SAYFALAR

30 Temmuz 2020 Perşembe

Sağlam ve istikrarlı adımlarla totaliterliğe bir sıçrama daha, dijital sosyal medyaya sansür

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 30 Temmuz Perşembe, 2020


Ülkeyi yönetemez duruma geldikçe, ekonomiyi batırdıkça, iletişim ve haberleşme üzerinde yasak ve baskıları arttırıyorlar.


Sakarya Savaşı kazanılmış, İnönü Akhisar’daki karargahında; Ankara’da Meclis çok hareketli, ülkenin dört bir köşesinden insanlar Ankara’ya akın ediyor, geliyor, dinliyor konuşuyor ve gidiyor; başkaları geliyor, konuşuyor dinliyor ve gidiyor. Doğu Müslüman ve Türki ülkelerin kalpleri de orada atıyor. İngiliz casusları da kol geziyor.
Fakat Ankara türlü çeşitli görüşlere ev sahipliği yaptığı gibi, Mustafa Kemal Paşa eleştiriliyor da kendi basını tarafından!
Farklı görüşlere derin bir hoşgörü var. Ama herkes Kurtuluş’ta birleşmiş.
Şu sırada okuduğum kitabın Ankara’sı ile bugün yaşadığımız ülkeyi ve Ankara’sını karşılaştırmak...

Tek düşünce totaliterliği

İktidar, salt kendi haberlerinin, yalan ekonomi duyurularının, iç ve dış politukada açıklamalarının ülkeye egemen olmasını, milletin bunlarla yetinmesini, gerçeklerin içinin deşilmemesini, eleştiriler yapılmamasını istiyor ve siyasi totaliterliğini giderek ülke çapında yayıyor.
Kontrol edemediği düşünceleri, yasaklarla, baskıyla, insanları içeri atarak, ağır cezalarla tehdit ederek, ekranları karartarak, Cumhuriyet gibi gazeteleri ilan – ekonomik ambargolarla boğmaya çalışarak susturma çabaları yetmedi.
Çünkü, en büyük devlet ihalelerini verdiği şirket patronlarına satın aldırdığı ve denetlediği medyası yetersiz kaldı, izlenmez oldu...
Dijital Dünya Heyulası” Ankara’nın ve ülkenin muktedirlerini korkutacak boyutlara genişledi, öyle ki iktidarın elleri kolları bağlı kaldı.
Satın alsan alamazsın.

Küfür bahane

Milletin, 7’den 70’e, parmağı altında bir koca dünya..
Bir tıkla dünyayı, olan biteni, eleştirileri, farklı düşünceleri küçücük ekranlarına indiriyor.
Herkesin düşüncesini anında, saniyesinde, ışık hızıyla özgürce belirttiği yaydığı, alışık olmadıkları bir açık dünya.
Şüphesiz, içinde küfrü de var, ahlaksızı da. Fakat bunlar bahane, üç beş kendini bilmez, ipini koparmış, ağzına geleni söyleyen her yerde var. Toplum bunlarla kaynıyor, zaten toplum içinde her yerde söylüyor paylaştığını.
Bunlar bahane. Zaten yakalayıp içeri atıyorsun.

Sarsılma yasakları

Ama otoriter ve totaliter düşünce, her şeyi kontrolsüz edemez, duramaz, gece uyuyamaz, sabah kalkar mutlaka yasaklamak için harekete geçer.
Özellikle de iktidarının derinden sarsıldığı zamanlarda...
Özellikle de cicim yıllarında her vurup harman savurduğun ve yandaşlarına peşkeş çektiğin ekonomiyi çökerttiğin zamanlarda...
Milleti işsiz aşsız bıraktığın, çare bulamadığın zamanlarda...
Yedi düvelle kapıştığın ve çıkış yollarını kapattığın zamanlarda...
Gelsin yasaklar, baskılar, cezalar, hapisler..
Başka bir şey bilmezler.. Bunlar iktidarın derinden sarsılma yasakları, içgüdüsel olarak varlığını koruma derin tepkileri.

Şampiyon olmayı seviyorlar

Yakın zamana kadar çok da rahatsız değillerdi, ama bir- iki yıldır yasakların işaretlerini yoğunlaştırmışlardı.
İşte iki gecede gecede sabaha kadar çalışarak, her zamanki gibi asla ve kata bir uzlaşma aramayarak, çoğunluğun diktası ile ülkeyi dijital özgürsüzlüklerde hızla liste başına çıkartıyor.
Ülkemizde engellenen zaten yüzbinlerce sosyal medya hesabı ve web sitesi ile dünyanın ilk dört ülkesi arasındaydık.
Bu iktidar, adaletsizliklerde, özgürsüzlüklerde, insanlara haksızlıklarda, anayasal hakların kullanılmasının yasaklanmasında birinci olmayı çok seviyor.
Şimdi de bu yolda, dijital paylaşım ve iletişim platformlarını ülke içinde çalışamaz duruma getirmek için büyük bir adım daha attı.
Yakışır... iktidarda kalma yasal sürelerinin bitmesine yakınlaştıkça, daha çok şey göreceğiz.

OKUR NOTLARI

O. M.  Oğuz: Ayasofya konusuyla bağlantılı olarak CB Erdoğan ve DİB Başkanı Erbaş'ın Atatürk’ü ad vermeden de olsa suçladıkları vakıf konusunda bir sorum olacak. Vakıf malının dokunulmazlığı "Varlık Fonu"na aktarılan vakıf malları için geçerli değil midir?
Emre Yaka: Selimiye Camii en büyük mimarımızın elinden çıktı. Türk ve İslam dünyasının en güzide eserlerinden. Eğer Balkan savaşlarında Selimiye’yi kaptırmış olsaydık, Selimiye’yi kılıç hakkı diye kiliseye çevirselerdi... Şimdi kılıç hakkı diyenler  ne derdi?  

29 Temmuz 2020 Çarşamba

İttifak politikasıyla ve aklı selimle yürüyebilmek

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 28 Temmuz Salı, 2020

Beklenen oldu ve Kılıçdaroğlu tek aday olarak delegelerin hepsinin oyunu aldı. Acaba, daha önceki Kurultay’da Muharrem İnce’ye yaptığı jesti şimdi de  İlhan Cihaner’e de aynısını yapsa mıydı diye düşünebilirsiniz. İyi olurdu derim. Böylece İlhan Cihaner’in, başkan adaylığı için imza verecek delegelerin işiyle aşıyla oynayarak vazgeçirdiler açıklamasına da fırsat vermemiş olurdu.
Kurultaylarda delegeyi yönlendirmek çok sert mücadelelere konu olur her zaman. Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler arasında bunu yapmış olanlar vardır. Kendisinin, delegenin işiyle aşıyla oynayacak yöntemlerle ilişkisi olmadığını da göstermiş olurdu .
Ayrıca Kılıçdaroğlu tartışmasız adaydı! Seçilmesi garantiydi. CHP başkanlığı için hiç bu kadar tüm partiden en büyük desteği alabilecek durumda olmamıştı.

Cihaner de farklı yapamazdı

Ben parti için mücadelelere karışmam. En sonunda parti, kavga yapacak gürültü çıkartacak ve bir adayı başkanlığa getirecek. Biz de liderin politikasına, stratejisine bakarak eleştirilerde bulunacağız.
Dün Habertürk’te Ebru Baki’nin yönettiği sabah yayınında, İlhan Cihaner seçilseydi, onun da millet ittifakı politikasının yerine başka bir politika uygulama şansının olmadığını söyledim.
Cihaner’in dili, söylemi vb şüphesiz farklı olabilirdi. Ama sonuçta bugünkü koşullar muhalefetin top yekün iktidarını öngörüyor ve dayatıyor.
Keskin kalemler ve diller her zaman olur; umutsuzluk, yandık-bitti kül olduk duygusu insana çok farklı çıkışlar yaptırtabilir, seçenekleri gündeme getirtebilir.

Aklı selim önemli

Türkiye’de muhalefetin özellikle aklı selime ihtiyacı var. Aklıselim, siyasette mümkünlerin oyununu oynatır. Ne mümkün ve bunun için ne yapmalı?
Giderek güç kaybettiği açık olan iktidarın çekmek istediği siyasi zeminde “güreşmek”, iktidarın dirilmesine mi hizmet edecek düşüncesi önemlidir. Özellikle Türkiye gibi, gerçekten elinde çok büyük güçler olan ve bunu kullanmaktan hiç çekinmeyen bir iktidarı yabana atmamak gerekir.
Ayasofya’nın açtığı yolun ardından patlayan hem hilafet ilan edilsin aptal yaygarasının; hem Ali Erbaş’ın Atatürk’e okuduğu lanetin yarattığı büyük tepki, bumerang etkisi gösterdi. Ömer Çelik açıklama yapmak zorunda kaldı.
Ali Erbaş, şüphesiz ki hem kılıç kuşanmada hem lanetinde tek başına karar vermedi. Arkasında iktidarın en büyük gücü olduğunu biliyoruz. Ömer Çelik’in açıklamasından sonra Erbaş’ın önünde tek seçenek istifa etmektir, ama şüphesiz ki etmeyecektir.
Ama, Ayasofya konusu iktidarı minderde kendi kendisiyle güreşmek ve yenilmek durumunda bırakmıştır.

Muhafazakar kadınlara ulaşmak

CHP iktidarın en zayıf yerlerini gün ışığına çıkartarak kendi politikasında ısrarlı davranmalıdır.
Mesele iktidarın en övündüğü projelerin milleti, hazineyi 150 milyar dolar borca soktuğunun anlatılması önemlidir (Şehriban Kıraç’ın haberi). 70 milyar dolarlık Cumhuriyetin mal varlığının satılıp heba edilmesi, çok önemlidir. Bunun hesabı sorulmalıdır.
Kadına şiddeti önlemede imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ni kadınlara anlatmak çok önemlidir.
Bir dostum bir öğretim üyesinden kendisine gelen mesajı paylaştı:
Öğrencilerimden (Covid öncesi) edindiğim izlenime göre, kapalı ve AK PARTİ’ye oy veren kadınların özlemi de kadın erkek eşitliği ve erkeklerden şiddet ve baskı görmemek. Çok sayıda kapalı kadın kızlarını açık ve olabildiğince erkeklerle eşit yetiştirmek istiyor. Bizim bölümde mezuniyet törenlerinde görüyoruz ki annelerin yarısı kapalı, ama öğrenci kızların %10’u kapalı. Bu kesime bu İstanbul sözleşmesinin erkek şiddetinin önlenmesi ve kadın erkek eşitliği ile ilgili önemini anlatmak gerek. Bence önemli olan muhafazakar kesimde, AK PARTİ ve MHP ye oy veren kadınların İstanbul sözleşmesine sahip çıkmasını sağlamak. Bunun için de bu kadınlara ve kızlarına ulaşıp onların günlük yaşamı ile bu sözleşmenin önemini iletebilmek...”

Zor dönemeç

Türkiye siyasi olarak zor dönemeçten geçiyor. En önemli nokta, millete doğruları ve gerçekleri anlatabilmek. Ve bunu aktif ve akılcı bir şekilde yapabilmek.
Ustaca, bilgece, halkı – seçmeni arkana alarak ve inandırarak.
Ve millet ittifakını gözeterek.
Bu konuda herkes elini taşın altına sokmak durumundadır.

28 Temmuz 2020 Salı

Çağımıza uyamayan beyin kılıç kuşattırır

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 27 Temmuz Pazartesi, 2020

Zor durum. DİB koltuğuna oturduğundan beri, Anayasal olarak hâlâ laik Cumhuriyetin bürokratı olmadığını kanıtlamak için her fırsatı kullanmaktadır. Kendisinden hemen önce o koltukta oturanları çok çok aşan bir cesaret sergiliyor ve bu tutumuyla da Cumhuriyet ile sürekli hesaplaşma içinde olan, Padişahçı, Hilafetçi ne kadar köktenci İslamist, tarikatçı cemaatçi kafa varsa hepsinin derin sevgi ve saygısını kazanmaktadır.
Çağımızın insanı değildir.
Kesinlikle de Türkiye’nin bugünkü zor koşullarda toplumun ihtiyaç duyduğu, Cumhuriyet ve geçmişle kavga etmeyen, siyasal ve dinsel olarak bölücü değil birleştirici, aklıselim sahibi, ülkenin fetvalarla idare edilemeyeceğini idrak edecek, alçak gönüllü, tevazuyu içten sergileyen ve herkesin takdirini kazanacak bir akil insan olamayacağını sergilemekten kaçınmamaktadır.
Fazla şey mi istedik ve yazdık..
Bu yazıyı okuyanlarınızdan pek çoğu, o hasletlere sahip değil ki, ne yapsın, haddini potansiyelini çok aşan şeyler istemişsiniz, diyecektir.
Biliyorum, ben o koltukta oturanda olması gerekenleri yazıyorum ve talep ediyorum.

Cihatçılık gösterisi

Kılıç ile Ayasofya’da boy göstermek neyi nesi diye sormuştum dün.
Ayasofya “kılıç hakkı”dır safsatasının ispatı mı?
Ayasofya işgal altında mıydı, yabancı hükümranlık mı sürüyordu orada, dış ülkelerin büyükelçilik binası mıydı?
Kılıç kuşanarak, bu basit ve sıradan histeriye yanıt verme yolunu seçti.
Kılıç, günümüz dünyasında, devletler arası ilişkilerde yeri olmayan bir savaş aracıdır.
Cihatçılık gösterisidir.
Fetihçilik alameti farikasıdır.
Kara mizah örneği olarak, fethede ede, 700 yıla yakın – Padişahlara rağmen- Türklerin olan, ama Atatürk’un Türkiye Cumhuriyetini kurmasıyla ve ülkeyi Padişahın, İngiltere’nin, Fransa’nın, İtalya’nın, Yunanistan’ın işgalinden kesin kurtaran Atatürk ve arkadaşlarının Ayasofya’sını yeniden fethediyor!
Ucuz kahramanlık!
Ama kahramanlığın ötesinde Atatürk’e, Cumhuriyete bir meydan okuma.

Neyin simgesi olabilir ki?

Cihatçılık fetihçilik dönemini hem dünya hem de Atatürk kapatalı çok oldu.
Atatürk, aklı ve bilimi kılıcın yerine koydu.
Ama IŞIDçıların, Talibanların, köktenci cihat örgütlerinin kara bayraklarının simgesi olarak yaşatılmaya çalışılıyor, kafa kesen, insan öldüren, ve kadını yeniden köle yapan.
Ülkemizde de varlar:  Türkiye’yi bir küfür ülkesi olarak görenler ve yeniden fethedilmesi gerektiğini düşünenler.
Kılıç kuşanmak, bu azınlık, çağdışılığın parçası olma anlamına gelir.
Kılıca tüm bunları yükleyerek haddini aşmıyor musun, diye sorabilirsiniz.
Peki kılıç kuşanmak çağımızda neyin simgesi olabilir?
Çağa aklını, bilimini, katkısını koyamayanlar, aklı ve bilimiyle var olamayanlar, ancak müzeden kaldırdığı kılıcıyla gösteri yapar...

OKUR NOTU:
BA: DİB, gelen tepkiler üzerine şu açıklamayı yapmış: “Atatürk 82 sene önce vefat etti. Vefat eden insanlara dua edilir, beddua değil. Geçen geçmiştir, Allah Teala da “tilke ümmetün kad halet, lehâ mâ kesebet ve leküm mâ kesebtüm” (Onlar gelip geçen bir ümmettiler. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız sizedir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz) (Bakara 141) ayetiyle bizi uyarmaktadır. Biz geçmişe takılmadan geleceğe bakmalıyız.”
Açıklamasından anlaşılıyor ki, dilinin altında bir bakla var... Atatürk için "Geçen geçmiştir". diyor... Lafa bakın... Kitabımızın ayetinde yer alan bir cümleyi ( "Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz" ) alıntılayarak, tabii ki kendince Atatürk'e negatif bakışını yansıtıyor... Binlerce yıllık kültürümüzü içeren son devletimize böyle intikamcı bir adamı tayin ederseniz olacağı budur; Toplumu birleştirmesi gerekirken böler... Açıklaması ile kabahatini daha da büyütmüş...

 OKUR NOTU 2:
BY: "Dünkü yazınızda geçen “aralarında bir tane kadın hoca veya efendi yok.." saptamanıza ek: Tüm inançlar dünyasında bir KADIN PEYGAMBER olabilseydi keşke!.. DÜNYAMIZDAKİ YAŞAM  çok daha-olumlu yönde- farklı olurdu”


Topluma ve geleceğe büyük meydan okuyorlar

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 26 Temmuz Pazar, 2020


Kadına Karşı Şiddet ile Mücadele Edilmesi ve Önlenmesine Dair İstanbul Sözleşmesi”ne AKP iktidarının koyduğu imzayı geri çekme hamlesi, artık ülkeyi yönetenlerin tüm perdeleri yırtıp attıklarının ve arkasında saklanacakları hiç bir şeye artık ihtiyaç hissetmediklerinin kanıtıdır.
Tarikatlar cemaatler ülkeyi yönetiyor gibi.
İsmailağa Cemaat lideri Cumhurbaşkanını ziyaret ediyor (karşılıklı) ve bu sözleşmenin iptalini isteyebiliyor.
Arkasından, sözde düşünce ürettiğini söyleyen yine aralarında ilkel fetvalarıyla bilinen bir ilahiyatçının ve benzer beyinde kişilerin bulunduğu (iş adamı da var, finansör olarak!) bir kuruluşun mensupları, bu anlaşmanın neden iptal edilmesi gerektiği konusunda, en ilkel, kadına en düşman, erkek eğemenliğini en yücelten ve kadın erkek ilişkilerin tam bir alt kast üst kast ilişkisi içinde düzenlemekten yana bir “rapor” yayınlıyorlar.
Rapora baktığınızda Afganistan’daki Taliban ve Suriye- Irak’taki IŞİD ve diğer köktendinci kafaların sayfaların arasından bize el salladığını gülümsediğini görürsünüz.

Cemaat ortaklığı hep iktidarda

AKP 2013 yılının 17 Aralığına kadar ülkenin en güçlü en paralı en etkili ve devlette en örgütlü ve en sahtekar yarı gizli cemaati Fethullah Gülen ile ortaklaşa ülkeyi yönetiyordu.
Öyle ki FG’ye övgüde, AKP’liler yarış halindeydiler ve hele birlikte fotoğraf çektirmek onlara artı bir itibar - puan kazandırıyordu!
Gazetecisinden milletvekiline, hukukçusundan (ki uyuşturucu tüccarını koruyanı da var), siyasetçisine kadar.
Ne zamanki FG, Erdoğan’ın koltuğunu da istedi, işte o zaman kıyamet koptu.
Bir cemaat ile işbirliği, Türkiye’ye bir darbe girişimine, en kanlı kalkışmaya, 250 kadar insanın öldürülmesine mal oldu.
FG ve adamları da dünyanın en kötü insanlarına dönüştüler. Ama zaten öyleydiler!

Tarikatsız sağ iktidar olmaz

Bugün bakıyoruz, devlet içinde ve dışındaki diğer Cemaat örgütleriyle al takke ver külah işbirliği alabildiğine sürüyor.
AKP onlarsız yapamaz. Çünkü bu örgütler arayış ve beklenti ve çok yönlü yoksunluk içindeki binlerce insanı ağları içine hapsederek iliklerini ve beyinlerini sömürmek için gerekli.
Cemaat ve tarikatçılar, dinin en büyük sömürücüleri. En kadın düşmanı olanlar.
Hepsi erkek, hepsi “yol gösterici”, hepsi yarım veya tam mehdi!
Aralarından çıkan en utanmaz ahlaksızları üzerine yazılan kitaplar, içinde bulunduğumuz toplumsal yüz kızartıcılığın zor görünür rezil örneklerini sergiliyor.

Tüm anlatımları kadın üzerine

Sapkın erkeklerin tüm senaryoları kadınlar ve kadın cinselliği üzerinden..
Kadının türbanı, başı, saçı, kılı, eli, yüzü, ayağı, kulağı, ağzı, burnu... Yani kadının tümü, erkeğin her alanda  toplumsal ve özel iktidarını gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceği nesnesi.
Aralarında bir tane kadın “hoca” veya efendi yok.
Olsa ne olurdu bu tarikatçıların hali, çok merak ederim!
İlginç bir şekilde, o cenahın tüm kadınları da bu durumu kabul etmiş görünüyor.
Mesela İlahiyat fakültelerinde kaç tane kadın öğretim üyesi var, bilmiyorum, oturup sayamam şimdi.
Fakat onlardan tek bir ses duymuyoruz, nefes alıp veriyorlar mı, bilmiyoruz.
Erkek ruhbanların her türlü denetimine, baskısına, teorisine, zırvalığına, arkaik kabullerine evet diyorlar sanki.
Okudukları İslam külliyatının büyük kısmı çünkü bunu vazediyor.

Ata’nın yarattığı farklılık

Ülkemizdeki bu ilkelliği köklü bir söküp atma girişiminde bulunan ise Atatürk (ve arkadaşları) oldu.
Büyük adam, büyük lider, büyük devrimci, dünya çapında siyasetçi ve bilimsel düşünen ve davranan bir beyin..
Bugün ülkenin İslam ülkeleri arasında farklılığını yaratan modern ve laik kitleler, bu büyük beynin açtığı yoldan ilerlediler.
Bence, bugün yeniden en ilkelliğe dönüşü vazedenlerin de asla başaramayacakları ve aşamayacakları en büyük duvarı oluşturuyorlar.
***
İktidar bürokratlarının yüzlerindeki perdenin tamamen atılmasının taze bir örneğini de, en ilkelliğin alameti farikası olan kılıç kuşanarak kürsüye çıkan ve Atatürk’e lanet okuyanlarda gördük.
Hayata gelmesini sağlayan bir ülke, bir vatan yaratan ve bu sayede ana- babasının özgürce birleşmesiyle doğan, bu olmasaydı asla kendisinin de var olamayacağını idrakten uzak bir sıradan insanlık fışkırıyor her yerden!
***
Dinin en arkaik yorumlarına günümüz kadınını, kadın erkek ilişkisini kurban etmeye kalkışanlar, kadınlara şiddet uygulayanların en azından düşünsel ortakları – işbirlikçileri olur mu diyeceğiz..
Topluma ve geleceğe ilkellikten meydan okumaya kalkmayın, başaramazsınız.

25 Temmuz 2020 Cumartesi

Doğruluk payı yüzde 40 testi neden kabul ettiler; peki rüşvet konusu ne oldu??!

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 23 Temmuz PERŞEMBE, 2020


Sağlık Bakanlığı, özellikle şu pandemi döneminde en sağlıklı yer olması gerekirken, neredeyse “ben en sağlıksız yerim..” diye bağırıyor. Müthiş bir pandemi yönetimimiz, gurur kaynağımız, yerli ilaç - test kitimiz, dünyaya örneğiz, diye reklamı yapıla yapıla neredeyse milletin tümünün bu söylentilere inanacağı noktaya gelmişken...
...Balon bir kaç yerden patladı.
İlk balon virüs kapmış insan sayımızın düşük tutulmasıyla, vakaların sayısının az gösterilmesiyle patlayacaktı ki, patlayamadı; herkes dedi ki, hangi ülke düşük göstermiyor ki... doğru bilgi veren az sayıda ülke yönetimi var, yani sineye çektik...
Derken “yerli test  kiti” kullanmaya başladı Bakanlık. Bu da bir övünç kaynağımız idi. İlk başlardaki başarısızlığa rağmen testler daha sonra çalışır vaziyete getirildi.

Yüzde 50 biliniyordu

Fakat bizim hastanelerden aldığımız bilgiler, Bakanlığın onlarca projede birlikte çalıştığı şirketin, virüs var mı yokmu’yu ölçen testlerinin ancak yüzde 50 doğruluk payı ile işlediği idi. Bu nedenle çok sayıda test tekrarlanıyordu.
İnsanlar koronalı olduğu halde, mesela akciğer BT’leri bunu kanıtladğı halde, test negatif çıktı diye virüslü sayılmıyordu. Binlerce kişi böyle! Ve korona hastaların sayısı baskılanıyordu.
Yüzde 50 doğruluk payını doktorlarımız biliyor dedik. Bakanlık da biliyordu şüphesiz, ama bir sorun yapılmadı... Kol kırılır yen içinde kalır, deve kuşu başını kuma gömer örneği.. Bakanlık bunu bile bile yapıyordu. Üstelik, tekrarlanmak zorunda kalan kaç test var sorusuna hiç bir zaman yanıt vermediler.
Ama ne zamanki bu testlerin yüzde 50’nin bile altında, yüzde 40 doğruluk payı ile çalıştığı, dış ülkelerde yapılan test haberiyle balon patladı, birden sorun oldu.

Yerli başka testlerimiz de vardı

Bu arada ülkemizde çok daha yüksek, yüzde 90’lara varan doğruluk payı ile çalışan testler geliştirilmiş, ancak bir türlü Bakanlığın gözdeki olamamışlardı.
Neden, bilmiyoruz, ama iki tahmin yürütebiliriz:
İlki, yüzde 50 doğruluk payı, bakanlığını koronalı sayısını düşük göstermek politikasına uygun düşüyordu! Yüzde yüzde doğruyu gösterecek testler, bu politikaya uygun düşmezdi!
İkincisi ise, düşük doğruluk paylı testi üreten şirket ile Bakanlığın ilgili birimi veya bakanlık arasındaki özel veya genel ilişkiler- anlaşmalar olabilirdi.
Bu tür bir ilişki, aslında iktidarın politikalarına yabancı değildi.
Yapılması gerekeni Bakanlık yapmadı: Ülkemizde yerli üretilen testleri birbiriyle yarıştırıp, destekleyin daha yüksek düzeyde gelişmelerine yardımcı olmak, en iyilerinden satın alıp uygulatmak ve ayrıca Türk şirketlerinin testlerine garanti vererek dünyaya açılımlarına destek çıkmak.
Bakanlık kaliteyi değil kalitesizliği desteklemiş ve katma değeri yüksek bir biyo teknolojik ürünün hızla gelişmesine köstek vurmuş oldu.
Neresinden bakarsanız, ülkeye kötülük.

Peki rüşvet kimlere verildi?

Bu arada bir Amerikan ilaç şirketi, ilacının Bakanlık listesine alınması için, bir aracı ile 1,6 milyon dolar rüşvet dağıttığı ortaya çıktı. Nerede? ABD’de! Şirket Rusya ve Türkiye’de rüşvet dağıttığını itiraf etmiş ve milyonlarca dolar ceza vererek paçasını kurtarmıştı.
Rüşvet Sağlık Bakanlığı’nda dağıtılmıştı. Artık hangi birimler, hiç de bilinmez değil.
Fakat Bakanlıktan açıklama yok.  Bir soruşturma başladı mı bilinmiyor.
Bu arada dün Bakanlıkta 5.kişinin de görevden alındığı haberini okuyoruz.
Bakanlık bu konuda bir çalışma başlattı mı, istifa veya görevden almaların aynı zamanda bu olayla da ilgisi var mı, bilmiyoruz.
Amacımız istifa edenleri töhmet altında bırakmak değil. Bakanlık açılakma yaparak, şeffaf davranarak bu neyin ne olduğu konusunda millete bir açıklama yaparsa, çok iyi olur.

23 Temmuz 2020 Perşembe

Bir dakika, yoksa, bir bildiği mi var?

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 21 Temmuz Salı, 2020

Adam, darbeye karışmış olsa bile Fethullahçı terör örgütü mensuplarının affedilmesini toplumsal barış namına diliyor; ne zaman, tam 15 Temmuz darbe girişimi yıl dönümünde.
Kim? Daha resmi ataması bile yapılmadan, Atatürk’ün, yeni Cumhuriyetin ve Millet olarak varoluşun bir temel unsuru olarak kurduğu Türk Tarih Kurumu’nun başkanlık koltuğuna oturtulan. Adını bile anmak istemem, ama gerekli olur hatırlamam için diye yazayım, Ahmet Yaramış (akademik unvana sahip üstelik).
Konuşmasını dinleyin, haberini okuyun, ne bir dil sürçmesi var ne “yanlışlıkla karışmamış diyecektim” biçimindeki tevilin inandırıcılığı. Tane tane üstüne basa basa karışmış diyen bir kişi.
Daha sonra çok pişmanım, karışmamış diyecekken karışmış dedim, Cumhurbaşkanımız isterse istifa ederim, diyor ve Metehan Demir’in dün sabah Habertürk’te söylediği gibi daha büyük bir gaf yaparak Cumhurbaşkanını da adeta söylediklerine bulaştırıyor.
Sanki Cumhurbaşkanı bu sözleri onaylarmış gibi, istifasını istemezmiş gibi!!!

Bir dakika, yoksa?!

Ama bir dakika, bu sözleri söyleyen kişi hala neden, zaten asla oturmaması gereken o koltukta oturuyor?
Neden, hemen istifasını vermiyor ve Cumhurbaşkanı isterse... diyor?
Neden Cumhurbaşkanı bana ne söylüyorsun gereği neyse yap demiyor veya hemen görevden almıyor?
Neden Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim KalınŞu an böyle bir talep yok, ancak başkan beyin bu değerlendirmeyi yapıp kendisinin bir muhasebe yapmasında fayda var" diyor?
Her şeyden önemlisi, Yaramış bey neye güvenerek, hangi cesaretle bu sözleri söylüyor?
Bir dakika! Yaramış yalnız değil, Abdurrahman Dilipak isimli yazar da ona estek çıkmıyor ve “affetmek erdemdir” demiyor mu? Ve daha benzer sesler çıkmıyor mu?

“Müslüman da olsa bizdendir”

Mesele bu. Siyasal ve köktendinci İslam cemaatlerin hepsi hem birbirine sahip çıkıyor, hem birbirlerini “yiyorlar”.
Zaten, zaten terör örgütü niteliğini daha önce de potansiyel olarak içinde barındıran FETÖ ile AKP’nin yol arkadaşlığı uzun süre devam etmedi mi? Bir yandan “ortak düşman” “bizlere” karşı alabildiğine savaşırken, 2008’den itiaren Balyoz, Ergenekon, Odv tv gazetecilerine, Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabıyla FETÖ’cülerin ipliğini pazara çıkartan devletin emniyet müdürü Hanefi Avcı’ı hapishanelerde sürüm sürüm süründürenler, aynı ortak iktidar yapısı değil miydi?
Ahmet Şık’ın Fetö’yü anlattığı “Dokunan Yanar – Oooo Kitap”ını yayınlanmadan toplatan ve yasaklayan FETÖ- AKP iktidar değil miydi, o dönemin başbakanı “Bazı kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir” diyerek FETÖ’nün devlet içindeki yapılanmasını koruyan ve kitabın yasaklanmasını onaylayan?

“Alınları secdeye değiyor”

Yani demek istediğim şu: FETÖ’nün devlet içindeki varlığı ve iktidar sevdalığı ağır bir şekilde cezalandırıldığına ve umutları kılıçla kesildiğine göre, artık tehlike olmaktan çıktılar ve alınları da secdeye değdikleri için yeniden kucaklanabilirler...
Tabii bu kucaklama herkese değil, ayıklanacaklar...
Önemli olan devlet içinde uslu durmaları ve FETÖ gibi iktidara talip olmamaları, hele liderle bilek güreşine kalkışmamaları!
Nedim Şener, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Ali Köse’nin “Bir FETÖ gitti, 1000 FETÖ geliyor” uyarısına destek çıkıyor, devlet bürokrasisi içinde kadro savaşına dikkat çekiyor, peki bunları oraya dolduranlar kim, CHP’liler mi?

Ali Köse’ye Cemaatler saldırıyor

Cemaatlerin devlet içinde işleri ne? Nemalanmak, hazineye hortum döşemek... Bunların “sivil din işleri” ile ne ilgileri var? Din üzerinde parasal imparatorluk kuranların faaliyetlerine devletçe destek neden? İktidar sahiplerinin salt gönül bağlılıkları mı, yoksa bu cemaatlerin halkı örgütleyerek siyasi yapıya oy desteği devşirmeleri mi veya her iki nedenle mi ilişkileri var?
İktidar bunlara neden sahip çıkıyor? Devlet bürokrasisi bunlar arasında neden parselleniyor? Amerikalı ilaç şirketinin rüşvet verdiği Sağlık Bakanlığındaki bürokratlar kim? Bunlar neden korunuyor?
Nedamet getirdiler, Tanrı olsa onları affederdi, biz de af ediyoruz, sonucuyla karşılaşırsak, şaşırmayacağım.
İskilipli Atıf Hoca gibi İngiliz düşmanla işbirliği kesinleşen adamların destekçileri, Türk Tarih Kurumu koltuğuna oturtulduğuna ve onlar da “FETÖ affedilsin” dediğine göre, bilmediğimiz daha neler var, neler.

21 Temmuz 2020 Salı

Seçimlere giderken neler yaşayabiliriz? Torbadaki büyük turp

                 
Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 20 Temmuz Pazartesi, 2020

Okurlar “yazacaksın, bir türlü sıra gelmiyor, AKP’nin seçimi kazanmak için torbadaki büyük turpu Ayasofya değildiyse nedir, neyi yazacaksınız” diye soruyor haklı olarak.
Ayasofya önemli değil, kimseye seçim kazandırmaz. AKP’li siyasi militanların geçmiş rüyalarını hep süslemiş olabilir. 80 yaş ve üzeri nine ve dedelerimiz de camiye dönüştürülse de namaz kılsak, hasretine sahip olabilirler.
Türkiye genç bir ülke. Dolayısıyla büyük çoğunluk Ayasofya rüyası görmüyor ülkede. Umurlarında da değil. Gençlerin çoğu siyasal bir numara derken, İYİ Parti seçmenlerinin bile umurunda değil. Ülkenin camiye mi ihtiyacı var, RTE demedi mi ki “gidin önce Sultanahmet’i doldurun önce”. Siyasal İslamcı bir kesim konuyu ne kadar köpürtse de, elleri böğürlerinde geçmiş rüyaları ile kalacak. 24 Temmuzdan sonra olay biter.
AKP’nin, liderlerinin ellerinde sadece Atatürk düşmanlığı kalacak ki, oradan da hesaplarına zarar yazacak.
Şu işi sessiz sedasız kimseyi suçlamadan ve tüm milleti birleştirerek halletselerdi, puan kazanırlardı. Geçmiş olsun, kimse olayı köpürtüp AKP’nin değirmenine su taşımasın.

Neyle kazanacaklar?

Evet, ekonomi öyle iki yılda toparlanacak gibi değil. Neyle seçim kazanacaklar?
Size tiyö vereyim, 2015 Haziranında seçimi kaybetmişlerdi. Sonra Kasım’da neyle kazandılarsa, torbalarındaki iri turp odur.
Türkiye dört bir taraftan savaş ilişkileri ile çevrili.
Suriye meselesini çözmüyor. Bir ayağı ile orada iktidar, İdlip ve Şam konusu. Bir savaş potansiyeli orada duruyor.
Akdeniz öyle... Yunanistan öyle... Libya- Mısır öyle...
Bu alanlar giderek daha ısınacak.
Özellikle de Yunanistan ile önümüzdeki iki yıl içinde sorunların tırmanacağı, tırmandırılacağı konusunda bir beklentiyi dillendirebilirim. Birikim giderek artıyor.
Anlaşmalar dışında olan Ege kayalıkları bu ısınmaya vesile olacak.
Şimdilik bu kadar yazayım, içerlerini sonra dolduracağız...  

Libya konusu savaş potansiyeli ile öne çıkıyor

Şimdilik en sıcak güncel alan Libya konusu öne çıkıyor.
Libya çok tartışılır. Libya ile yapılan deniz anlaşması, Türkiye’nin Akdeniz’de ekonomik ve deniz haklarını (münhasır ekonomik bölge) koruyucu bir adım. Ve resmi hükümetin ayakta kalmasına bağlı anlaşmanın geçerliliği. Yani aslında Mısır ve diğer ülkelerle ortaklaşa barışçıl bir ekonomik bölge hakları arayışına girişilmedi için, Libya ile tek bacaklı bir anlaşmanın ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışmalı.
Büyük güçlerin çatışma alanına dönüştü Libya.
Özellikle Türkiye’nin kontrolündeki hava alanının Mirage uçaklarıyla vurulmasıyla öyle anlaşılıyor ki hava savunma sistemlerinin zarar görmesinden sonra, bu çatışmanın büyümeye elverişli olduğu net olarak ortaya çıktı.
Ankara, bu anlaşmanın ayakta kalması için mi Libya hükümetini savaş korumasına aldı?
Yoksa bununla birlikte, Libya’dan ekonomik menfaat beklentileri de mi var, eş zamanlı. Trump ve Avrupalı emperyalistler gibi. Şüphesiz, Rusya’yı da sayacağız.
Görünen o ki, Libya’ya askeri güç yığmayı sürdürecek Ankara ve bu tehlikeli bir potansiyel macera demek. Libya sorunu nasıl gelişecek, çok ciddi bir tartışmanın konusu.
Türkiye’nin özellikle çok yönlü potansiyellere sahip çeşitli İHA üretimleriyle sağladığı başarı, Ankara’nın, sorunları askeri kuvvet ile çözme isteğini öne çıkardığı söylenebilir.
***
Sanırım, seçimlere giderken ne kadar tartışabileceğimiz bile şüpheli bu konu ve konular, süreci belirleyici ana rol oynayacaklar.

20 Temmuz 2020 Pazartesi

Canan Hanıma ceza ve siyasetin doğrudan parmağı

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 19 Temmuz Pazar, 2020


Kaftancıoğlu yeni yönetimiyle ve ikinci yılını bitirme vesilesiyle bazı köşe yazarları ve habercilerle basın toplantısı yaptı. Genç yönetim üyelerinden, 5’i kadın  9’unu takdim etti, genç genel sekreterini tanıdık. Söylediklerini ana hatlarıyla gazetemizdeki haberde okuyacaksınız.
Soru üzerine bugün seçim olsa 15 ilçede daha belediyeleri kazanırız ve 39 belediyeden 29’unun yönetimi bizde olur.. sandık güvenliği için geliştirdiğimiz modeli tüm Türkiye’de uygulayabiliriz gibi dikkat çeken sözlerinin yanı sıra, İstanbul örgütü olarak programlarına değindi...

Vay bakın neler demiş 7 yıl önce

Canan hanım biliyorsunuz yıllar boyunca sosyal medyada yaptığı paylaşımlardan dolayı toplam 10 yıla yakın hapis cezasına çarptırıldı! Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmadığını kanıtlayan yargılamalardan birine şahit oldu Türkiye... Bu nedenle daha çok bu konu üzerinde duracağım. Yargılama süreci bir kitapçık olarak da önümüze kondu.
İl Başkanlığına adayım dediği andan itibaren Cumhuriyet Başsavcılığı sözlü talimatla sosyal medya hesaplarını polise incelettiriyor. Bir soruşturma olmadan! Böyle keyfilikler gırla ülkede! Tabii bazı paylaşımları, paylaşmadıkları ile birlikte iktidarın medyası ve trolleri tarafından kampanya halinde yayılıyor. Aralarında uydurulmuş fotolar ve atmadığı sahte tweetler, hakaret ve ölüm tehditleri ile birlikte..

Siyasi “cezalandırma davası”

13 Ocakta İl Başkanı seçildi, 15 Ocakta soruşturma açıldı... Davacılardan biri de Cumhurbaşkanı ve kimliği belirsiz ihbarcılar!!! Son genel seçimlerden hemen önce de soruşturma izni verildi.
Ama dosya bekletildi, bu kez 31 Mart Yerel Seçimlerinden sonra Devleti aşağılamak, RTE’ye ve kamu görevlisine hakaret, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, terör örgütü propagandası iddialarıyla 17 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Yargılama zamanları, siyasetin elini kolunu gösteriyor.
Kaftancıoğlu “ceza değil cezalandırma davası” derken haklı.


Ceza hangi tweet’e belli değil
Çok ilginç, Kaftancıoğlu’na cezaların hangi tweet’lerine verildiği hiç belirtilmemiş.
Toplam tweet’lerine yöneltilen suçlamalar sıralanmış ve bu suçlamalara, mesela Cumhurbaşkanın hakaretten, devlete hakaretten denilerek, toptan cezalar sıralanmış. Avukatlar diyor ki, aslında hangi sözüne ne ceza verildiği tek tek gösterilmeliydi.
Mesela tweetler arasında FETÖ örgütünün ele başısı “Hocaefendi”ye  ilkokul mezunu meczup dediği de var. Bazı cinayetlerin hâlâ ortaya çıkarılmamış olmasını eleştirmenin, katillerin belirsizliğini dile getirmenin devlete ve devlet memurlarına hakaret olarak yargılama konusu yapılması bile, Türkiye’de siyasi iktidarın ve devlet örgütlerini eleştirenlerin cezalandırılacağının alenen ilanı sayılmalıdır.

Yargılama istemek suç mu?

Bir insan, Cumhurbaşkanının da şu şu nedenlerden dolayı yargılanması gerektiğini söyleyebilir. Hele bu insan siyasi ise, bu eleştiri ve savcılara doğal hakkıdır. Cumhurbaşkanı kindar ve dindar bir nesil yetiştirme çağrısı yapıyorsa, bu tamamen yargılanma konusu içine girer. Tam toplumu bölme ve kışkırtmadır.
Ama buna cesaret edecek savcı olmaması, ülkenin temel eksikliğidir, demokrasi ve yargı ayıbıdır. Uluslararası hukuk, siyasi yöneticilerin en ağır eleştirilere katlanmak zorunda olduklarını kabul eder.
Kaftancıoğlu’na “terör örgütü propagandası” suçlaması da yapıldı. Amaç, davaların tümünü ağır ceza kapsamına sokmaktır, diyor savunmasında. Canan hanımın en önemli savunmalarından biri de, Anayasa’ya göre tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanının AKP genel başkanı olarak bu tarafsızlığını yitirmiş olması ve Anayasa’ya aykırılığı gündeme gelmesidir.

“Söyledin, kanıt gösterme!”

Ayrıca, iddianamede katıldığı bir televizyon programında söylediği iddia edilen sözleri söylemediğinin kanıtlıyor, ama mahkeme konuşma bant çözümünü dava dosyasına koydurmuyor.
Böylece Kaftancıoğlu boş bir iddia ile de yargılanmış ve ceza almış oluyor.
Savcı, hakikati ortaya çıkarmak derdinde değil. Sanığın ortaya koyduğu gerçeklerin savcılığı ilgilendirmediği ve mahkemece de dikkate alınmadığı bir düzenin adına adil yargılama bir kenara, yargılama bile denmez.
Ve her şeyi göstermelik kılar.
2013’te paylaşılan ve o zaman suç oluşturduğu düşünülmeyen görüşlerin, 5 yıl sonra, Kaftancıoğlu İl Başkanı ve seçildikten sonra, genel ve yerel ve seçimlere de denk getirilerek yargılama konusu yapılması, siyaset ile yargı arasındaki ilişkiyi ve verilen cezaların anlamsızlığını ve hukuksuzluğunu gösteriyor.