Hiç
bir ağaca sarılıp öyle kaldınız, kulağınızı dayadınız ve ağacı dinlediniz mi?
Geçen gün Büyükada’da orman yolunda
yürürken bunu ilk kez bilinçli olarak yaptım. Bir ağaçla yapışık yaşamak nasıl
bir şey? Onun bir parçası olabilir miyim gibi düşünceler aktı durdu. Topraktan
aldığı besini yerçekimine meydan okurcasına taaa tepelerine taşıyan ince
damarlarını dinlemeye çalıştım.. Bu yolculuğu duyar gibi oldum.. Antremanlı ve
deneyimli olsam, ağaç içindeki su ve besin yükselişlerini mutlaka net duyarım!
Olmazsa, aletle, cihazla!
Acaba
bu damarlar suyu ve besini nasıl tepelere taşıyor?
Hemen
araştırdım: Köklerde su yoğunluğu daha az olduğu için kök basıncı oluşuyormuş
ve 30 metre yukarıya taşınabiliyormuş. Peki 100 metrenin üzerinde ağaçlar susuz
mu kalıyor? Hayır, ağaç ona da çare bulmuş: iki kuvvet daha devreye giriyor;
ilki kılcal odun boruları, kılcallık olayı nedeniyle, suyu 20 metre yukarı
taşıyabiliyormuş.. etti 50 metre.. Üçüncüsü de yapraklarda buharlaşma nedeniyle
oluşan emme kuvveti/kohezyen gerilimi imiş. Bu gerilim de suyu kesintisiz 100
metreye kadar yukarıya çekebilecek bir kuvvet oluşturuyormuş! Etti 150 metre!
Eminim,
250 metreye kadar büyeyecek ağaç olsa, dördüncü ve beşinci kuvvetlerini de
oluşturur! Bunu yapmaması, ayakları topraktan kesilmesin, toprağa iyi bassın
diyedir! Ne de olsa evi toprak ana, hepimizin gibi! Çok yukarılarda başları
döner belki de! Belki de ağaçlarda da yükseklik
korkusu oluşur, kimbilir?
110
metre boyunda ağaç saptanmış, 4000 yaşını bulan ağaçlar da varmış.. Bir kayın
ağacının sıcak zamanlarda su ihtiyacı günde 250 litre, ayçiçeğinin ise 1
litreymiş.. Eh yağmurlu ve sıcak bölgelerde ağaçların devasa boyutlara
ulaşmasının nedenini de anladık!
Ağacın
sıkı sarılınca, kabuklarının izleri kollarımda bedenimde şekillendi.
Kabuklarının en önemli işlevi, ağacın suyunun zinhar dışarı sızmasını
buharlaşmasını engellemek! Gramını bile gövdesinden bırakmazmış! Su, en tepeye
ulaşmak için kabuklarınca korunurmuş! Ağaçlar yüzlerce börtü böceğe canlıya ev
sahiplii yapıyor. Bizlere de! Dallarında yaşamıyor muyuz?
***
TV’lerde
gözyaşı akıtıp yeşile ne kadar büyük aşkla bağlı olduklarını anlatanların
önlerine, hemen hergün bir samimiyet testi çıkıyor.. Ama hepsini de birbir
kaybediyorlar!
İlk
büyük test Gezi Parkı’ydı.
İstanbul’un merkezini ve çevresini durmadan ve milyonlarca ton çimentolayan,
kapatan, kent ve insandan nefes alacak geniş alanları ve yeşillikleri çekip
alan RTE ve belediyesi, çimentolanacak ve kapatılacak başka hiç bir yer
kalmamış gibi, bir avuç Taksim yeşilini de yok etmeye, hangi yeşil, ağaç park sevdasıyla girişti acaba?
Televizonda
yeşile tutkunum palavrasının
sıkıldığı sıralarda, ODTÜ ağaçları katledilmeye başlanmıştı! Yeşile ağaca
doğaya tutkunluk, ali kıran başkesen belediye yöneticisine dur demeyi
gerektirmez miydi! Oysa o kişi, devleti ve hükümeti arkasına almış, tomasıyla
ağaçları koruyan direnişçileri kimyasal gazlıyor!
Ağaçlara
sarılın! Nerede o zincirli Greenpeace’liler?
Bırakın
ODTÜ ormanını katletmeyi, heeeeeyyy İstanbul’u yokediyorsunuz, Kuzey
ormanlarını oduna dönüştürerek, yerlerde istif istif!
Bu
sevda, aşırı aşktan kaynaklanan kıskançlık nöbetine tutularak sevgilisini
parçalayıp öldüren katillerin kara aşkına benziyor..
Yeşile
doğaya tutkunum dedikçe, yeşil ve doğa parça parça öldürülüyor..
Tutkun
olmayın, normal bir insan ve normal bir yeşil sevginiz olsun sadece, belki
duyarlı olursunuz; gözleriniz görür, kulaklarınız işitir!
Türban Terörü
Üniversiteye
girecek gençleri Cemaat ve diğerleri “avlamak” için, üniversitelerde tezgah
açıyorlar.. Sadece üniversitelerde olsa! Otobüs garajlarında bile! Yatacak yer
vaadiyle. Orada, Cemaatin düzenine uyacaksınız, namaza kalkacaksınız, kafa
yıkama seanslarına katılacaksınız, elinize tutuşturulan kitapları risaleleri
okuyacaksınız, herhalde anladın mı
sınavlarına da gireceksiniz! Görevleri yapmazsanız, kapının
önündesiniz! Zorunluluktan kapana
kısılan bazı öğrenciler, vakıf üniversitelerinde bizi kurtarın bu kapandan, yurt yapın diye çırpınıyor!
ODTÜ’de
bu amaçla tezgahlarını kuranları, ODTÜ’lü öğrenciler kışkışlamak istemiş.
Tezgahta duranlar da türbanlıymış.. İktidarın ve yüzsüz yandaşlarının yalanı
dolanı biter mi! Vay okuldan türbanlı öğrencileri kovmuşlarmış!
Türbana
dokunmak kimin ne haddine! Bütün türbanlılar derslerde, dokunan mı var? Anayasa
Mahkemesi’nin kararına uymaya kalkan tek ve son “kızılderili” Rennan Pekünlü’nün başına gelenleri
gördükten sonra! Rennan’ın, derslere sokmamak için değil, “anayasal görevini”
yaparak, öğrencinin sadece türbanlı girdiğini tespit edip rektörlüğe bildirmek
için fotoğraf çekmesi, “dokunan yanar” tezgahını işletti derhal ve hemen!
İşin
ilginci Yargıtay’ın da bu kararı onaması.. Düşünüyorum da, bu karar AİHM’den vb
cezayla geri dönerse, yüksek hakimlerimizin yüzünde herhangi bir belirti olacak
mı olmayacak mı?
Türban
konusunda kimseyle aynı düşünmek zorunda değil insanlar. Türban kadın
özgürlüğünün değil, “ruhban” erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısının
nişanıdır..
Ama,
kimsenin türbanına ilişmeyi de hiç düşünmem! Bana ne!
-- 8 Eylül 2013 Pazar / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder