obursali@cumhuriyet.com.tr
Kavala davası.. Nasıl siyasetin aleti olursuna manşet
Osman Kavala’nın Henri Barkey ile iktidarı devirmeye yönelik “casusluk işleri” yaptığına, buluşup yemek yediğine ilişkin, zaten hiçbir tutar yeri olmayan iddialar çöktükten sonra, Barkey açıklama yaptı, “Ben Kavala ile değil gazeteci Aslı Aydıntaşbaş ile yemek yedim” diye, çarşı karıştı.
Aydıntaşbaş köpürdü, bunu şimdi açıklaması manidar dedi. Bu başka bir konu. Aslı, Kavala hakkındaki bu zırvalıkla uğraşır saçını başını yolarken niye o sırada ortaya çıkıp “Yahu Barkey ile yemek yiyen bendim Kavala değil, bu ne zırva iddia” demedi?
Demesi gerekirdi. Bu casusluk iddiasının yıllar sonra düşmüş olması ve bu kez Gezi davasından Kavala’nın alelacele, hapishane kapısından çıkarken tutuklanıp hücreye geri gönderilmiş olması, suskun kalmasını açıklamaz.
Ama gerçeklerin bir şekilde gün ışığına çıkmak gibi bir huyu var.
Hayır, Barkey ile yemek yemiş olması bir eleştiri konusu değil. Gazetecidir. Burada neden gerçeği açıklamadı diye soruyoruz. Casusluk suçlamasını yaptıranların hışmına uğramaktan mı korktu: Vay nasıl sen bizi yalanlarsın!
Korkmakta haklı olabilir, belki de soruşturulabilirdi; ama Kavala? Gazetecilerin her ay soruşturulduğu, içeri atıldığı, ekranların karartıldığı, programların ortadan kaldırıldığı, ağır cezaların verildiği, iktidar ve uygulamaları için sahte bir “hijyenik ortam” yaratılmaya çalışıldığı bu uyduruk özgürlük düzeninde, ağır bir suçlama karşısında bulunan insanı yalnız bırakıp hakikatın ortaya çıkmasına izin vermemek...
... nasıl bir ahlaki sorumluluktur?
“Kavala bu gerçeği biliyordu” demek neyi kurtarır. Sen açıklamadıkça “Hayır ben değildim, Aslı Aydıntaşbaş’tı Barkey ile yemek yiyen” demeyecek bir insan vardı içeride.
Kavala içeriden açıklama yapıyor: Savcı bu gerçeği, yani lokantada Barkey’in benimle değil, Aslı ile yemek yediğini biliyordu, diyor.
İşte siyasetin aleti bir iddianameyi, adaletin nasıl çukura itildiğini, suçsuz insanları suçlamanın aracı yapıldığını ortaya çıkaracak ve belki de adalete hizmet edilecek, tam o andı!
Tam tersine hizmet edildi... Yazık...
‘YA ÜÇ BUÇUK ATARSIN YA DA DÖRT DÖRTLÜK YAŞARSIN’
Okurdan: “Sayın Bursalı, 2 Ağustos 2022 tarihli yazınızı ‘Rahat uyuyun’ diyerek bitiriyorsunuz. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki darbe olasılığının çok ötesinde korkuları var. Onlar mutlak mutsuzlardır!
Mutlak mutluluk yok ama, bana göre, mutlak mutsuzluk var! Mutlak mutsuzluk ahlak, vicdan, merhamet ve adalet yoksunluğuyla suç işleyip henüz ele geçmemiş olma halidir. Mutlak mutsuzlar yaşamdaki eylemleri nedeniyle kendilerini korkuya mahkûm edenlerdir.
Kim bunlar? Toplumu kandıran yalancılar; çalanlar, katillerdir; hak yiyen vicdansızlardır; zulüm eden zalimlerdir. Bunlar bir gün yasalar önünde, hesap verme olasılığıyla hep korkarak yaşarlar, kaçarak yaşarlar. Onlar, siz kovalamasanız da kaçarlar. I. yüzyılda yaşamış Romalı şair Juvenalis ‘İlk ceza odur ki hiçbir suçlu kendi yargıçlığından kurtulamaz’ der.
Onlar görkemli bir hayat sürüyormuş gibi görünür ama hayatlarının hiçbir anında mutlu olamazlar. Korku kemirir onları...
Bir de mutlu olma şansına sahip olanlar var: Doğrudan ve doğruluktan yana olanlar, hak ve hukuku gözetenler, yaşama ve yaşayana duyarlı olanlar, vicdanını sesini dinleyebilenler ya mutludur ya da en azından, mutlu olma şansına sahiptir.
Neyzen Tevfik mutlak mutsuzlarla mutlu olma şansına sahip olanları dikkate alırcasına yaşam kalitesine yorum getirmiş: ‘Hayat üç buçukla dört arasındadır... Ya üç buçuk atarsın, ya da dört dörtlük yaşarsın!...’”
Prof. Dr. Akif Ergin
Emekli Öğretim Üyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder