Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Ocak 2016 Cumartesi

Gerçekleri çarpıtıyor mu? Bir mantık arayışı..


12 Eylül darbe anayasası diye bir şey kalmadı ortada. Bu anayasadan tüm askeri vesayet tasfiye edildi, geride kalan sadece “Kenan Evren” yetkileridir. Ama Cumhurbaşkanı, bu yetkilerin 10 katını daha istiyor.
***
Şu sözler arasında mantık arayışı gezisi yapacağız. RTE, başkanlığını bu topluma dayatmak için topluma sözde “mantıki gerekçeler” ileri sürüyor. Biz bunları lime lime etmezsek, sözlerin arkasındaki demagojik yaklaşımı anlayamayız.
Mesela, geçen gün Kayseri’de yaptığı ve bu köşede ele aldığım “başkanlığa karşı çıkanlar milli iradeden korkanlardır” konuşmasında bir gerekçelendirme var ki, evlere şenlik:
İstikrar arayışı içinde olmamız 12 Eylül’ün vesayetçi yapısı sebebiyledir. Bunun için her fırsatta yeni anayasa diyoruz, her fırsatta başkanlık sistemi diyoruz. Dikkat ediniz, yeni anayasa tartışmasında olumsuz tavır alan herkesin milletten, milli iradeden çekiniyor olmaları çok açık. Çok korkuyorlar…”
Bi dakka diyeceğiz, ne demek istiyor? 12 Eylül’ün vesayetçi yapısının yarattığı istikrarsızlığı gidermek için yeni anayasa ve başkanlık sistemi istiyorum.

RTE’nin “istikrarsızlığı”
Pardon, anayasa ve başkansızlık nasıl bir istikrarsızlık yaratıyor?
1) Türkiye 14 yıllık AKP iktidarı döneminde siyasi istikrar bakımından “şahane” idi. Neyin istikrarsızlığı!
2) 12 Eylül’ün bugüne yansıyan “istikrarsızlığı” nedir? Benim gördüğüm bir şey yok.
3) 12 Eylül’ün istikrarsızlığından bahsedeceksek, başbakanın ve hükümetin yetkilerinden çalınarak devlet başkanına (Kenan Evren) verilen fazla yetkilerdir demeliyiz. Yapılması gereken, bu yetkilerin geri alınıp hükümete verilmesidir.
4) Cumhurbaşkanı ise, Kenan Evren yetkilerini alıp cebine koyuyor ve kendini Kenan Evren’in bile cesaret edemediği, tek adam tek lider düzeyine yükseltiyor. Evren rejimindeki Başbakanlığı bile feshediyor.
5) Evren’in “kuvvetler ayrılığı”nı da ortadan kaldırıyor. Kuvvetler RTE’nin elinde toplanıyor. RTE’ye göre, tüm kuvvetlerin kendi elinde toplanması ile “ülkeye istikrar gelecek”. Tek otoriterlerin hepsi her zaman böyle düşünür. Buna “diktatör yaratma” işlemleri denir.
6) 12 Eyül Darbe Anayasası denip duruyor. Bu büyük bir palavradır. Geçen yıl içinde “darbe anayasası’nın 86 maddesine müdahele yapılarak değiştirilmiş. Bazı maddelerine bir kaç kez dokunulmuş, toplamda 145 değişiklik.

Askeri vesayet yerini sivil vesayete bıraktı
Birgün Ayman Güler’in İzmir’de Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği’nde 23 Ocak’ta yaptığı konuşmasından: İdam kaldırılmış, darbe yapanlar yargılanamaz hükmü değişmiş. Askerin MGK dahil, sivil yönetim üzerinde pek çok vesayetine son verilmiş.. Askeri mahkemelerin yetkileri daraltılmış. Askerin dayattığı Siyasi partiler, Gençlik-Kadın teşkilatları kuramaz. Sendikalarla beraber iş yapamaz” maddesi kaldırılmış.
Yani 12 Anayasasından, askeri darbecilerin hükümlerinin tamamı tasfiye edilmiş. Asker tam “sivil vesayeti” altına alınmış.
Yani geride kalan, “darbe anayasasının” dokunulmayan tek yanı, bugün RTE’nin kullandığı, yetmeyip daha fazlasını hatta hepsini istediği Kenan Evren yetkileridir.
Özgürlükçü bir anayasa mı istiyoruz, o halde, tek adamlığı başkanlığı falan değil, kuvvetler ayrılığını güçlendirmeli, Anayasa’daki Kenan Evren yetkilerini iptal etmeliyiz.

Yasal mevzuata uymayın, talimatı
RTE şimdiden “bekleme odasına” aldığı Anayasa’yı ve yasaları nasıl es geçtiğinin bir örneğini daha, kaymakamlara yaptığı konuşmada öğütlüyor:
Statükonun gardiyanlığını yapan bir bürokrasi ülkeye patinaj yaptırır. Mevzuat şöyledir, böyledir. Mevzuatı koyun şöyle bir tarafa yeri geldiğinde, ben bunu bu şekilde yaparım deyin ve yapın. İşte bu iradeyi kullanmaktır. Kim için kullanıyorsunuz bunu? Vatandaş için. Hiç çekinmeyin kullanın..”
 Statüko’dan kastettiği, yönetimin, vali ve kaymakamların uymak zorunda olduğu yasal mevzuattır. Bunları atın kenara diyor. O an ne gerekiyorsa onu yapın,” ve “millet için yaptım” deyin diyor.
Valla iyi iş! RTE de “anayasal olmayan uygulamalarını “millet için yapiıyorum” görüşünde..
Sandıktan çıktı ya! Hukuk da o, adalet te, anayasa da ve yasalar da..

Üstüne bir de başkanlık mı?!
28 Ocak 2016 Perşembe / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

27 Ocak 2016 Çarşamba

“Milli iradeden korkuyorlar”: Seçimin ilk işareti mi?


Cumhurbaşkanı sanki ilk kez seçim işaret fişeğini attı gibi: “Başkanlık anayasasına karşı çıkanlar milli iradeden korkanlardır” dedi. Hoppala! Fol da var yumurta var da, ama erken değil mi bu salvo? Sözün içinde Başkanlık rejimi var, sandığın diğer adı olan milli irade var. Ve bir meydan okuma var, korkanlar, korkaklar..
Bu sözlerin rastlantısal olarak bir cümlede bir araya geldiğini mi düşünelim?
Ben işkilli adamım, duyargalarım son derece açık, düşünmem!
Meclis’in ve siyasetin ana konusu Yeni Anayasa iken!
Tabii bunlardan öte, RTE gece gündüz her fırsatta ve muhtarlarla (*) birlikte başkanlık rejimi ile yatıp kalkarken!
Bu durumu irdeleyelim biraz.

Davutoğlu’na da bir yanıt

Cumhurbaşkanı bu cümleyi, tam da Davutoğlu’nun “4 yıl seçim yok. Seçim spekülasyonu yapmayın” demesinden sonra kurdu.
Şüphesiz bu cümle Davutoğlu’na da dokunuyor (acaba esas ona mı?!)
Ve Başkanlık rejimini anayasada görmek istemeyenlere de dokunuyor.
Yani hemen hemen bütün muhalif partilere...
Mesajda meydan okuma var dedim, mesajın arkasına bakalım:
Eğer başkanlık rejimi konusunda uzlaşmazsanız, seçim sandığı orada duruyor, millete başvururuz, ama siz millete gitmekten ve çıkacak sonuçtan da korkuyorsunuz..
Bu kendi seçmenine de mesajdır, seçmene şimdiden seslenmeye başladı, seçmeni psikolojik olarak, sırtını sıvalayarak hazırlıyor. Onu her şeyin yüce karar vericisi mertebesine yükseltiyor:
Bunlar, başkanlık olsun mu olmasın mı, konusunda bu konuda karar verecek olan millete, yani sana başvurmaktan korkuyorlar.. Bunlar milletten korkan partilerdir, liderlerdir.. Biliyorlar ki sandık kurulursa yenilecekler.
Seçmeni ön plana çıkartan konuşmalarına bundan sonra daha sık karşılaşacağız.

TSK ile ortaklık altın değerinde

Bu arada HDP kongresinde Demirtaş, yeni anayasa görüşmelerine ilişkin ilginç yaklaşımlarda bulundu. Yanındakiler ve KCK yöneticileri, başkanlık rejimini ikide bir lanetleyip, tek adam diktatörlüğü nitelerken...
Demirtaş ise demokratik anayasa isteyene gönlümüz de kapımız da açık, diyerek Anayasa Komisyonu’na üye verdi. Demirtaş’ın “Türkiye ortak vatanımız, Türkiye’nin felaketi hepimizin felaketi olur” sözleriyle, ve barış masasının yeniden kurulması için güven tesis edileceği gibi, Türkiyeci politikasına bir geri dönüş yaptığını gözlemledik.
AKP-HDP arasında, daha önce de belirttiğim gibi, Anayasa, hele hele başkanlık anayasası üzerine, komisyonda veya Meclis’te, “al gülüm-ver gülüm” bağlamında bir ittifak-anlaşması yapılma olasılığını çok çok az görüyorum. Neredeyse sıfır.
AKP+ (üniter devlet konusunda son derece duyarlı) Ordu ittifakının tümüyle geçerli olduğu şu süreçte, böyle bir geri dönüş mümkün olmaz.
Çünkü RTE’nin, kendilerinin dışında neredeyse kurumsal ve toplumsal, üstelik dışsal, sıfır ittifakının bulunduğu ve en büyük yalnızlığı oynadığı bu süreçte, TSK ile ortaklığı altın değerindedir! Anlayan anlar!

“Halkı inandırırım”

Özetle, RTE seçimden korkmuyor. Hele şu “anlaşmazlık çıksın” (**) Meclis’ten.. Elindeki kamuoyu verilerine göre hemen harekete geçecektir.
Anketlerde, başkanlık rejimine desteğin yüzde 30-35’lerde bulunması onu engellemeyecektir.
Meydanlara çıkınca, bu desteği, çoğunluğu alabileceği bir orana yükseltebileceğine inanıyor!
Kim bilir bunun için de ekstradan neler yaşayacağız.

 (*) Muhtarlara maaş artışı “rüşveti” verildi, kafakola alma tam da buna denir!
(**) Meclis’ten çıkacak tek sürpriz bir “başkanlık anayasası” anlaşması, denge-fren sistemini öngören, güçler ayrılığını gözeten, başkanın elini klunu da bağlayacak olan bir sistem olur. Davutoğlu-Kılıçdaroğlu bu konuda anlaşırlar mı?
26 Ocak 2016 Salı / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

26 Ocak 2016 Salı

Davutoğlu RTE’ye: Yeni seçim istemiyorum


Bunu beklemeliydik zaten: Sarayın önünde, Başkanlık Rejimine geçiş için en geç önümüzdeki bir yıl içinde üçüncü bir seçim olasılığı önünde en büyük engellerden biri Davutoğlu “istemem” dedi. Ama bunu engelleyebilir mi?
***
Yeniden topa girmem gerekir. Üçüncü seçim olasılığı gazete köşelerinde ve siyaset kulislerinde iyice tartışılmaya başlanınca, Davutoğlu hayır istemiyorum diye resnen ortaya çıktı: “Erken seçim iddiaları spekülasyondur. Böyle bir söylentinin yayılması doğru değildir.” Burada sorun şu, üçüncü seçimi engelleyebilir mi?
Davutoğlu, RTE ve çevrelerinin pompaladığı başkanlık rejimine de mesafeli. Bu açıdan bakarsak, RTE ile Davutoğlu arasında bir uzaktan elense çekişlerini rahatça görürüz.
Şimdi bunlara daha yakın bakalım:

1) Önce yeni anayasa konusu
RTE ve Davutoğlu’nun yeni anayasa anlayışları örtüşüyor mu? Bence hayır. Uzaktan bakınca ikisi de başkanlık sistemi diyor gibi. Davutoğlu bunu muhalefetle yaptığı son görüşmelerde de dile getirdi.
Ama önerisinde, öyle Türkiye’ye özgü, Meksika tipi bir şey yok. “Başkan’ı dengeleyecek” sistemleri yok. Parlamento (yasama) ve yargı sistemi ile dengelenmiş (denge-fren) bir Başkanlık diyor. Yani başkanlık sistemi güçler ayrılığını gözetecek. Diğer partiler de bunu aslında tartışılabilir buluyor: hele bir görelim, ne istiyorsunuz..
Davutoğlu’nun Meclis’te destekleyeceği sistemin bu olduğu görülüyor.
Peki RTE ne istiyor? Bugüne kadar RTE”nin ne istediğini net olarak ortaya koyduğu görülmedi. Ağzında bir başkanlık rejimi var. Meksika’da arayışları ve “Türk tipi” lafları. 
Peki ne yok? Buna bakalım.
1) Mesela daha önce Gül’ün de, şimdi Davutoğlu’nun ve aklı başında anayasa hukukçularının da savunduğu, güçler ayrılığını gözeten, Başkanı dengeleyecek fren sistemlerini de içeren bir anayasa tartışmasına hiç girmedi. Ağzından bir kez “tabii ki fren-denge gözetilecek.. “ gibi bir sözün zırnığı çıkmadı.
2) Buna karşılık, kendi adamlarının piyasaya sürdüğü başkanlık rejiminde adeta tam bir mutlakiyetlik var. Mesela Kuzu, ABD başkanının bile bazen zor durumda kaldığını söyleyerek, kendi sistemlerinde böyle bir durumu engelleyeceklerini belirtiyor: Yani Başkan ne derse o olacak, istediği zaman parlamentoyu fesh yetkisinden tutun, tek başına yasa çıkarmaya kadar her şey!

Kendini fuzuliye çıkarır mı insan
Yani, Davutoğlu ile RTE, nasıl bir başkanlık konusunda anlaşamıyor.
Başbakanlığı bile öngörmeyen RTE sisteminde Davutoğlu, belki RTE kabinesinde bir memur bakan olabilir, o da dışarıdan. Başbakanlık gibi bir mevkiyi kendi eliyle yok edebilir mi? Bugün bol keseden sallayan Kuzu da, Başbakanlığa otursa, RTE’nin başkanlık sistemine karşı çıkar.
Davutoğlu’nun daha önceki demeçlerinde parlamenter sistemi istediğini biliyoruz. RTE’nin siyasi gücü ve dayatması karşısında, kendi başkanlık sistemini dile getirmeye başladı.
Bu Davutoğlu’nun son sığınağıdır.

2) Gelelim erken seçime
Davutoğlu, erken seçim yok, 4 yıl sürecek hükümet, spekülasyon yapmayın diyor. Evet bu da anlaşılır ve yeni anayasa görüşleriyle örtüşen bir tutum.
Çünkü baskın seçim, RTE’nin kendine biçtiği başkanlık rejimini kabul ettirmenin koşullarını yaratma amaçlı olacak. Seçimi neden istesin ki?!
İki soru: Parlamentoda partiler, RTE’ninki değil, ama dengeli bir başkanlık üzerinde anlaşabilir mi? Ve RTE böyle bir anlaşmayı kabul eder mi?
Davutoğlu üçüncü seçimi istemiyor, tamam. Ama RTE dayatırsa bunu nasıl engelleyebilecek?
Çünkü RTE partisinin içinde bile bir “denge-fren sistemi” yok! Böyle bir sisteme temelden karşı olan bir Muktedir, anayasada bunu nasıl ve neden kabul edebilir?
Davutoğlu hem kilitte, hem topun ağzında!

25 Ocak 2016 Pazartesi / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Çare: Acil Demokrasi!


Cumhurbaşkanı, ülkenin terör saldırısında olmasını, var olan demokrasi kırıntılarını da yok etmek için adeta bahane olarak mı görüyor? Baskı, böler parçalar ve dağıtır. Demokrasi ise büyük bir birleştirici güce sahiptir. Bunu ona yandaşları da söylemeli yazmalı..

Demokrasi şehitlerini anma haftasında bir dizi etkinlik yapılıyor. Hiç sönmeyen bir istek yükseliyor gökyüzüne on yıllardır: Acil Demokrasi! Uğur Mumcu 23 yıl oldu öldürüldü. Şaka gibi! Berlin’de onun yazılarıyla büyüyen mesela Ahmet Tosun, Mumcu deyince tüyleri diken diken oluyor hâlâ! Ama herkesin içinde derin, onarılması güç bir yara! Törensel yas toplantıları ülkeyi kaplıyor..
Sadece Mumcu değil, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Onat Kutlar, Çetin Emeç, Metin Göktepe, Turan Dursun, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Yaşar Doğanay, Necip Hablemitoğlu, Bedrettin Cömert, Doğan Öz, Abdi İpekçi...
Bunlar isimleri yaygın bilinenler. Arkalarında daha onlarca, yüzlerce demokrasi şehidi var. Ve tabii ki Hrant Dink ve şüphesiz ki Tahir Elçi..
Türkiye karanlık dehlizler arasında yolunu arıyor. Tepeye oturanların ülkenin en önemli ve tek birleştirici gücü olacak demokrasi talebine karşı duvar oluşturmada birbirlerinden farkı yok neredeyse. Tam tersine, ülkeyi yönetenler, elimizdeki minik demokrasi kırıntılarını da silip süpürmek için büyük bir çaba içindeler.
İlk “Akademisyenler Bildirisi” de, onlara fazlalık olarak gözüken bu kırıntıları silip süpürmek için adeta bir bahane yaratmış gibi. Ama susmayan bir Türkiye var karşılarında.

Mahallelerde cinayete yol açar
Saray’a yakın bazı gazeteci ve akademisyenler yemek sofrasında Cumhurbaşkanı’na, demokrasi konusunda endişelerini dile getirmiş. Fakat Erdoğan, CHP liderine, Kasımpaşa dahil İstanbul’un bıçkın mahallerinde cinayetlere ve büyük kargaşalara yol açacak ahlak, şeref vb üzerinden veryansın ediyor. Sadece bu kavramlar yüzünden hapishanelerde yatan on binlerce insan var.
Bu ülkemizde, üstelik en tepede “ülkenin birleştirici gücü” olmak gibi bir anayasal görevde oturanlar için görülmüş bir şey değil. Ne bizde ne de başka ülkelerde! Oturduğu makam, ülkeyi birbirine karşı daha da düşmanlaştırıcı eylemlerde bulunmasına izin verebilir mi? Yasalar karşısında vatan hainliği dışında “sorumsuz” olmak, böyle bir hak ve hukuk tanımaz.
O makam, kimseye, hoşlanmadığı bildiriler, söylemler karşısında, tüm yargı sistemine “bunların defterini dürün” çağrıları yapmasına izin vermez.
Ülkenin terör saldırısı karşısında olması, anayasal ve yasal özgürlüklerin daha da yok edilmesi için bahane olamaz. Tepkileri bastırmak, daha büyük kargaşa, bölünmüşlük yaratır. Bunu Cumhurbaşkanı görmüyorsa, yanlarında danışman gibi duranlar, yandaş yazarlar da mı görmüyor, Cumhurbaşkanı böyle istiyor diye, o yönde daha fazla teşvik mi veriyorlar? Görevleri RTE’nin tutumuna hep bahane mi üretmek?!
Zor günlerde birlik” istiyorsanız, hele hele 14 yıldır kendinizin politikaları sonucu ortaya çıkan kaotik durumlarda, yapacağınız tek şey demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla çalıştırmaktır. Yeni bir şey yapmanız gerekmiyor, anayasal ve yasal var olanları uygulayın yeter..

Seçilmiş olmak, meşruluk kazandırmaz
Yoksa, bazı aklı evvel yandaşların gündeme getirdiği “ulusal güvenlik için demokratik özgürlükleri bir süre de olsa askıya alma” gibi ucube ve iktidarın tüm meşruiyetini sorgulayacak baskı eylemlerini mazur göstermeleri, daha büyük sorunlar yaratacaktır.
İktidarın meşruiyetini salt “sandıktan çıkmış olmak” (milli irade) belirlemiyor.
Sandık, onu öngören anayasal ve yasal süreçlerin sadece önemli bir parçasıdır. Yasa ve anayasaya uymazsanız, sandık da ortadan kalkmış olur. Salt seçilmiş olmak, her şeyi meşru kılmaz!
Erdoğan bu, tarzı böyle ne yapalım” deyip geçemezsiniz. O zaman karşı soru gelir: Acaba ülkenin tepesinde oturmaya engel, ehliyetin sorgulanması gereken bir durum mu söz konusu?

Demokrasi acil demokrasi, tek çare!
24 Ocak 2016 Pazar / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

23 Ocak 2016 Cumartesi

Türkiye ve İran: Sağlık, ARGE ve Yüksek Teknoloji


Hazır İran gündemdeyken, şu “aydınlar vb bildiri”si üzerine, ancak tamamen iktidarın değirmenine su taşıyan zırvalıkların hızla dışına çıkalım ve komşumuza yeniden bu kez başka açıdan bakalım.
Önce şu grafiğe bakın. Renk sayfada görünür mü bilmem, ama aşağıdan tepeye tırmanan çizgi İran. Konu da İran ve Türkiye’nin bilimsel makale sayısındaki gelişimi. Kaynak Dünya Bankası.


İncelerseniz, 2011 yılında grafik eğrimiz öpüşüyor. 1997’de biz uluslararası bilim dergilerinde 2480 makalede, İran 391 makalede idi. 16 yıl içinde füze gibi geldi. Bugün bilimsel makale sayısını dünyada hızla arttıran üç ülke arasında.
Şimdi eğitim harcamalarında bize göre nasıl fark attığını görelim:

Türkiye ve İran’da Eğitim Harcamalarının Ulusal Gelir İçerisindeki Payı, Ortlama ve Beklenen Eğitim Süresi

Ortalama Eğitim
Beklenen Eğitim
Eğitim Harcamaları/

Süresi (Yıl)
Süresi (Yıl)
GSYH(%)

2012
2012
(2005-2012) Ortalaması
Türkiye
7.6
14.4
2.9
İran
7.8
15.2
4.7
Kaynak: Human Development Report, 2014.

Hani bizim devletlilerimiz eğitime ne kadar büyük paylar ayırdıklarını söyler ya, İran’ın eğitim harcamalarının ulusal gelir içindeki payı yüzde 4.7, bizim ise 2,9 (2014). Bu eğitilmiş insan gücüne verdikleri önemi gösteriyor.
Üstelik İran’ın gayri safi yurtiçi hasılası ve adam başına düşen milli geliri yarımıza yetişemiyor:

GSYH (2013): 
İran: 242,5 milyar dolar. Türkiye: 653 milyar dolar.

Kişi başına GSMH (2013): 
İran: 3.131 dolar; Türkiye 8.717 dolar

Parasal gücü bu kadar düşük olmasına rağmen, İran eğitime çok daha fazla harcama yapıyor. Şüphesiz eğitime verdikleri önem bilim ve teknolojiye de yansıyor. Şimdi sizle bir kıyaslama daha paylaşıyorum:

Yüksek Teknoloji içerikli ihracatın, toplam ihracat içerisindeki payı:

Yıl        İran                 TR
2004
1.86
1.90
2005
2.49
1.47
2006
6.31
1.85
2010
4.46
1.93
2011
4.12
1.84
Kaynak: World Bank, 2014.


İran’ın toplam imalat sanayi ihracatı içerisindeki yüksek teknoloji payı bizim iki katımızdan fazla. Biz yıllardır yüzde 2’nin altındayız. Bu gösterge ülkelerin yüksek teknoloji gelişmişlik düzeyini gösteriyor. Bizim milli gelir içindeki ARGE harcamamız ise İran’dan biraz daha yüksek. Bu da, İran’ın ARGE harcamalarını daha verimli ve etkin kullandığını gösteriyor.

Sağlık Harcamalarında ileride
İnsani Gelişmişlik göstergelerinde Türkiye en çok sağlık harcamalarında artışı sağlar. Aşağıda iki ülkenin, GSYH içinde sağlık harcamalarının değerleri var. Ulusal gelirden sağlık harcamalarına ayrılan kaynak kıyaslamasında, İran Türkiye’ye geride bırakmış. İran bize göre daha yoksul, ama eğitime ve sağlığa daha çok harcıyor paralarını!

Tablo: Toplam Sağlık Harcamaları/GSYH (%)


İran
Türkiye
1995
3.83
3.37
2008
6.35
6.07
2009
7.20
6.75
2010
7.28
6.75
2011
6.83
6.13
2012
6.71
6.30

Kaynak: World Bank

İran’ın tasarruf ve yatırım oranları da Türkiye’ye fark atıyor:


İRAN
TÜRKİYE
İRAN
TÜRKİYE

Toplam Yatırımlar/
Toplam Yatırımlar/
Tasarruf/
Tasarruf/

GSYH (%)
GSYH (%)
GSYH (%)
GSYH (%)
1990
37.2
23.7
28.5
22.4
2000
33.0
20.8
45.9
17.0
2005
31.4
20.0
39.0
15.5
2009
39.8
14.9
42.5
13.0
2010
41.2
19.5
47.7
13.3
2013
37.9
21.6
46.0
13.7
Kaynak: IMF, World Economic Database, April 2014.

 Gördüğünüz gibi, biz halire tüketir ve az üretirken, İran kıt kaynaklarını tasarruf edip yatırıma yönlendirmeyi beceriyor.
Dünkü yazıda YÖK’ün izlenimlerini paylaşmıştım. Prof. Hasan Mandal’ın bazı notları daha vardı: Hem temel bilime önem veriyorlar hem de araştırmalarını ürüne dönüştürme güçleri yüksek. Laboratuvarlarında çok fazla kadın araştırmacı var. İran üniversitelerinde bizden öğrenci yok gibi. Gidenler de Farsça öğrenmek için oradalar. Bir zamanlar Türk öğrenciler çok tutulurdu Avrupa ve ABD’de. Şimdi İranlı doktora öğrencileri bu pozisyonu kapıyor.

Not: Yukarıdaki verileri,  Bayram Ali Eşiyok’un., bir zamanlar CBT’nin 1140 sayılı makalesinden aldım.
21 Ocak 2016 Perşembe / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet