1973 yılının 27 Ocağında silahlar patlayacak ve
Kaliforniya’nın Santa Barbara kentinde iki diplomatımız öldürülecekti. Mehmet Baydar ve Bahadır Demir, sonraki suikast ve cinayet zincirinin ilk
halkalarıydı.
Bayram
değil seyran değil
demeyin. Yazar, şair, gazetecilik hocası, akademisyen Haluk Şahin, bu ilk suikastin izlerini sürdü ve müthiş heyecanlı
bir araştırmacı gazetecilik örneği kitabını yayınladı: Unutulmuş Bir Suikastin Anatomisi.
Haluk Şahin de, o yıllarda oralarda doktorasını
yapan genç bir akademisyendi. Üstüne üstlük, ilk diplomatik görevine Los
Angeles’te başlayan, ve bir yıl içinde de Santa Barbara’da hayakı sonlanan
Bahattin Demir’in arkadaşı.
Haluk,
aynı zamanda Hrant Dink’in de arkadaşıydı, Hrand da 2007 yılının 19 Ocağında bir suikaste kurban
gidecekti.
“Bu kitap
beni seçti”
Haluk Şahin, “bu kitap, yazılması için beni
seçti.. Bu kitap benim kuşağımın öyküsüdür” diyor. Evet üç yıl aşağı beş yıl
yukarı, bizim kuşağın öyküsü! Bu öyküde neler yok ki, ne travmalar ne
işkenceler ne korkular ne kurbanlar ne gözyaşları ne kaygılar ve ne
yiğitlikler..
Şahin, çok katmanlı cinayeti araştıran bir
dedektif gibi, FBI’ın cinayet üzerindeki ve mahkemedeki yargılamaları içeren iki
bin sayfalık belgelerini inceleyerek, akademik tezlere dalarak, yazılıp
çizilenleri de okuyarak, olgulara ve belgelere dayanarak, ama roman olmayan bir
roman heyecanıyla bize ulaşıyor.
Haluk Şahin’in benimsediğim çok önemli bir yaklaşımı var: “Arkadaşım
Bahadır öldürülmeseydi, arkadaşım Hrand Dink te öldürülmeyecekti!”
Bırakın, Bahadır Demir’i öldüren yaşlı Ermeni
kökenli Amerikalının, cinayet sırasında başında beyaz bere taşıması ile, Hrand’ı öldüren genç katilin de beyaz bereli olması gibi adeta “ilahi
raslantı”yı. Buna, nefret inşasının kurbanları diye bakın. Nefret ve
ötekileştirmenin inşa edilmesine kim katkıda bulunuyorsa, bu zincirde kişisel
ve toplumsal bir sorumlulukla yerini alıyor demektir.
Nefret
inşasına katılmamak
Haluk: “bu
cinayet ve arkasından gelenler Türk ve Ermeni halkları arasındaki yakınlaşmayı zorlaştıran
ve geciktiren bir nefret söylemine bol bol malzeme üretti. Sonuçlarını hep
birlikte yaşıyoruz.”
Şahin, cinayetin örtüsünü kaldırarak altına
bakıyor. O zamanlar “Ermeni Sorunu” üzerine ne toplum ne de devlet güncel bilgi
sahibi değil, bu nedenle cinayet daha çok “bir
manyağın işi” olarak görülüyordu.
Karşımızda “12 katmerli”, bir iddiası, bir derdi
olan kitap var. Zaten bizim kuşağımızın temel özelliğidir derdi ve iddiası
olmak. Başımıza ne geliyorsa da bundandır!
Ağrı Dağı’nın karşısında, eski bir Ermeni
yerleşimi olan Sürbahan köyü doğumlu Haluk, yaşadığımız derin siyasal ve
toplumsal sorunların içine, yine bir adeta yaratılmış rastlantı olarak, Ermeni
meselesinin içine sürükleniyor.
Can alıcı meselemiz nefret söylemi inşasının
dışında kalabilmek.
Ne Ermeni Diyasporası ve buradaki eklentileri
tarafından inşa edilen “Türk-Türkiye nefreti”ne, ne de buna karşı inşa edilen
Ermenilere yönelik nefret söylemine katılmak.
“Entelektüel
zevat”
Hrand Dink, toplumsal kaygılarla da olsa,
“Ermeni soykırımı” inşasına katılmadı. Dahası, Ermeni toplumuna, kanınızda akan Türk nefreti zehirini akıtın
diye seslendi.
Ama “onun arkadaşları” kılığında, kendilerine
siyaset inşa edenler, Hrand’ın ardından, üstelik Hrand adına “soykırım nefreti”ni katmerleştirdiler.
Utanmazca ekranlarda ve köşelerinde, “evet
soykırım demiyordu ama bunun bir soykırım olduğunu aramızda söylüyordu”
deme cesaretini bile göstererek..
Bugün bu “entellektüel
zevat” arasında “soykırım demiyorsan,
seninle tek kelime konuşmam” diyerek, aslında iki toplum arasında duvar
inşa ederek cinayet zincirini canlı tuttuklarının farkında olmayanlar çok.
Şahin’in kitabını okuyun, mükemmel bir öykü..
14 Mart 2016 Pazartesi / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder