SAYFALAR

19 Mart 2016 Cumartesi

Akademisyenler tutuklanırken, sıfır noktasında ülke


Dün Cumhurbaşkanını dinlerken, bir kez daha düşünce özgürlüğü konusunda ülkenin nasıl sıfır noktasında seyrettiğini yeniden düşündüm.
Bir azınlık akademisyen grubuna, bir bildiriye imza attı diye hayat karartılmak isteniyor. Nedeni, bildirinin PKK’nın saldırılarından söz etmeyerek ve salt devleti ve iktidarı suçlayarak, “terör örgütüne destek verdiği” anlayışı imiş. Böyle bir şey olur mu? Terör suçu somut bir olaydır. Hukuk, kanıta dayalı olduğu sürece hukuktur, yasadır, adalettir.
Kanıtın zerresinin olmadığı bu konuda, benimsemediğiniz görüş açıklandı diye, devletin tepesinden başlayarak eliniz altındaki bütün güvenlik güçleriyle saldırıya geçmek ve üstelik adaleti de bu zorbalığın aleti yapmak, neyle açıklanabilir?

Önce tutuklat, sonra yasa çıkart
Düşünce özgürlüğü, şiddete çağrı içermediği ölçüde her şeyi kapsar. Ve bu özgürlük Anayasanın da yasaların da teminatı altındadır.
Şimdi el altında baskı aracına dönüştürülmek istenen adalete önce emir talimat veriliyor, haksız hukuksuz tutuklamalar yaptırılıyor, sonra da Meclis’e çağrı yapılarak bu tutuklamalara uygun yasa çıkartın, yoksa vebal altında kalırsınız deniyor. Yani önce öldür, arkasından öldürmeyi haklı çıkartacak yasa..
Erdem Gül ve Can Dündar’ın tutuklanmaları da böyle bir anlayışın ürünüydü. “Yaptığın haberi hiç beğenmedim, bu haber bizi zor durumda bırakıyor, o halde sen vatan millet düşmanı, casus ve teröristsin.”
Atın onları içeri! İçeride çürüsünler, bana uyum sağlasınlar! Köşe yazarıymış, düşüncesini açıklıyormuş...
Anayasa Mahkemesi’ne ve tüm mahkemelere şu deniyor: bırakın ellerinizin altındaki yazılı metinleri.. Biz size ne yapacağınızı söylüyoruz, ne diyorsak onu uygulayacaksınız..
Böyle bir sürecin içinde seyrediyoruz!

Terör baskının bahanesi olamaz!
Terör adeta göz göre göre bahane ediliyor, en temel hak ve özgürlükleri tamamen ortadan kaldırmak için.
Bugün yakılıp yıkılan güneydoğu kentlerinin, örgütün kurtarılmış bölgeleri, savaş alanı, özerklik ilanları haline dönüşmesinde bir numaralı sorumlu sizsiniz!
Güvenliğin ellerini kollarını bağlayan sizsiniz! Silahlı kuvvetlerin tüm müdahale başvurularını geri çeviren de!
“Çözüm süreci” bahanesi altında, terörün şimdi kurtarmaya çalıştığınız kentleri ele geçirmesini seyreden, göz yuman sizsiniz!
Her zaman bir bahaneniz vardır, tıpkı Cemaat konusunda yaptığınız gibi, PKK konusunda da “vayyy aldatıldık!” yalanına sarılan da sizsiniz.. Çünkü her şeyi görüyordunuz, biliyordunuz.. MİT’in önünüze çok kalın dosyalar koyduğu yüzde yüzdür. Benzer dosyaların askerin kasalarında yığıldığı da.

Terörü biriktirdiniz
Siyasi hesabınız yoksa, topyekün bir savaş açarak, PKK’yı büyük bir saldırıyla bölgeden “temizlemeye” kalkışmak mıydı? Bölge insanlarına ve tüm ülkeye hayatı dar etmek bahasına?
PKK’nın her zaman kentlere saldırma azmini göz ardı mı ettiniz de, şimdi terörle yaşamaya alışın diye, halka ölmenin dışında seçenek bırakmıyorsunuz.
Acının, yasın üzerinden siyaset yapılmaz. Ama yaşadıklarımızın tümüne baktığımızda, hepsinin yarınki hesaplarla doğrudan ilişkisi var gibi gözüküyor. Milleti daha baskılı bir rejimin gerektiğine inandırmak gibi.
PKK vahşi. Öldürme üzerine kurulan bir makine gibi. Kazanacağı bir şey yok. Kürt gençlerini de telef ettiriyor. Çok yönlü bir acı.
HDP kaybetti. Halkına da kaybettiriyor. Kızılay cinayetlerini kınamanın ötesinde, PKK’ya karşı çıkarak sivil bir Türkiye partisi olmaya cesareti yok. Neyi savunursanız savunun, ama silahsız, tehditsiz, düşünce temelinde..

Kafanıza dayalı PKK silahından mı korkuyorsunuz. Haklı olabilirsiniz. O zaman siyasetten çekilin, yerinizi korkmayanlara bırakın.. Ama görnem bu bile değil. Aynı kulvarda yürümeyi tercih ediyorsunuz. Bu da size kaybettirecek, ülkeye başkanlık rejimini getirten olacaksınız.
17 Mart 2016 Perşembe / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder