Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Ekim 2020 Cuma

Yaşasın Cumhuriyet ve “Fikri hür irfanı hür vicdanı hür” toplum ütopyası / Fikri iktidar konusu devam

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 29 Ekim Perşembe, 2020


Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın “Fikri hür irfanı hür vicdanı hür” nesillerin yetiştirmesi için Türkiye Cumhuriyetini ilan eden, yokluk içinden büyük varlıklar yaratan Atatürk ile silah, düşünce, sanat, bilim arkadaşları!

Cumhuriyet, hür (özgür) fikirli insanların ülkesi içindi...

Cumhuriyet, irfanı hür (anlaması, bilgisi, kültürü, gerçeğe ulaştırıcı güçlü sezişi bir doğmaya bağlı olmayan) nesiller içindi...

Cumhuriyet, vicdanı hür insanlar içindi. Yani bağlı, bağımlı vicdanlar olmayacaktı.

Cumhuriyet’in ütopyasıydı fikri hür irfanı hür vicdanı hür bir toplum ve milletin doğuşu.

Atatürk öyle bir ütopya peşinde koştu.

Her halde, tüm ütopyalar gibi topyekün gerçekleştirilmesi mümkün olmasa ile, o yolda yürünmesi, koşulması mümkündü.

Bu ütopyayı gerçekleştirme görevini de öğretmenlere verdi.

Çünkü yeni nesiller okullarda ve öğretmenlerin elinde yetiştirilecekti.

 

“İrfan Ordusu”

 

Atatürk daha 1920 yılı Temmuzunda, henüz Kurtuluş Savaşı’nın kan ve barutu içinde, henüz Samsun’a çıkmasından 14 ay sonra, Ankara’da Muallime ve Muallimler Cemiyeti’nin (Kadın ve Erkek Öğretmenler Derneği)  kurulmasına ön ayak oldu.

Kurtuluş Savaşı’nı mutlaka kazanacağına emindi, o savaş içinde bir yandan kurulacak özgür insanlar ülkesinin, Cumhuriyetin inşasını planlıyordu. Öğretmenleri korudu, onlara en büyük önemi verdi. Onlar “İrfan Ordusu” idi.

1923 yılı 24 Martında Kütahya Lisesi’nde öğretmenlere hitaben bir konuşma yaptı. Orası “irfan yuvası” idi.

Öğretmenler, “Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusu”ydu.

1924 yılında “Muallimler Birliği Kongresi üyelerine” hitap ettiği ve “Memleket çocuğu, her öğrenim derecesinde ekonomik hayatta istekli, eser sahibi ve başarılı olacak şekilde donanımlı olmalıdır. Millî ahlâkımız, uygar ilkelerle ve hür düşüncelerle arttırılmalıdır....Göz korkutma ilkesine dayanan ahlâk, bir erdem olmadığı gibi güvene de uygun değildir” dediği konuşmanın sonunu şöyle bitirir:

Arkadaşlar, yeni Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askerî, siyasî, idari inkılâplar sizin, saygıdeğer öğretmenler, sosyal ve fikrî inkılâptaki başarılarınızla desteklenecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” (Hâkimiyet-i Milliye gazetesi: 26.08.1924)

 

RTE’nin “Karşı Ütopyası”

 

Bu Ütopya özgür bireyler, toplum, ülke, millet oluşturmayı hedefler.

Bilim ise bu ütopyanın yol göstericisi, rehberi olacaktır.

Çünkü bilim ana bilgi ve gerçek üreticisidir; öğretmen ve üniversiteler bu gerçeğini taşıyıcısı olacaklardır.

Atatürk’ün ve Cumhuriyetin “fikri iktidarı, kültürel iktidarı’”nın temelinde bu yatar.

Bu ne kadar başarıldı, ne kadar başarılamadı, tartışılır.

Fakat Cumhuriyetin fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ütopyasının karşısına, RTE ve adamlarının karşı ütopyası konmaya çalışılıyor.

“RTE gerçek iktidar olan fikri iktidarımızı kuramadık” saptamasını yaparak, iktidarını kurmak için topyekün bir eğitim ve öğretim reformu” önermekte, kolları sıvamaktadır.

Bu reformun ana ekseninde, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” ütopyası karşısında “Kindar ve Dindar nesil” ütopyası konuyor.

Bir yanda özgür bir toplum, öte yanda totaliter, beyni, düşüncesi, aklı, kindar ve dindar bağımlı bir toplum.

 

“Fikri iktidar” ne demek?

 

RTE ve adamları bir totaliter toplum inşası peşindeler.

Eğitimi kurumlarını giderek daha çok imam hatiplerle dinselleştirme projelerinin yanı sıra, üniversiteleri de bu yolda kültürel  biçimlendirme yolundalar.

Bir “RTE ideolojisine uygun kültürel iktidar” (fikri iktidar) inşası gündemdedir.

Turgev’in ideolojik çizgisini benimsettiği İbni Haldun Üniversitesi’nin rektörünün konuşmasını, ideolojisini inceleyin, bu “kültürel iktidar” nesillerini tarif ediyor.

Ve, Kütahya Dumlupınar Üniversitesinin düzenlediği, bilimselliğe savaş açan “yaratılışçılığı” konu alan konferansı, ve üniversitelere atanan rektörlerinin ideolojik yapıları, totaliter karakterli kültürel – fikri iktidar için nesiller ve kurumlar oluşturmasının örnekleridir.

Totaliterliğin kültürel iktidar yapılarına yakın tarihte çok örnek vardır. Mao’nun “kültür devrimi”nden tutun, İtalya’da, Sovyetler Birliği’nde, Almanya’da bu tür fikri iktidar dönemleri yaşanmıştır.

Konu giderek derinleşiyor!

Her ne kadar RTE ve adamlarının karşı ütopyasının ülkemizde bir geleceği olmayacak olsa da!

Hangi birey hangi eğitim hangi bilim ile uygarlığı aşacaksınız? Fikri iktidar sorunu

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 27 Ekim Salı, 2020    

 

 

Evet temel sorun bu. Cumhurbaşkanı, “banisi” oğlunun Türgev Vakfı olduğu İbni Haldun Üniversitesi’ndeki konuşmasında, batı uygarlığını izlemek ve taklit etmek için değil, aşmak için düşüncelerini açıklarken, yine en büyük saldırıyı Atatürk’ün ana programına yapıyor:

Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek’ için çıkılan yolun, en sığından, en bayağısından, en çarpığından bir Batı taklitçiliğine dönüşmüş olması, Cumhuriyetimizin en büyük kaybıdır.”

Tutulacak tarafı yok, Cumhuriyet’in toplumsal çağdaşlık projesinin özüne – belkemiğine yönelik büyük kazanımları görmezlik gelen, tamamen yanlış çıkarımlarda bulunan tamamen inkarcılığın yazdırdığı bir cümle bu.

Aslında bu görüş, iktidarın Atatürk Cumhuriyetini iki konu arasındaki reklam kuşağı olarak gören, Cumhuriyeti kesip atarak kendisini Osmanlıya yamayan anlayışının yansımasıdır. Yani değişen bir şey yok. Lozan’dan tutun Osmanlıyı tüm adalarıyla parça parça emperyalistlere teslim eden Abdülhamit e kadar, Osmanlı ve Cumhuriyet üzerine yapılan tahrifatların hepsi, bir reddiye siyasal kültürünün bütünleşik halidir.

“..çıkılan yolun, en sığından, en bayağısından, en çarpığından bir Batı taklitçiliğine dönüşmüş olması, Cumhuriyetimizin en büyük kaybıdır”

Bu genellemelerin içi tamamen boş ve anlamsız.

 

Cahit Arf, Aydın Sayılı, Aziz Sancar, kim bunlar

 

Sıfırdan başlanan bilim, sanat, teknoloji oluşturma – yaratma projesinden bahsediyoruz.  İstikbal Göklerdedir diyen Atatürk’ün girişimleri sonucu 1925’de uçak fabrikası kurup üreten ve uçak satan Cumhuriyet mı “sığ”, “batı taklitçisi”, “en bayağı”, “en çarpık”... Demiryolları, şeker fabrikaları, yüzde 9’a varan bir kalkınma hızı, üniversiteler, Cumhuriyetin yetiştirdiği, bastığınız paraların arkasına resimleri olan Cahit Arf’ler, Aydın Sayılı’lar, Nobel alan Aziz Sancarlar, evrensel katkılarda bulunmuş sayısız bilim insanlarımız, teknoloji üretenler, Cumhuriyeti yükseltmiş ve yüceltmiş sayısız mühendis, mimar, ödül verdiğiniz Doğan Kuban ve daha pek çoğu...

Onbinlerce isim sayabileceğimiz koca bir Türkiye, burada ortam yaratamadığınız için yurtdışına göç eden ve parlak projelere imza atan yüzlerce kişi, hepsi bu Cumhuriyetin çağdaş eğitim, bilim ve sanat, edebiyat ve düşün projelerinin ürünleridir..

 

Bayraktar da Cumhuriyet çocuğu

 

İktidarınızın değil. Dahası, damadınız Bayraktar bile, Cumhuriyetin çocuğudur. Bugün uzay projelerine imza atanlar, Havelsan, Roketsan, Aselsan, MKE, Milli Gemi, TAİ... TÜBİTAK, hepsi Cumhuriyetin birikimlerinin, Cumhuriyet çocuklarının yarattıkları – ürünleridir.

İçerikler tartışılsa bile, yılda uluslararası 40 bin kadar yayına imza atan bilim insanımız da...

ODTÜ, Hacettepe, Boğaziçi, İTÜ, İstanbul Üni gibi ve bugün en yerleşik ve kalburüstü diğer üniversitelerimizin hepsi, Cumhuriyetin yarattıklarıdır.

İktidarınızın hiç birinde hiç bir dahli yok. Dahası, tersine etkiden bahsedebiliriz.

Türkiye’nin dev şirketleri holdingleri ve yöneticileri de Cumhuriyet ürünleridir.

AKP iktidarını burada saydığım ve saymadığım tüm bu zenginlikler temelinde sürdürebiliyor.

AKP iktidarının ise bugün var yarın yok, iktidarca beslenip büyütülmüş 5 inşaat şirketi ve 10 paralık medyası var.

  

Bunları hiç sevmezler, biliyoruz

 

Çünkü AKP iktidarının ürünleri değiller. Yanlarına da koyacakları bir evrensel değer bulunmuyor.

Reddettikleri, kötüledikleri Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek çağdaşlık ve uygarlık projesinin yerine, fikri bağlı, vicdanı bağlı nesiller yetiştirmeyi koydukları açık.

Kindar ve dindar nesil, yıllar önce ilan edilen “eğitim projeleri”dir. Konuşmalarda bu projeden küçük bir sapma bile bugüne kadar görmedim.

Şimdi üniversitelerinde bile öğrencilere bu misyonu yüklemeyi görev edinmiş gözüküyorlar, “alimler yetiştirecekler”miş, Rektör beye göre.

Kurdukları 108’i aşkın ilahiyat fakültelerinden bile bir tane evrensel bir din alimi çıksa gam yemeyeceğim!

Şimdilik şu kadarını söyleyeyim, batı uygarlığını geçebilmesi ülkemizin, ancak bu uygarlıktaki gibi Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek ile mümkün olabilir.

Peki üniversitelerimiz?!

28 Ekim 2020 Çarşamba

Fikri iktidar: Uygarlığı özgür bireyler ve ortam yaratır Atatürk, İslamın Çağı’nın izleyicisidir

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 26 Ekim Pazartesi, 2020

 

 

Uygarlığı özgür bireyler ve ortam yaratır   

 

Atatürk, İslamın Çağı’nın izleyicisidir

 

 

İki yazıdır eleştirdiğim Cumhurbaşkanı’nın “tadilat değil, kültürüne, inancına, tarihine kültürüne... sahip topyekün eğitim reformu” açıklamasının bir başka yönü daha var, orada “fanatikliğin hayrı olmaz, elbette dünyanın bilimde teknolojide sanatta geldiği yeri görmezden gelecek kadar gerçeklerden kopuk değiliz, başka türlü hareket etmenin mümkün olmadığını da gayet iyi biliyoruz” diyor. Ve ekliyor ki önemli: “..hakim fikri anlayışın fiili düzenin sadece ardından giderek kendimize çok daha ileri bir medeniyet inşa edemeyeceğimize inanıyoruz.”

Açıklamanın bu yönünü vermeden olmaz, fotoğrafı tam göremeyiz ve yanlış olur.

 

İki kabulleri önemli

 

Burada iki nokta var önemli olan.

İlki: Dünyanın bilimde teknolojide sanatta geldiği yer ve başka türlü hareket etmenin mümkün olmadığı...

Bu şu açıdan önemli: Cumhurbaşkanı ve adamları demek ki insanlığın evrenselliğini kabul ediyor. Çağdaş uygarlık, aralarına düşünceyi de katarsam, saydıkları üzerinde inşa edilmektedir. Tabi, saymadıkları daha var: demokrasi, basın ve temel hak ve özgürlükler... bunları sevmiyorlar.

İkincisi, uygarlığın yaratıcılığın önünden gitmek istiyorlar. Şüphesiz bu iyi bir şey. Batının yarattığı, aslında insanlığın yaratıcılığına dayanan, insanlığın tümüne ait uygarlığı reddederek, kör İslami inanca tüm milleti ülkeyi mahkum etmek isteyen kendi kamplarındaki ucube görüşlere itibar etmiyorlar, onları fanatizm olarak görüyorlar.

 Burada da tutunma noktaları ilk yazıda belirttiğim 800- 1200 yılları arası İslam’ın Altın Çağı bilimi ve bilim insanları.

 

İslam bilginleri uygarlığı nasıl aştı

 

Yalnız şunu bilmeliler ki, bu altın çağdaki bilimsel teknolojik ve düşünsel üretimin “itici gücü” din değildi! Özgürlük ortamıydı, bilim ve düşün- felsefe insanlarına yönetimlerin sahip çıkması ve onlara üretimleri için en geniş olanakları sunmalarıydı. Şüphesiz Müslüman olmaları, ortak toplumsal ve yönetimsel yapı gereğiydi. İnançlarını çok farklı noktalarda sorguluyorlar, örneğin devraldıkları Eski Helen düşünürlerinin (ve Hint!) ortaya koydukları bilim, mantık, felsefe, teknoloji, fizik, tıp, kimya alanlarında bilgi ve düşünceleri aşma yönünde çaba sarf ediyor ve bunu da başarıyorlardı.

Yani özgür ortamları, onları, Eski Yunan ve Hint uygarlıklarını aşmalarını sağladı.

Avrupa, Eski Yunanı ve Hintlileri İslam bilginlerinden keşfetti.

Bu uygarlığı aşma yönünde dev adımlar attı.

Osmanlı ise bunun zerre farkında değildi. İlim değil fetih peşinde koştu, yoruldu; Avrupa bilimi- teknolojisi ve bu sayede yarattıkları zenginlik ile Osmanlıyı paramparça edip dağıttı.

 

Atatürk, Altın Çağ’ın devamcısıdır

 

 Bu gerçeğin farkında olan Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni bu temeller üzerinde kurdu.

Bilim ile, aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller ile bu başarılabilirdi!

Bu bakımdan, Atatürk, İslamın Altın Çağının Müslüman dünyada izleyicisidir. 700 yıllık bir kaybı telafi etmenin ve ileri uygarlığı yakalayıp geçmenin tek yolu, uygarlığın en ileri olduğu noktada (Avrupa), izleyicisi- üreticisi olmak ve onu geçerek daha ileri bir uygarlığa ev sahipliği yapmaktır.

Atatürk bunu varoluşun temel şartı olarak görmüştür. Bu nedenle hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir, demiş ve bilimin sıfırdan temellerini atmıştır Türkiye Cumhuriyeti’nde. Osmanlı, evrensel tek bir bilim insanının yetişmesine fırsat vermemiş ve ortam yaratmamıştır. Çıkanları da yok etmiştir.

***

Evet geldik çağdaş uygarlığı nasıl yakalayıp aşacağımıza...

Nasıl bir eğitim ve insan ile?! İktidarın programı ise bizi nereye götürür?

 

25 Ekim 2020 Pazar

RTE’nin topyekün “sesi ve nefeesi” olmak ne ki?

Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 25 Ekim Pazar, 2020

 

 

Salı günkü yazımda Cumhurbaşkanı’nın Eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık” diyerek, “Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirilmek üzere çıkılan yolun batı taklitçiliğine dönüşmüş olması en büyük kayıptır” açıklamasına giriş yapmış ve siz 18 yıldır eğitim ve kültürde ülkeye ne kattınız diye sormuştum.

Aslında bu konunun Cumhurbaşkanlığı yakın çevresinde epeydir tartışıldığı ve bir şeylerin kotarıldığı açık.

Çünkü Saray sözcüsü İbrahim Kalın da 20 Temmuzda “Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır" twitini atmış ve hadi nedir bu hikaye anlat diye sorulduğunda da, hep birlikte yazıyoruz yazmaya devam edeceğiz gibi bir yanıt vermişti.

Yani, modernleşme özü itibariyle şüphesiz başkalarının hikayesi, yani bugünün dünyasında kültürel, bilimsel, düşünsel, demokrasi, hak ve özgürlükler gibi konularda, “hegemonya” kuran ve patentlerini alan ve üzerine ekonomiyi ve toplumu inşa ettiği Avrupa’nın hikayesi (ve ABD ve Japonya vb).

Kötü taraflarını eleştir ve at, çağdaş uygarlık bugün evrensel norm durumunda.

 

Gerçek fikri iktidar arayışı

 

Saray ve çevresi, anlamadım, bu modernleşme öyküsünü ret mi ediyor, ama bu hikayeye uygun bir Cumhuriyet ve toplum felsefesi oluşturmak için yola çıkan Cumhuriyet ve kurucularını eleştiriyor, bu masalla bizi büyüttüler diyor.

Birincisi bu bir masal değil gerçek; ikincisi bu hikayede yoksan hiç yoksun dünyada.

Kendi hikayelerini de yazıyorlarmış yazacaklarmış, ve Cumhurbaşkanı da “gerçek iktidar olan fikri iktidarımızı kuramadık ” dediğine göre, acaba ne kuracaklar sorusu asılı kalıyor ve herkes bir yanıt veriyor geçmişlerine bakarak.

Ama yanı konuşmasında RTE yanıtını da vermiş aslında: “Okul öncesinde ve ilkokulda tek ihtiyacımız olan, değerlerini iyi bilen inancına, kültürüne, tarihine, diline sahip çıkan, ailesine ve toplum karşı sorumluluklarını özümsemiş insanlar yetiştirmektir. Bu değişim, sıradan bir müfredat tadilatının ötesinde, topyekün bir eğitim ve öğretim reformunu gerektirir.”

 

Buradan ne anlıyorsunuz?

 

Bakın bu ifadede, ne bilimsel ilgi ve eğitim var, ne uygarlık ölçütleri ne demokrasi ne çağdaşlık ne başka bir şey.

Ne var?

Değerlerini iyi bilen”, toplumda değer deyince o kadar çok tanım yapılır ki.. Kimin değeri? RTE iktidarının. Zaten okullara koydular ve eğitimi de kendi Ensar gibi vakıflarına, tarikatlara, kendi oğlunun teşkilatına verdiler.

inancına”: yani dini inançlarını herkese dayatan politikalarını kastediyor.

tarihine”: yani tarihimizin fetihçi despot, astığı astık kestiği kestik padişahlarını yücelten, en sonunda imparatorluğu çağdaşlığın kıyısından öte tarafa yuvarlayanlara sahiplik... Bunlar geleceği aydınlatacak masalı...

İlkokul öncesi ve ilkokul eğitimine zaten bunları epey soktular ama yetmiyor, sonuçtan memnun değil Sultan, şimdi “sıradan bir müfredat tadilatının ötesinde, topyekün bir eğitim ve öğretim reformu”nu şart görüyor..

Hazırlanın!

 

3 ay önceden haber verdi

 

İbrahim Kalın da “Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikâyeleri anlatıldı. Artık kendi hikâyemizi yazma zamanıdır, yazıyoruz ve yazacağız” derken, 3 ay önceden RTE’nin bugün söylediklerini haber veriyordu.

Yeni gök kubbenin altında yeni ve bildikleri hiç bir şey yok. Eski dinci sağcı, tarikatçı, ilkelliklerle bezeli masalları bize / topluma bu kez tam bir totaliter eğitim mühendisliği ile dayatacaklar.

Eğitimde şimdiye kadar eksik bıraktıklarını düşündükleri açık/ gedikleri topyekün kapatarak.

Bilimsele eğitim mi dediniz?

Toplumu geleceği hazırlamak, üretken kılmak mı dertleri...

Boş verin bunları, Türkiye tarihinde eğitimde en büyük geri dönüşümü mü hazırlıyorlar?

 

Herkes sesimiz ve nefesimiz olacak

 

Bunun için de RTE medya üzerindeki büyük kontrolünü yeterli bulmuyor.

Medyamız en modern altyapıya sahip, ama bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor” diyor.

Bunu iktidar ya Demirören’lere (vb), yapıyorsan tam yap, ne o öyle medyana düşman cenahtan adamlara yer veriyorsun diye açıkça söylenerek yapıyor (Demirören ve diğerleri ağlatıcı telefonlar daha alır mı, dersiniz?)

Ya da muhalif medyayı daha da boğmaya hazırlanıyorlar.

Eksiksiz tam, yarım yamaklık yok: Sesimiz ve nefesimiz olacaksınız..

Acaba bu nasıl bir toplum ve iktidar modeli dersiniz...

Ve bu mümkün mü derseniz, hayır derim.. Yarına devam.

23 Ekim 2020 Cuma

Ümit Özdağ, MHP liderliğine oynuyor...

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 20 Ekim Salı, 2020

 

Cumhurbaşkanı’nın Eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık” ile başlayan kapsamlı açıklamaları üzerine ikinci yazıyı pazara erteleyelim ve Ümit Özdağ ve İYİ Parti üzerine deneme yapalım.

Ümit Özdağ’ın partiden kopuşuna yol açacak açıklamalarıyla neyi amaçladığı, çözülmemiş ciddi bir mesele olarak karşımızda duruyor.

Yoksa bu açıklamaları, Partisiyle ipleri kopardığı için mi yaptı?

 

***

Önce bazı saptamalar: Terör ve güvenlik, dış politika uzmanlık alanı. Şüphesiz Türk milliyetçisi, siyasi kariyerini de tabii ki MHP’de sürdürdü, büyüdüğü ortamın gereği olarak. Okuyan ve nesnel analizler yapan, dahası ileriye de bakan bir akademik formasyonu var.

Özdağ liderliğe oynayan bir siyasi kariyer inşa etti kendisine. MHP’de 2005’te başkanlığa adaylığını koyunca kendini parti dışında buldu! Sonra geri döndü, milletvekilliği- yöneticilik yaptı partide; hep gözü Bahçeli’nin koltuğunda oldu, buna yönelik girişimlerde bulundu, 2016’da yine başkanlığa adaylığını koydu. Bu yıl MHP ve Özdağ için kader yılıydı, Meral Akşener için de.

Olağanüstü kongre ile Bahçeli’den görevi devralmanın tüm hazırlıklarını tamamladıkları, çoğunluk imzaları topladıkları halde, yasal bir kongreyi yaptırmamak için iktidar mahkemelerini devreye soktu ve üst üste kongre iptal kararları alındı; bu sürecin sonunda MHP’den atıldı. Tabii Meral Hanım da benzer kaderi paylaştı.

Hem Özdağ hem Akşener MHP liderliği için şanslarını kesin kaybedince İYİ Parti’yi kurdular. Liderlikte Meral hanım, MHP’deki girişimleri nedeniyle öne geçmişti.

 

Peki neden şimdi?

 

Özdağ, Meral hanıma karşı alternatif politikalar öneriyordu. Yerel seçim öncesi mesela CHP ile ittifak yapılmasına önce karşı çıktı. Sonra, başarı için ittifak yaptık dedi. Kars’ta MHP ve AKP’nin ortak adayının desteklenmesini istedi. Yani bir tür Cumhur ittifakına İyi Parti’yi katmak istedi.

Fakat Iğdır’da bunu başardı, İYİ Parti burada Cumhur ittifakı adayına destek oldu ama MHP adayı buna rağmen seçilemedi.

Özdağ her alanda aslında MHP politikalarına yakın. Fakat AKP’ye de “kesin” karşı.

AKP MHP koalisyonuna karşı Millet İttifakı politikasının zayıf halkasıdır Özdağ.

 

MHP’ye daha yakın

 

Özdağ, İYİ Parti’nin merkez sağda yol almasını engelleyici bir pozisyondadır, Türkçülüğü / milliyetçiliği buna engeldir; bu ittifakta resmen bulunmayan HDP’nin gönüllü desteğine bile tahammül edemiyor. Bu açıdan MHP’ye daha yakın bir profil çiziyor.

Özdağ ile 10 gün kadar önce yaptığım telefon konuşmasında, Kurultay’da üstü çizilenlerin büyük çoğunluğunun milliyetçi kadrolar olduğunu belirtmiş ve benim “merkez sağ tasfiyesi” görüşümün yanlış olduğunu belirtmişti. Aytun Çıray ve iki kişinin dışında geri kalan büyük çoğunluğun Türk milliyetçileri olduğunu söylemişti. Kurultay’ın bir kırılma noktası olduğu belli.

Kurultay olmasa ile, Özdağ yine ayrılık çanlarını başka nedenlerden dolayı çalabilirdi. Meral hanımın da Ümit Özdağ ile birlikte yol almak istediğini sanmıyorum.

 

İpler kopmuş muydu?

 

Baştaki sorumuza geri dönersek, Ümit Özdağ niye Parti’den kopuşuna yol açacak böylesine suçlayıcı açıklamalar yaptı?

Bu soruya yanıt vermek için şu soruyu sormalı: Yoksa artık İYİ Parti içinde kendisine politik bir oyun alanı kalmadığını mı gördü?

Bu açıklamalardan önce Meral Akşener ile bağları tamamen kopmuş muydu?

Bu nedenle mi, büyük bir suçlama ile partiden ayrılış sürecini başlattı?

Bunlar mümkün.

Ümit bey liderlik kariyerini sonlandıracak bir politikacı değil.

Bunu İYİ Parti’de sonlandırıyorsa, gözü MHP liderliğinde demektir.

Nasıl olur falan demeyin, politikada yarın neler olacağını bilemeyiz.

Devlet Bahçeli sonrasına daha şimdiden soyunduğunu görür gibiyim.

Siyasi çizgisi ve İYİ Parti içindeki politikası aslında MHP ile örtüşüyor. Ne MHP’liler onu yadırgar ne de kendisi yıllarca politika yaptığı MHP’de zerre yabancılık çeker.

Bir erken liderlik kapışmasının kapısını araladı Ümit Özdağ.   

21 Ekim 2020 Çarşamba

Cumhurbaşkanı ne demek istedi? Bilim, eğitim ve kültür üzerine... Güle güle Bekir Çoşkun

 20 Ekim 2020 Salı

Cumhurbaşkanı’nın İbn Haldun Üniversitesi’nde yaptığı konuşmayı anlamaya çalışıyorum, anlayamıyorum. Müthiş bir kafa karışıklığı var.

Bazı sözlerini paylaşacak ve yorumlayacağım.

“Eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık..”: 18 yıllık iktidarlarındaki durumu eleştiriyor. Ama kavramlarımız sanki farklı: Erdoğan, “eğitim”in ve “kültür”ün içeriğinden ne anlıyor, neyi kastediyor, bilmiyoruz. Eğitim de kültür de evrensel bir içeriğe sahip. Farklı bir şey söylemek istiyorsa yeni kavram ortaya atmalı, ama o da yok.

Eğer eğitimde döküldüğümüzü, öğrencilerimizin mesela uluslararası PISA araştırmalarında başarısız olduklarını, bunun sonucu olarak üniversitelerimizde yaygın bir başarıdan söz edilemeyeceğini, evrensel değerli araştırmalara imza atamadığımızı söylemek istiyor, yani laik eğitimden bahsediyorsa çok haklıdır.

Yoksa ilkokul, ortaokul ve lise eğitimini tamamen dinselleştiremediklerini mi söylemek istiyor ve başarısızlığı buna mı bağlıyor, bilmiyoruz, öyleyse de haklı. Fakat burada başarı ve başarısızlığı neye göre ölçecek ki...

Evrensel kültür üretimi ve katkısından neyi kastediyor, bilmiyoruz. Okuma metnini kimler yazdıysa net ve açık olmalı ve karşılaştırmalara, örneklere yer vermeliydi. Yazan da ne yazdığının farkında olmayabilir veya niyetini gizleyebilir.

Fikri hür vicdanı hür konusu

“Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirilmek üzere çıkılan yolun Batı taklitçiliğine dönüşmüş olması en büyük kayıptır.”  “Batı dünyası tıptan sosyolojiye kadar ilhamını bizden almıştır. Fikri bir buhranın içindeyiz. Batı dünyasının hızla yükselen baskın gücü, bu konunun konuşulmasına dahi izin vermemiştir. Kontrolsüz bir Batılılaşma içindeyiz...”

Bu iki cümleyi yan yana koydum. Daha anlaşılır olması için. Ne anlıyorsunuz? Cumhurbaşkanı evrensel bir bilimden, düşünceden bahsediyor. Yani tek bir bilim, düşünce, uygarlık anlayışı. Yanlış mıyım yoksa?

“İlhamını bizden aldı” diyerek kastettiği, üniversiteye adını veren İbn-i Haldun ve İbni Sina, İbn-i Hayyan, El Harizmî, El Kindî, Zekeriyya el Razî, El Battanî, Farabî, İbn-i Heysem, El Birunî gibi, 800 - 1200 yılları arasındaki dünya uygarlığına damgasını vurmuş, Yunan - Hint bilimini alarak geliştirmiş ve evrensel büyük katkılarda bulunmuş bilim insanları yetiştiremedik ise çok haklıdır.

Avrupa uygarlığın pek çok yönünü bu bilim insanlarının katkıları üzerine inşa etti. İbn-i Haldun, Toynbee’ye göre “herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi”dir.

 Fakat dikkat edin: Tek bir uygarlık, tek bir bilim, tıp, fizik, kimya, matematik ve sosyoloji, teknoloji vardır!

Hepsi o dönemin aklı hür, vicdanı hür, fikri hür insanlar tarafından üretildi. Çünkü her çeşit uygarlık ancak bu temelde üretilebiliyor.

Çünkü dünyayı var eden evrensel kurallar, yasalar (fizik, kimya biyoloji, insan) tektir. Bu yasaları öğrenerek fizik, kimya, tıp yapılabiliyor.

‘Batı taklitçiliği’

 İktidar cenahının okumuş yazmışların da bir “Batı taklitçiliği” lafı var. Cumhurbaşkanı ve yazıcıları bunu kullanıyor. Taklit bir öğrenme sürecidir. İnsan papağan değil. Yukarıda sözünü ettiğimiz uygarlığı (İslam dünyası bilginlerinden öğrenerek üretilen) ortaçağın başından itibaren alıp geliştiren, Avrupalı bilimciler, sanatçılar, düşünürler oldu. Rönesans, aydınlanma ve bilimsel teknolojik devrimlerle isimlendiriyoruz. Ki Batı’nın tüm üstünlükleri bunlardan doğdu!

Gerçi “Batı taklitçiliği” diye Türkiye bilimi vb. ile birlikte “Batı” da aşağılanıyor.

Hür insanlarımız 100 yılda ancak öğrenerek katkılarda bulunabildiler. Çünkü Osmanlı’dan “aklı hür, vicdanı hür, fikri hür” hiçbir bilimsel kültür, yaratıcılık, bilgi, kuram, uygar düşünce devralmadılar. Tek bir evrensel adı geçen Osmanlı bilimcisi yoktur. 700 yıl boyunca!

Cumhuriyet sıfırdan hepsini inşa etmek zorunda kaldı.

Uygarlık bir bir üzerine konan taşlarla inşa edilmiştir. Cumhuriyetin karınca kararınca bilimi, düşünceyi yeterince inşa edip edemediğini ve nedenlerini şüphesiz tartışmalıyız.

***

Peki, 18 yıl boyunca, Batı bilimini, felsefesini, düşüncesini aşmak ve Türkiye’yi onların üzerine çıkarmak için ne yaptınız?

Yoksa, “Batı bilimi düşüncesi bizi ilgilendirmiyor, aslında onu yıkıp yerine kendi uygarlığımızı koymak istiyoruz” mu demek istiyorsunuz. Ki asla tarif edemediğiniz, bilmediğiniz ve yazıcılarınızın boş laf ettikleri başka bir dünya uygarlığı mı? Ayrıca medya sesimizi yansıtmıyor derken ne demek istedi?

Konuyu tartışacağız.

GÜLE GÜLE DOSTUM

Sevgili arkadaşım Bekir Coşkun’u kaybettik ve yoksullaştık. Uygarlık, düşünce, mizah, keskin ve net kalem, doğa ve hayvan sevgisi yoksullaştı. Yılmaz ve korkusuz bir insan daha bırakıp gitti. Eksildik. Direndi onunla birlikte sevenleri, ama bu kadar. Bir süreci durduramamak, çok istediğiniz sevdiğiniz bir insanı yaşamda tutamamak, ne acı. Ama verdikleri, kattıkları ile dünyaya ve insanlara, iyi ki doğdun, vardın ve seninle birlikteydik, dedirtiyor. 

19 Ekim 2020 Pazartesi

İktidar odağı olamazsan, kazanamazsın; belediyeler öz güçler

 Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet, 19 Ekim Pazartesi, 2020

 

CHP’nin iktidar olmaya yönelik iki politikası gündemde. Birincisi kazandığı belediyelerde başarılı olmak. İkincisi ise Millet İttifakını geliştirmek.

Üçüncüsü yok. Yok derken tabii ki parti çalışması milletvekili çalışması var, ama bunların etkinliğini ölçemiyoruz. Görünürlüğe bakıyorum, elde veri yok. Adım adım iktidara sloganıyla İstanbul’da Kongre yapıldı... Ne olacak?

Elimizde, yarın seçim olsa... diye yapılan anketler var. En son ankette AKP yüzde 28’e gerilemiş, CHP yüzde 25... CHP+İyi Parti ile AKP+MHP ittifakları başa baş.

Doğruluğunu bilemeyiz, mesela aynı ankette, CHP’li belediyelerden halk memnun deniyor.

 

Anketler ve çıkar çatışması

 

Anket şirketleri genellikle ve büyük çoğunlukla belediyelerden iş alıyorlar. Çıkar çatışmaları var. Bu nedenle benim için güvenirlikleri tartışmalıdır. Durmadan da yenileri kuruluyor, kârlı bir iş alanı mı? Ben olsam CHP merkezine ve belediye başkanlarına bu sonuçlara güvenmeyin, bu tür anketler size bir şey kazandırmaz, hatta kaybettirebilir, derdim.

Bağımsız tarafsız bir – iki anket şirketi vardır her halde.

Ben bu ara dönemlerde en güvenilir anketi Cumhurbaşkanının yaptırdığına inanırım, gerçek durum ne görmeye çok ihtiyacı var. Buna göre politikalar geliştirecektir. Tabii çalıştığı anket şirketlerinden bir kaçı, seçim zamanı manipülatör olarak sahneye çıkar, başka mesele. Bunu yaşadık.

 

İttifak bekleyebilir

 

Millet ittifakı konusunu şimdiden ön planda tutmak yanlış bir parti politikası. Bu bilgi var zaten ellerinde. Muhalefetteki her partinin de masa üzerinde duruyor. Konuşulacak zaman seçimlere az zaman kala. Bu bakımdan bu konu üzerinde yapılanların hepsi gevezeliktir, durmadan öne süren ve tartışılmasını isteyen iktidarın köşe yazarlarıdır, hiç biri gerçek sorunlarla uğraşmaz, üstlendikleri görev gündemi sürekli manipülasyondur.

Bence CHP de zamansız işlerin kendisine enerji kaybettireceğini görmeli.

 

Belediyelerde neler oluyor?

 

Geride iki olay alıyor, biri belediyeler, oralarda gerçekten başarı öyküleri mi yazılıyor? Merkez, onlarla toplantılar yapıyor; Kılıçdaroğlu mesela eğitim konusunda belediyeleri devreye sokmaya çalışıyor.

Parti, gerçek durum ne, halkla belediyeler arasında ilişki ne, öğrenme çabası içinde mi, bilmiyoruz. Belediye yönetimlerine muhalif CHP’li veya diğer partilerden kimselerle hiç konuşuluyor mu?

Bu konuya önem vermemin nedeni, yerelin ciddi birer iktidar odağı olduğuna inanmam. İkincisi, CHP’li bir dizi belediye millet ittifakıyla iktidar. Yarın pek çoğunu kaybedebilir.

 

Kendi gücünü inşa etmek

 

Gelelim olayın bam teline ve tekrarlayalım: CHP kendi gücünü inşa etmekten uzak demiştim.

Seçmen bir iktidar odağı görmek istiyor.

Millet İttifakı somut bir iktidar odağı olmaktan uzaktır. Seçmen buna bir “çorba” gözüyle bakabilir.

Sürükleyici, yaptırıcı, eylemci, karar verici bir temel direk olmazsa güven olmaz. Temel direk evi çatıyı ayakta tutandır.

Muhalefet yürekli ve atak davranmıyor olaylar karşısında. İktidar odağı olmanın yolu buradan geçiyor.

Seçmene, kendi politikalarına güveni, güçlü bir seçenekği, güçlü bir iktidar alternatifini yaratmak zorundasın.

 

Seçmeni sana çekmelisin

 

Seçmenin huyuna suyuna gitmeyi temel politika olarak görürsen, kendini hırpalar ve bir odak olarak görülmekten uzaklaşırsın.

Liderlik çok önemlidir.

Bizim millet lider ister her zaman. Peşinden gideceği. Hemen her konuda!

Liderliği, partiyi, Türkiye’nin yarınki yapısını güçlü bir şekilde inşa edecek politikaları görmezse seçmen, yüzer gezer halde, gider iktidara yapışır.

Parti, kendisine bunca yıl hizmet etmiş bir kenarda duran veya İnce gibi ortaya çıkmış veya çıkmaya hazırlanan, kendi insanlarına, büyük bir kitleye liderlik edebiliyor mu, sorusunu yinelemeye devam etmeliyiz.