Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Kasım 2011 Çarşamba

Bilim Akademisi (Derneği) Kuruldu

Hükümetin Türkiye Bilimler Akademisi’nin özgür üye seçimi hakkını iptal ve siyasi üye atamaları yasalaştırması üzerine, bir gurup bilim insani Bilim Akademisi Derneğini kurdu.
Bilim Akademisi, Türkiye Bilimler Akademisi’nden istifa edenlerin arasında bulunan, 17 akademi üyesi tarafından kuruldu. Sabancı Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Ali Alpar ile yine akademiden istifa eden 16 arkadaşı, iki aydır yeni Akademi kuruluşu üzerinde çalışıyordu.
Kurucular:
M. Ali Alpar, Astrofizik, Sabancı Üniversitesi
Cumhur Ertekin, Tıp, Ege Üniversitesi
Ayşe Erzan, Fizik, İstanbul Teknik Üniversitesi
Hamit Fişek, Psikoloji, Boğaziçi Üniversitesi
Naci Görür, Jeoloji, İstanbul Teknik Üniversitesi
Sami Gülgöz, Psikoloji, Koç Üniversitesi
Metin Gürses, Fizik, Bilkent Üniversitesi
Rahmi Güven, Fizik, Boğaziçi Üniversitesi
Ahmet Oral, Fizik, Sabancı Üniversitesi
Şevket Pamuk, Ekonomi-Tarih, Boğaziçi Üniversitesi
Önder Pekcan, Fizik, Kadir Has Üniversitesi
İlhan Tekeli, Planlama, Orta Doğu Teknik Üniversitesi
TosunTerzioğlu, Matematik, Sabancı Üniversitesi
Aslıhan Tolun, Moleküler Biyoloji ve Genetiik, Boğaziçi Üniversitesi
Ayhan Ulubelen, Farmakoloji, İstanbul Üniversitesi
Yücel Yılmaz, Jeoloji, Kadir Has Üniversitesi
Ersin Yurtsever, Kimya, Koç Üniversitesi
Bugüne kadar Türkiye Bilimler Akademisi’nden 70 kadar üye istifa etti. İstifa edenlerin başlıca gerekçesi, hükümetin Kanun Hükmünde Kararname ile, Akademi’ye, Akademi dışından 200 kadar insanın siyasi irade ve onun kontrol ettiği YÖK ve TÜBİTAK gibi kurumlarca atanmasını yasalaştırması idi. Dünyanın hiç bir ülkesinde, bir Bilimler Akademisi’ne siyasi organlarca atama yapılmaz. Akademi, kendi üyelerini kendi seçer.
Ancak Başbakan, ülkede devlet ve hükümetle bir şekilde yasal ilişkisi olan bütün kurum ve kuruluşları, doğrudan kendine veya hükümete bağlayan adımlar attı ve bu çerçevede Türkiye Bilimler Akademisi de tamamen hükümetin kontrolü altına alındı.
Dünyadaki bilim akademilerinin hükümete ve Cumhurbaşkanına yönelik bütün uyarıları bugüne kadar sonuç vermedi. Cumhurbaşkanı Gül’ün “dışarıdan aday gösterilsim, ama kesin atamaları Akademi yapsın” dileği de, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ve hükümet nezdinde olumlu karşılanmadı.
Bilimler Akademisi Derneği’ni kuran Akademisyenler, hükümetin geri adım atmayacağı düşüncesiyle, özerk ve özgür bir yeni akademi kurmaya soyunmuşlardı.
Bu hafta başında resmi kuruluş gerçekleşti. Yeni Akademi bu cumartesi günü bir basın toplantısı ile kuruluşunu açıklayacak.

29 Kasım 2011 Salı

Zalimliğin Diyeti: Neden Kral ve Şeyhler Suriye'ye Karşı?

Olli Heinonen, BM Atom Silahları Denetimcileri eski Başkan yardımcısı, şimdi Harvard’da konuk profesör, Spegel dergisinin 2011/40. sayısında İran 2014’da atom bombası için yeterli plütonyuma sahip olacak. 2014’te İran atom bombasına sahip bir ülke kabul edilebilir..
Yazıyı okuyunca, İsrail, ABD ve AB’nin şunun şurasında 2 yılı var, İran’ın atom gücü olmasını engellemek için. Reddetmesine rağmen, İran’ın bomba üretme sürecinde olduğuna ilişkin, batılı uzmanların elinde çok “veri var.” En önemlisi, bir atom elektrik santralinin çalışması için gerekli zenginleştirilmiş uranyum miktarını katbekat aşan üretimi.
İran’ın çalışmalarını engellemek ve geciktirmek için özellikle İsrail, İran’lı atom mühendislerine suikastten tutun, İran’ın nükleer araştırmalarını çok özel yazılmış virüslerle sabote etmeye varıncaya kadar, yeraltı savaşları sürdürüyor.
Ortada bilinmezlikler varsa, İran’ın iki yıldan bile önce, örneğin önümüzdeki yıl atom silahını yapabileceği de, olasılıklar içinde.. Zaten İsrail iğne üzerinde oturur gibi. Atom silahları denetim kurumunun son raporu üzerine, İran’ın vurulmasını isdedi.
Ancak, böyle bir saldırının, bırakın bölgeyi, dünyayı yeni bir cehennemin içine atacağı da kuşkusuz.
İran atom bombasını üretecek bir durumdaysa, tek yapılacak iş, İran’ın atom silahları anlaşmalarına uyumunu sağlayacak görüşmeler yapmaktır. Tabii, İsrail’in de atom silahları resmiyet kazanmalı ve bu anlaşmaların içine çekilmeli.
***
Bir saldırıda, Türkiye de cehennemin içinde kalır. Zaten iktidar, buna hazırlık içinde! Bütün ülkeyi Amerikan Füze Rampasına dönüştürüp hedef tahtası yaptığı gibi, Suriye’deki iktidar savaşlarına fiilen taraf ülke haline geldik.
Öyle ki, Fransız Dış İşleri Bakanı, Suriye’de iç karışıklıkları kışkırtmak için neler yapılması gerektiğini bizzat Ankara’ya gelip bizim Dış İşleri Bakanı ile görüşüyor!
Kendi ülkelerinde insan hak ve özgürlüklerine popolarını gösteren Arap Birliği’nin kralları, başkanları, diktatörleri, aralarında Sudan lideri gibi ülkesinde milyonlarca insanın katili, Suriye’ye ekonomik ambargo uygulama kararı alıyor!
Ne demiştik aylar önceki yazılarımızda?
ABD, savaş gibi konularda artık maşa kullanıyor! Irak savaşında 3 trilyon dolar, 5 bin asker kaybı ve katbekat aşan yaralı sayısı karşısında, güdümündeki “İslami uşaklarını” kullanma politikasına geçti. Libya’da bunun meyvesini yedi. Şimdi Suriye’de, maşalarını daha büyük yetki ile cepheye sürüyor!
Her “Amerikan Dostu”, dostluğun öyle bedava olmadığını, bunun için er veya geç diyetini ödemek zorunda olduğunu tatmak zorundadır!
Hele hele, bir de “stratejik müttefik” ilan edilmiş olmak gibi bir bahtiyarlığa kavuşmuşsanız! En tehlikeli ünvan veya paye de budur! Stratejik müttefikliğin tadını, artık savaş cephesinde çıkartırlar adama!
Yazdıklarımızı, Obama’nın  İstihbarat Danışma Kurulu Eşbaşkanı Chuck Hagen, arkadaşımız Elçin Poyrazlar’a geçen hafta doğruluyordu:
Irak işgalinden dersler çıkardık, bölgede petrol dahil çıkarlarımızı korumak için işgalden başka yöntemler kullanıyoruz, bölge güçleriyle ittifak yapıyoruz..” (21 Kasım 20111, Cumhuriyet)
***
ABD’nin “Bölge güçleri ile ittifak yapıyoruz”un anlamı, Türkiye ve güttüğü Arap ülkelerini, Suriye ve İran’a karşı konuşlandırıyoruz, bu işi onlar halledecek demektir.
Yani, İslam ülkelerini başka İslam ülkelerine kırdırmak..
Arap ülkeleri denen oluşum, zaten Filistinlilerin düşmanı.. Filistinliler bu haldeyse hâlâ, başlıca nedeni onlar!
Şimdi soralım: Şu arap ülkelerinden hiç birinin, demokrasi, insan hak ve özgrülükleri açısından, iler tutar yeri yokken...
Suriye’de insan haklarını bahane ederek ABD’nin askeri cephesinin vurucu gücü, neden oluyorlar? Çıkarları ne?
Evet, bu soru önemli.
Söyleyeyim: Krallıklarını, diktatörlüklerini, insan hak ve özgürlük düşmanlıklarını, iktidarlarını...
Özetle, ülkelerindeki zalimliklerini sürdürebilmenin diyetidir bu..
--27 Kasım 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Kasım 2011 Pazartesi

Dersim: Bugüne Paralellik, AKP ve Nakşiler, Aleviler ve Kürtler


Dersim’de, “bütünleştirme” amacıyla, evet bugün yapılamayacak ve savunulamayacak, ağır bir “isyan bastırma” operasyonu gerçekleşmiştir. Bugünün ruhuna yabancı, ama zamanın ruhuna uygun. Uygun diyorum, çünkü bu sert operasyon, Kuruluş’un kolektif liderliğinin ortak kararı. Celal Bayar’ı, Fevzi Çakmak’ı ile.. Adnan Menderes’i ile de..
Bayar ve Çakmak’ın siyasi ve dini anlayışınınz politik izlerini sürerseniz, AKP iktidarına gelip dayanırsınız! Önceki seçimlerde RTE’nin propaganda bayrağında üç figür dalgalanıyordu: Menderes- Özal- Erdoğan! RTE ve ortakları 1937’de orada olsalardı bu karara ortak olurlardı!
***
İkincisi: İktidarın bugünkü beyninde, Dersim’in izleyiciliği-sürdürücülüğü açıkça ortadadır.
İktidarın Alevilere ve dahası Kürtlere karşı izlediği politikanın “kararlılık” ve “şiddet” dozu ile Dersim’de izlenen arasında, 70 yıllık dünya ve Türkiye anlayış farklılığını hesaba katarsanız, bir fark yoktur.
Hatta bugünkü dünya koşullarda, insan hak, hukuk ve özgürlüklerinin gelişmişliğinde, bu iktidar bu zulmü nasıl yapabiliyor, diye sorabilirsiniz de..
Aleviler, Türkiye’de siyasete ve topluma egemen Nakşilerin gözünde, yokedilmesi, asimile edilmesi gereken “sapkın” bir akımdır. Namaz kılma! Cami isteme, nakşilerin yaptıklarının hiç birini yapma ve kendine “müslüman” de!
Hatta şunu diyebiliriz: Aleviler, Nakşilerin başdüşmanıdır! Alevi köylerine cami yapmaktan tutun, okullarda sunni dini eğitim zorbalığına ve Cem evlerini ibadet yeri olarak tanımamaya kadar, türlü çeşitli insani-kültürel-dini zulmü, Alevilerin üzerinden eksik etmiyorlar.
Şu sünni Diyanet.. daha geçen aylarda, Cem evlerinin ibadet yeri olamayacağı konusunda “fetva” vermişti! Hele “Yeni Diyanet”, ülkemizde çok tartışılacak açıklama ve uygulamalara imza atma yarışında! Depremde bile doğa olaylarının ötesinde anlam arama arayışını resmen ve aptalca ilan ettiler!
Diyanet, laik bir ülkeyi ve toplumu mezara gömecek uygulama ve açıklamaların, giderek merkezine dönüşüyor! Tabii, iktidardan aldığı güçle!
Artık Türkiye’nin geldiği noktada, Diyanet dağıtılmalı ve din hizmetleri cemaatlere devredilmeli! Her cemaatin ayrı bir özel Diyanet’i olabilir.. Ve kendi cemaatlerine kendi kaynaklarıyla “hizmet” verebilirler. Bütçeden de onlara sembolik paralar aktarılabilir!
Diyanet, kuruluş amacını çoktan tamamlamıştır!
Özetle iktidar 9 yıldır Alevileri oyalıyor, Nakşi siyasetten ve Diyanet’ten Alevilere zırnık özgürlük çıkmaz!
***
Dönelim yeniden Dersim’e: 70 yıl öncesinin siyasal iktidarlarında ve toplumlarında, bugünkü insan hak ve özgürlükler anlayışı yoktu! 
Bugünkü özgürlükler, İkinci Dünya Savaşı sonrasının ürünüdür. Üstelik 70’li- 80’li yıllar sonrasında! 1930’lu yıllarda Mussolini İtalya’da iktidarda! Kahverengi gömlekli köpeklerini halkın ve muhaliflerin üzerine salıyordu! Almanya’da ise siyah gömlekli köpekler işbaşındadır! Sömürgeciliğin azgındır! Afrika’da insan var, ama hakkın zerresi yoktur! Fransız orduları Kuzey Afrika müslüman ülkelerini inim inim sömürmekte ve inletmektedir vb..
Balkanlardan tutun Avrupa’nın bütününde, baskı ve zulüm vardır. Siyahlar ABD’nin öldürülecek köleleridir! Dünya büyük bir kıyama ve kıyıma hazırlanmakta.
***
Hayır, bunları, Dersim’de yapılanları meşru göstermek amacıyla değil, sadece, dönemlerdeki farklılıkları anımsatmak için gündeme getiriyorum! (Irak’ta 1 milyon insanın öldürülmesine ses çıkarmayan ahlakın veya ahlaksızın, Dersim’den bahsetme hakkı olamaz)
Kaldı ki, bugün iktidarın KCK operasyonlarındaki tutumu ile, dönemin Dersim’i arasında bile paralellik kurabilirsiniz.
Aradaki, sadece, iki dönem arasında anlayış farkı vardır.
Dersim’de de Kürt ağalar, ayrı hükümranlık peşindeydi!
Eeee, bugün başkaldıran Kürtlerin de farklı bir isteği mi var!
Peki, iktidar niye Kürtlerin devlet kurma isteğini kabul etmiyor ve kitlesel tutuklamalara gidiyor?!
Katliam yapamıyor da ondan!
İktidar ortakları, ülkede bütün muhaliflere zulüm ediyorlar..
Bu aynı zamanda bir Nakşi Cemaat zulmüdür!
Neymiş?
Dersim’den dolayı CHP’den, Atatürk’ten vb hesap soruyorlarmış!!
Gelin de külahıma anlatın!
--28 Kasım 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

27 Kasım 2011 Pazar

Bugünü Tartışma, Ama Aptallara Dersim'i Tartıştır


Evet bugünü tartışma da ne tartışırsan tartış.. Abdülmecit’i tartış, karılarını tartış, çocuklarını tartış, haremini tartış..
Buckingham’ın muhteşemliğini tartış, bir de 17 cm topuklu eskinin apartman ayakkabılarını.. Yakışmış mı yakışmamış mı..
Türkiye’nin yıldızlığını tartış... Var mı ulan ikinci bir Türkiye daha, de! Bütün dünya batarken, Türkiye yükseliyor diye bağır... Yabancı, yatırım kuyruğunda, emlak kuyruğunda, yetiştirmiyoruz diye salla yavrum tartış.
Dersim’i tartış.. ağaların özgürlük kahramanlığını, anıt mezar ve heykelini tartış!
Atatürk’ü tartış, İnönü’yü tartış, onların nasıl tarihin çöplüğüne atılması gerektiğini tartış...
Cumhuriyetin parçalanmasını tartış, bölünmesini tartış...
Geçmişle ilgili ne varsa tartış..
Yeterki dünü ve bugünü tartışma..
***
Bugün iç içe yaşadığınız ve beyninizin bir yanını oluşturan katil ruhunuzun, Sivas’ta insanları nasıl meşale gibi yakıp kül ettiğini tartışma..
8 yıldır Alevilere yaptığın “Alevilik din ve mezhep değil kültürdür” eziyetini tartışma...  Tunceli’yi ve Aleviliği satın almaya çalıştığını tartışma... Şiiliğini, milyonlarca Aleviye nasıl ve hangi cambazlıklarla ve utanmazlıklarla dayattığını tartışma!
Dersim’deki kıyımı tartış, ama olaylar nasıl o noktaya gelmiş, tartışma. Şeyh Sait’i tartışma, İngiliz ellerinin sürekli Anadolu’daki karıştırıcılığını tartışma..
Dersim’i de, CHP’ye karıştırmak ve defterini dürmek için tartış..
Türkiye’nin kuruluşuna, Atatürk’e ve kurmaya çalıştığı laik ve çağdaş devlet ve ülkeye küfretmek için tartış.. Geçmişi tamamen yıkmak için tartış.. Herşeyi seninle başlatacağını sandığın için tartış.. Bu milletin beyinsiz olduğunu kabul ettiğin için tartış..
Asla hiç bir neden tartışma, sadece sonuç tartış..
Çünkü, Türkiye’de hiç bir şeyin nedeni yoktur; Türkiye sadece sonuçları gören beyinsizlerin yaşadığı ülkedir; burada herşey gökten zembille inmiştir, sen bile!
Türkiye’de sonuçların nedeni hiç bir zaman olmamıştır!
Olsaydı, dünya göstergelerinde sürüngen bir ülke olarak kalmazdı!
***
Sakın Kahramanmaraşı, oradaki katliamı tartışma..
Hizbullahı tartışma, cinayetlerini tartışma, din adına katliamları tartışma..
Keşke Irak’a girseydik ve oradaki cinayetlere ortak olsaydık, şeklindeki düşüncelerini tartışma..
Suriye’de iktidarı yıkmak için yüzbinlerce Suriyelinin öldürülmesi için kışkırttığın savaş ortamını tartışma..
Amerika, Fransa ve AB’nin, Suriye’yi halletme için sana ihale ettiklerini sakın ama sakın tartışma!
ABD’nin “deliğe süpürme” tehdidini tartışma!
ABD ve İsrail füzeleri İran’a karşı topraklarına yerleştirdiğini tartışma!
İran’ın vurulmasına aracılık ettiğini tartışma..
Türkiye ekonomisinin batmaya doğru yol aldığını tartışma..
Dış açık nedeniyle ekonomiyi durdurduğunu, ithalata bağımlı  Türkiye ekononisinde iyileştirici hiç bir şey yapmadığını- yapamadığını tartışma..
Ülkenin bir ithalat cennetine dönüştürdüğünü, gelen sıcak paralarla ve özelleştirmelerden aldığın 50 milyar dolarla ithalatı firanse ettiğini tartışma..
***
Yargıyı nasıl ele geçirdiğini ve muhaliflerin defterini dürmek için yargıyı kullandığını hiç mi hiç hiç tartışma...
Gazetecileri dünyanın en haksız ve ve ilgisiz suçlamalarıyla içeri tıktığını tartışma!
Ergenekon’daki hukuk rezaletlerini tartışma..
Neredeyse 4 yıldır insanları hangi vicdansızlıkla içeride tuttuğunu hiç mi hiç tartışma..
Beyninin kıvrımlarındaki melanetleri tartışma..
Yüzlerce subayı, sadece senin görüşünde olmadıklarından dolayı içeri tıkmak için yaptığı düzenbazlıkları, düzmece belgeleri tartışma..
Balanlı’nın savunmasını tartışma..
Koşinoğlu’nun üzerini kapat.
Taşları bağla, köpekleri yeniden sal ortalığa..
Ki havlama seslerinden başka bir şey duyulmasın..
Yüzbinlerce yoksulu tartışma..
Akserlik için parası olanlara “can bedeli” olarak fiyat biç..
Parası olmayanları da vatan uğruna ölmeye zorla gönder..
Onlara “vatan namustur, vatan için şehit olacaksın..” de, ama bunu hiç tartıştırma!
Askerliğin parasızlar için bir “peygamber ocağı” olduğunu...
Parasızların paralıları korumak ölmek hürriyeti olduğunu...
HİÇ Mİ HİÇ TARTIŞMA VE TARTIŞTIRMA...
Bugünü tartışma da..
Aptallara mesela Dersim’i tartıştır...
--27 Kasım 2011 / Bilim ve Siyaset Cumhuriyet

25 Kasım 2011 Cuma

Cumhurbaşkanı Gül, Bölünmeyi Önleyebilir


Türkiye’nin İlk Akademisyen Cumhurbaşkanı Doç. Dr. Gül, Türkiye Bilimler Akademesi’nde (TÜBA) bölünmeyi önleyebilir. Önceki gün Londra’da konuşmanın sonunda, Akademi ile ilgili endişe dile getiren bir soruyu yanıtlarken, “Akademi’ye dışarıdan aday gösterilmesi yeterlidir, bu görüşümü hükümetle paylaştım” dedi. 
Gül, böylece, doğrudan üye atamak yerine, YÖK / Üniversitlerin ve TÜBİTAK’ın aday üye göstermesinin yeterli olacağı ve onlar arasında kesin üye seçiminin Akademi yönetimince yapılması görüşünü zımnen dile getirmiş oldu..  Konuşmasına bakalım:
Bilim adamları ve sanatçılar bir ülkenin en değerli varlıklarıdır. Onlara her zaman değer verdiğimin bilinmesini isterim… TÜBA ile ilgili son dönemdeki sıkıntılar ortaya çıkınca TÜBA heyetiyle görüştüm. Kim olursa olsun, düşüncesi ne olursa olsun çok saygı duyulacak insanlar.. TÜBA’nın mevcut yapısına ilaveten, toplam üyelerinin 3’te birini üniversitelerin, 3’te birini Bakanlar Kurulu’nun aday göstermesi planlandı… Üniversitelerin kendi içindeki kriterleri belli. Ben doğrusu yüksek seviyedeki bilim insanlarını aday göstermesinin yeterli olacağı kanaatindeyim. Bu fikirlerimi hem kendileriyle hem hükümetle paylaştım”.
Bildiğiniz gibi, Türkiye Bilimler Akademisi’ne üye atama yetkisinin TÜBİTAK ve YÖK aracılığıyla siyasi iktidara verilmesiyle, evrensel bir yanlış yapılmış ve Akademi’nin kendi üyelerini seçme yetkisi elinden alınmıştı. Bunun üzerine özerk ve özgür bir Akademi kurulması için, TÜBA’dan 70 kadar bilim insanı istifa etti, yönetimin ve başka üyelerin de istifası gündeme geldi.
Gül’ün önerisi uygulanırsa, Akademi’nin bölünmesi ve iki akademinin ortaya çıkması önlenebilir. TÜBA yönetimi ve üye çoğunluğu, dışarıdan üye adayı gösterilebileceğini kabul ediyor; ancak kesin üye seçiminin Akademi tarafından yapılması gerektiği “evrensel” noktasında duruyor.
***
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, bakanlığının bütçesi görüşmelerindeki konuşmasında ise bu yolda umut vermedi ve sadece “merak etmesinler, oraya siyasi müdahale yapmayacağız, atamaları yapınca göreceksiniz..” biçiminde konuştu. Bakan, önemli bir sorumlulukla karşı karşıya, bu durumda iki Akademi’nin ortaya çıkması kaçınılmaz gözüküyor.
Bakanlığın bütçe görüşmelerinde CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir, TÜBA’ya siyasi müdale üzerine, Akademik özgürlüğü savunan bir konuşma yaptı.
Bu arada, Bakan, Akademi’ye sadece 2 yabancı üye seçildiğini söylüyor. Akademi’nin 2 değil 3 yabancı üyesi var: Prof. Dr. Carter Vaughn Findley, Prof. Dr. Gyorgy Hazai, Prof. Dr. Bernard Lewis.
4 Yabancı üyesi daha vardı, ancak vefat ettiler: Prof. Dr. Hans Gueterbock, Prof. Dr. Andreas Tietze, Prof. Dr. Manfred Osman Korfmann, Prof. Dr. Stanford Shaw.
TÜBA yönetiminde bulunmuş üyeler diyor ki: “TÜBA ancak Türkiye’ye, Türklere önemli katkı yapmış yabancı bilim insanlarını şeref üyesi olarak seçebiliyor.” Yabancı üye seçimini daha geniş tutmalarında yasal bir engel mi var, bilmiyorum. Ama böyle bir kriter belirlemişler. Belki, bunun biraz ötesine çıkılabilir ve Türkiye bilimine önemli katkıları gündeme gelmiş yabancı insanları da gündemlerine alırlar.


600 Yıl Önceden Bİr Örnek 
600 yıl önce, Bursalı Matematikçi ve astronom Kadızade Rumi’nin, devlet yöneticilerinin bilime müdahaleleri karşısındaki tutumu örnek ve evrenseldir:
 Kadızade, Semerkant Medresesi’nin yöneticisidir. Aynı zamanda Devlet başkanı Uluğ Bey’in de hocası. Uluğ Bey, bilime astronomiye de meraklıdır. Uluğ Bey, Kadızade’den habersiz, Medrese’nin öğretmenlerinden birini görevden alır. Kadızade bunu öğrenince, ders vermeyi bırakır, evine kapanır... 
Uluğ Bey bunu öğrenince hocasını evinde ziyaret eder ve nedenini sorar. Şu yanıtı alır:
 Biz müderrisliği siyasi kişiler tarafından azli düşünülmeyen bir görev sanırdık. Halbuki, şimdi hüküm sahiplerinin tasarrufunda olduğunu gördük. Bu nedenle...”
Uluğ bey üzülür, öğretmeni eski görevine iade eder ve bir daha böyle bir müdahalede bulunmayacağına söz verir.
Değerli bilim insanlarını küstürmeyelim! 
Sayın Gül’ün önerisi, sorunu çözecek niteliktedir.
Not: Kadızade Rumi'nin öyküsünü, Osman Bahadır gelecek sayı CBT'de yazıyor..
-- 25 Kasım 2011 / Bilim ve Siyasct – Cumhuriyet



Devlet Tıp Fakültelerine Gerek Var mı?


(Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, sayı 1288, 25 Kasım 2011)

Bu soruya, Sağlık Bakanlığı pratikte hayır diyor. 8 yıldır adım adım uygulanan Sağlıkta Dönüşüm, bugün tıp fakültelerini bitirme noktasına getirdi.
* Üniversitelere gelen hastalara, sırtından para kazanacağın bir müşteri gibi bak, diyor bakanlık: Özel hastahaneler gibi davran, mümkün olduğunca daha fazla hasta bak, ne kadar çok hasta bakar ve üzerinde işlem yaparsan, hem döner sermaye gelirlerini arttırırsın hem de sen maaşının miktarını yükseltir, para kazanırsın.
* Bakanlık bunu yaparken, üniversite ve devlet hastahanelerinde, doktorları ve hocaları, maaşını arttırmak için gereksiz binlerce işlem yapmaya, sağlık bütçesini şişirmeye teşvik ediyor. Hasta (müşteri) ve tıbbi işlem sayısının artması ile nitelik azalması atbaşı gidiyor. “Müşteri muayenesi”na ayrılan süreler, hem “müşteri” yığılmasının getirdiği zorunluluktan hem de hızlı muayene=fazla maaş denkleminin yürürlüğe girmesinden ötürü, kısaldı.
* “Müşteri”nin çeşitli işlemler için ödediği katkı paylarının sayısı da durmadan arttırılıyor!
* Tıp fakültesi hocaları, bu arada Prof. Dr. Raşit Tükel,  diyor ki: Devlet , yani Sağlık Bakanlığı giderek “Sağlık Piyasasını Düzenleyici” bir role/kuruma doğru koşuyor. Bütün sağlık hizmet birimlerinin iplerini tek elde toparlayarak, devleti “hizmet sunucu” rolünden uzaklaştırıyor ve sağlık işlerini özel sektöre ve sözleşmeli hekimlere gördürme sürecine sokuyor.
* “Kamu Hastahaneleri Birliği”, tıp fakültelerini de, Sağlık Bakanlığı’na bağlamayı öngörüyor. Bu amaçla, tıp fakültelerinin ellerini kollarını bağladı, teknik altyapısını yenilemesini engelledi, tıp fakültelerinin borçlanmasını sağladı, şimdi hepsini Sağlık Bakanlığı yönetimine geçirmeye çalışıyorlar. Böylece devlet hastahaneleri ile devlet üniversiteleri tıp fakültelerini aynı süreçlerde değerlendiriyor.
* Oysa tıp fakülteleri öncelikle eğitim, bilim ve araştırıcı yönleri öne çıkan, problem çözücü yerlerdir. Tıp fakülteleri ne kadar uzmanlaşırsa, bilimsel nitelikleri yüksek mükemmeliyet yerleri haline gelirse, ülkenin sağlık / hastalık sorunlarına çözüm üretme ve nitelikli doktor yetiştirme yetenekleri de o derece artar ve evrensel merkezlere dönüşür.
* Oysa Sağlık Bakanlığı, tıp fakültelerini dağıtıcı ve parçalayıcı, nitelikli hocaları küstürücü ve uzaklaştırıcı, uzmanlık yerleri olmaktan çıkartıcı politikalar uyguluyor.
* Tıp fakülteleri bitirilmiş durumda neredeyse. Prof. Dr. Huri Özdoğan’ın açıkladığı bilgilere göre, Cerrahpşa Tıp’ta dahili bilimlerde akademisyen sayısında %65 fire verildi (228 kişiden 79 kişi kaldı). Cerrahi bilimlerde verilen fire oranı %50 (195 çalışandan 97’si kaldı.) Özetle 422 akademisyenden 176 kişi orada kalmış durumda. Çapa’da (İstanbul Tıp’ta) ise dahili bilimlerde fire oranı %64; cerrahi bilimlerde ise %46.
Cerrahpaşa göz hastalıklarında, aktif çalışan sayısı 21’den 7’ye düştü. Ortalama oprasyon sayısı günde 24’ten 4’e. Ürolojide aktif çalışan 11’den 3’e düştü. Ortopedi ve travmatolojide aktif çalışan 11’den 2’ye.. Benzer şekilde diğer ana bilim dallarında da büyük düşüşler görülüyor.
***
Huri Özdoğan diyor ki:
*Tıp fakültelerinde ekoller yıkılıyor. Karaciğer ameliyatları yapılamıyor. Ama hayatlarını tıbba, öğrenime adayan ve henüz üniversitede kalan hocalar, bakanlığın bütün karşı kararlarına rağmen, reçete yazmasa da hasta bakıyor! İki yıllık izne ayrılanlardan büyük bir kısmı, rektörlüğün isteği üzerine, derslerine girme sözü veriyor. Vizitelerine giriyor.
*Ama, hekim yetiştirilmesinde birinci derecede önemli olan hasta üzerinde uygulamalı eğitim, araştırma projeleri, hasta izleme ve reçete yazımı gibi temel faaliyetleri yapamıyor. Böyle olunca, araştırma ve eğitimin bütünselliği kopmuş.; zor ve karmaşık hastaların problemleri üzerinde kafa yorma bitmiş durumda.
*Ayrıca, “performans” göre alınan paralar emekliliğe yansımadığı gibi, yıllık izinlerde de ödenmiyor. Performans, gereksiz işlem sayısını artırıyor, çalışanlar arasında barışı bozuyor; çalışanlar ayda tam ne alacaklarını bilemedikleri için yaşamlarını da planlayamıyorlar.
* Uzman hekim olarak göreve başlamanın ücreti 1500 maaş + 1000 performans geliri= 2500 TL! Oysa bu uzman hekim, 6 yıllık eğitimle 24 yaşında tıp fakültesini bitiriyor; 2 yıl mecburi hizmet yaparak diplomasını alabiliyor; uzmanlık sınavına hazırlanarak 4 yıl eğitim daha alıyor ve iki yıl daha mecburi hizmet yaharak 32 yaşına varıyor ve hayatını kazanmaya başlayabiliyor.
Eğer yan uzmanlık dalı yapmak isterse, 4 yıl ve + 2 yıl mecburi hizmetle 38 yaşına ulaşıyor!
Böyle bir hekim eğitimde 20 yıl geçirmiş oluyor. Bakanlığın, 2500 lira maaşı ile köleliğe zorlanıyor!
Hekimler direnmesin de kim dirensin!
İstanbul Üniversitesi’nin açılışına başbakan davet edildi. Törende başarılı hocalara ödülleri de verildi. Ne rektör ne de hocalardan hiç biri, törende, tıp fakültelerinin karşı karşıya kaldığı sorunlar üzerine tek söz etmediler!
Başbakanın otoritesi korkutucu! Ama tıp fakülteleri de bu otoriteye kurban ediliyor..
Rektör Yunus Söylet’in vicdanı rahat mı?
-- 

24 Kasım 2011 Perşembe

Ayrışma: Cemaat İktidara Karşı mı?


İktidar ortakları arasında kopuş mu var? Bir ayrışma? Herkes kendi yoluna mı? Cemaat, AKP’yi tehdide mi başladı?
İktidarda üçlü koalisyon var(dı). AKP, Cemaat ve Liberal Çevre (aydın denen çeşitli tipler). Şüphesiz Liberal Çevre bir yamaydı. Verdikleri, sundukları desteğe karşılık, iktidar nimetlerinden yararlandırılıyorlar.
İlk ayrışma, bu çevreyle iktidar arasında oldu. Cemaat ve iktidar, artık liberallerle yollarını ayırdı. Artık onlara ihtiyaçları kalmamıştı. Öyle ki, örneğin Yeni Şafak’ta ve Zaman’da cemaatin ve iktidarın yazarları, aynı gazetelerde “misafir” liberal yazarları hırpalamaya koyuldu.
Liberallerden bazıları, yolcumuyuz abbas, biçiminde ve iktidara itidalli bir dille karşı görüşlerini yazarken... bunlardan bazıları da, devekuşu pozisyonu aldı, duymuyor ve mevziini korumaya öncelik veriyor.. Düşünüyorlar ki “Vefa, sadece bir semtin adı değil.”
***
Derken, ABD’de iyi bir eğitimden geçirilerek, Ergenekon, Balyoz ve gazeteci operasyonları öncesi Türkiye’ye postalanan “önemli şahsiyet”, “Usta gemin su almaya başladı” diye, Erdoğan’a ve hükümete giydirmez mi!
Bir dizi laf ebeliğinin içinde, üç noktaya vurgu yapıyor;
Hükümet,
1) Ergenekoncularla uzlaşma arıyormuş.. askerlerin topuk selamını yeterli görmüş; Arınç, askerlerin tutuksuz yargılanması için havayı kokluyormuş.. Orduda kurumsal hiç bir düzenleme yapılmamış.. (İmam ordusu kurulması gibi..)
Bu önemli cemaat şahsiyeti, yazısında, hükümetin “şikecileri” aklama girişimini de eleştirdiğine göre, şike operasyonu arkasındaki esas güç de anlaşılmış oldu!
2) Medya “candaşıyla yoldaşıyla” hâlâ yerinde duruyormuş. (Yeni operasyonlar planlamışlar da hayata mı geçmemiş acaba?!)
3) “CHP (ve diğerlerinin) 4 ayakları atlar gibi kırılmalarına” rağmen, henüz vurulmamışlar!
Sonuçta diyor ki:
Ustalık döneminin sayın ‘ustası’, ‘kalfaları’ ve ‘çırakları’, geminiz çok fazla yerden su almaya başladı. Rotanız şaştı... Bu millet statükonun emrine girenleri, onbaşıları tarihin çöplüğüne göndermekte bir an bile tereddüt etmez... benim ve ailemin 17 oyunu, aldığınız oylardan çıkartabilirsiniz..”
Yani Cemaat başkaldırıyor. Hkümetten memnun değil. Hükümet cemaatin koyduğu hedeflere doğru yeterince ve koşar adım gitmiyor. Tehdit: “Oy vermeyiz!”
Bu tehdit aslında yeni değil. “Cemaat”in kalemleri, daha önce de, örneğin Beşir Atalay’ı hedef almıştı! Demek Atalay, onların doludizgin gidişlerini biraz frenleyici dengeler aramış!
***
Sorunlu bir durum. AKP ne yapacak? Parti olarak mı kalacak, yoksa “üstü AKP - içi ise tamamen cemaatlaşmış” olarak mı devam edecek!?
Kurt postunun içinde ikinci kurt olmaz..
Bir postun içinde ise iki kurt iç içe hiç olmaz.
“Alttan/içten oyma” işlemleri, partinin hayati kan ve kalp damarlarına mı gelip dayandı?
***
Bülent Arınç, tutuklamaların bu kadar uzun sürmesine ve milletvekillerin hâlâ içeride tutuklu olmalarına karşı çıktığında, “Arınç, iyi polis kötü polis rolünde” diye düşünmüştüm.
Ama, Bay Balyoz’un bu yazısı, Arınç’ı “temize çıkardı”. Adam samimi!
Ama, Başbakan Yardımcısı olmasına rağmen, güçsüz (mü?!)..
Silivriye sesini duyuramıyor mu hükümet? Silivri derken, hukuka yani! Silivri’den bir yargıç da geçenlerde şöyle dememiş miydi: “Dışarıdan sesler biz sinek vızıltısı”!
Oraları tamamen cemaatin denetiminde demek ki!
***
Peki nasıl bir çıkarsama yapmalı?
a) AKP bütün ülkeye egemen. Fethedeceği kale kalmamış gibi!
Ordu tam zaptürapt altında.
Medyada Cumhuriyet, Sözcü, Aydınlık.. kaldı.
Kazanımlarını sağlamlaştırmak, iyice hazmetmek zamanı olduğunu düşünüyor olabilir. Kurdukları düzen tıkır tıkır.  Adamları dünyalıklarını yapıyor. Şan şöhret, övgü, tapınma derecesinde yağcılık, el pence divan durma... bütün çevrelerde!
İçeride yönelecekleri MHP ve CHP kitleleri için, uzlaşmalar aramak zorundalar.
Daha ne olsun? “Şam’da kayısı” olsun! (O konuda da çabaları üst düzeyde!)
b) Cemaat ise köktenci! “Eski düzen”den hiç bir şey bırakmamayı, herşeyi silip süpürmeyi, kendi yeni düzenleri için gerekli görüyorlar!
“Eski düzen”in “temizlikçileri” onlar! (Hey Jean Reno!!)
Aşağıya egemenler, polise, yargıca falan..
Bu nedenle, “Durmak yok, yola devam”ın esas sürdürücüleri!
Tuzak kurmada, alavere-dalaverede, gazetecileri içeriye tıkmada, esas takım, onlar.
Parti, öyle anlaşılıyor ki, “temizlik” işini, onlara havale etmiş!
İki iktidar ortağı arasında büyük yol ayrımı gerçekleşir mi, bilmiyorum.
Ama “temizlikçiler”, yollarının her yerde kendilerine açılmasını ve kabinenin kendilerini izlemesini istiyor..
Ama, halk karşısında sorumlulukları sıfır, sorumlu olan AKP ve liderleri..
Bir uzlaşma olmazsa, “Usta”ya sürekli direnirlerse, boyun eğmezler ve aldıkları ile yetinmezlerse..
Ayrılık kaderde var..
İzleyeceğiz..
--24 Kasım 2011 / Bilim ve Siyaset – Biraz yenilenmiş versiyon, Cumhuriyet

22 Kasım 2011 Salı

“Doktora Bak Doktora!”/ Ya Köle Ya Yok Ol!


Eskiden meydanlarda cambazlar düzenlerini kurar, üç kağıtçılar da, meydanlarda kendilerinden geçerek heyecanla seyredenleri çarparlardı.. paralar, cüzdanlar, hatta çocuklar giderdi! Cambazlık sonra çok gelişti, hemen her alanda uygulama buldu; siyasetten tutun medya sayfalarında ve köşelerinde, kurnazlık diz boyu..  bak bak baaaak..” deyip arkadan malı götürüyorlar..
Mesela CHP’ye elli yıl öncesinden vurup, bugününü götürmek gibi..
Fatih Camiini bombalayacaklardı, manşetleriyle bütün milleti aylarca, yıllarca konuşturup, bütün Ordu’yu götürmek gibi...
Daha özel konulara da girebiliriz: “İsrail’i bak İsrail’e... van minut” diyerek, bu ülkenin en büyük rakiplerinden Suriye’yi boğmaya, öldürmeye, vurup yıkmaya kalkışmak gibi!...
İktidar icraatlarının bütünü, neredeyse bu tür cambazlıklarla dolu.. En büyük cambazlık öykülerinden biri de, aslında iki yıldır gündemde: “Doktorlara bakın, hem üniversitede çalışıp hem de muayenehanelerinden milyonlar götürüyor...”
İktidarın ve medyadaki cambazlarının, topluma iki yıldır tartıştırdıkları, vayyy canına, dedirttikleri konu, muayenehanesi olan akademisyenler (topu topu da 500 taneler!)..
Ama esas götürdükleri “mal”, bütün sağlık sistemidir; tıp fakülteleriyle, devlet ve özel hastahaneleriyle, sağlık çalışanlarıyla, bütün doktorları ve akademisyenleriyle... Ve aslında, tabii ki ve en önemlisi, sağlığın esas nesnesi olan bütün hastalarıyla...
İktidar, bütün sağlık sistemini tek elde merkezileştiriyor! Sanırsınız ki, Türkiye tarihinde görülmemiş büyük bir sosyalizasyon yaşıyor, sağlıkta sosyal devlet gerçekleşiyor!
Tıpkı Komünist partilerin yönetimi gibi!
Hayır, tam tersine! İktidar, herşeyi kendi elinde merkezileştiriyor; ki sağlık sistemini istediği gibi büyük şirketlere, sağlık kuruluşlarına merkezi olarak peşkeş çekebilsin!
Cambazlar ise bize “doktorların paralarını” tartıştırıyor!
***
Bugün Cerrahpaşa ve Çapalı akademisyenlerle sağlık çalışanları ve sendikaları,  bir günlük grev/boykota başladı! Önceki gün, iki profesör, Raşit Tükel ve Huri Özdoğan ve arkadaşları, tıp fakülteleri ve “sağlıkta dönüşüm” üzerine bilgilendirdiler.
“Sağlıkta Dönüşüm”, tıp fakültelerinin, bilimsel araştırmaların ve eğitim çalışmalarının canına okumuş durumda. Sağlık Bakanını hiç bir şey memnun etmiyor.. Akademisyenler “tamam tam gün çalışıyoruz” diyor. Anayasa Mahkemesi, akademisyenlere 17.00’den sonra muayenehanelerinde çalışma hakkı tanıyor, ama Bakan bey uygulama kurallarıyla ve yeni Kanun Hükmünde Kararnamelerle, herşeyi imkansız hale getiriyor. Her yasal hakkı, karşı bir yasa ile ortadan kaldırıyor: Ya benim kölem olacaksın, ya da yok olacaksın!
Hastahaneleri ve tüm tıp fakültelerini, “performans ölçütleri” denen zımbırtıyla, birer büyük fabrikaya, “seri üretim hattı”na dönüştürdü!
Fabrika işçileri bilir, bant önlerinden akar, üzerindeki “ürün”e bir vida, bir parça takarlar, bant sonunda ürün hazırdır.
Hastahane veya tıp fakülteleri fabrikalarında da, hastalar akan bant üzerindeler...
Profesörler, doçentler, yardımcı doçentler, hemşireler... de, “üretim hattı”ndaki işçiler.. “Ürün”ün sağını solunu mıncıklıyor, vidalıyor, ağzına boru takıyor, röntgenini çekiyor, gözüne ve kıçına bakıyor, dizine tokmakla vuruyor...
“Seri üretim bandı”na giren hastanın, yani ürünün, “muayene”den (banttan) beş dakikada çıkması gerek. Çünkü arkada beş dakikalık yüzlerce hasta daha bekliyor.. ne beklemesi bandın üzerinde akıyor..
Maaşlar, “Performans Ölçütü”ne, yani bakılan hasta sayısına ve üzerinde yapılan işlem sayısına bağlı!
Bugün bütün Türkiye’de yaklaşık 500 bin hasta muahene olacak. İstanbul Tabib Odası Başkanı diyor ki, hasta başına düşen zaman 5 dakikadır!
Hasta, 5 dakika bile muayeneyi isyan etmeli, standartlar 20 dakikadır! 15- 30 dakika arasında değişir hasta muayenesi!
Bakanlık hastalara “beş dakikada Beşiktaş” (*) dayatıyor!
***
Tıp Fakülteleri boşaldı.. 40 yıllık tıp-sağlık-hastalık- bilgi birikimi, fakültelerden uçup gidiyor! Kanada’ya bile göçenler var! Bakanlık, önce tıp fakültelerini batırıcı politikalar uyguladı, şimdi hepsini “satın alma”, yani devralma noktasına getirdi.. dayatılan koşullar kabul edilemez olduğu için, yüzlerce hoca izine ayrılıyor. İÜ Rektörü, Yunus Söylet Bey de seyrediyor!
Bakanlık, durumu güncel kurtarmak için “gel parça başı iş anlaşması yapalım” diye uyduruk ve aşağılayıcı yeni bir yol öneriyor!
Akademisyenler, sağlık çalışanları direniyor. Kolay gelsin.
--
(*) Adı geçmişken: Beşiktaş’ın Çarşı gurubuna hayranım! O ne büyük ve duyarlı bir eylemdi “Van ile birlikte üşüyoruz”..! Bu çocuklar beni de Çarşılı Beşiktaşlı yapacak!
-22 Kasım 2011 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet