Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

18 Nisan 2018 Çarşamba

Su yeşili bir kentten, öldürücü kargaşaya, Vancouver

15 Nisan 2018 Pazar  / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet   



İlk tanımlamam “su yeşili bir kent” oldu. İç denizinden, göllerinden kente baktığınızda, suyun renginin ve sahilin yeşilliklerinin, kent içlerine doğru uzun binalar biçiminde yükseldiğini sanırsınız. 
Hayır, bu bir sanı değil, yüksek yapıların cepheleri su yeşili ve adeta cam ağırlıklı, su ile bütünleşmiş bir kent görünümü. İç deniz, rengiyle sanki kentte göğe doğru yükseliyor. Aralarında yer yer açık kahverengimsi pastel renkli binalar, tatlı bir renk uyumu ile çeşitlilik yaratıyor.
“En güzel kent” diye bir tanımlama olabilir mi? Hayır; “en güzel”, öznel bir tanımlama. Kişiye, algılamaya, beklentilere göre değişir. Dünyada birbirinden güzel kentler vardır. Çok güzel kentler var. Bir kışkırtıcı veya çekiç yönüyle, diğerlerine önemli fark yaratan kentler var.
Vancouver, pek çok güzelliği kendinde toplamış. Kent içine bakarsanız, trafik yoğunluğu sıkışması diye bir şey yok. Yaşam rahat, metrosu, troleybüsleri ile her yer 10 - 25 dakikada (havaalanı) ulaşılabilir uzaklıkta. İnsanlar kendine ve başkasına saygılı. Bir koşuşturma yok. Yürümeyi severseniz, her yere ulaşabilirsiniz.

Okyanus – Kara iç içeliği

Ama kentin özelliği adeta su üzerinde oturuyor olması. Bir yarımada. Ama sadece yarım ada değil. Suların aktığı, göllerin sarıp sarmaladığı, adeta nehirlerin oluştuğu güzel bir coğrafya..
Pasifik Okyanusu mu karayı parçalayarak kent içine girmiş, yoksa kentin üzerinde oturduğu kara mı Pasifiği yararak denize açılmış diye sorarsınız. Pasifik Okyanusu, yarımadanın dışında okyanus, kent içinde ve çevresinde ise kapana kıstırılmış, sanki dışarıya çıkışı olmayan bir iç deniz.
Kentin merkezinden bir uçtan diğer uca boydan boya ulaşan ana caddelerin uzak derinliğine baktığınızda, 2 bin metrelere kadar yükselen karlı ve buzul dağları görürsünüz.
Caddenin sonuna vardığınızda yürüyüp dağlara çıkasınız gelir.
O kadar yakın. 
Evet, o kadar; arabayla köprüden Kuzeye kentin karşı sahiline geçerseniz, 20 dakikada dağın dibindesiniz. Yamaçtan tepelere doğru baktığınızda, erimeye başlayan karın şelaleler görünümünde, yamaçlardan bazen zıplaya zıplaya aşağı doğru bir çay oluşturarak denize aktığını görürsünüz.
Dağcı tarafınız varsa, tepelere doğru tırmanabilirsiniz. Veya teleferikle yamaçlar arasında heyecanlı bir yolculukla, dağların üstünde oluşturulan çeşitli uzunluktaki güzergahlarda, yer yer karlar arasında yürüyebilirsiniz.

Pasifik avuçlarınızda

İşte Pasifik şurada bitiyor,diyebileceğiniz çok sayıda karasal sonlanmalar, devasa okyanusu sık sık avucunuzda tuttuğunuz duygusunu yaşatır size. 
Kenti kuzeyden saran volkanik dağların buzul olanları, yine en çok yarım saatte arabayla tırmanacağınız kayak- yaşam ve eğlence alanları. Bütün bir kent, bazen oralara taşınmış olabilir! Dağların granitleri üzerinde de kent içinde gezinirsiniz.
Vancouver, bir yönüyle yağmur ormanlarıyla çevrili. Kentin hemen başuçlarında yaşayan bu yağmur ormanlarının işi ne buralarda! 
Olağandışı bir olay yaşıyor ve derin bir kanyonun kesip başka bir güzellik kattığı bir yağmur ormanında, devasa ağaçların gövdeleri arasında kurulan ahşap yürüyüş yollarında mı desem, ağaçtan ağaca yüksekten gezer veya uçarsınız. 
Bunların hepsi Vancouver’in parçası değil, kendisi. 
Yağmur da kentin kendisi. Yılın yarısı, hatta fazlası.

Kargaşaya uçuş

Yazıyı, Pasifik kıyısından Atlas Okyanusu kıyısına Montreal’a doğru, Air Kanada ile uçarken yazıyorum: 4 saat kadar yolculuk! Orada 3 saat bekleyişten sonra, bu kez THY ile durmaksızın 10 saat daha İstanbul’a.
1900 mili geride bıraktık, 400 mil kaldı. Dışarısı kutup soğuğu. Aşağısı kuş uçar kervan geçmez uçsuz bucaksız vahşi Kanada, yer yer karlı, bol bol parçalanmış göller, nehirler, sular... Belki de karlı dağlar... Yükseklik 33 bin feet. İstanbul- Vancouver arasında zaman dilimi farkı 10 saat. Montreal’da bu 7 saate düşecek. 
Gece 23’te THY’ye binmeden bu yazıyı göndereceğim. Tam o sırada İstanbul Cumartesi sabah 6’yı yaşıyor ve akşama doğru koşuyor olacak. Akşam olmadan 15.30 gibi sizi yakalayacağım ve günü birlikte bitireceğiz J
Doğu’ya uçuyorum; günü, sonunda-biterken değil, Doğu’da, aslında olmayan başlangıcında yaşamaya, karşılamaya,..
Tabii ki bir öldürücü kargaşaya...
---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder