Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

28 Şubat 2017 Salı

Merak bu ya: AKP muhalefette olsaydı bugün neler derdi?

Diyelim ki AKP muhalefette ana parti... Bir başka parti de iktidarda. Türkiye’nin bugünkü koşullarında de seçime gidiliyor, iktidar partisi daha fazla yetki veya 5 yıllık bir dönem daha istiyor.. AKP neler derdi? Bir bakalım:
* Türkiye’yi batırdılar. Ekonomi küçüldü, dolar 44e dayandı! Benim ülkemin şirketlerini borca batırdılar. 208 milyarı $ olmak üzere toplam borçları TL dahil  347 milyar $..  208 milyarın da dörtte üçü inşaata yola yatırdılar..
* Bu iktidar ülkeyi sanayisizleştirdi. Üretemeyen bir ülke yarattılar. Sanayinin payını yüzde 23’lerden yüzde 15’e düşürdüler. Dışarıya, emperyalist ülkelere muhtaç bir ülke ekonomisi yarattılar. İktidar hemen yıkılmalı!
* Türkiye’ye cehenneme çevirdiler, medyayı susturdular, bir korku imparatorluğu yarattılar. Demokrasi çöpe! Türkiye’yi basın özgürlüğü ve diğer özgürlükler açısından dünyanın en geri ülkeleri arasına soktular. Avrupa demokrasisi standartlarına ulaşacağız diye yola çıktık, ama bir Afrika ülkesine olduk!
* Utanmadan bir de daha çok yetki istiyorlar. İktidarlarını diktatörlüğe dönüştürmek ve böyle sürekli iktidarda kalmak istiyorlar.
* Devlet ihalelerini yandaş şirketlerine peşkeş çektiler, iktidar destekçisi devasa şirketler yarattılar. İktidar kazan - kazan sistemi kurdu, hem şirketlerine kazandırıyor hem ceplerini dolduruyorlar.
*  Ülkeyi teröre teslim etti bu zihniyet! PKK’nın 2004’lerde işi bitirilmişken, uyduruk barış politikalarıyla terör örgütünü yeniden canlandırdılar.. Yüzlerce yurttaşımızı teröre kurban vermeye devam ediyoruz.
* PKK yetmemiş gibi, başımıza bir de IŞİD terörünü bela ettiler.
* Tüm bunlar yetmezmiş gibi Suriye bataklığına saplandık.
* Ülke hapishaneye döndü.. Yer gök hapishane.. Durmadan hapishane yapıyorlar, suçlular ülkesine dönüştük..
* Ülkeyi parçaladılar, böldüler, milleti birbirine düşman ettiler. Komşu komşunun yüzüne bakamaz oldu!
* Dış müdahalelere açık bir ülke yarattı bu iktidar.
* Hukuk’u yok etti, adaleti, yargıyı tamamen kendine bağladı ve bir adaletsizlik  mekanizması tüm ülkede kafa kesiyor. Dünya karşısında itibarımız tam sıfır!
* AB’ye üyelik hayal.. Bir Ortadoğu ülkesinin bataklığına saplandık.
* Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesine ulaşma hedefindan uzaklaştık.
* Yurtta Sulh Dünyada Sulh politikasını mezara gömdü bunlar!
* Diktaya hayır!
* Demokrasi istiyoruz!
* Hukuk ve adalet istiyoruz.
* Özgürlük istiyoruz!
* Üniversitelerde kıyıma hayır! Akademiyi özgür kılın.. YÖK’e hayır, derhal kaldırılmalıdır!
Gerisini siz tamamlayın lütfen.. Seyahatten yeni döndüm.
***
Araştırma görevlilerinin intihar ettiği bir ülkeye dönüştük.. Bu, Cemaat- AKP iktidar ortaklığı döneminde kumpas davalarında Tatar’ların intiharlarından farklı bir olay değil.
Durmadan umutsuzluk yaratan bir iktidarla, Türkiye bir yere varamaz.

OKURDAN: YÜKSEK TANSİYONDAN KAYIPLAR
“Sevinç Sokullu, arkadaşım Ali Sokullu’nun annesi. Eczacı idi. Bu mesleğe ısınamadı. Parası olmadığı için ilaç alamayan fakirlere -o ilacı almazsa muhtemelen ölecek- bedava ilaç vermekten iflas noktasına geldi. 11 yaşında çocuk annesiyken, girdi Dil Tarih’e tiyatro okudu. Çok başarılı bir Profesör oldu, birçok tiyatrocu yetiştirdi. Bugün cenaze töreni vardı.
Ölüm nedeni ise çok acıklı. Son işten uzaklaştırılan “barışçılar” var ya? onlar nedeniyle boşalan kadrolara takviye yapmak için Sevinç hanıma telefon edip, “ders verseniz, hiç değilse seminer yapsanız” diyorlar. Yapardı, dinçti. Ama 1926 doğumlu, 92 yaşında kadın. Duruma çok üzülüyor. Tansiyonu çıkıyor. Ali diyor ki,” tansiyon aleti 25’in üzerini göstermiyor, ölçemedik”. Ardından beyin kanaması ve Kocatepe camii.
Nitelikli insanlara 90 yaşında bile rahat vermiyorlar. Bunu da referandum kefesine koymak gerek.”

26 Şubat 2017 Pazar/ Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Üniversiteler niye durmadan dayak yiyor?


Uzun zamandır tezim şu, bir kaç kez geçmişte yazdım: Eğer üniversitelerimizin en azından bir kısmı, evrensel çapta birer üniversite olabilselerdi, mesela dünya üniversite sıralamalarında ilk 100 içinde görünenleri olabilseydi.. bir kaç uluslararası ses getiren buluşa imza atabilselerdi.. en azından bir –iki Nobel veya bilim madalyaları almış olsalardı.. evrensel işbirlikleriyle sıkı bir bilim ağı içinde olabilselerdi... bilim veya teknoloji alanında ülkeye en azından önemli bir kaç kazanç sağlayabilselerdi...
Sadece bu kadar değil:
Felsefe, politik ve sosyal alanda kabul görmüş kuramlar ortaya atmış olabilselerdi...
Üniversitelerimizin başında üniversitenin kimliğini her şeyden yüksekte tutan ve üniversitesinin sadece ve sadece bilimsel alanda yükselişi için ter dökenler olsaydı.. atandıkları siyasi makamların emir ve talimatları içinde, derin çukurlarda yalpalanan yönetimler olmasaydı...
Bilim üretimine odaklı olabilselerdi.. vb.
Şüpheniz olmasın ki, üniversitelerimiz geçmişte olduğu gibi sürekli dayak yiyen kurumlar olmazlardı.

Atanan rektörlerin çoğu siyasi

Düşünün ki, üniversitelere rektör atama yetkisine sahip yöneticiler asla liyakata göre davranmadılar. Geçmişte de sorunluydu üniversitelere atamaları, AKP iktidarı döneminde de tepeden tırnağa sorumlu. Gül zamanında da derin sorunluydu ve tüm o atamaların acısını çekti kurumlar..  Erdoğan zamanında da etkisi uzun yıllar sürecek atamaların acısını çekecek.
Düşünün ki mesela bir zamanlar Cumhurbaşkanı Gül, çoğunluk olarak sürekli Cemaatçi rektörleri üniversitelerin başına getirdi.
Fethullah Gülen’e bağlı üniversite örgütlenmesi, bu dönemde inanılmaz bir ölçüde yatay ve dikey yaygınlık kazandı.
Bir ağ halinde tüm üniversiteleri sarıp sarmaladılar. Rektörlüklerden başlayın, dekanlara bölüm başkanlarına ve alınacak öğretim üyelerinin Cemaatçi niteliklerine kadar.
Bir alçak düzen kuruldu.
Ele geçirdikleri sınav sistemleri, neredeyse tamamı Cemaatçilerden oluşan üniversite ve yönetimleri, komiteleri, jürileri vb sayesinde bu kurumlar bilim aleyhine manipüle edildi.
Üniversite tabelası altında yeni liseler açıldıkça da, genellikle cemaatçilerle dolduruldu. Çok hızlı akademik yükseltmelerle, düşük eğitim kalitesi, sıfır araştırma ile öğrenciler bilgi ve bilim yoksunu diplomalarla salıverildiler.
Bunları yazıyorum, kimse alınmasın. Genel durumun fotoğrafını çekiyorum.

HBT’de Üniversitelere neşter

İyi bazı üniversitelerimizin olması, gerçekten kaliteli ve evrensel düzeyde araştırma yapan, dışarıya gitmeyen ve burada kalan çok iyi araştırmacılarımızın olması, Türkiye’nin açısından durumu değiştirmiyor.
Yarın yayımlanacak Herkese Bilim  Teknoloji dergisinin kapak konusu, üniversitenin öncelikle akademik sorunlarına neşter atıyor.
Üniversiteye derin bir neşter- Akademik yükseltmelerde sorunlar ve öneriler, başlıklı Prof. Metin Balcı’nın yazısında, akademik kriterlerin giderek aşağıya doğru çekildiği, değeri düşük ve para ödenen dergilerde yayınlanan makalelerle akademik yükseltmeler yapıldığı ve üstelik birbirinin makalelerine atıf veren çetelerin her yeri sardığı belirtilmekte ve önerilerde bulunmakta.
Ayrıca şu araştırmaya da dikkat çekiyor Balcı: “Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Ziya Toprak tarafından yayımlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye’de yapılan yüksek lisans ve doktora tezlerinin %34’ünde "ağır intihal –bilim hırsızlığı" olduğunu göstermiştir. Bu sayı Vakıf üniversitelerinde %46 seviyesine kadar çıkmakta..”

Askeri vurmuş siyasisi vurmuş

Askeri vurmuş siyasisi vurmuş, siyasi olarak hoşlanmamış vurmuş, adamını atamış - çetesini kurmuş vurmuş üniversiteye..
Atama ve bilimsel kriterler koyup akademik düzeyi yükselteceğine, üniversitelerin önüne ülkenin büyük sorunlarına çözüm arama problemleri koyacağına, sürekli baskı alınan üniversite, Türkiye’nin temel gerçeği.
Bunu sanırım kasıtlı yapıyorlar aynı zamanda. Üniversitelerimiz evrensel niteliğe ulaşırsa, baş edemeyiz, en iyisi biz şimdiden ve durmadan canlarına okuyalım, diyorlar.
En azından elimizde olan sonuç bu.
Bilimi ve araştırması ile yükselen üniversite değil, sürekli baskılar ile adından bahsedilen bir üniversite ve baskılarla yaratılan kahramanlar var elimizde.
Yazık ki yazık..

HAYIR İÇİN KİMLER KONUŞMALI
Okur Notu, Özer, G: Yazılarınızı ilgiyle okuyan okurunuzum. Yazınızda Kesici'nin çevresinde ayrı bir kampanya oluşturulabilir gibi, her türlü alternatifi düşünmek gerektiğini öneriyorsunuz. Bu görüşünüze aynen katılıyorum ve birkaç öneride bulunmak istiyorum :
·      Şehit Anaları Derneği Başkanı Pakize ana birçok ortamlarda konuşturulsun
·      Toplum tarafından ilgi gören kim varsa onlara mitinglerde yer verilsin.
·      Yeni yüzler ortaya çıkarılıp etkili konuşmalar yaptırılsın.

·      Yani kısacası her miting ya da toplantılarda etkili ve güven veren yıpranmamış kişiler konuşsun.
23 Şubat 2017  Perşembe / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

23 Şubat 2017 Perşembe

İki okur arasında mektuplaşmadan bir kaç sahne

BEHZAT D: Bizler gerçekten bilim sevgisi ve heyecanıyle bu konuları tartışaduralım, bu haftaki gözlemlerim ümidimi iyice kırdı.
İş peşinde önce İstanbul ardından Almanya, sonra yine İstanbul ve nihayet yarın Dallas'a dönmek üzere yoğun bir seyahat programım vardı. 27 yıldır ABD'de ve bunun 22’si ABD vatandaşı olarak yaşayan ve neredeyse dünyanın her yerine gitmiş biri olarak, bir ilk yaşadım.
Çoğu kendi çocuklarıyle Almanca konuşan, ellerinde poşetler dolusu duty free feşmekanı taşıyan, buram buram sigara kokan, ama ilk bakışta eli yüzü düzgün insanlar uçağa biniş anı geldiğinde birbirlerini ite kaka ancak tek kişinin geçebileceği kapıya saldırdılar! Stuttgart havaalanından geçtiyseniz bilirsiniz. Kapı 108 havaalanının en uzak uç noktasındaki son kapıdır.  THY orayı kullanır. 
O kaotik anda anladım ki, THY'ye o en son kapıyı verenler rezaletin mümkün olduğunca gözden uzak gerçekleşmesini amaçlamışlar...
Sevgili Doğan Kuban Hocanın Herkese Bilim Teknoloji'nin çok büyük zevk alarak okuduğum yazısında bahsettiği gibi, aklı ve düşünce yapısı orta çağda felce uğramış Osmanlı'nın ve onu canlandırmaya amaçlı krav(atlı) akıncı zihniyetindeki bir kitlenin günlük hayattaki davranış biçiminin farklı olmasını beklemek oldukça iyimser bir beklenti olmaz mı?

“Memurum işini bilir”

ALİ H.: Almanya veya başka bir yabancı yer, Türkler, kendilerini “baskıcı” yabancı ahlakından kurtulmuş hissettiklerinde bambaşka insanlar oluyor. Haklısınız, olay ailede başlıyor. Eskiden “İstanbul efendisi” denilen insanlar vardı. Onlar toplum içinde nasıl davranılması gerektiğini bilirlerdi… Özal’ın “benim memurum işini bilir”, “anayasayı bir defacık delmekle bişşeycik olmaz” gibi demeçleri zâten “acaba zıvanadan çıksam mı çıkmasam mı” diye dolmuş, taşmakta olan bardağı taşıran sözler olmuştu, sonra tut tutabilirsen.
Ahlakî aşınma (erozyon) o kadar hızlı oldu ki, tahmin edemezsin. İktidarın ikinci veya üçüncü yılıydı. Yeni açılan sahil yolunda trafik ışığında durmuş bekliyordum. Önümde bir servis minibüsü. Refüjde İBB’nin tonla para harcayarak diktiği lâleler. Bir “başı bağlı bacımız”, laleleri yoluyor. Hava güzel cam açık. Ağzımı açtım, iki laf edeceğim, “bulaşmayayım” dedim, sustum.
Ama servis minibüsünün şoförü dayanamadı, başı bağlı bacımıza “utanmıyor musun?” diye bir soru yöneltti. “Başı bağlı bacımız”, eğilmiş durumunu hiç bozmadan başını yan çevirip minibüs şoförünü azarladı: “Ne yâni, benim çalma hakkım yok mu?”
Çalmak bir hak. Gel buradan yak.
17/25 Aralık olaylarına şaşmamak gerek. Toplumun ahlak olarak getirildiği yer burası.
Benim için ülkenin nereye gideceği o zaman berraklaştı.
Bu ahlak ve toplumsal mantığın daha da yaygınlaşması ve milli bir kimlik olması için üç-beş çocuk isteniyor.
Belki de bir KHK ile, “75 yaşını geçenlerim malı-mülkünün yarısı devlete kalır” gibi bir kural çıkartılacak, yeni gelir kapısı yaratmak için. Bu amaçla, referanduma bile gidiliyor!
Eğer kendimizi hâlâ “genç” hissediyorsak, Atatürk’ün “gençliğe hitabe”sindeki son cümleyi (muhtaç olduğun kudret, …) akılda tutmak yeterli olmalı. Ben genetik çalışmaya koyulayım. Şu virüs için….

Enseyi karartmayalım

BEHZAT D. : Karamsar olmayalım! Eskilerin deyişiyle enseyi karartmayalım. 
Yüz yıl önceki musibet bugünkünden katıyle kötüydü. Ama çoğunluğun ümidini kestiği bir anda mucize gerçekleşti. 
Hem de o kadar kısa bir sürede gerçekleşti ki rahmetli dedem gibi cephede yaralanıp sakat kalanlar dışında pek çok kişi bunun nasıl yapıldığını anlamadı ya da unuttu ve dolayısıyle yeni nesil, nasıl kurulduğunu görmedikleri, anlamadıkları bir ülkeyi ve kolayca elde ettikleri bu muhteşem mirasın değerini kavrayamadılar. 
Hatta çıkıp o mirası bırakanları aşağılayıcı bir tutumu prensip bile edindiler. O sayede, ahlak yoksulu vatan haini saltanatın densiz torunu hanımefendi, utanmadan bu mirastan pay talep etme cüretini bile gösterebİldi. TV ekranımı sonra sildim ama ekranda hala tükürük izi var!
Ben Basra cephesinden sakat dönen bir kuva-i mlliyecinin torunuyum. O günün zor şartlarında öz halamın, öz üç teyzemin açlık ve sefalet yüzünden çocuk yaşta öldükleri bir ailenin ferdiyim. Ve bunları unutmam imkansızdır.

Her bir musibetin çaresi her yokuşun bir inişi her gecenin bir gündüzü vardır. Yeter ki buna inanıp gerekenleri el birliği ile yapalım. Bu ülke kuru gürültüye bırakılacak bir ülke değil! Bilim insanı olarak yapacak çok işimiz, verecek çok katkımız olacak.
 21 Şubat 2017 Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

“Bu yetkiler evliyayı azdırır” ve Fas Krallığı

İlhan Kesici, CHP milletvekili, çok iyi benzetmelerle yapılmak istenen değişiklikleri ifade eden bir politikacı. “Bu yetkiler evliyayı azdırır” lafı ona ait. Ölüleri canlandırır demedi henüz. Masumu katil yapar, demokratın içinden diktatör çıkartır da demedi. Evliya meselesinin halk nezdinde anlamını en iyi bileceklerden biridir.
İlhan Kesici halk dilini iyi kullanıyor.
CHP, söz ve polemik ustası Kesici’ye bol bol rol vermeli… Özellikle esnafın üzerine salmalı. Mitinglerde sahneye çıkartmalı.. Etinden - sütünden - postundan yararlanmalı. Televizyonlara çıkartmalı! Bu bir ülke meselesidir, parti değil.
Özellikle AKP’ye oy veren ve şimdi de geniş tereddüt içinde bulunan eski merkez sağ seçmenin mümkün olduğunca büyük ölçüde HAYIR demesini en iyi sağlayacak politikacılardan biridir.
Eğer bu olmazsa, İlhan Kesici çevresinde büyük bir ret kampanyasını örgütleyecek sivil inisyatiflerin de ortaya çıkması ve CHP merkezinden bağımsız bir kampanyanın düzenlenmesi bile düşünülebilir. CHP’lilere verilen “ev ev dolaşacaksınız” talimatı iyi de, stratejik davranma eksikliği varmış gibi geliyor.
AKP’ye oy veren, ama tek adam yetkilerini istemeyen en az yüzde 10’luk kesimin oyunu HAYIR’a sabitleyecek politikalar geliştirmek birinci derecede önemli gözüküyor bana.
Habertürk’te Didem Aslan’a “Bu yetkiler Sayın Recep Tayyip Erdoğan değil evliyayı azdırır. Devletin başı, hükümetin başı, ordunun başı, bütün hukuk sistemlerinin başı. Böyle bir şey olabilir mi? Ekonominin başı herşeyin başı yani. Evliyayı azdırır. Bu iş referanduma gitmeden halledilmeli” derken İlhan Kesici, birden Fas’ı anımsadım.

Fas’taki Kraliyet ve AKP
Fas’da hanedan krallık var. Kral, her ne kadar Arap Baharı başlangıcında Fas’taki yükselen talepleri dikkate alarak bazı yetkilerini Başbakana ve Meclis’e devretmiş olsa da, Silahlı Kuvvetler ona bağlı, başkomutan. Meclis’te en güçlü partinin önerdiği başbakanı ve bakanları atıyor ve tüm kabineyi onaylıyor. Meclis’i her zaman feshetme ve olağanüstü koşullar ilan etme yetkisi var. Adalet ve Kalkınma Partisi, krala sadık. Kraliyetin hukuk ve polis üzerinde etkisi tartışılmıyor.
Kral hükümet toplantılarına istediği zaman katılıyor, yargıçları atıyor ve en önemli kurumların başına da atama yapıyor. Yani yasama, yürütme ve yargıyı kontrol ediyor.
Ayrıca Kraliyet ailesi ülkenin her alanda en önemli yatırımlarını da elinde bulunduruyor, bu yolla ekonomiyi de güdümlüyor. Önemli ihaleleri ailenin şirketi kazanıyor. Forbes 2015’e göre de serveti 6 milyar dolar…
Fas Kralı’nın ve sistemin durumu, ülkemizde yapılmak istenene çok benziyor. Tabii ki Türkiye’ye özgü bir Fas sistemi.
***
BOZKURT GÜVENÇ: Bilim yanıldıkça ilerler
Bozkurt Hoca’dan mektup var

“Bilim ve Siyaset köşenizde Canan Dağdeviren’in İKÜ’deki Erdal İnönü’yü anma toplantısında konuşmasını izleyip çok iyi değerlendirdiğiniz gibi, Özlem Yüzak’ın Boğaziçi Ü’nde Canan ile yaptığı söyleşinin önemini de eklemişsiniz. Bir taşla iki kuş olmuş. 
Canan Hanım, genç ama gerçek bir bilim öncüsü. Bilimin temel ilkesini pek güzel kavramış ve açıklıyor, bu cümlesinden çok etkilendim. "Bilimin yanılgısı başarısıdır !” bu küçücük cümle işin değil, zamanın ruhudur. Bilim yanıldıka ilerler! Yanılma özgürlüğünün olmadığı bir ülkede bilim yapılamaz. Bilim yöntemi, bütün övgülerimize karşın büyük ölçüde Deneme ve Yanılma’dır. Radyasyon ve nükleer fiziğin doğuşunda bir yanılgı vardı. Fransız fizikçi, derste Fosforessans olayını açıklarken bulundu radyasyon.
Hoca, Anfinin pencerelerini kapatıp fosfor kutusunun kapağını açtığında kutu kutu ışıl ışıl yanıyordu. Hoca mucizeyi şöyle açıkladı. Laborant, kutuyu bir iki gün önce bu ders için güneşe tutmuştu. Fosfor numunesi sakladığı enerjiyi şimdi geri veriyordu..
Laborant gülmeye başlamış. Hoca, neden güldüğünü sorunca açıklamış. Çünkü, fosfor kutularını bu hafta güneşe tutmayı unutmuştu. Peki bu ışık güneşten değilse, nereden geliyordu? Curie'lerin bilime katkısı böyle başladı.

Kutunun içinde fosforu uyaran bir enerji kaynağı olmalıydı. Yıllarca aradılar ve görünmez ışınlar saçan Radyoaktif elementleri buldular. Bilimin yanılgısı bir keşfe yol açmıştı. Yanılmaktan korktuğumuz sürece bilim yapamayız. Bilim ve bilim yapan, yanıldığını- yanlışını kabul ettikçe ilerler.”
20  Şubat 2017 Pazartesi / Bilim ve siyaset – Cumhuriyet