Dün Cumhurbaşkanını dinlerken, bir kez daha
düşünce özgürlüğü konusunda ülkenin nasıl sıfır
noktasında seyrettiğini yeniden düşündüm.
Bir azınlık akademisyen grubuna, bir bildiriye
imza attı diye hayat karartılmak isteniyor. Nedeni, bildirinin PKK’nın
saldırılarından söz etmeyerek ve salt devleti ve iktidarı suçlayarak, “terör örgütüne destek verdiği” anlayışı
imiş. Böyle bir şey olur mu? Terör suçu somut bir olaydır. Hukuk, kanıta dayalı
olduğu sürece hukuktur, yasadır, adalettir.
Kanıtın zerresinin olmadığı bu konuda,
benimsemediğiniz görüş açıklandı diye, devletin tepesinden başlayarak eliniz
altındaki bütün güvenlik güçleriyle saldırıya geçmek ve üstelik adaleti de bu
zorbalığın aleti yapmak, neyle açıklanabilir?
Önce
tutuklat, sonra yasa çıkart
Düşünce özgürlüğü, şiddete çağrı içermediği
ölçüde her şeyi kapsar. Ve bu özgürlük Anayasanın da yasaların da teminatı
altındadır.
Şimdi el altında baskı aracına dönüştürülmek
istenen adalete önce emir talimat veriliyor, haksız hukuksuz tutuklamalar
yaptırılıyor, sonra da Meclis’e çağrı yapılarak bu tutuklamalara uygun yasa
çıkartın, yoksa vebal altında kalırsınız deniyor. Yani önce öldür, arkasından
öldürmeyi haklı çıkartacak yasa..
Erdem Gül ve Can Dündar’ın tutuklanmaları da
böyle bir anlayışın ürünüydü. “Yaptığın
haberi hiç beğenmedim, bu haber bizi zor durumda bırakıyor, o halde sen vatan
millet düşmanı, casus ve teröristsin.”
Atın
onları içeri! İçeride çürüsünler, bana uyum sağlasınlar! Köşe yazarıymış,
düşüncesini açıklıyormuş...
Anayasa Mahkemesi’ne ve tüm mahkemelere şu
deniyor: bırakın ellerinizin altındaki
yazılı metinleri.. Biz size ne yapacağınızı söylüyoruz, ne diyorsak onu
uygulayacaksınız..
Böyle bir sürecin içinde seyrediyoruz!
Terör
baskının bahanesi olamaz!
Terör adeta göz göre göre bahane ediliyor, en
temel hak ve özgürlükleri tamamen ortadan kaldırmak için.
Bugün yakılıp yıkılan güneydoğu kentlerinin,
örgütün kurtarılmış bölgeleri, savaş alanı, özerklik ilanları haline
dönüşmesinde bir numaralı sorumlu sizsiniz!
Güvenliğin ellerini kollarını bağlayan sizsiniz!
Silahlı kuvvetlerin tüm müdahale başvurularını geri çeviren de!
“Çözüm süreci” bahanesi altında, terörün şimdi
kurtarmaya çalıştığınız kentleri ele geçirmesini seyreden, göz yuman sizsiniz!
Her zaman bir bahaneniz vardır, tıpkı Cemaat
konusunda yaptığınız gibi, PKK konusunda da “vayyy aldatıldık!”
yalanına sarılan da sizsiniz.. Çünkü her şeyi görüyordunuz, biliyordunuz..
MİT’in önünüze çok kalın dosyalar koyduğu yüzde yüzdür. Benzer dosyaların
askerin kasalarında yığıldığı da.
Terörü
biriktirdiniz
Siyasi hesabınız yoksa, topyekün bir savaş
açarak, PKK’yı büyük bir saldırıyla bölgeden “temizlemeye” kalkışmak mıydı? Bölge
insanlarına ve tüm ülkeye hayatı dar etmek bahasına?
PKK’nın her zaman kentlere saldırma azmini göz
ardı mı ettiniz de, şimdi terörle yaşamaya alışın diye, halka
ölmenin dışında seçenek bırakmıyorsunuz.
Acının, yasın üzerinden siyaset yapılmaz. Ama
yaşadıklarımızın tümüne baktığımızda, hepsinin yarınki hesaplarla doğrudan
ilişkisi var gibi gözüküyor. Milleti daha baskılı bir rejimin gerektiğine
inandırmak gibi.
PKK vahşi. Öldürme üzerine kurulan bir makine
gibi. Kazanacağı bir şey yok. Kürt gençlerini de telef ettiriyor. Çok yönlü bir
acı.
HDP kaybetti. Halkına da kaybettiriyor. Kızılay
cinayetlerini kınamanın ötesinde, PKK’ya karşı çıkarak sivil bir Türkiye
partisi olmaya cesareti yok. Neyi savunursanız savunun, ama silahsız, tehditsiz,
düşünce temelinde..
Kafanıza dayalı PKK silahından mı korkuyorsunuz.
Haklı olabilirsiniz. O zaman siyasetten çekilin, yerinizi korkmayanlara
bırakın.. Ama görnem bu bile değil. Aynı kulvarda yürümeyi tercih ediyorsunuz.
Bu da size kaybettirecek, ülkeye başkanlık rejimini getirten olacaksınız.
17 Mart 2016 Perşembe / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder