erkeklerce yönetilen dini tarikatların, cemaatlerin (kadın imam ve müezzin bile yok!) üstelik devlet ve iktidar eliyle toplumu bir örümcek ağı gibi sarmasının kapıları açılmışken ülkemizde cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelenin koşulları giderek daha ağırlaşıyor.
KADIN SOYLULUK NE ZAMAN DEĞİŞTİ?
Kadınsoylu toplulukların bazılarında tanrıçalara tapıldığını, güç ve etkinin kadınlar ve erkekler arasında paylaşıldığını, mesela Gana’daki “anasoylu Asante topluluklarında liderliğin kraliçe anne ile seçilmesine yardım ettiği bir erkek şef arasında bölüşüldüğünü” okuyoruz...
Çatalhöyük Araştırma Projesi’ni 2018’e kadar yöneten Stanford Üniversitesi’nden arkeolog Ian Hodder diyor ki “Çatalhöyük’te yapılan insan kalıntılarının analizi, erkeklerin ve kadınların aynı beslenme biçimlerine sahip olduğunu, içeride ve dışarıda yaklaşık aynı süreyle zaman geçirdiklerini ve benzer işler yaptıklarını gösteriyor. Cinsiyetler arasındaki boy farkı bile çok az...”
Fakat bu eşitlik giderek bozuldu; Avrupa’ya, Asya’ya, tüm dünyaya yayıldı. Okuyoruz: “Antropologlar ve filozoflar, tarıma geçişin, erkekler ve kadınlar arasındaki güç dengesindeki bozulmanın ‘eşik noktası’ olup olamayacağını irdeliyor. Bilindiği üzere tarım çok fazla fiziksel güce ihtiyaç duyuyor. Çiftçiliğin doğuşu da aynı zamanda insanların mülkleri elinde tutmaya başladığı zamana denk geliyor. Bu teoriye göre, bazı insanların diğerlerinden daha fazla mülke sahip olmasıyla ‘seçkin taraf’ ortaya çıkarken, bu durum, erkekleri de servetlerinin meşru çocuklarına geçeceğinden emin olmak istemeye itti. Böylece erkekler, kadının özgürlüğünü de kısıtlamaya başladı.”
BUGÜN ERKEK DE SÖMÜRÜ ARACI!
Yale Üniversitesi’nden antropolog James Scott’a göre, “İlk toplumlarda yaşayan seçkinler, kendileri için fazla kaynak üretecek ve devleti savunacak, hatta gerekirse savaş zamanlarında hayatlarından vazgeçecek insanlara ihtiyaç duyuyordu.”
“Bu noktada nüfus seviyelerini korumak, aileler üzerinde kaçınılmaz bir baskı oluşturdu. Zamanla genç kadınların, daha fazla bebek sahibi olmaları beklendi ki büyüyünce savaşacak oğulları olsun...”
Tarihçi Gerda Lerner: “O zamana ait yazılı kayıtlar, kadınların liderlik dünyasından yavaş yavaş kaybolduğunu, anneliğe ve ev emeğine odaklanmak için ev içine itildiğini gösteriyor. Kadınlar koca evine taşınınca da sömürü ve tacize karşı savunmasız hale geliyor, zaman içinde ‘kocalarının malı gibi’ davranılmasına yol açan katı bir düzene dönüşüyor. Zorla evlendirme dönemi başlıyor, bugün bile tahminen 22 milyon kadın zorla evlendiriliyor.”
Erkekler bile bu düzende dezavantajlı, çünkü hepsi birden toplumu sömüren ve semiren üst sınıfların kontrolünde ve hizmetinde!
Unutmadan: Tektanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla birlikte ataerkillik perçinlendi. Bugün özellikle İslam ülkeleri bunun en uç noktasında yaşıyor.
Fakat dünya yeni bir döneme girdi. Toplumsal cinsiyet eşitliği hareketleri yükseliyor. Kadınlar artık ülkemizde bile erkeklerin soyadını taşıma mecburiyetinden kurtuluyor.
HBT’de ayrıntılar çok fazla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder