9 Ocak 2020 Perşembe / Bilim ve
Siyaset - Orhan Bursalı
Şu an kimse savaşmak istemiyor, ama şimdiki bu
durum büyük bir savaş tehlikesinin geçtiği anlama gelmiyor.
Evet, Birinci Dünya Savaşı bir Sırplının
Saraybosna’da Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun veliahtını ve eşini öldürmesiyle
tetiklendi. Büyük kapışma için ortam hazırdı ve neredeyse herkes birbiriyle
hesaplaşma içindeydi. Bu hesaplaşma Avrupa ülkelerinin emperyalist genişleme
yayılma potansiyelinin gerçekleştirilmesine yönelik bir kıvılcım ile patlaması
ile ateşlendi.
Avusturya Macaristan Sırbistan’a, Almanya
Rusya’ya, Fransa Belçika’ya, İngiltere Almanya’ya savaş açtı. Sonuçta, Osmanlı
dahil 4 imparatorluk çöktü, bir dizi yeni devlet kuruldu. İkinci Dünya Savaşı
Hitler’in Avrupa’yı esir alma ve buradan dünyayı yönetme savaşıydı.
Emperyalizmin saldırganlığı arkasından dünyayı bölüşmeye dönüştü.
Ya bugün?
Bugünkü koşullarda dünyada gerektiğinde savaş
açacak, savaşacak, birbiriyle hesaplaşacak devletlerden ziyade, savaşın kaynağı
olabilecek tek devlet var: ABD... Nedeni de dünya egemenliğini kaybediyor
olması.
Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında Almanya
odaktı. Yenilen ve bir türlü yayılamayan genişleyemeyen bir güçtü. İki kez
tepelendi.
ABD ise dünyanın efendisi rolündeydi ve hem
doların egemenliği hem ticaretteki üstünlükleri (ve ekonomisindeki büyük ve
yenilikçi egemen patlamalar) nedeniyle büyük bir sömürü mekanizmasını yönetti.
Ayrıca önemli coğrafyalarda darbelerle ve savaşlarla bu imparatorluğunu
sürdürdü.
ABD’yi
aslında Roma İmparatorluğu ile kıyaslayabiliriz. Büyük genişlemeler
zayıflama ve çöküşleri de beraberinde getiriyor. Roma İmparatorluğunu kimse bir
kaç darbe ile çökertmedi. 500 yıl (MÖ 1. Yüzyıldan -MS 395’e kadar) yaşadı, bu
tarihte ikiye bölündü, Batı Roma 90 yıl kadar daha yaşadı ve Germenler son
darbeyi indirdi, Bizans ise 1000 yıl daha yaşadı ve Fatih de onu bitirdi. Acılı
ve sancılı bir uzun zamanda yok oluş.
Amerikan muhafazakarları, biz Roma olmayacağız
diye 1980’ler sonrasına soyundu. Ve bu yüzyılı Amerikan yüzyılı ilan etti...Ama
çökmeyecek (zalim) imparatorluk yoktur. Tarihin
en önemli dersidir bu. İkinci ders,
gerilemeyecek ve üstünlüğünü başka ve başkalarına kaptırmayacak bir güç de
yoktur. Eşit olmayan bir gelişme yasası sessiz sedasız varlığını sürdürür.
Çin bu yasanın ürünüdür diyebilirsiniz..
ABD’yi geçmeye başlaması da ikinci dersin günümüzde gerçekliğini yeniden
göstermesidir.
Gerilmeyi
kabul edecek mi?
Geçen yazılarımda şunu sormuştum: ABD küresel
çöküşünü sineye çekecek ve imtiyazlarını adım adım kaybetmeyi ve devlet olarak
“normalleşmeyi” kabul edecek mi?
Çin savaşmak isteyen bir güç değildir. Adım
adım büyük iktidarı eline geçiren bir güçtür. ABD’ye de bu gelişmeyi kabul
ettirmeye yönelik bir politika izliyor. Kapitalizmin ticarette üstünlük, mali
üstünlük (finans silah), bilim teknoloji ve patentlerde üstünlüğü kesin ele
geçirme ve yer yer bunu gerçekleştirme, yeni teknolojileri daha ucuz ve daha
kaliteli yapma gibi egemenliğin başlıca silahlarını ele geçirmektedir.
ABD’nin gerilemesinin nedeni de budur. Trump
içe kapanık ekonomi politikalarda kendi ülkesini ayakta tutmaya çalışmaktadır.
Bu artık mümkün değil. Trump’ın tüm küreselleşme süreçlerini tersine çevirmesi
gerekir ki, bu mümkün değil, hayat tersine çalışmıyor! Burada olsa olsa,
Amerikan dev şirketler ABD’nin giderek bağımsızlaşarak birer dünya şirketine
dönüşmesi söz konusu olabilir, bu tamamen başka bir dünya düzeni gerektirir.
Ama gelişme Çin milliyetçiliği yolunda ilerliyor.
Soru
ortada: ABD bu gerileyici kabul edecek mi? Bir Roma olacak mı? Jandarmalığından
vazgeçerek, bu kez ticaretin ve ekonomilerin daha dengeli bir düzende
sürdürülmesi, dünyada daha eşit ekonomik ilişkilere gündeme getirerek, bu
yollarla Çin’i frenlemeye mi yönelecek. (Bu yol aklına bile gelmez bir
emperyalist gücün..)
Bir büyük
küresel veya belki de büyük bölgesel savaş günümüzde kısa sürede belki de
beklenmemeli, zaman ve koşullar bunu dayatabilir..
Ama yine
de bilmiyoruz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder