İkinci Dünya Savaşı sonrası “Doğu-Batı” arasındaki en büyük çatışma
“demokrasi- özgürlük- refah-mutluluk- bireysel girişim” ile
“sosyalizm-komünizm- toplumsallık” arasında yaşandı. Sonucu biliyoruz: Sovyet
bloğunun çöküşü, Batı Demokrasisi’nin ve dayandığı temel olan kapitalizmin
zaferi..
Çin başka bir deneyim yolunda ilerliyor: Çin Komünist Partisi, kapitalizmi kapitalizm yapan neredeyse tüm
araçları kullanarak, bireyin girişimciliğini, yaratıcılığını, üretkenliğini
(kapitalizmin en önemli silahı) ekonominin ve toplumsallığın içine katarak,
büyük bir sıçrama yaptı. Önünde kimse duramıyor!
Büyük bir ilgiyle izlediğim ve anlamaya çalıştığım bir laboratuvardır
Çin.. Bireyi reddeden, bireyi tamamen araçsallaştıran ve oldukça
önemsizleştiren bir Sovyet tipi rejime karşın, bireye kalkınmada büyük rol
veren bir Çin Komünist Parti deneyimi… Amacım Çin değil burada. Başka bir
analiz o.
En büyük silah: refah!
Batı’nın demokrasisinin zaferinin en büyük silahı, refah toplumuydu. Bu
silahla Sovyet tipi rejimi çökertti. Batı’da bolluk, Sovyetlerde kıtlık..
üretim azlığı… üretimde çuvallama.. Şu fıkralar dolaşırdı: Kadın mesela
Moskova’da bir markete girer, et reyonunu sorar. Tezgahtar, “yanlış geldiniz, burası yumurta yok reyonu,
et yok reyonu tam karşı tarafta,” der…
Batı/demokrasi/kapitalizm, refah ve bol üretim demekti.
Şüphesiz emperyalizm de. Piyasalar üzerinde egemenlik, dünya üretim ve
ticaretini güdüleme..
Büyük ölçekli üretimler, satın alma gücünün giderek artması, birey hak
ve özgürlüklerinin giderek genişlemesi, imrenilen ve dünyaya dayatılan bir
“Batı demokrasisi” modeli ortaya çıkarttı. Her ne kadar toplumsal eşitsizlikler
önemli ölçüde söz konusu olsa da, büyük kitlelerin tüketici (canavarı)
kılınması ile, rejim için ana sorun çözülmüş oluyordu. Mesele “Kardeşim ne satın alamıyorsun”a
indirgenmişti.
Batı Demokrasisi, parlamenter sistem, temsili demokrasi… Tabii kuvveter
ayrılığı… Refah toplumuna dayalı demokrasi, hukukun üstünlüğü (ve basın özgürlüğü) olgusunu da yarattı ve
rejimin baştacı etti.
Refah tıkandığında, demokrasi ne olur?
Şu soruyu o büyük cicim ve bal aylarında kimse sormadı:
Peki Refah Toplumu tıkandığında,
durduğunda veya hatta gerilemeye başladığında, demokrasi ne olacaktı?
Sanki refah “sonsuza kadar yükselen bir grafik”ti.
“Refah”ın da temel dayanağı olan “Büyüme”
de süreklilik arzedecekti.
Oysa daha 1960’larda çok önemli bir rapor “büyümenin sınırları”nı
vurguluyordu!
Büyüme ve refah, insan yeteneğini, buluşlarını, yeniliklerini, bilimsel
ve teknolojik devrimlerini, aynı zamanda insan emeğini, toprağı, doğayı,
havayı- suyu, toplumu sömürüye dayanıyordu.
Bu sonsuza kadar uzanabilecek ve sürdürülebilecek bir şey değil. Bu
durumu sürdürülebilir kılacak bir “teknoolji yaratmak” da mümkün değil.
Büyümenin sınırı, refahın da sınırıydı.
Kaybetme korkusu
2006- 2008’de patlayan ve hala süren büyük ekonomik kriz, “Refah
toplumu”nun sonunu getirdi mi? En azından 10 yıldır öyle! Hareket, biraz, Batı
ile arasında büyük ekonomik, toplumsal açık bulunan biz ve diğer gelişmekte
olan ülkelerde.. Onlar da, büyük paranın piyasalardan çekilmesi ile zor
durumda. Bir kısmında çöküş bile yaşanıyor.
Bu açığı kapatmak için bütün bu ülkelerin yönetimlerinde gerekli zeka,
yetenek, toplumsal duyarlılık, vatan ve halk sevgisi, ülke için siyaset vb var
mı? Genellikle yok veya bir kısmında var. Bizde?
ABD ve AB ülkeleri varolan refah düzeyini koruma peşindeler.
Yapabiliyorlar mı? Genellikle hayır, duraklama ve gerileme var. İşsizlik var.
mutsuzluk var..
Ve de güvensizlik!
Neye güvensizlik? Sahip olduğunu, yani edindiği refahı kaybetme korkusu.
Batı dünyasında yükselen “yabancı düşmanlığı”nın önemli nedenidir bu
“varolanı kaybetme” korkusu… “Yabancı”, yani mülteci hücumunun bu kaybetmeyi
arttıracağını düşünüyor Avrupalı.
Peki demokrasi bunun neresinde?
10 Temmuz 2016 Pazar / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder