9 Eylül 2018 Pazar / Bilim ve Siyaset, Orhan Bursalı
Tüm bu yaşadığımız dramatik hikayenin özünde, 4 yıl
kadar önce eksik bir üyenin seçimi için toplanan Vakıf’ta, toplantıya
katılmayan iki üyenin gönderdikleri oylardan, hapishanede olan Mustafa Balbay’ınkinin
geçerli, yurtdışında olan İnan Kıraç’ın oyunun ise geçersiz sayılması, buna da
zorlama gerekçeler ileri sürülmesiydi.
Bu yöntemle Vakıf el değiştirmişti. Süreç içinde de
Alev Çoşkun, Balbay vb Vakıftan temizlenmiş ve böylece hukuki davaların yolu
ateşlenmişti. İstemediğimiz bir dizi olayın içinde yoğrulduğumuz yılları
yaşadık.
Hoş bir şey mi? Hayır değil. Çok üzüntülü, yıpratıcı
aylar yıllar.
Dün Vakıf konusunda uzman 92’lük bir delikanlı ile
konuştum. “Türkiye’de vakıf kültürü
yok dedi. Bizim vakıfta da yok. Türkiye bu konuda dertli.”
Düşünün, mal varlığınızı vakfa dönüştürüyorsunuz.
Vakfın yaşaması için de gerekli önlemleri alıyorsunuz
.
Yaşam ilkelerini, vakfın nedenlerini, nasıl
yönetileceğini saptıyorsunuz.
Yönetime talip olanların yapması gereken, bu ilkeler
doğrultusunda vakfı yönetmek ve geleceğe taşımaktır. Bu saygıdır da aynı
zamanda. Sizi ilgilendirmiyorsa vakıf ilkeleri, hiç bulaşmayacaksınız.
Cumhuriyet’in önce vakfı yoktu. Sonra Berrin Nadi’nin mal bağışı ile ve o
sırada “yaşayan efsane” İlhan Selçuk’un yoğun çabasıyla Cumhuriyet vakfa
bağlandı. Vakfın en önemli “mal varlığı” oldu.
Selçuk’un
mirası
Gazetenin daha önce de yaşadığı savrulmalarının önüne
geçmek ve gazeteyi “sağlam kazığa” bağlamak için, İlhan Selçuk’ın sonrakilere
bıraktığı en büyük miras bence “Vakfım yönetim bileşkesi”dir. İnce bir
bileşimdir. İçinde, daha sağlığında İlhan Selçuk’u “bırak git, artık yönetimden
uzaklaş” diyenler de, İlhan Selçuk ile birlikte olanlar da, maddi sorunlar
yaşanırsa yardımcı olsunlar düşüncesiyle katılan üyeler de.. Hepsi vardı.
Ve rekabet – veya savaş daha sağlığında başlamıştı.
Bunlar uzun hikaye, şimdi ne girerim ne uzatırım..
Fakat her şeyin bir başlangıcı var demek isterim.
Pratikte vakıf falan hikaye...
Herkesin gözü Cumhuriyet tarihinin, tarihsel bir eseri
gibi yaşayan Cumhuriyet gazetesinde. Etkisi var, gücü var. Ve gazetenin şöyle
değil, böyle yayın yapması istekleri yoğun.
Ben nesnel bir insan olmaya çalışırım. Gazetede
operasyon aslında, ilk başta anlattığım olayla başladı. Sonrası zincirleme
tepkimedir.
Şunu savundum arkadaşlarım arasında hep, tepede beni
dinlemeye hevesli kimse olmadı. Vakıf yönetimin bileşimi korunmalı. İlkeler
saygı gösterilmeli.. Mirastır bu..
Gazeteye kendi siyasal ve ideolojik doğrultuları
yönünde ayar vermek yanlıştır her zaman.
Kendini demokrasi, insan hakları, adalet, yargı
bağımsızlığını savunarak gelişerek ilerlemeli.. ülke birliğini savunması,
tartışılmaz bile.
Hoşgörülü
olmak
Fazla yazmayacağım.
Şunu belirtmek isterim: Yönetime gelenler hoş görülü
olmalı. Mesela Murat Sabuncu’nun gazetede yayımlanan yazısını portaldan
kaldırmak yanlış olmuştur. Cumhuriyeti hoş görü yüceltir ve yükseltir.
Yoksa, dün iktidarla ve Cemaat ile birlikte
operasyonları savunan ve yetmez ama evet diye yeri göğü
inleterek bugün yaşadığımız büyük dönüşümde büyük payları olanların, bugün, Cumhuriyet
AKP’nin eline geçti biçimindeki alçakça yalanlarını taşıyacakları
malzeme olur.
Onlar her zaman “haklılar cumhuriyeti”dir..
Hiç bir zaman da zarar hesabı yapmazlar, çünkü öyle
bir hane yoktur önlerindeki pusulada..
Murat’ın Cumhuriyet Müzesi’nden her gün inerek güç
alması, yönetiminde bir denge aramasına vesile olmuş. Ne güzel!
Herkes müzeye inmeli, sık sık..
Bu müzeden dolayı da sevgili Hüseyin Gürer’i anmalı..
Tayfun Atay ve Çiğdem
Toker’in ayrılma kararlarını yeniden gözden geçirmelerini candan
arzuluyorum.
Arkadaşlar burası bir gazetedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder