Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Ocak 2013 Çarşamba

RTE’ye Teslim Ol, Gerisini Merak Etme


Ulusalcılıkla Mücadele Koalisyonu’nun kuruluşu tamamdır... Evet can alıcı nedeni, RTE- Abdullah Öcalan “görüşmesi”dir. Sorun büyük bir sis perdesi ardında gizleniyor, dayatılan ise sadece “girişimi destekle”dir. Şimşekler ve gökgürültüsü ise, iktidarın bu ülkeyi içine soktuğu cenderede tek bir fiskesi bile olmayan CHP üzerinde patlatılıyor. Angaje olmuş medyada basılı ve görüntülü gazeteciler, CHP’ye faşist diye saldırıyor!
Ülkenin laiklikten arındırılıp “dinci vesayet” altına sokulması, biliyorsunuz, kemalist devlet palavrasıyla gerçekleştirildi. Oysa devlet bütünüyle ve tamamen sağcı bir yapılanmanın elindeydi, MİT’iyle, polisiyle, jandarmasıyla ve ordusuyla.. CHP ise, yakın zamana kadar halktan kopuk örgüt ve siyasi söylem yapısıyla, kolayca hırpalanabilecek bir durumdaydı.. Hala önemli ölçüde öyledir! Şimdi de eylemsizlik gırdabı içinde, halka önderlik yapamama hastalığından muzdariptir. Bir yandan cemaat söylemi, diğer yandan RTE’den korku ve genel bir hoşgörü içinde olalım zırvalığı, CHP’yi esir almış gözüküyor..
***
RTE ve cemaatin acımasız, anti demokratik, totaliter, adalet ve özgürlükler düşmanı yönetimine devredilen devlet ve kurumları “Laiklik, katı laiklik, kemalist” sloganları ile arındırılmıştı. Şimdi yeni bir döneme girdik.. Bu dönemin öcü sloganı “ulusalcı” kavramıdır. Ulusalcılık, komünizm kadar hatta ondan daha kötüdür!
Laiklik artık nasl tehlike olmaktan çıkartılmış ve yerini dinin vesayetine bırakmışsa, şimdi hedefte ulusalcı, ulusalcılık, ulus.. vardır.
Büyük bir koalisyon kurulmuştur, ulusallık öcüsüne karşı mücadele etmek için. İktidarın sesi Yeni Şafak’ın dünkü manşeti “Ulusalcı Tasfiyesi” idi. Kılıçdaroğlu, ulusalcıları tasfiye kararı almış, G.Tekin, G. Onanç, Ş.Pavey, S.Tanrıkulu, “ulusalcıları tasfiye için” imza topluyorlarmış. Öte yandan da ulusalcılar partiden ayrılıyorlarmış.. Kılıçdaroğlu ve partinin önde gelenleri ise “CHP’nin bizzat kendisi ulusalcıdır” diyor..
Ulusalcılıkla mücadele koalisyonu, başta RTE ve doğrudan iktidarın adamları, ABD’nin değnekçileri, liberal görünümlü bazı yazarlardan tutun içimizdekilere kadar uzanan büyük bir koalisyondur.
***
AKP’nin ulusalcılıkla böylesine yoğun mücadelesi ve CHP üzerinde odaklanması 4-5 aydır gündemde. Ateşi, Davutoğlu yaktı, ulusalcılıkla mücadele zamanı gelmiştir, sözleriyle. Giderek yoğunlaşan bir bombardımanın ardından, RTE-Öcalan görüşmesi devreye sokuldu. Ve herkes yakılan ateşin altına artık allah ne verdiyse odunlarını sürmeye başladı!
Birgül Ayman Güler’e, söyledikleri için “faşist ve ırkçı” saldırısı ne kadar kasıtlıysa ve kampanyanın bir ürünüyse, Güler’in söylemi de o kadar kabadır, her türlü yanlışlığa ve eleştiriye açıktır, gereksizdir, anlamsızdır da. Söylemdeki temel sorun, herkes için bir üst kimlik/yurttaşlık bağı olarak “Türk Ulusu” kavramının, “Türk etnik kimliği”yle de özdeşleşmiş olmasıdır.
Ama bu sadece saldırı bahanesidir.
***
Bu saldırı özünde RTE damgalıdır. RTE, Kürt sorununu çözmeyi bana bırakın merak etmeyin, diyor, herkesten yaşa varol istiyor ve alıyor.. Nasıl çözeceği konusunda hiç bir ipucu yok. RTE’nin ileri demokrasini de biliriz, herşeyi ele geçirme yeteneğini de. Hapishaneler, RTE iktidarının demokrasisiyle, insan hak ve özgürlükleriyle doludur. Tarafsız ve bağımsız yargıyı da biliriz.
Başbakan bu ulusal sorunun çözümünde hiç bir konsensus aramadan “bana bırakın” diyor. Bu meseleyi partisinin sorunu yaptığına göre, söylenecek söz sadece yolun açık olsundur.. Ama hayır, ortada bir çözüm yok. Yazıp çiziyorum, RTE-Erdoğan yeni açılımının iki yönü var:
Birincisi, bir seçim tuzağı olmasıdır. Bu tuzağın sihirli sözcükleri “PKK’nın silah bırakması”dır. Bir yıldan sonra peşpeşe üç seçim yaşayacağız. RTE’nin en büyük kozudur silah bırakmak. Şüphesiz ki, silah bırakmış bir PKK, başlıbaşına önemlidir.
Ama geçen seçimlerden önce de “silah bırakmış bir PKK” sağlamıştı Başbakan. Bunun nimetlerini de oy olarak yedi!
Peki, son 4 yıl içinde kaç insanımız, kaç polis ve asker öldürüldü?
Son 4 yıl içinde kaç milyar dolar savaş için harcandı?
RTE geçmi “silah bırakma”nın hesabını ülkenin önüne koysun önce..
Şimdiki çözümün de yine, seçim başarısını tekrarlamaya yönelik olduğuna inanıyorum. Zaten %70 oy hedefi koymadı mı? Kimi çözecek, BDP’yi mi, MHP’yi mi, CHP’nin bir kısmını mı?
***
İkincisi: Irak ve Suriye ile birlikte bizim Kürt bölgesiyle bir Türk-Kürt Federasyonu kurmaktır. Savaşarak! Suriye üzerinden başlamak ve Kuzey Irak’la anlaşarak bu işi bitirmek, plan dahilinde gözüküyor. Yeni Osmanlı RTE – Davutoğlu’nun “ulus”, “ulusal devlet” yerine koydukları Osmanlı politikasıdır bu: “Osmanlı bakiyemiz”...
Şimdilik son bir söz: CHP’nin bütün seçmeni, %99’u “ulusalcı”dır.. CHP üzerindeki esas tertipler de tamamen AKP kökenlidir.
Beyni bağlanmış bazıları bunu görmese de..
---29 Ocak 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

28 Ocak 2013 Pazartesi

500 Bin TL’lik Makam Arabası - Hukuk Fakültesi Dekanları Neredeler?


Gündem, CBT sayı 1349, 25 Ocak 2013


RedHacker’ların YÖK sitesini çökerterek ele geçiridği ve topluma açıkladığı belgelerden öğreniyoruz ki, pek çok üniversite rektörü, kıçının altına 500 bin liralık lüks araba çekme heveslisi.. Bankalarla vb yaptıkları “maaş yatırma” vb anlaşmaları karşılığında üniversiteye aldıkları “rüşvet”i, altlarına çekiliyor. Bu “yasal”mış görünümlü “rüşvet” üniversiteye mi verilmiş rektörlere mi? Rektörlerin aklına, meselâ, banka veya şirketlerden gelen bu “avanta”yı, bilim ve araştırma amaçlı, yeni yurt açma amaçlı, katmadeğer yaratacak işlerde kullanmak ve üniversitenin kalitesini yükseltmek gelmiyor.
Ya ne geliyor: Lüks makam arabası!
Rektör üniversitesine bakar, kendi bilimine bakar, yokluklara ve eksikliklere canı yanar, bu kötü durumu aşmak için çırpınır.. öyle bir yönetici, rektör var mıdır diye sormayacağım.. Mutlak vardır da sayıları çok azdır..
Türkiye’de koltukları dolduranların temel düşüncesini yansıtması bakımından bu örnek çarpıcıdır.. Ama yine de söyleyelim: İnsan utanır.. altına 500 bin TL’lik lüks arabayı çekmeye..
Bu anlayış bilimsiz ülke olmanın, bilimi az veya çok eksik üniversitelerin esas büyük çoğunluğu oluşturmalarının da temel nedenidir.
Bir de, tepeden atanmışlığın nedeni. Rektörlerin büyük kısmı liyakat olarak ve üniversitenin ortak iradesi olarak hakketmedikleri koltuklara oturunca, ortada ne evrensel üniversite etiği, anlayışı, söylemi kalıyor ne de şeffaflık ve hesapverebilirlik duygusu. 170 kadar üniversiteden pek azını bir kenara koyarsak, rektör olarak atananların bilimsel bileşkesini merak edelim.
***
Üçüncü kez Hacettepe’nin burada gündeme gelmesinden rahatsızım. Ama yazalım yine: Edebiyat Fakültesi’ne dekan seçimi için öğretim üyeleri arasında “eğilim yoklaması” yapılıyor. Rektör, isim belirleyerek bunu rektöre bildirmek yerine, bu yöntemi yeğliyor. Güzel.. Oylama yapılıyor, Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Cemal Güzel 157, Prof. Dr. Mehmet Öz 103, Prof. Dr. Mehmet Seyitdanlıoğlu ise 26 oy alıyor.
Fakülte’nin kimi dekan olarak görmek istediği açık mı tablodan? Açık ve seçik. Rektör de eğilim yoklaması yaptırdığına, hatta araştırma görevlilerine ve öğrenci temsilcilerine de oy kullaandırdığına göre, fakültenin iradesinin ortaya çıkmasını istediği ve YÖK’ü de zımni olarak buna uymaya çağırdığı söylenebilir mi.. Evet..
Ama YÖK, Öz'ü dekan olarak atıyor! Şüphesiz bunu da ilk kez yapmıyor, önüne gelen adaylara bakıyor, istediği aday en çok oyu almışsa onu.. Almamışsa istediğini atıyor, kaç oy aldığı önemli değil, bir oy alsa bile! Bu konuda Çankaya ile de uyum içindeler.
Fakülte öğretim üyeleri açıklama yaptılar. Öz eğilim yoklamasından önce bir duyuru yayınlamış ve “Fakültenin iradesi doğrultusunda hareket edeceğim” demiş. İkinci geldiğinde, dekanlık yarışından çekileceğini açıklayacağına sessiz kalmış ve kendi adının YÖK’e gönderilmesine ses çıkarmamış. Kimbilir belki de birileri ona, otur oturduğun yerde dekan olacaksın, demiştir.. Öğrenci kolektifleri de araştırmış ve Prof. Öz’ün Türk Ocakları Başkanlığı yaptığını görmüşler.

HUKUK FAKÜLTELERİ DEKANLARI, NEREDE?
Ülkemizde hukuk ve adalet katliamı yapılıyor. Özel yetkili veya terör veya ağır ceza mahkemeleri, iktidarın muhalif, üniversiteli genç, rektör, avukat, karşı siyasi görüşleri biçme aletleri gibi çalışıyor. Yalan delillerle insanların hayatları karartılıyor.
Ama ülkemizdeki 103 hukuk fakültesinden, dekanlarından, öğretim üyelerinden bir ses çıkmıyor, bireysel yiğit bir iki ses dışında. Bu, utanılacak bir şeydir. En son, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Adem Sözüer’in, Ezgi Başaran’a, yanlış uygulamalara ve siyasi hukuki yasadışı davranışlara dikkat çeken açıklamasıdır. Bunun dışında cesur bir ses göremiyoruz,
İstenmeyen herkesin terör örgütü üyeliğinden buzlanarak içeri atıldığı diktatörlük dönemi yaşıyoruz ve diktatörlük-düşman hukuku uygulamalarıyla karşı karşıyayız. Böyle bir dönemde, hukuku, demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini savunmayacak da hukuk fakültesi dekan ve öğretim üyeleri, halka ve öğrencilerine neyi öğretecekler?
Baskının, yasa ve hukuk çiğnemelerinin ne kadar iyi şeyler olduklarını mı..
Üniversitelerin neden iplerinden RTE’ye bağlandıklarını anlıyor musunuz?!

Oktay Yenal’a Saygı




Dün Büyükada’da Prof. Dr. Oktay Yenal’ı toprağa verdik. Seçkin bir kalabalık ona saygıda bulundu. Okul arkadaşı Rahmi Koç da onlar arasındaydı. Arkadaşları, öğrencileri, iktisatçılar...
Artık Türkiye’ye kesin dönüş yapınca, birikimiyle satın aldığı Büyükada’da sevimli bir ada köşkünde yıllarca oturdu, kışın da Bodrum’da.. Keşke Bodrum’da da onu ziyaret edebilseydim.. O kadar çağırdı, gelip kalın diye... Tatilin uzun ve dilimsiz zamanında ondan öğreneceklerim elimin altından kayıp gitti..
Bir yetişkin, kendi alanında artık bir bilge, hala dünyayı - ekonomiyi izleyen ve değerlendirmeler yazan bir insan.. Bütün birikimleriyle birden bizleri terketmesi büyük üzüntü kaynağı, büyük kayıp.
Oktay Yenal Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergimizde, davetim üzerine, yakın zamana kadar uzun süre İktisat Penceremden başlığı altında değerli ve ufuk açıcı yazılar yazdı. Dergimizdeki yazılarıyla, bilim kültürünün oluşmasına önemli katkılarda bulundu. Kendisine sonsuz teşekkür ederim... Yazılarından çok şey öğrendim. En son, dergimizde yayımlanan yazılarını bir kitap içinde toplamak istiyordu.
Yenal, dünya iktisat tarihini, Marks dahil, çok iyi bilen bir iktisatçı, bir hoca.  Üniversitelerimizde hocalık yaptı, Dünya Bankası Asya Bölümü Başekonomisti ve Hindistan Temsilcisi olarak çalıştı.
Cumhuriyet’in İktisat Tarihi; Ulusların Zenginliği ve Uygarlığı; İktisat Penceremden, Anılar, Düşünceler; Tiz Perdeden Gümbür Gümbür (nehir söyleşi), Yenal’ın kitapları arasında. Bu kitaplar eskimez, Yenal okuma zamanı derim sizlere..
***
O bir kesin sosyal demokrat iktisatçıydı. Aşağıda bir kaç yazısından örnekler vererek, Yenal hocayı anıyorum:
Aslında hemen her ülkede gelir dağılımındaki bozulmalar giderek kapitalizmin geleceği hakkında şüpheler uyandırmakta. Ülkemizden örnek gerekirse, Forbes dergisinin ülkenin en zengin bir bölümü hakkında verdiği rakamlar da ürkütücü. Bu kadar yoksulluk içinde, bu kadar işsizlik yaygın iken, bu kadar zenginlik artık ayıp değil mi? Forbes’a göre ülkemizde son yıl içinde dolar milyarderi sayısı 26’dan 39’a yükselmiş.
Çarelere gelince: Temel çare elbette sistemin değişmesi, yani vahşi kapitalizmden, sosyal demokrasiye geçiş. Yeni düzende devlete büyük ödevler düşecek: Her yetişkin çalışmak istiyene iş bulmak, her aç çocuğu doyurmak, her okula gitmek istiyene okul ve hoca sağlamak ve her dertliye doktor ve ilaç temin etmek. Bence Batı ve Doğu’da bir çok ülke bunu başarabilir... artık dünyada demokratik kapitalizm masalına son vermek gerek
***
“..okumuşların ve varlıklıların istediği oluyor. Yoksa Türkiye gibi bir ülkede fakir halkın yiyecek maddeleri üzerinden ödediği KDV vergisi o kadar yüksek olur muydu? Aç cocuklar bu kadar çokken, işsiz bu kadar çokken dolar milyarder sayısı her yıl artarmıydı?
Bu tür bir Sosyal Demokrasi Partisi’nin programında görmek istediğim asgari hususları şöyle özetleyebilirim. Ancak görülüyor ki bütün istediklerim kuvvetli bir devlete dayanıyor. Başka çaresi var mı?
·          Mümkün olduğu kadar demokrasi (Yani devlet idare ve siyasalarının halkın çoğunluğunun isteğine göre ayarlanması)
·          Müterakki bir gelir vergisi; Onun yanında güçlü bir servet vergisi; Lüks mallar üzerine ağır vergiler
·          İşsizlere geçim akçesi; İstihdamı artırmak için gerekirse kanuni iş gününün kısaltılması
·          Her vatandaşa asgari sağlık hizmeti; Herkese asgari eğitim hizmeti; Her aç olana yiyecek
Bunların bir kısmının hayal olduğunun farkındayım ama bazan, insanın nasıl bir ülkede yaşamak isterdim diye rüyalara dalmasının da zevki var.”
***
Demokrasi halkın, toplumda hiç olmazsa yetişkinlerin (kadınlar da dahil) isteklerini yerine getiren bir düzen olsa, mesele kalmazdı. Hatta sosyal sıfatına bile lüzum yoktu. Zenginlerin çoğunlukta oldukları ülkelerde onların dediği, yoksulların çoğunlukta oldukları ülkelerde yoksulların dediği olurdu.”
***
Karl Max 19.cu yüzyıl düzeninde çarenin proleter ihtilalinden gelmesini bekliyordu. Bu gün benim bu türlü bir ihtilal düşünmem olanaksız. Öyleyse sosyal demokrasi ya da ona benzer bir programla seçim meydanına çıkan bır parti demokratik bir düzende seçim kazanabilir mi? Orası bir çok ülkede şimdi şüpheli, fakat vahşi kapitalizmin sıkıntıları arttıkca bu böyle mi kalacak? Toplumlar hiç mi tarihten ders almıyacak?”
***
Dergimizde Yenal üzerine yazılar yayımlayacağız. Umarım öğrencileri Oktay Hoca’nın adına İktisat Söyleşileri düzenlerler.. Hele bu söyleşilere/panellere Oktay Hoca’nın eleştirel bakış açısını egemen kılarlarla, ruhu huzura kavuşur..
--28 Ocak 2013/ Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Kalabalıklarda Büyük Enerji


Ali Sirmen’le adeta Uğur Mumcu yolculuğuna çıktık.. Bornova ve ertesi gün Soma. Güzel insanlarla birlikte olduk. Salonlarda büyük bir enerji vardı. Bizim kuşaktan olanlar, daha gençler ile Mumcu’yu tanımamış gençler ve gençler. Soma CHP Gençlik kolları, Bornova’da aktif gençler bizleri sevindirdi. İnsanlar, yaşadığımız iktidar günlerine olan öfkelerini salonları doldurarak dile getiriyorlar. Herşeyi çok iyi izliyorlar ve yarın için umut istiyorlar, bekliyorlar ve bekliyorlar.. Onları büyük bir umutla sürekli kucaklamak, sarıp sarmalamak, onlara öncülük etmek: Bu, tabii ki bir siyasi parti meselesi her şeyden önce!
Ali Sirmen, Mumcu ile anılarını ve Mumcu’nun antiemperyalist, sosyalist, ulusalcı, yurtsever ve büyük araştırmacı gazeteci kişiliğini anlattı; bunun yanısıra konuşmalarında ulus ve ulusalcılığın ne olduğuna yer verdi.. Sirmen, ilginç bir tarihsel benzetme yaptı: Bir zamanlar komünizmle mücadele dernekleri vardı, şimdi bunun yerini ulusalcılarla ulusalcılıkla mücadele dernekleri aldı!
***
Mumcu’nun “Tarikat Siyaset Ticaret” kitabı çok ilginçtir. İçindeki makalelerde günümüze ilişkin bol paralellikler vardır. Dinleyicilere bu kitaptan bazı paragraf, cümle ve anafikirler okudum.. 1987 yılında yayımlanan bir makalesinde devlet içinde dini cemaat ve tarikatların kadrolaşma hareketlerini anlatırken diyordu ki:  
İmam hatip liselerini bitirenler başka alanlarda görevlendiriliyor. Savcı oluyorlar, yargıç oluyorlar, mimar oluyorlar, mühendis oluyorlar, bakanlıklarda daire başkanı ve genel müdür oluyorlar... Bir tek eksiklikleri, imam hatip okulunu bitirenlerin  Harp Okullarına kayıt olamamaları. Bu eksiği de bu gidişle nasıl olsa giderirler..”
Başka söze gerek var mı?!
***
Bornova CHP’li Belediye Başkanı Kamil Okyay Sındır, Belediye gençlik merkezi ile gururlu. Orada gençlerle de beraber olduk. Üniversiteli gençlere orada ayrıca günde iki kez bedava yemek ve çay-su veriliyor. Çamaşırlarını yıkayabiliyorlar. Kütüphane, günlük gazete, dergiler ve bir dizi etkinlik.. Hepsi ücretsiz. Özellikle dışarıdan gelen üniversiteli öğrenciler için bulunmaz bir olanak. Bu tür yerler diğer belediyelere de yayılmalı..
Aileden satın alınan “Dramalılar Köşkü”nü gezdik. Burada Bornova Kent Müzesi kuruluyor. Ayrıca Mevlana Topluml ve Bilim Merkezi’ni gezdik. Burada üniversiteli araytırmacılar ve doktora öğrencileri ve uzmanlar, gençlere biyoloji, kimya, fizik ve bilim ve felsefe konularında uygulamalı ve deneysel bir eğitim projesi geliştirmişler. Tebrikler...
Bornova’da gezdiğimiz başka harikulade yer de Yeşilova Höyüğü oldu. Arkeolog Zafer Derin bize burayı gezdirdi. Höyüğü, büyük bir raslantı sonucu bulmuşlar. Kamyonların döktüğü topraklarda çok eski seramik parçaları ve bazı küçük eserlerin izini sürüp kazılan yeri bulmuşlar ve böylece İzmir’in en eski yerleşim yeri ortaya çıkartılmış: İzmir ve yöresi 8500 yıl geçmişe kavuşmuş. Saptanan İlk Egelilerin yaşadıkları yerler, kurtarılabildiği kadar yeni yapıların arasından ve yapılaşmadan kurtarılarak, sit alanı ilan edilmiş.
Belediyenin desteği ile bir mimari proje yarışması açılmış; Zafer Bey, çocukların burada çalışmalara katılmasına büyük önem veriyor. Kentin ortasındaki bu tarih öncesi yerleşim, saptandığı kadarıyla 10 civarında üst üste yerleşimlerden oluşuyor. Evlerin duvarlarından tukun o dönemdeki aşama ilişkin bir sürü buluntu, açık alanda sergileniyor..
Burası için hazırlanan Ziyaretçi Merkezi Projesi, Tarihi Kentler Birliği’nin de en iyi proje ödülünü kazanmış.
Bir yıl içinde Yeşilova Höyüğü’nün büyük bir ziyaretçi akınına uğrayacağı kesin gibi. Bornova Belediyesi, buraya verdiği destekle, kente büyük bir değer katıyor.
***
Soma, madenci kenti! Manisa’nın ilçesi. CHP Soma İlçe Başkanı Murat Bayramoğlu ve arkadaşlarının çağrısı üzerine düzenlenen etkinliğe büyük bir kalabalık geldi. Manisa Milletvekili Hasan Ören de, köylerdeki gezileri nedeniyle Soma’daydı ve toplantıya katıldı. Çevre ilçelerden de çok sayıda parti örgütü gelerek sinerji yarattılar!
Son üç ay içinde madenlerdeki kazalarda üç madenci hayatını kaybetmiş.. Özellikle bir maden ocağında güvenlik önlemlerinin yeterince alınmadığını ve ölümlerin de burada olduğu belirtildi.
Madenci ve emek kentine buradan yeniden sevgi ve saygılar...
--27 Ocak 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

25 Ocak 2013 Cuma

Mumcu’ya Mektup.. İşler İyi Gitmiyor..


Bugün 24 Ocak: Merhaba! Eski binamızda haber merkezi şefinin o camlı odasında otururken gözümün önündesin.. 1993-2003.. O gün Ankara’da arkandan 500 bin kişi mi yürümüştü?! Bugün de yine 500 bin kişi istenirse özel ve iyi örgütlenmiş bir törenle seni anmaya hazırdır dersem abartmış olmam..
Dediklerin gerçekleşti, 1990’lar öncesinin ve sonrasının politikacaları, askeriyle birlikte Türkiye’yi durmadan batırınca, Allah ticareti yapanlar iktidara geldi. Türkiye belki de tarihinde görülmemiş bir geriye çalışan sosyal mühendislikle, yeniden yapılandırılmaya çalışılıyor.
Gazeteciler ve medya üzerinde baskı, inanılmaz ölçülerde. Düşleyemezsin bile!
Sadece gazeteciler ve medya değil, patronlar üzerinde, üniversiteler üzerinde, gençler üzerinde, öğretmenler üzerinde, avukatlar üzerinde, subaylar akademisyenler ve rektörler üzerinde.. kısacası RTE’ye muhalif düşüncelerini açığa vuran herkesin üzerinde, özetle bütün Türkiye üzerinde karabulut gibi çökmüş bir iktidar ve lideri..
Geçen gün, atamaları gerçekleştirmezsen oy yok, diyen öğretmeni, senin oyuna ihtiyacım yok diye azarladı ve “ulusalcılar”ı hedef gösterdi! Karşı çıkanlar Ergenekonculuktan gözaltına alınırdı, şimdi ise ulusalcılık en büyük suç oluyor.. Tabii öğretmen işinden atıldı, derhal..
RTE’nin işaret ettiği gazeteciler de işlerinden atılıyorlar. En son 5 gazeteci, 9 avukat, 15 öğrenci daha tutuklandı. 3 avukat Ergenekon davasından, 9'u son ÇHD operasyonu ile, 33 avukat ise KCK’dan tutuklu. “Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnsiyatifi’nin verilerine göre, tutuklu öğrenci sayısı 875. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye cezaevlerinde bulunan lise ve üniversite öğrencisinin toplam sayısı ise 2 bin 824.” TGS, tutuklu gazeteci sayısını 75 olarak bildiriyor. BirGün gazetesine göre, KESK diyor ki 63 sendikacı tutuklu. 9 milletvekili ve 20 belediye başkanı tutuklu. Cezaevleri, Türkiye’nin halipürmelalini anlatıyor: 136 bin tutuklu!
İstanbul Barosu dün ayağa kalktı. Baro Başkanı Kocasakal, halkın hak arama özgürlüğüne saldırıldığını, vatandaşın hukuk güvenliğinin yok edilmeye çalışıldığını anlattı. “Tüm bu yaşananların adı ileri faşizmdir ve hukuka darbedir” dedi. Avukatların boyun eğmeyen, biat etmeyen, hukuksuzluklara direnen, teslim olmayan bir tarihi mirasın temsilcileri olduğunu vurguladı..
Hukukçu olduğun için durumdan haberdan ol dedim!
***
Türkiye’ye uluslararası değerlendirme kurumlarının en son verdiği notlara bakıyorum: Freedom House 2013 notu: 10 yıldaki gibi.. Hem basın özgürlüğü hem özgürlükler açısından Türkiye yarı özgür bir ülke! Politik Özgürlükler yerinde sayıp yarı özgür statüsünü (puan 3) korurkan, Sivil Özgürlükler bir puan gerileyerek 4 olmuş, aşağı gidiş var! İnternet özgürlüğü de yarı özgür statüsünde..
Avrupa Konseyi Parlamenterlenr Meclisi Komisyonu’nda Medya Özgürlüğü Raporu görüşülürken, AKP milletvekilleri utanç verici bir girişimde bulundu ve tutuklu gazeteciler için “terör örgütü üyesi suçlamasıyla tutuklu” tanımlamasını koydurmaya çalıştılar, ama önerileri reddedildi! Bahadır Selim Dilek arkadaşımız bizi durumdan haberdar etti. Dünya, ülkemizdeki özgürlüksüzlükler konusunda rapor üzerine rapor yayınlıyor. Önümde duran “Carnegie Paper: Press Freedom in Turkey” raporunu anlatacak yerim yok.
Dünyanın bir yerinde, “ileri faşizm”i, resmen “ileri demokrasi” diye yutturan bir iktidar ve adamları var mı bilmiyorum..
Yüzlerce subay, resmen sahte ve imzasız kağıtlarla ve CD’lerle mahkum edildi, aynı sahtekarlık şimdi İzmir’de iddianame adında bir paçavra ile sürdürülüyor. Topun ağzında bin subay daha var! Ergenekon davasının da, yine benzer faşizm uygulamalarıyla cezalarla sonuçlandırılacak beklentisi içindeyiz.
Ülke, ulusal devlet ve ülke olmaktan çıkartılıyor, resmen Ortadoğu ülkelerine saldırı hazırlıkları yapılıyor. Yeni Osmanlıyız diyenler, bizim bakiyemiz dedikleri Ortadoğu bölgelerine göz diktiler.. Bir savaş olasılığı yüksek..
***
Burada işler pek iyi değil. Belki de diyorsun ki, kardeşim yattığımız yerde de mi huzur yok, bırakın yakamı ne haliniz varsa..
Yok öyle yağma, yaşadığın sürece, buranın bir parçası olarak kalacaksın..
En çok, “verdiğimiz rahatsızlık nedeniyle özür” dileyebiliriz..
Ama hepsi o kadar, buranın eziyetini çekmeyi sürdüreceksin ne yazık ki..
Derin muhabbetlerimle..
--24 Ocak 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

22 Ocak 2013 Salı

Türk-Kürt Federasyonu


Türkiye’nin başını, savaş gibi belaların en büyüğüne sokabilir bu iktidar.. 
Ülke için en büyük tehlike (sonuçları, AKP iktidarının sonlanmasına yolaçma olasılığını barındırsa bile) iktidarın Suriye’ye saldırma, Ortadoğu savaşı çakartma ve Irak’ı da parçalama olasılığıdır. Başbakan’ın Cumartesi günkü konuşması dehşet vericidir, dünkü yazımdaki alıntıyı yineliyorum:
Suriye’de tribünde olamayız.. binlerce, onbinlerce kilometreden gelip de Irak’a girenler (Amerikalıları kastediyor tabii ki)  haklı oluyorsa, biz 910 km sınırımız olan Suriye’de eli bağlı, tribünde seyirci olamayız. Gereği neyse yapmamız lazım ve yaparız..
Şimdi Suriye’ye karşı bu saldırgan politikaya bir ek daha yapmalıyız: Mesele sadece Suriye değil.. Aynı zamanda Irak! PKK lideri Öcalan’la, içeriği hakkında sıfır bilgimiz olan, ama iktidarın bütün medyaya “desteklene” mesajı verdiği “barış görüşmeleri”nin altında yatan diğer gizli bir hedef de, Irak’ın bütünlüğünün parçalanması.
Dünkü Yeni Şafak’ta emekli MİT müsteşar yardımcısı Cevat ÖneşTürkiye Kürt sorununu çözdüğü zaman bölgede büyük bir sıçrama yapabilir. Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi bölgede sınır ve harita değişikliğini gündeme getirebilir...” sözleriyle hükümet politikasını açıklıyor aslında.
Söyleşiyi gerçekleştiren Murat Aksoy, bu can alıcı konuda tek bir soru bile sormuyor ve Öneş’i konuşturmuyor! Belki de yazmamıştır!
Öneş’i biz açalım o halde: Hedef, Irak’ın parçalanarak Kuzey Kürdistan’ın Türkiye ile birleştirilmesi ve “Türk-Kürt Federasyonu”nun kurulması! Suriye üzerinden başlayacak ve genişleyecek Ortadoğu savaşı, orayla sınırlı kalmaz. Bu projenin diğer parçası da, Suriye’deki Kürt bölgesinin “federasyona” katılması. Sonra da sıra İran’daki Kürt Bölgesini kurtarmaya gelir. Türkler ve Kürtler ele ele ve birlikte haydi İran’a...
Sınırların ve haritaların değişmesi öngörüsünün başka bir tarifi varsa, biri bana anlatsın!
Öneş, haritalar bile değişir, derken, Türkiye toprak kaybeder’i kastetmediğine göre!?
Öneş sonuçta derin hayal görüyor.. Diyelim ki bu gerçekleşti.. “Kazanılmış toprak” aslında sonuçta “kaybedilmiş toprak” olarak Türkiye’ye geri döner (Federasyonlar her zaman ayrılmaya hazırdır!).. Bu bir.. İkincisi ise Türkiye’nin işgalci, emperyalist – fütuhatçı politikaya itilmesidir.
Ülkemizdeki, “Erdoğan’ın Kürt Sorununu çözme politikasının” kuyruğuna sarılıp koşanlar, başlarına takılı olan at gözlüklerini çıkartıp konuya daha genişçesine bakma olanaklarına sahip midir? Hiç sanmıyorum.. Günlük slogan politikaları izleyenler, yarını göremezler..
***
Türk- Kürt Federasyonu, Erdoğan- Davutoğlu’nun Ortadoğu politikalarının esasıdır. Kendilerinin söylediklerini sıralayalım da fotoğraf netleşsin:
* Ortadoğu, RTE-Davutoğlu için, asla “kayıtsız kalamayacakları” “Osmanlı bakiyesi”sidir. (*)
* RTE ve Davutoğlu, fetihçidir. Kanuni’yi boşuna 40 yıl fetihten fetihe at sırtında koşturup durmadılar!
* Davutoğlu’nun “ulusal devletle ve ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi, biz Yeni Osmanlıyız, evet..” açıklamasının anlamı şudur: “Biz bugünkü sınırlarla yetinemeyiz, ulusal devlet yerine, Ortadoğu’da bize katılabilecek Osmanlı bakiyelerini de içimize alarak genişlemeliyiz..”.
* Başbakan, Türk milletinden çok, millet kavramını kullanmaya yönelmiştir.
* Her ikisi de ulusal devletçi değil, ümmetçidir..
***
Irak Kürdistanı ile flörtün gerisinde, buradaki petrol zenginliği vardır, bu zenginlik, RTE- Davutuoğlu için kışkırtıcıdır!
Mustafa Sönmez, bu zenginliği ve Kürt politikasını Irak petrolleri üzerine yazısında konu etti. Türkiye’nin verdiği cari açık, ithal ettiği petrole eşittir. Irak- Kürt bölgesindeki petroller bunu tamamen kapatabilir..
Öneş’in “Çözüm, Türkiye’ye çağ atlatır” sözlerinin perde gerisinde de bu gerçek yatar. MİT’çiler gizli konuşur!
Neyse uzatmayayım, iki sonuca işaret edeyim: İlki, Suriye ve Irak’a yönelik bu savaş politikası, ülke içinde baskıları arttırır... İkincisi ise, ABD ve Batı çıkarlarıdır. Bu çıkarlar, RTE’yi çökertebilir! Daha başka şeyler de var, ama sonraya..
--
(*) Ulus Yıkıcılığı Zamanları kitabımın ikinci baskısında, Davutoğlu’nun ulusal devletle hesaplaşma zamanı geldi görüşleriyle, tam da bu konu üzerinde, 30 sayfaya yakın uzun bir “hesaplaşma” makalesi var. Merak edenlere.. Cumhuriyet kitapları..
---22 Ocak 2013 / Bilim ve Siyaset- Cumhuriyet

21 Ocak 2013 Pazartesi

Sıra Avukatlarda! Sonra..


İktidar basının bulvar gazetesinde “köşe yazarı” görüntüsü altında yazan bir utanmaz, eline tutuşturulan veya belki de bizzat kendisinin de içinde bulunduğu komployu haber veriyor okurlarına: Operasyonu MİT ve emniyet birlikte planlamış ve son yılların en önemli “çökertmesi”ymiş. Bombalar.. silahlar.. kozmik bilgiler.. yabancı ülkelere ülke sırlarını kriptolayarak çekmeler.. falan filan. Habere bakın heyyy:  12 çelik kapıyı kırarak içeri girmeyi başaran polis..”.. 
Verilmek istenen görüntüyü anlıyorsunuz değil mi: Bir fesat yuvasını dağıtıyoruz.. 12 çelik kapı.. kimin aklından çıktı bu fantastik baskın haberi? Merak ettim, medya adlı dünyada, polisin, MİT’in ve iktidarın saptırıcı yalanlarını yaymakla ve kamuoyu oluşturmakla görevli kaç yüz kişi çalışıyor?! (sonra anlaşıldı ki, baskın yaptıkları 12 evin kapılarını toplamışlar..)
Çağdaş Hukukçular Derneği’ne de, kapılar kırılarak sabaha karşı 3,30 dan itibaren yapılan baskınlarla 12’si avukat 64 kadar kişi, tabii ki “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla içeri alınıyor.. Derneğin Başkanı avukat Selçuk Kozağaçlı da yurtdışından geliyor ve doğrudan savcılığa götürülüyor..
Durumu bir sosyal medya cümlesi çok iyi özetliyor: “Her canlı bir gün terör örgütü üyeliğini tadacaktır?
***
Çağdaş Hukukçular, polisin ve yargının zulmüne uğrayan insanları savunmakla tanınıyorlar: “Yoksulların, işkence görenlerin, şiddete uğrayanların, emekçilerin, muhaliflerin avukatı olan meslektaşlarımıza ve Derneğimize yönelik bu hukuksuz girişimin durdurulması..”. Dernek genel merkezi böyle çağrıda bulunuyordu.
İçeri alınan bir avukata da savcı fotoğraf göstererek sormuş: “Neden işçilerin eylemine katılarak onlara cesaret verdin, neden müdahilliklerini üstlendin?” Vay vay vayyy. Savcılar emeğe karşı.. Maaşlarını da emekçiler vergileriyle ödüyor.. Bizim adalet sisteminin artık asla adam olmayacağına ilişkin kanıtlar dağ yüksekliğine tırmandı..
Sorulmayan ve soramadıkları sorular da vardır, biz yardımcı olalım
İşkencecilere neden karşı çıkıyorsun ve polisin görevini yapmasını engelliyorsun?”.. 
“Adamın emniyette dayak yiyerek veya kafasına kurşun sıkılarak öldürülmüş olmasını neden araştırıyorsun, avukatlığını yapıyorsun da ülkenin itibarını dünyada yerle bir ediyorsun?” 
“Zulme uğrayan kadınları savunmak sana mı düşmüş?” 
“Yoksuldan sana ne, bir tekmeyi de sen vuracağına! Onları savunmak yakışıyor mu sana!?
Hadi bakalım gel de yanıt ver! Şu Çağdaş Hukukçuları kapatsak, yine bir takım avukatlar çıkacak ve benzer işleri yapmaya savunacaklar.. Mübarekler karınca gibi! (Kahramanlarım benim!)
Gazeteciler Online sitesinde yayımlanan bir haber analizde, Çağdaş Hukukçular Derneği’nin Suriye ile dayanışmasının ve bir Suriye kuruluşu ile Suriye’de ortak toplantı yapmasının “hesabı kesiliyormuş” bu baskınlarla.. Doğruysa, devlet içinde sahte belgi bilgi hazırlayanlarca “gerekli belgelerin” hazırda tutulduğunu ve baskınlarda götürülen malzemede veya bilgisayarlarda bulunmuş olabileceğini varsayabiliriz.. Yakında utanmaz medyaya boy gösterirse şaşırmayın!
Acaba diyorum, bu baskınla RTE’nin Cumartesi günü söyledikleri arasında bir bağ var mı:
Suriye’de tribünde olamayız.. binlerce, onbinlerce kilometreden gelip de Irak’a girenler (Amerikalıları kastediyor tabii ki) haklı oluyorsa, biz 910 km sınırımız olan Suriye’de eli bağlı, tribünde seyirci olamayız. Gereği neyse yapmamız lazım ve yaparız..
Bu savaş ve saldırı hazırlığının açıklanması olabilir ancak..
Galiba, içeri saldıkları uluslararası cihat tugaylarının ve CİA’nın bunca çabasının, Esad rejimini yıkmaya yetmeyeceği anlaşıldı ve Türkiye şimdi Suriye’ye mi saldırtılacak?
***
Ülkemizde hala derin bir sessizlik var. Hukuk’u, yargıyı mahvettiler ve Ümit Kocasakal’ın dediği gibi, ülkemizde 103 tane hukuk fakültesi, ve hukuk fakültesi dekanı var. Bunlardan neden tek bir ses çıkmıyor? Kocasakal: 103’ü cübbeleriyle sokakta hukuku savunmak için görünseler, ülkede çok şey değişir..
Avukatları hedef aldılar. Uzun zamandır hem de! Silivri’deki mahkemelerin, duruşmalarda sanık haklarını ve yasaların uygulanmasını savundukları için avukatlar hakkında 200 kadar soruşturma açtığını biliyor muydunuz?
Türkiye, sadece gazetecilerin en çok içeride olduğu ülke değil dünyada... Önceki gün İzmir Karşıkaya Platformu’nun düzenlediği panelde sıralandı: Avukatların da, hakimlerin de, yargıçların da. rektörlerin de.. en çok hapiste olduğu ülke.. En çok hapishanelerin yapıldığı..
İktidar ve ortakları, Türkiye’yi “ekonomisi en büyük ülkeler arasına” nasıl sokacağının pratiğini yapıyor:
Halkı ve önderlerini hapishanelere tıkarak..
---21 Ocak 2013 / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

Baransu Vakası - 2


Eline tutuşturulan ancak 100 gram tutan Balyoz CD’lerini bir bavula koyup çeke çeke savcılığa götürdüğü için adı “Bavulcu”ya çıkan Mehmet Baransu, tv’lerin sevilen “Balyoz Uzmanı” sayılıyor. Pınar ve Dani Rodrik’lerin “Balyoz ve gerçekler” internet sitesinde, Baransu ile ilgili 2 Eylül 2010 tarihli bir nesnel verilere dayalı bir yazı buldum.. “Baransu’dan seçme yalan haberler” başlığıyla yayınlanmış. Aslında sadece Baransu üzerine değil, örneğin Zaman gazetesinin de tonla yalan haberi burada var. Hiç bir katkıda bulunmadan yazıyı bilginize sunuyorum:
***
Bugün internette yayımlanan bir röportajda Mehmet Baransu, kendisine gelen iddia ve belgelerin doğruluğunu araştırmadan yazdığı konusuna yanıt olarak şöyle demiş:
“Bir tane yalan haber söyleyin. NTV’de bakın yanlış yazdım çıktım özür diledim. Keşke herkes benim gibi gazetecilik yapsa.”
Baransu’nun Balyoz konusunda yaptığı haber baştan sona yalan. Ancak, biz burada hemen herkesin çabucak teyid edebileceği birkaç yalan haberini sıralayalım.
YALAN NO. 1: Balyoz darbe belgelerinin altında imza var. Bir kere en başından beri Baransu’nun tekrarladığı yalan, “Balyoz Darbe planı” belgesinin altında Çetin Doğan’ın imzası olduğu. Taraf’ta yayımlanan haberde aynen şöyle yazıyor:“Planın altında ‘Balyoz Sıkıyönetim Komutanı’ ünvanıyla imzası olan Orgeneral Doğan …”
Gerçekler: Balyoz planı ve eklerinin hiçbirinde ıslak ya da kuru bir imza yok.
Aynı haberde:“Dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın, dönemin Harp Akademileri Komutanı Hava Orgeneral İbrahim Fırtına’nın ve Dönemin Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek’in imzasını taşıyan harekât planları (…) bu belgeler arasında yer alıyor”
Gerçekler: Balyoz, Oraj, Suga planları ve eklerinin hiçbirinde ıslak ya da kuru bir imza yok.
Baransu aynı haberi Karargah adlı kitabında yayımlarken küçük bir değişiklik yapmış (sayfa 365): “Dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın, dönemin Harp Akademileri Komutanı Hava Orgeneral İbrahim Fırtına’nın ve Dönemin Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek’in elektronik imzasını taşıyan harekât planları (…) bu belgeler arasında yer alıyor”
Gerçekler: Bu belgelerde hiç kimsenin elektronik imzası filan yok.
YALAN NO. 2: Bilirkişi raporları CD’lerin 1. Ordu’dan çıktığını söylüyor
Baransu’nun Karargah kitabı, sayfa 488:“[Emniyet Kriminal Dairesi ve TÜBİTAK’tan] Gelen cevaplar CD’lerin hazırlandığı bilgisayarın 1. Ordu Komutanlığı’na ait olduğu ve belgelerin 2003 yılında kullanımda olan Word yazılımıyla hazırlanıp, CD’lerin üzerine bu tarihten sonra herhangi bir kayıt yapılmadığı şeklindeydi.”
Gerçekler: TÜBİTAK ve Emniyet Kriminal dairesinin, CD’lerin 1. Ordu’ya ait bilgisayarlarda hazırlandığına dair bir tespiti yok. Balyoz iddianamesinin ek klasörlerinde yer alan TÜBİTAK ve Emniyet bilirkişi raporlarından bu açıkça görülebilir. Zaten sadece sözkonusu CD’ler uzerinden yapılan bir inceleme ile böyle bir tespitin yapılması teknik olarak mümkün değil.
YALAN NO. 3: Hilmi Özkök darbeyi önledi.
Baransu’nun Karargah kitabı, sayfa 466:“Balyoz Darbe Planını hazırlayanlar darbe günü olarak 19 Mart 2003 tarihini seçmisti. Ancak dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve TSK içindeki darbe karşıtı subayların harekete geçmesiyle darbe önlendi.”
Gerçekler: Dönemin Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök Balyoz darbe planı ile ilgili elinde bilgi ve belge olmadığını açıkça ifade etti. Haberi olmadığı darbe planını da engellemiş olamaz. Baransu’nun Balyoz ile ilgili yalan haberlerini buraya sığdırmamız mümkün değil. Son olarak başka bir konuyla ilgili çok taze bir yalan haberinden örnek verelim.
YALAN NO. 1001: Dinleme cihazlarının alımı Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’ndan gizlendi
Baransu’nun Taraf’taki 30 Ağustos 2010 tarihli haberi:“Savunma Sanayi İcra Kurulu’nun 2002 yılındaki kararını gerekçe gösteren Güner’in, kurulda bulunan Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’ndan da bu alımı gizlediği öğrenildi.”
Bu konuda Genelkurmay Başkanlığı, cihazların alım işleminin 30 Mart 2007’de Savunma Sanayii İcra Komitesi’nin (SSİK) 356 sayılı kararıyla onaylandığını açıklıyor.
Bu açıklama üzerine Baransu 2 Eylül 2010’da şu haberi yapıyor:
“Genelkurmay Başkanlığı dün yaptığı açıklamada cihazların alım işleminin 30 Mart 2007’de SSİK’in 356 sayılı kararıyla onaylandığını açıkladı. Bu bilgi doğru ancak eksik. Bu cihazlar “Uydu telefonları” dinlenecek adı altında, 2002 yılındaki başka bir karar gerekçe gösterilerek alındı. Yani Başbakan ve Savunma Bakanı aldatıldı.”
Yani ilk haberde SSİK’de bulunan Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’dan alımın gizlendiğini söylüyor.  Bunun yalan olduğu ortaya çıkınca da ikinci haberinde de gizlenmeyen alımın gerekçesinin Başbakan’ı ve Savunma Bakanı’nı yanılttığını yazıyor.
***
Diyeceksiniz ki, Balyoz’un topu tepeden tırnağa yalan, Baransu’nun bu yalanlarının en büyük yalan yanında değeri mi kalır! Unutmayın, bu en büyük yalanın sahibi de kendisi..
---20 Ocak 2012 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet