AKP iktidarı, kurduğu parti ve devlet totalitarizmini öngören sistemi
güçlendirerek ilerliyor. Cumhurbaşkanı’nın medya
patronlarını bile “iftar yemeği” adı altında Huber Köşkü’nde toplaması
aslında bu sistemin gereklerinden biri.
Bilgisi olan birisi söylesin, hangi Avrupa ülkesinde bir ülkenin lideri
medya patronlarını yemeğe çağırıp onlara üstelik gazetecilik üzerine ders verir
gibi konuşma yapar? Gazetecinin kim olduğu üzerine değerlendirmede bulunur,
medyayı iktidara yamama –havuzlama politikasının sonucunu adeta ideal olarak
takdim eder?
Cumhurbaşkanı kendisi de net dile getirmişti, “kuvvetler birliği”nden yana bir politikacı. Devlette, hükümette
bunu gerçekleştirdi... Tüm devlet birimleri tamam. Ekonomi hayatı da tam tamam
değilse bile adım adım yöneltiliyor oraya.
Sabrın sonu mu, boş tehdit mi?
Aslında medyaya yönelik uzun yıllardır izlenen politika da bu “kuvvetler
birliği” düşüncesinin bir parçası. Önemli ölçüde başarılmış durumda. Eh Sözcü ve Cumhuriyet gibi ayrıkları da FETÖ cadı kazanı içine atma politikası
da, artık ayrık – muhalif sese sabırlarının sonuna geldiklerini gösteriyor.
Eğer bu “sabır sonu” saptaması
doğruysa, muhalif yayın yapılamayacak, görüş bildirilemeyecek bir ortam için de
ilerleyecekler diyebiliriz.
Adalet Yürüyüşü’ne karşı dile getirmeye
başladıkları tahammülsüzlük, ve bunun da ötesinde, anayasayı çiğniyorsunuz, yargıyı üzerine salarız anlamına gelen
açıklamalar da, sepetlerinde var olduğunu gördüğümüz, tahmin ettiğimiz artık
sabra- tahammüle olan gereksinimi de gereksiz kılacak tam bir iktidara uyumu
gündeme aldılar demektir.
Ama sanmıyorum.. Bu cümleye “henüz”ü de eklemeli miydim?
Açıkçası, Türkiye’yi büyük suskunluğun içine sokacak böyle bir şeyi
başaramazlar.
Gerisi çok tehlikeli olur
Şimdilik, ülkede tüm temel kuvvetlerin, mümkün olduğu kadar iktidarla
uyumlu hareket etmelerini sağlayacak bir yapıyı ayakta tutmakla yetinirler..
Bunun için de işte bildiğimiz işaret, uyarı, sopa gösterme, ekonomik olarak
kısıtlama, gerektiğinde örnek olması için saf dışı bırakma gibi politikalarını
gündemden eksik etmezler.
Gerisi çok tehlikeli olur, iktidar için de...
Bunu da, Referandum’da karşılarına çıkan dinamik ve kesin kararlı bir
kamuoyuna, muhalif yapıya rağmen, bir adım daha ileri düzeyde nasıl
gerçekleştirebilirler, soru işaretidir.
Bu bakımdan Adalet Yürüyüşü dinamizmin sürdürülmesi anlamına da geliyor.
Fıtratında demokrasi yok
Referandum, aslında iktidarı farklı düşünmeye sevk etmesi, ortalığı
yumuşatması gereken bir sonuç üretti.
Yani otoriterleşmeyi gevşetecek, daha anayasal ve yasal davranmaya geçecek
ve karşılarındaki kesin ve kararlı muhalefeti yumuşatacak bir yeni politik
davranış biçimine geçmeleri gerekir..
Fakat, görülen, bunun fıtratlarında olmadığıdır!
Yoksa yanılacak mıyım?
***
Yazımda 1 Kasıma doğru neler yaşayabilirizi anlatacaktım, fakat böyle bir
giriş zorunlu oldu..
Perşembeye senaryomu yazacağım.
BİR KİTAP:
İLKER BAŞBUG, SORUNLARLA YÜZLEŞMEK
İlker Başbuğ, üretken bir insan. Oturup, Mucize isimli tiyatro eseri bile yazdı. “20. Yüzyılın En Büyük Lideri
Mustafa Kemal Atatürk” kitabından esinlenen oyun sahneye bile kondu. Başbuğ
geçen yıl da “Unutulan Ada Kıbrıs”ı
da okuruna ulaştırmıştı.
Kırmızı Kedi’de bu yılın başlarında, “yanıtın bir parçası değilsen sorunun bir parçasısın, belki yüzleştiğin bazı sorunları çözemezsin,
ama yüzleşmediğiniz hiç bir sorunu
çözemezsiniz ana fikri kılavuzluğunda
“Sorunlarla Yüzleşmek”
kitabını yayımladı. Türkiye’nin en temel sorunlarına çözüm yolları önerdi. Atatürk’ün
“Mektep, kurulacak yeni devletin temelini oluşturacak” saptamasını anımsatarak
eğitimi ön plana çıkartıyor.
Başbuğ
ülke sorunlarıyla derinden ilgilenmenin çok temel bir yurttaşlık görevi
olduğunu anımsatıyor. Sorunları 9 başlık altında topamış. “Türk Ordusuna
yapılan komplonun analizi”, “Mustafa Kemal Atatürk: demokrasiye geçiş dönemi
lideri” gibi ilginç başlıklar var. Sohbetlerimizin birinde “Türkiye için tek başıma bile kalsam dağa
çıkarım” sözünü söylemiş Başbuğ’u okuyun.
20 Haziran 2017 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder