“...İstanbul ulaştığı megalopolis boyutlarıyla, ülkenin
vücudunun taşıyamayacağı bir koca kafa haline dönüşen, ekonomik etkinliğin yurt
yüzüne dengeli yayılmasına engel olan, Anadolu halkının topraklarını terk
ederek ülke tarımını dış dünya pazarına dönmeye zorlayan, sonuçta uluslararası
sermayenin aşağı düzeyde bir ortağı olarak fakir halkı tüketici olmaya teşvik
eden, giderek Türkiye’nin sömürülen bir topluma dönüştüren bir emme basma mekanizması olarak
çalışmaktadır.
Bu
kent her zaman bir çekim merkezi olacaktır. Fakat ülkeyi ekonomik olarak
çökertmesine olanak vermemek gerekir. Günümüzde o sınıra ulaştık.
Dünyanın
dengesini bozan pek çok neden var. Fakat temel neden artan nüfustur.
Toplumlar arasında bilim, teknoloji ve uygarlık farkları ne olursa olsun, nüfusun
sürekli artması dünyanın önündeki en büyük tehlikedir.
Bunu
izleyen bir de küresel iklim değişikliği
var. Dünyanın nüfusu 1800’de 1 milyardan, 2015’te 8 milyara ulaştı...
1800’deki
nüfus kadar aç
Nüfus
artışının göstergesi işsiz ve açların, nüfusu kalabalık ülkelerde büyük
kentlere göçüdür. Bunun sanayinin gelişmesiyle ilgili olduğu bir yalandır. 19.
yy'da doğruydu... Fakat Türkiye’de kente göç, yapılaşma (inşaat) üretimin en
büyük parçası olduğu ve ülke yeteri kadar sanayileşmediği için oldu. ‘Her şeyi
yapan inşaat işçisi’ hala ekmeğini malzeme taşıyarak yapıyor. 1980’den sonra
kent nüfusu %70’i geçti. Köyler boşaldı. Tarlalar toprak oldu. Geleneksel Türk
tarımı çöktü.
Dünyada
nüfusu 20 milyona ulaşmış bir kentin sağlıklı yaşamını gerçekleştirebilen bir planlama
yöntemi henüz keşfedilmedi. İstanbul’un nüfusu 1950’deki bir milyonun 17-20
katı...
Megalopolis:
fakir ülke hastalığı
Megalopolis
hastalığı sınırsız kapitalizmle nüfus artışının karıştığı, çaresi olmayan bir
fakir ülke hastalığıdır. Ülke ekonomisinde yarattığı dengesizlik yanında,
toplumun en zengin katlarıyla en fakir katlarını yan yana getirdiği için toplumsal
ayrışmanın da mekanıdır.
Bu,
fakir sınıfları iki türlü bilinçlendiriyor: Kentsel çevre, ulaşamadıkları
zenginliğin görüntüsüdür. Öte yandan yaşadıkları çağın olanaklarını, yüzeysel
olsa da onlara gösteriyor. Bu öğrenme tüketme eğilimini arttırıyor ve
kapitalizmin işine geliyor. Fakat sınıfsal ayrışımın altını çizerek zengin
sınıfları bu çelişkileri saklamak için bir sürü yalan icat etmeye zorluyor. Bu
durum onların statülerini korumalarına yardım belki yardım ediyor, ama toplumun
ahlak dokusunu bozuyor.
Ahlaksız
ve dengesiz toplum
Toplumsal
hipertrofinin sonucu, ahlaksız ve dengesiz toplumdur. Bu dünyanın
her yanında aynıdır. Kuşkusuz Lagash ya da Karaçi ile Paris aynı değil. Paris
örgütlenmesi yüzyılları bulan bir dünya kenti. Diğerleri, kendi çıkardıkları
toz duman arasında boğulan aglomeralar. Çünkü kaşla göz arasında
büyüyüverdiler. İstanbul da bu sonunculardan. Kentin sadece 2000 hektarı
550.000 hektar içinde (yani 225’de biri)
tarihi bazı kalıntılar içeriyor. Bir de her gün bozulan eşsiz bir doğal yapısı
var.
Bu
dev kentlerde Batılı gelişmiş kentlerden herhangi bir yöntem ithal edilemez.
Bu, maymuna inci kolye takmaya
benzer.
İstanbul
planlanabilir mi?
Bu
kentler, sınırsız bir spekülasyonun doymak bilmez iştihasına sunulmuşken
planlanamaz. Tek çare, halkın planlı olarak yurt yüzeyine yeni yaratılacak
sanayi merkezlerine zaman içinde yerleştirilmesi ve ülkenin ekonomik
dengesizliğinin önüne geçilmesidir. Kontrol edilebilir büyüklükte yerleşmelere
transfer, ülke ekonomisinin giderek çökmesine engel olabilir.
Büyük
kent, insanoğlunun bütün tarihinde kendi yaratıp kontrol edemediği en büyük
deformasyondur. İnsanoğlunun yaşamını karartan bütün kötü insan
davranışlarını, pek çoğunu suç diye tanımladığımız kişisel ve grupsal
etkinliklerin en kolay oluştuğu ortamdır.
Uygarlık
adına yaratılan bütün olgu ve araçlar büyük kentlerin bütün bu kötülükleri
üretmesine engel olamaz. Her türlü suç, cinayet,
hırsızlık, arsa ve yapı spekülasyonu, kuralsız davranışlar, eğitim, ulaşım,
sanat etkinlikleri, müzeler, planlama, kent estetiği, yol, kaldırım, kentsel
işlevler yeşil alan, konut, adalet, güven, sağlık, temizlik vb, kent için
yaşamsal kalite standardı oluşturur.
Yaşam
kırılgandır. İnsanların geleceğe güvenleri azdır. Onun için megalopolisler
uygarlığın ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün kötülükleri içerirler.
Büyüklükleri oranında suç yuvalarıdır..
Anadolu’ya yeniden yerleşmemiz gerek!”
(Not: Doğan Kuban’ın bu olağanüstü
yazısını özetledim: www.herkesebilimteknoloji.com/yazarlar/dogan-kuban/dogan-kuban-istanbul-ulkeyi-cokertecek-kalkinmaya-engel-noktaya-ulasti )
22 Ekim 17 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder