Zor bir konu, herkes bir açıklama yapmaya çalışıyor, bu insan nasıl
kazanır diye. Olayın pek çok yönü var şüphesiz, önümdeki Brando Milanoviç’in
kazançlar kayıplar üzerine bir grafiği duruyor. 1988-2008 arası, yani
küreselleşmenin 20 yılda dünyayı çok hızla küçük köye dönüştürdüğü sürecin sonundaki
durumu gösteriyor:
Asya ülkelerinde orta sınıfın gerçek gelirleri muazzam artar ve orta sınıf
genişlerken, ABD ve Batı Avrupa’da denk düşen sınıfların gelirlerindeki
göreceli düşüyor. Bu yeni değil, 2005 yılında bu saptamalar yapılmaya
başlanmıştı. Eğer Trump’ın seçimini ABD’nin 10 yıldır boğazını sıkan ekonomik
bunalımla, yoksulluk ve işsizlikle vb açıklamaya kalkacaksak, Obama’ya mı
fatura kesilmeli yoksa 2001-2009 başkanı Bush’a mı.
Ekonominin rol oynamadığı bir seçimi düşünemeyiz.
Güçlü fırtına esiyor
Fakat dünya siyaset arenasında epey bir süredir yaşadığımız çarpıcı
gelişmelerle, Trump gibi “aykırı” bir adamın seçilmesi olayını neden
bütünleştirmeyelim: Güçlü bir fırtına, kurulu düzen parti veya liderlerini
köklerinden koparıp sarsıyor.
Karşı çıkan çok olacak, ama ben sıralayayım. Trump ile Yunanistan’da Çipras’ın (Syriza Partisi, radikal sol
koalisyon) ve İspanya’da Podemos partisinin lideri Pablo İglesias’ın büyük atağı, Fransa’da ve Almanya’da aşırı
milliyetçi ve koruyucu partilerin hızla yükselmeleri arasında bağ var.
Önemli olan bu parti ve kişiler arasında “fikir benzeşmeleri” olup olmaması
değil, bunları hangi fırtınaların yukarılara çıkardığı.
Trump daha önce iki kez bağımsız olarak başkanlığa adaylığını koymuş
biri. Sonra Cumhuriyetçilere iltihak ediyor ve partiyi ve partinin kurulu
düzenini de epey kasıp kavurarak başkan oluyor.
Kilit saptama:
Çipras, tahteravallinin iki tarafında yıllardır oturan iki klasik
partiyi böyle tasfiye etti. Podemos bunu deniyor. Fransa’da Jean Marie / Marine
Le Pen’ler de.. Ve AfD (Almanya İçin Alternatif ).
Sarsılan bir kurulu siyasi düzenle karşı karşıyayız.
Küreselleşme, ABD’yi zayıflattı, güçsüzleştirdi. Sistemi sarstı.
Buradan Çin ve Kore fırladı. Hindistan bilgisayar- yazılım alanlarında
gelişti. Uzakdoğunun hemen bütünü, ABD
ve Batı’nın üretim üssü oldu. Kaliteli markaların büyük ölçekli ama ucuz üretimi
oralara kaydı. Sadece Samsung’un, Kore’nin milli gelirinin yüzde 22’sini
sağladığını yazayım mı?
Bilim ve teknoloji üretme silahını Doğu da ele geçirdi. Konu çok yönlü.
Ancak başlıklarla ilerliyoruz.
Bir tez: “Dünya değişmedi”
* Dünyaya hala egemen olan, hadi 250 yıllık diyelim, sanayi toplumunu
aşma krizini yaşıyoruz.
* Evet, bu süreçte çok değişiklik oldu; çeşitli siyasi, düşünsel,
ekonomik, bilimsel teknolojik devrimler yaşandı.
* Ama dünyada geçerli temel
gerçekte bir değişiklik olmadı. Yani dünyayı ve ülkeleri yöneten anlayış
aynı kaldı: Uluslar- devletler arasında kapitalist rekabette bir değişiklik
yok.
* Nüfuz bölgeleri oluşturma mücadelesi alabildiğine sürüyor. Piyasalara
egemen olma mücadelesi eskisi gibi. (Mesela Rusya-Batı’nın Ukrayna üzerinde
mücadelesi)
Ve..
* Savaşlar.. Ülkeleri (başta 1,5 milyarlık İslam ülkelerini)
gerektiğinde parçalayarak birbirine kırdırma politikasına aynen devam.
Bu şüphesiz kapitalizmin mantığıdır.
Eski dünyanın krizi
Dünya yüzlerce yıldır böyle. 250-300 yıldır süren “sanayi toplumu”nu,
bunun yaratıcısı kapitalizmi bu dünya aşacak mı?
Yaşadığımız sarsıntı, “eski dünya”nın krizidir. Her ne kadar Trump gibi
bu eski dünyanın insanları bu sarsıntıyla iktidara geliyor olsa da.
Bir ilk aşamadayız sanki: Yeni’nin, “yeni dünya”nın arayışı.
Eski dünyanın, bunalımlar, sorunlar çıkınca işlemeyen klasik
“demokrasi” yöntemi – sistemi- anlayışı eninde sonunda bitecek.
Yeni dünya, kendi yeni “demokrasi” anlayışı ile doğmak zorunda.
“Bilgi Toplumu”, bu yeni
toplumun ekonomisi ve buna uygun demokrasi sistemi ve anlayışının arayışı
olacak gibi...
12 Kasım 2016 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder