Enver
Aysever’in
radyo programına konuktum ve sohbetin ortasında bir dinleyiciden gelen soruyu
bana yöneltti: Nuray Mert’in Cumhuriyet’teki son yazısına ne diyorum?
Program öncesi, onlarca e-postayı ve
sosyal medyadan direk mesajları ayıklıyordum. Cumhuriyet okuru tepkilerini çok
sert dile getiriyordu. Yanıtım sert oldu: Ben
olsam Mert’i kapı önüne koyarım, biçiminde. Normalde ne böyle konuşur ne de
yazarım. Görüşleri eleştiririm, en ağır dozda bile olabilir. Bu yanıt, hızlı
akan bir zamanda okur tepkilerine paralel seyretmişti.
Öncelikle belirteyim: Cumhuriyet’te yönetici kademesinde hiç bir
görev almadım ve bundan sonra da ne olursa olsun almayacağım. Yayın
Kurulu’nun uyduruk üyeliğinden 2 yıl kadar önce, gazetede meydana gelen liberal
değişimden beni de sorumlu gören okur tepkilerinden, ve kendimce zerre anlamı
olmayan bir vitrinde göstermelik oturmaktan kurtulmak için yönetime bir mesaj
attım ve anında isteğim yerine getirildi. Böylece yeni yönetici kesim de
yükümden kurtulmuştu.
***
Özetle, gazeteden kimseyi “kapı önüne
koymak” gibi bir tasarrufum olmadı ve olamaz. Bu konuda fikrimi soracak
olurlara yanıtım, “yönetici sizsiniz, karar
da sizin” olur. Liberal değişimde zaten gazete çalışanlarına kimse bir şey
sormadı. Yönetimi devralanlar istedikleri gibi davrandılar, yazar ve Vakıf
Yönetimi seçiminde, gazetenin yeni politikanın saptanmasında ve uygulanmasında.
Bu, “çalışanların gazetesi”nde oligarşik bir yapının kurulması demekti benim
için..
Ama İlhan
Selçuk Ağabey döneminde de benzer süreç yaşandı, yine İlhan Abi danışırdı.
Çok kez odasına neredeyse her girdiğimde, Orhan
gel şunu şöyle yapmayı düşünüyoruz sen ne dersin, diye sorardı. Selçuk
sonrasında doğru olan, demokratik bir
yapı kuruluşuna gitmekti! Bu bir başka zaman hikayesi, istenmeyen
sorunların ortaya çıkışı ile ilgili!
***
Şunu
sorabilirsiniz: Hasbelkader yönetici olsaydınız bugün artık eski
Cumhuriyet okurlarınca en çok tartışılan bazı yazarlara evet der miydiniz?
Gayet açıkça: hayır. Peki, eski Cumhuriyet’ten memnun muydum? Yine yanıtım
hayır. Bir yenilenme yaşanmalıydı, ama böyle değil, bu o değildi. Bu tür yayın
organları kendilerini şüphesiz yenilemelidir, ama okura “gazete köklü bir dönüşüm geçirdi,
bu benim gazetem değil” duygu ve düşüncesini verecek bir değişim olmamalı.
Sorun çok katmanlı. Kararlarınızla, kendi
ideolojik bakış ve yaklaşımlarınıza uygun güçlü bir okur yapısını kaybetmeyi
göre alır, ve daha büyük başka bir okur yapısıyla eskisinin yer değiştireceğini
sanırsınız. Eğer bir hayal kırıklığı yaşarsanız, başlangıçtaki hesapların neden
tutmadığını ve nerede yanlış yaptığınızı düşünürsünüz.
Önemli olan her durumda Cumhuriyet’in ayakta kalmasıdır. Ben küs okurları da
yine de gazeteye sahip çıkmaya çağırdım hep. Kimse Cumhuriyet’i yok edemez diye
düşünürüm. Çünkü kökleri derindir. Cumhuriyet çeşitli dönemlerde de fırtınalı
zamanlar yaşandı, sallandı durdu, ama kökleri onu hep ayakta tuttu. Fırtınalar
sürekli olmaz.
***
Kimsenin Cumhuriyeti yok etmek amacıyla
hareket ettiğini düşünmüyorum. İnanırım ki, başarısızlığı görenler,
kendiliklerinden görevi devrederler. Öyle olmalıdır. Tarihsel bir miras ve emanettir Cumhuriyet. Ne bizimle var oldu, ne
de bizsiz yok olacak. Eğer bu gerçeğin farkındaysak, görev almamızın bu anlamda
tek nedeni, bu mirası - emaneti, iyileştirerek, büyüterek geleceğe, bizden
sonrakilere gönül rahatlığıyla devretmektir.
Tarihsel bir miras ve emanetse, kendi
karakteri ile yaşamasına da izin vermek de emanetçinin ana görevidir. Bazıları
“muhalefet ederek namusunu kurtardık
gazetenin”, düşüncesinde olabilir. Cumhuriyet, 2007’de “Tehlikenin
farkında mısınız” kampanyasının başlatıcısı olduğunu, belki o zamanlar
Cumhuriyetçi olmadıklarından anımsamayabilirler. Muhalifliği, Cumhuriyet
kimseden öğrenmez. Bunu gerektiği gibi, dozunda ve Türkiye’nin gazetesi olarak
yapmıştır.
Böyle düşünürsek, her şey kolay çözülür.
Cumhuriyet, kendini var eden kökleriyle
birlikte hareket ederse, şüphesiz ki maddi zorlukları da kolayca aşar! Bunu
biliyorum ve görüyorum!
***
Hep şunu düşündüm: Köklerine uygun
gelişen ve atanmış değil her kesimden, bölümden seçilmiş çalışanların yönettiği
bir gazete. Demokratik yönetimlerin olmadığı “patronsuz-sahipsiz” bu gibi yapılarda
kavga gürültü, ele geçirme politikaları- cuntacı
anlayışları gırla gider. Bu anlayışın kökü kazınmalı. Gazete meclislerinde
görüşler özgürce dile getirilmeli, derlenip toplanıp ortak aklın uygulanması
için seçilmiş yönetici kesimlere görev verilmeli.
Bu Cumhuriyetin yakın tarihinden edinilen
değerli deneyim, sonuçtur.
Kimseyi gazeteden çıkarma yetkim hiç olmayacağı
için, Enver Aysever dostuma söylediğimin de bir değeri yoktur.
Yarın, belki sürdürürüm... Bakayım ruhum
müsait mi..
22 Ocak 2017 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder