Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Nisan 2018 Pazartesi

AKP lideri RTE, Cumhurbaşkanı RTE’ye karşı

30 Nisan 2018 Pazartesi  /  Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet  

Salı günü AKP Grup toplantısında konuştuğuna göre, Parti lideri olarak kürsüdeydi diyebiliriz. Kürsü’de, parti lideri olarak, Beştepe mukimine sesleniyordu adeta:
Yeni dönem, daha fazla demokrasi dönemi, daha güçlü hukuk devleti dönemi olacaktır. Daha geniş özgürlük dönemi olacaktır. Yargının daha bağımsız hale geldiği bir dönem olacaktır.” 
 Beştepe’de oturan ile partinin başında oturan iki kişinin birbiriyle kavga ettiğini düşledim. 
Biri eylemde ülkenin, adalet- özgürlük, insan hakları ve laik eğitim konusunda ana eksenini yerle bir edecek eylemlerde bulunuyorken..
Diğeri ona sesleniyor: Hey ne yapıyorsun sen, ülkenin varoluş ve gelecek değerlerini yerle bir ediyorsun..

“Hey Beştepe, zulüm var!”

Beştepe’dekine mi sesleniyordu şunları söylerken, veya Beştepe’deki, Partinin liderine mi talimat veriyordu milyonlarca kişinin adalet yürüyüşüne ve daha sonra mitinge katılması karşısında: “Bir yerde adalete olan özlem çok fazla ifade ediliyorsa orada zulüm vardır demektir.” 
İzmir’de de seçim kampanyasını laiklikle başlattı ve ilginç bir şekilde, 10 yıldan fazla zamandır zerresini anımsamadığı, dahası tamamen tersini yaptığı AKP’nin kuruluşunda ve programında olan “demokrasinin şartı laiklik” konusunu, muhalif ve “gavur” İzmirlilerin önüne koydu. 
Yerseler tabii.
Özellikle kentlerde imam hatip olmayan lise arasın da bulasın dercesine, bilimsel bilgi ve laik eğitimin giderek tüm okullardan ve ayrıca toplumdan uzaklaştırıldığı net bir fotoğraf olarak ortadayken...
Hele şu sözlere bakın: 
Çocuklarımıza bırakmak istediğimiz bir ülke fotoğrafı var. Bu fotoğrafta, yokluğa, yoksulluğa, yasaklara, baskıya, haksızlığa, adaletsizliğe, esarete yer yoktur. Bizim büyük ve güçlü Türkiye fotoğrafımızda sadece demokrasi, adalet, temel hak ve özgürlükler vardır..”
Reis, adeta Beştepe’yi dövüyor! 

Dövüyor ne söz, topa tutuyor topa!

*Şiddetli yoksulluk altında yaşayan 7 milyon çocuğumuz var, bunlar hayata sıfır fırsatla başlıyorlar ve en düşük sınıfın adayları, müstakbel sürdürücüleridir..
* OHAL’in yasakladıklarına bakın.. Tiyatroyu bile Ankara’ya sokmayan, her türlü mitingi yasaklayan valiler, kaymakamlar var.
* Haksızlık ve adaletsizlik, hakkında takipsizlik kararı verilen FETÖ soruşturmalarından aklananları görevlerine iade bile etmiyorsunuz.. 
*Nedir o Cumhuriyet davasında zulüm tiyatrosu? İki laf ettiler, barışı savunuyoruz dediler diye, binlerce akademisyeni üniversiteden attığınız yetmiyormuş gibi, bir de ceza davaları açtıran Beştepe’deki mi yoksa Parti liderliğinde oturan mı? 
Kafam karıştı...  
Hukuk, adalet, özgürlükler, basın özgürlüğü vb tüm konularda dünyanın en geri ülkeleri sınıfına soktuğunuz Türkiye’de... Evet, gerçekten de tüm bunları savunacaksa yine bu durumun yaratılmasında başrolü oynayan tek lider savunabilir.
 Bu konuyu yarın biraz daha deşeceğim...
Ama seçim meydanlarında İkili Kimliğinbirbiriyle savaşını izleyeceğiz.
Kim bilir, belki de gerçekten aynı kişi değillerdir.

Cesareti olmayan siyaset yapamaz..

Bayılıyorum şu ‘biz kardeşiz” mavrasına.. En son AKP Milletvekili Mehmet Ali ŞahinHabertürk’te Kübra Parile söyleşisinde Abdullah Gülüzerine böyle laf etti, “kardeşlik baki”... Kimse yıllardır Gül- RTA arasındaki “yıkıcı” çekişmeyi anımsamadan konuşuyor. 
Rastlantısal olarak arşivi tararken elime geçti, 31 Aralık 2017 Düzce İl kongresinde Abdullah Gül’e giydiriyor ve Anayasa Referandumunda hayır oyu vermekle suçluyordu: Hayırdır, bir anda bu tepkisellik bu hız nereden çıktı. Bozgunculuk merakının sebebi nedir..” diye soruyordu.
Evet, aralarında aslında dışarıdan sıradanmış gibi görünen yıkıcıbir çatışma vardı. İkisinin siyasi yolları çoktan ayrılmıştı. Ama Abdullah Gül Meselesiyazımda belirttiğim gibi, Gül, bir siyaset inşa edemedi, açıkça iktidarın, RTE’nin politikalarını yüksek sesle ve gür eleştiren bir söylem geliştiremedi. Oysa diğeri her fırsatta Gül’e çakıp durdu.
Dün gazetemiz “Şapkasını aldı gitti” başlığıyla, Demirel’in darbeler karşısındaki durumuyla benzeştirdi. Pardon, ülkemizde bir askeri darbe mi var? Eh, omuzu en kalabalık askerin, (Erdoğan’ın Genel Sekreteri Kalınile birlikte) Gül’ü ziyaret etmesi karşısında, yapılacak en iyi geçmişe gönderme böyle olabilirdi, belki de! 
Siyasette cesaret yoksa, hiç bir şey yoktur. Liderlikler cesaret işidir..

Üniversiteleri bölmek, ülkeyi bölmek..

29 Nisan 2018 Pazar /  Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet  

Tepeden darbe: Küt diye sizi bölüyoruz, tıp fakültenizi alıyoruz şu vakıf üniversitesine bağlıyoruz veya şu isimle kurulacak başka bir üniversitenin içine koyuyoruz.
Kabak gibi ikiye ayırmaya çalıştığın üniversitelerle, yönetimleriyle, öğretim üyeleriyle konuştun mu hayır, ciddi bir gerekçe göstererek gelin bunu tartışalım dedin mi hayır.
İktidarın elinde bir tokmak var, kafasının estiğine indiriyor. Güm...
13 üniversite, hepsi Cumhuriyetin üniversiteleri, pek çoğu kurumsallaşmış bir yapıya sahip, gelenekleri oluşmuş oluşuyor, kimisi başarılı, uluslararası nam salmış tanınıyor.
Cerrahpaşa ve Çapa tıp fakültelerine, daha neredeyse tüm geski üniversitelerin tıp fakültelerine zaten 10 yıldır darbe üzerine darbe indiriyorsun. Gelirlerini ellerinden aldın, mali bakımdan içlerini boşalttın, hepsi borçlu, tıbbi malzeme bile alamayacak durumdalar, şirketler en az 3-4 yıl paralarını tahsil edebilmek için bekliyorlar. Kimisi bankaya borçlu, kimisi dükkanını kapattı. Öylesine yani!
Bunu neden yaptın? İktidarına bağlamak için, hepsini Sağlık Bakanlığı’na muhtaç hale getirdin, değerli hocalarını kaçırttın, üniversite hastanesi olmaktan çıkartarak genel hastanelere dönüştürdün. Deneyimlerini sokağa attın. Hocaları özel hastanelere mecbur ettin.

Ayakta durmakta zorlanıyorlar
Gitmemekte ısrar eden bilime gönül vermiş akademisyenler, tıp fakültelerini ayakta tutmaya çalışıyor. Öylesine yani...
Çapa’yı yeni kurulacak bir üniversitenin malı haline getirmeye ve yok etmeye çalıştın. Toprağıyla taşıyla. Çok değerli malıyla mülküyle.. Hocasıyla, deneyimiyle.
Çapa ayağa kalktı...
Sonra, yok Cerrahpaşa’yı alacağız dedin, Cerrahpaşa ayağa kalktı. 
Dekanı, yeniden yapılanmaya, binaların güçlendirilmesine 80 milyon TL harcadık, dedi. Rektör yardımcısı protesto ederek istifa etti. Rektör’den ne ses ne nefes. Üniversitesine sahip çıkma cesareti mi yok..
Sanırım yok: Çünkü 2015 rektörlük seçimlerinde en çok oyu alan Raşit Tükel’in yerine atanmıştı, üniversite seçmedi, iktidar seçti, bu nedenle sus – pus durumda herhalde. Koltuk tatlı.
Malını mülkünü yürütüyorlar koltuğunun altından, savunamıyor.

Üniversiteme dokunma
Gazi ayakta, İnönü, Anadolu ayakta. Öğrencileri ayakta. Üniversitelerime dokunma kampanyalarıyla ülke ayakta.
Bu köksüzleştirme projesi. Yıkma projesi. Kimliksizleştirme projesi. 
Cumhuriyet tarihinde hiç bir iktidar buna cesaret edemezdi.
Ama bu tam bir cahil cesareti. Aydın düşmanlığı, bilim düşmanlığı..
Onlar “cübbeli” takımı. Onlar Cumhuriyetçi, dönüştürülmeleri gerekli.
Cumhuriyet Cumhuriyet olalı, köklü üniversitelerine karşı böyle bir saldırı bir daha göremez.
Ben bölerim, çekip alırım altından. Çok değil 4 yıl önce ülkeyi eyaletlere bölmek merakları vardı. Nitekim PKK ile görüşmeler sürecinde Karadeniz Lazistan, Güneydoğu Kürdistan’dı diyorlardı: Osmanlının devamıysak bundan niye çekinelim, yeniden kurabiliriz..
 Devran döndü, eyaletler yerine bu kez 4 rabia geldi. Eyaletlere bölemediler ama üniversiteleri bölerize geldiler.

Bi durun tanrı aşkına!
Bu konuda ustalar. Ülkeyi kamplara ayırmakta, milleti birbirine düşmanca bakar hale getirmekte deneyimliler. Bir milletten iki millet yaptılar: AKP milleti, ve muhalefet milleti.
Durmadan vakıf ve devlet üniversitesi kurdunuz. 200’e dayandı. Ama büyük çoğunluğunun üniversite olabilmesi için yıllarda kaliteli fırınlardan kaliteli ekmek yemesi gerekir.
Üniversitelerin üniversite olabilmesi için her türlü desteği vereceğinize liyakat sistemine geri döneceğinize, başarı, ve yol almış ünversiteleri bölmeye kalkışıyorsunuz.
Durun.
Bi durun Allahaşkına!

29 Nisan 2018 Pazar

Abdullah Gül Meselesi

26 Nisan 2018 Perşembe /  Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet  

Motordan Kadıköy’e inerken personelden bir laz hemşerim “Bırakın o Fetöcü Gül’ü” diyerek takıldı. Tabii lafı CHP’ye idi. O sırada da cep telefonunda Özgür Özelve sonra Veli Ağbaba’nın açıklamalarını okuyordum, döndüm: “Bak, CHP Gül meselemiz yok diyor.” Yüzündeki gülümseme şöyle diyordu: “CHP bir Meral Akşener ile vurdu bizi, şimdi de Gül’ü kullanarak mı vuracak..” 
Gül meselesi hassas, CHP seçmeni ve “sol” için: “Gül mü, aman aman..” İzmir’den bir e-posta geldi, topunuz on para etmez, bir de siyaset yorumcusu olarak ortalıkta dolaşırsınız, Gül’ü aday gösteren Erdoğan’dır..
Ört ki ölem..Ama Gül’ün ortak çatı aday olmayacağı hemen hemen kesinleştiğine göre, bu konuya nesnel olarak girebilirim.

RTE – Gül çatışması
Herhalde, en azından 2010’dan beri Abdullah Gülile Recep Tayyip Erdoğanarasındaki siyasi gerilimleri gazeteci olarak en iyi izleyen yazan üç beş kişiden biriyim. İktidar kavgalarına odaklandığım için, Gül- Erdoğan çatışması pek çok yazıma konu oldu. Çatışmanın Anatomisi’nde de, Gül- Erdoğan ilişkilerinin bu bağlamda güçlü izdüşümleri var.
Dahası çok sayıda okur “o çatlaktan iktidarı bitirecek bir şey çıkmaz, boşuna uğraşma” diyordu. Ben ise bize mama çıkar mıdiye değil, ciddi bir siyasi çatışmayı merakla izliyordum.
Gül AKP içinde odaktır. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde, olanak olsaydı  RTE’nin elinde, o makamı da kendine alır Gül’e vermezdi. O zamandan itibaren, şimdiki Başkanlık Sistemini kurguladı ve başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı tek adam sistemine dönüştürdü.
2010’dan beri RTE ile açık bir iktidar çatışması içinde oldu. Bir dizi olayı sayarım.. Gül, Başkanlık Sistemi tartışmalarında da önceliği hep parlamenter sisteme verdi; denge- fren sistemi kurulmazsa, başkanlık sisteminin engelsiz tek adam sistemine dönüşeceği görüşündeydi. 
RTE her adımda Gül’ün önünü kesti. Cumhurbaşkanlığı biterken, Parti Kongresine sokmadı. RTE, Cumhurbaşkanı olacaktı ve ne başbakanlığı ne de parti liderliğini Gül’e bırakmaya niyeti yoktu. Gül, bugün AKP’ye üye değildir. AKP trollerinin Fetö tartışmalarında da saldırıya uğradı.

Kaybedeceği oyunda yok
Gül, RTE ile, kaybedeceği tartışmaya ve parti içi mücadeleye girmedi. Girseydi, gerçekten “fena dayak yerdi”. 
Eğer, RTE ile açık mücadeleye girişseydi, yaşadığımız gelişmeler üzerine daha sık sık görüşlerini açıklamış olsaydı, demokrasi, özgürlükler, ülke için açık tavır alabilseydi, tüm açıklamaları bir program bütünlüğü oluşturur ve bugün muhalefetin çatı adayı olabilirdi.
İnsanlar süreç içinde kendi toplumsal ve düşünsel evrimlerini yaşarlar şüphesiz ki. Fakat Gül böyle bir kişisel süreç yaşadıysa da, bundan toplumun haberi olmadı. Fakat açıklık her zaman gerekli bir şeydir. Hele politikacılar için.
Gül, Referandum’dan sonra şimdi Başkanlık seçiminde adaylığının konuşulacağını hesap etmiş miydi?
Yoksa Gül kendine şöyle bir siyasi kariyer mi çizmişti: RTE eninde sonunda tökezleyecek, bu politikası sonunda başarısızlık getirecek, ve AKP’nin başına geçeceğim.  
Evet, böyle bir tablo oluşsaydı, AKP’lilerin çoğunluk olarak Gül’ü başlarına getireceklerine kesin diyebiliriz. Çünkü o kitle içinde kredisi en yüksek ve AKP’yi ayakta tutabilecek insandı. Binali Yıldırımile işleri götürürlerdi.

“RTE’yi tercih etmek”
Muhalefet bloğunda şöyle bir inanış var: “RTE’yi Gül’e tercih ederim, çünkü RTE gizli değil açık seçiktir; Gül ise sinsidir, kendisini saklar.”
Bunu yanlış bulurum: RTE’yi kararında asla etkileyemezsiniz. Ama Gül’ü etkileyebilirsiniz.. RTE, düşündüğünü hiç bir engel tanımadan tepeden halleder.. Eğitim, imam hatip... artık ne varsa.. Unutmayın, Gül, Gezi Direnişi’nde de RTE’den farklı ve yumuşak bir tutum almıştı.
Motordaki hemşerime gelelim: Gül FETÖ’cü müydü?
RTE- AKP ile FETÖ ittifakı döneminde, herkes ne kadar Fetöcü ise o kadar. Gül fetöcüyse, RTE de Fetöcü. İktidarda üçlü bir çatışma vardı: Bir yandan FETÖ- RTE... Öte yandan RTE-Gül. İttifaklar buna göre şekilleniyordu. Bu karmaşık ilişki içinde, Gül’ün, Rektör, TÜBİTAK vb, Gülencileri sık atadığını söyleyelim.
Çatı adayı olsaydı, AKP’den ekstra seçmen koparır mıydı? Tartışmalı. Ama “aman aman olmasın” muhalefetinin ardında, Gül’ün kendine ayrı bir siyasi açık seçik kimlik ve muhalefet inşa etmemesi yatıyor.

25 Nisan 2018 Çarşamba

İnce hesaplar: Muhalefetin şansı ilk turda mı, ikinci turda mı?

23 Nisan 2018 Salı /  Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet  

İktidar bloğunun, İyi Parti – CHP hamlesi karşısında gösterdiği normal dışı davranışları, hakaretleri, aşağılamaları, işlerin, tasarladıkları seçim ortamının dışına taştığını gösteriyor. Bir panik havası var. İyi Parti ve Akşener’i dışlama veya yokuşa sürme üzerine kurgu, birden sıfırlandı. YSK eliyle “ne yapalım, bakın yasa böyle diyor” diyerek yaratmayı planladıkları  “hukuki meşruiyet” çöktü. 
Karşı demokratik hamle ile İyi Parti’nin pozisyonu gerçekten güçlendi. Bu Kılıçdaroğlu- CHP yönetiminin başarısıdır.

Ciddi iki soru
Bu hamle yeni bir durum da yarattı. En önemli gelişme, muhalefetin kesin bir bloğa – ittifaka dönüştüğüdür.Ve ittifak şimdi çok ciddi bir soruya yanıt arıyor: İlk turda ortak aday mı çıkarmalı, yoksa ikinci tura kalınırsa, en çok oyu alacak aday mı desteklenmeli.
Bu sorudan çok ciddi birbaşka soru daha çıkıyor: İlk turda ortak bir adayın şansı mı Cumhurbaşkanı RTE’ye karşı daha fazladır, yoksa, ikinci tura kalacak muhalefet adayının şansı mı?
Bu stratejik bir soru. Yukarıdaki iki sorunun da farklı sonuçlar üretebileceğini öngörebiliriz.
Üzerinde birleşilmiş ve ilk turda AKP seçmeninin bir kısmını yanına çekebilecek tek adayla seçime girip meydan okumak, Başkanlık seçimini iktidardan alma şansını yükseltebilir. Çünkü tam bir alternatif iktidar bloğu oluşmuş ve bunun ilkeleri belirlenmiş oluyor. Her şey saydam ve açık..
Soru: İlk turdaki belirgin ortak adayın mı seçmen üzerinde etkisi daha güçlü olur, yoksa ikinci tura kalacak adayın mı? 
Aslında tüm bu hesaplar, iktidardan giderek memnuniyetsizliği artan seçmenin oyunu nasıl çekeriz düşüncesine ve arayışına dayanıyor.
 Eğer, bu seçimlerde iktidar bloğu ile muhalefet bloğunun oyları yaklaşık sabitse, muhalefet açısından, birinci ve ikinci tur stratejileri arasında bir fark yoktur. Bu durumda herkesin ilk turda kendi adayıyla seçimlere girmesi normal gözükebilir. 
Ama ya önemli bir farkvarsa? Kararlı bir ortak adayın seçmen üzerinde etkisi gerçekten fazlaysa? Ve belirlenmiş bir ortak adaya oy vermeyi tercih ederse?

Herkesin şansı blokta yüksek
Tüm muhalefet partilerinin ortak çıkarı: a) AKP iktidarından bir an önce kurtulmaksa... b) Başkanlık rejiminin önünü keserek güçlü bir parlamenter rejime dönüş ise, şüphesiz ki tam bir muhalefet bloğu oluşturacaklardır ve Parlamento güçlenecektir.
Cumhur ittifakı” seçimleri kazanırsa, önümüzdeki 5 yıl boyunca tek adam rejiminin ve bugüne kadar görülen anti demokratik uygulamaların giderek daha çok Türkiye’yi sarıp sarmalayacağı açıktır. Cumhurbaşkanı,  OHAL’e niye karşısınız, ne zarar gördünüz, 8-10 kez daha uzatılabilir diyerek, iktidarın uzun dönemli bir demirden rejimi sürdürmekte bir çekincesi olmadığı anlaşılıyor. Anayasa’nın Başkan’a verdiği yasal yetkilerin yetmediği, OHAL ile güçlendirilmiş bir Başkanlık Rejiminintercih edilebileceği görülüyor. OHAL’in 10 kez daha uzatılması, 2,5 yıl daha OHAL anlamına gelir.
Siyasi partiler, kendilerine büyüme ve iktidar yolunu açacak bir demokratik siyasal ortamı tercih ederler.

Muhalefetin hepsi güçlenir
Muhalif siyasi partilerin tek tek “Başkan seçilme- seçme” olasılığı yoktur, bugünkü tabloda ancak birleşik güçle başkan seçtirebilir ve kendilerine yeni demokratik kulvar açabilirler.
Saadet Partisiancak alternatif seçeneklerde büyüyebilir ve AKP’den seçmeni çekebilir.
İyi Parti, ancak AKP iktidarının sona ermesi durumunda, kendine gerçekten büyüme olanaklarını yaratabilir.
HDPancak daha demokratik bir ortamda, eski politikalarını gözden geçirerek kendini yenileyebilir ve varoluşunu güçlendirebilir.
CHP’nin tek başına iktidar olma olasılığının (Başkan seçilme) henüz bir rüya olarak görüldüğü bugünkü koşullarda, ancak birleşik hareket ederek, ülke ve parti için yeni demokratik ve ekonomik koşulları yaratabilir.
Not: Önceki günkü yazımda İlhan Kesiciiçin Adalet Yürüyüşü’de katılmadığını yazmıştım. İnternet’te yaptığım bir saatlik araştırmada bir bilgiye rastlamamıştım. Ama gönderilen tv linkleri Kesici’nin bir kaç kez yürüyüşe katıldığını, katılamadığı zamanlarda ise Avrupa Parlamentosunda görevde olduğu görülüyor. Düzeltir özür dilerim.

24 Nisan 2018 Salı

Büyük politika: 1) Batı kapısını açacak bir CHP girişimi

23 Nisan 2018 Pazartesi  /  Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet  

İktidarın yaldız laflarını ve propagandasını bir kenara bırakınız, işin aslı ülkenin hem Batı’da hem de Doğu’da bir açmazın içinde kilitlenmiş olmasıdır. Yok lider ülke, yok büyük ülke, geçiniz bu lafları. Yeniden Kurtuluş Savaşı lafları, geçiniz..
Üç gerçek var: 
1) Ülkenin Batı’dan dışlanması, Türkiye Avrupa ilişkilerinin diplere vurması.. 
2) Türkiye’nin Orta Doğu Bataklığının içinde olması ve Orta Doğu’nun yeni savaş rüzgarlarına gebe olması.. 
3) İktidarın besleyip palazlandırması ve Ordunun kapılarını iyice açmasıyla Fetullah Gülen terör örgütüne, darbe için koşulları hazırlamak. Darbe girişimine karşı ilan edilen OHAL, iktidara bakılacak olursak, adeta ebedi olarak Türkiye’nin boynuna asılmış gibi..
Cumhurbaşkanı, daha geçen gün iş adamlarına karşı yaptığı konuşmada OHAL’e karşı çıkanlar var, bu bizi üzer... gerekirse 8-9 kez daha uzatırız.. Allahaşkına OHAL’in terör dışında kullanılması olmuş mudur.. demiştir. Evet, ifade özgürlüğü OHAL kapsamında terör örgütlerine destek olarak kabul ediliyor.. Valiler gösterileri, mitingleri, tiyatroları yasaklıyor.

İktidarın açtığı yaralar
Ülkenin içindeki zorluklar kader değil, bu iktidarın yol açtığı temel sorunlar. Bugün AB konusunda muhalefet ne yapmalıydı, ele alacağız.
Şüphesiz, Avrupa Birliği ile ilişkilerin dibe vurmasında Avrupa Birliği ülkelerinin payı yabana atılır gibi değil..  FETÖ darbe girişimi karşısında hâlâ gerçekçi bir politika izleyememeleri, ilişkileri geriyor.
Fakat her şeye rağmen iktidarın Avrupa Birliği politikasına karşı, ülkemizde muhalefetin, tabii ki CHP’nin büyük bir değişik politika ile yanıt verebilmeli...
Türkiye ile AB arasındaki ilişki ne iktidarın politikalarına ne de AB komisyonlarına bırakılabilir.. AB’nin son ilerleme raporunda Türkiye’ye yönelttiği ağır eleştirileri, AKP iktidarının hiç umursamadığını biliyoruz. Son rapordaki eleştirileri özetlersek: 

“Özgürlüklerin kapısını açacağız”
Türkiye, özellikle hukukun üstünlüğü ve temel haklar konusunda AB’den dev adımlarla uzaklaşıyor.. Başta ifade özgürlüğü olmak üzere insan haklarının tümünde ger gidiş var. Yargının genel kalitesi ve etkililiği üzerinde olumsuz gelişmeler yaşanıyor. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorgulanıyor. Alt mahkemeler Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymuyor. Terörle mücadele önlemleri AİHM içtihadı ile Avrupa standartlarıyla uyumlu hale getiriliyor.
Millet olarak AB’ye tam üyelik veya öncelikle vize serbestisi isteği büyüktür.AB ile ilişkiler iyi gittiğinde, milletin AB desteği yüzde 80’lere çıkıyor, zorluk baş gösterince de yüzde 50’ye iniyor.
Bu demektir ki muhalefete çok önemli bir politika oyun alanı var. İktidar elemanlarının “AB Düşman” saldırılarından korkularak, bu konuda cesur bir politika uygulanamıyor. AB’nin bir kaç kez davetine rağmen Kılıçdaroğlu’nun gitmediğini Fuat Keymanekranlarda açıkladı. Bu doğru mu?
Tersine, CHP büyük bir politikaya soyunmalı. Milletteki AB isteği de dikkate alarak, AB’nin bize yönelttiği bütün eleştirilerin, iktidara gelindiğinde öncelikle dikkate alınacağını açıklamalı. AB ülke liderleriyle görüşerek, bu konuda bir mutabakatbile ilan edilmeli. 

“Vize kalkacak” açıklaması
AB liderleri de Türkiye’nin AB normlarını uygulamaya koyduğu zaman, vize serbestisinin hemen yerine getirileceği ve hukuk vb gibi açılmayan AB üyelik görüşmelerinin da açılacağınıilan etmeli..
İktidar temel hak ve özgürlüklerde AB isteğine uymaması, ülkede bu normların hayat bulmasını istemediği içindir. Oysa CHP’nin zaten programında tüm bu alanlarda özgürlüklerin altı çizilmektedir.
 O zaman CHP kendisine içeride zırvalıklarla saldırılmasından korkmadan, AB ve liderleriyle böyle bir söz alabilmeli. 
Bu Türkiye’nin kilitlenen Batı kapısını açar. Kilitlenen adalet, temel hak ve özgürlüklerin açılmasında önemli bir kapı aralar.
Dahası, salt AB ile karşılıklı anlaşma, Muhalefete, iktidar kapısını açmada önemli katkıda bulunur. Milletin önüne sandıkta oyunun rengi için ciddi bir umut seçeneği sunar.
CHP, iktidardaymış gibi davranmalıdır!
Yarın da Orta Doğu girişimi üzerine..

Not: CHP İyi Parti’ye gönderdiği 15 milletvekili ile büyük bir demokratik dayanışma yaptı;  iktidar bloğunun İyi Parti ve liderini seçimlere sokmamak için kurduğu oyunu bozdu. Zaten demeçlerinden bu çok net anlaşılıyor. YSK da açığa düştü.

CHP’nin adayı kim olmalı?

22 Nisan 2018 Pazar /  Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet  

CHP Salı günü aday belirleme için toplanacak. Hayat yavaş işliyor orada. Baskın yapan her zaman çok daha hazırdır. Erken seçim bir yıldır 2018 için konuşulduğuna göre, muhalefetin de en az iktidar kadar seçimlere hazır olması beklenir. Hazır olma hali, iktidarı da aşacak ve toplumu kucaklayacak bir program ve adayın varlığıdır.
İktidardan memnuniyetsizlik var mı var. Özellikle Referandum’da bu net ortaya çıktı.
Geçen süre içinde bu memnuniyetsizlikte artışı durduracak bir ciddi gelişme olmadı. Afrin operasyonu mu? Anket şirketleri en çok artı 1 puandan bahsediyor, ama bugün ülkede ana babaların çocukları için taşıdıkları endişeye bakarsanız, Afrin’in iktidara oy taşıyacak bir mekanizma olarak görülmesine karşı ciddi bir tepki oluşmasını da beklersiniz. 
Yani kazın ayağı pek de öyle iktidarın sandığı gibi olmayabilir. Ama ne yazık ki, ciddi araştırmalarla elde edilen bilgi yok. Oysa millet ne düşünüyor konusunda çok ciddi verilere ihtiyacı var toplumun.
Hiç bir parti lehine manipülasyonun yapılmadığı seçim anketlerine ise çok daha fazla ihtiyaç var. 8 hafta boyunca tekrarlanacak anketler gerek.
Çünkü, ciddi verilerle- bilgiyle seçime gidilmeli ki, seçim sonuçlarıyla karşılaştırılabilsin ve sonuçlar arasındaki farklara bakarak büyük alavere-dalavere varsa ortaya çıkarılmasına bu veriler de yardımcı olsun. CHP’nin ve sivil toplumun bu konuda harcama yapmaya niyeti var mı?

Sadece hoşnutsuz olanlar değil
Dedik ki iktidarı aşacak program gerekmekte. Muhalefet partileri iktidardan kopmakta olan seçmenlerle yetinebilir mi? Şüphesiz ki hayır, tüm ülkeyi kapsayıcı cezbeden programlarla ortaya konulmalıydı. Ki ülkeyi bugünkü zor koşullarından esenliğe çıkartabileceklerine inandırsınlar.
Bu konuda, Türkiye’nin demokrasi ve adalet gibi temel sorunlarının çok daha ötesinde, içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi çıkmazlara çözüm öneren büyük hazırlıklar yapması gerekirdi.
İktidarın Doğu ve Batı’da ülkeyi sürüklediği yalnızlık ve açmazlar, adeta kader olarakkabul edilmektedir.
Hayır, kader değil, siyasette “kader”, hele bir iktidarın yarattığı kötü durum ise, var olana boyun eğme asla olmaz, olamaz. Sonraki yazılarımda iki örnek vereceğim

Kim olmalı
Öncelikle şu saptamayı yapalım: Muhalefetin daha ilk turda tek bir ortak aday ile seçimlere katılma olasılığı, Meral Akşener’in adaylığını açıklamasıyla ortadan kalkmıştır; bu konuda bir saniye bile boş harcanmamalı. Bu zaten iki turlu seçimlerde eşyanın doğasına aykırıdır.
İktidarın Meral Akşener’in adaylığını bile engelleme durumu ortaya çıkarsa, yeniden düşünülebilecek bir seçenek olabilir.
Önceki gece bir dost sohbetinde CHP’nin ortalıkta dolaşan aday isimleri üzerine konuşurken, İlhan Kesiciadı öne çıktı. Bunu sosyal medyada paylaştım. 
Yazıyı yazarken şimdi saat 17.20; 245beğenenolmuş, 53 kişi bu bunu kendi izleyicilerine yaymış, 123 kişi de görüş belirterek tartışmaya katılmış.
Tartışmaya katılıp görüş belirtenlere bakıyorum: 25 kişiye yakın olumlu; 40’a yakın olumsuz. Şüphesiz Muharrem İnce’i önerenler de var 12 kadar, ve bir o kadar da Büyükerşen’i öneriyor. Kimi Ali Koçgibi genç birisi olsun demiş, Sunay Akın’ın veMetin Feyzioğlu’nun da adını veren az sayıda kişi var. Bana özel yazan bir kişi de Uğur Dündar diyor. Kılıçdaroğlu için 3 kişi olumlu.

Birleştirici güç aranıyor
Aramızdaki tartışmada Kesici’nin parti tabanında mücadele etmediği, Muharrem İnce’nin ise tabanda büyük bir mücadele gücü olduğu ve halk adamı olduğu gibi görüşler de vardı. 
Bu konuyu, bir ismi desteklemek amacıyla değil, bir somut isim üzerinden giderek neler düşünüldüğünü anlamak için gündeme getirdik. Hayır diyenler, sağdan adaya karşı sol adayda ısrarcıydı. Fakat, ilk turda en çok oyu alırsa, CHP adayının ikinci turda büyük kitleyi sürükleyip sürükleyemeyeceği de, aday belirlemede zaten temel tartışma konusudur.
Şüphesiz sol olsun da ne olursa olsun anlayışı tartışmaya açık.
Eğer ikinci tur olursa, birinciliğin hangi adayla göğüslenip ülkede yeni bir sayfa açılabileceği, çok daha el yakıcı bir mesele.
Birleştirici büyük ve mücadeleci güç aranıyor! 
Seçimler ikinci tura kalırsa, CHP’nin aday profili zayıf kalırsa, Meral Akşener’in en çok oyla muhalefetin adayı alma olasılığı var.
Kim kalırsa kalsın herkesin destekleyeceği açık.

20 Nisan 2018 Cuma

Bir efsanenin çöküşü, OHAL Kılıcı, korku ve panik seçimi

19 Nisan 2018 Perşembe / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet  

Yıllardır seçimleri zamanında yapmakla övünüp duran Cumhurbaşkanı erken seçim bile değil baskın seçim kararı alıyorsa, seçimlerin 2019 Kasımına kaldığı taktirde iktidardan düşme riskinin çok büyük olduğunu gördü demektir. Böylece kurduğu kağıttan efsaneyi bizzat kendisi çökertti. Kendisini iktidarda tutan ekonomik durum giderek kendisini iktidardan düşürecek bir niteliğe dönüşüyordu. 
Demek ki neymiş: İktidarlar kendileri için en uygun zamanda seçme giderler.
Piyasa erken seçim kararını aslında bekliyordu. Ekonomi yorumcuları son 8-10 aydır alınan tüm ekonomik önlemlerin erken seçime işaret ettiğini belirtiyordu.. İki kat bütçe açığı ve bol para saçma- pompalama, vergi, prim ertelemeleri vb.. Belediye başkanlarını değiştirme...

“Bir iki liranın hesabını yapıyorum”

AKP, ekonomik olarak Türkiye’yi soktuğu çıkmazların faturasının daha ağırlaşmasını beklemeden seçime gidiyor.
Dün bir kurumun ulaşımında çalışanla konuşuyorum: Eşi ve kendisi çalışıyor, 3500 TL kazanıyorlar; kızı lisede, ev kirada, “iki yıldır, ihtiyacımız olan yiyecekleri en ucuz marketten almak için çalışıyoruz. Salça iki katı arttı, teneke yağ 3 kat ve her şey çok pahalandı. 1-2 lira nerede daha ucuz arıyoruz... eti yarı yarıya azalttık. Bu duruma düştük..”
Evet, işsizlik ve aile bütçesindeki gerçek pahalılık, ücretlerin sürekli geride kalması, Türkiye’yi bunalttı. Bir yazarımız dün “bugün depoyu doldurdum, benzin 6,11 TL, depo 400TL’ye doluyor. Çim tohumu aldım. Geçen sene 80TL verdiğim tohuma bu sene 150TL verdim”, diyordu

Dağların borcu

Yaratılan “ekonomi efsanesi”nin gerçeği şuydu: 500 milyar dolarlık borç. Türkiye’nin kaynaklarını satıp iktidara büyük harcamalar fırsatı yaratan iki kalem daha vardı: milletin 61 milyar dolarlık malı mülkünün özele peşkeş çekilmesi.. 
Ve hiç hesaba katılmayan başka bir döviz girdisi: Sadece Katar’a satılan mal mülkün miktarı son bir kaç yıl içinde 19 milyar dolar: Alternatif Bank, Finansbank, Digitürk, BMC, Boyner, Banvit..
 Birileri, son 15 yılda yabancılara sadece yerli şirket ve mülk satışlarından kaç milyar dolar girdiğini hesap etsin. Toplamı 150 milyar doları bulur mu?
Eh, şimdi geri ödeme zamanı, yakınmalar bu nedenle dağları aştı.. 
Afrin operasyonu, bu ekonomik bunalımın üzerini epey örten bir görev gördü. Cumhurbaşkanı zaten Afrin operasyonunu, parti il seçimleri nedeniyle yaptığı günde iki üç parti miting- kongre konuşmalarında net biçimde kullandı.

Uyduruk gerekçeler

En erken zaman, olarak 24 Haziran bunun için kararlaştırıldı. İyi Parti’yi bile YSK adlı iktidar yapısının bıçağı altına teslim etti.. CHP’yi de bence erken ve hazırlıksız yakaladı.
CHP, salt iktidardan duyulan memnuniyetsizliği oy dönüştürme çabasında. Ama iktidar hedefi bunun ötesinde daha büyük bir çaba ve hazırlık gerektiriyor. Ne yazık ki bu hazırlığı görmüyoruz.
Erken seçim için iktidar ortaklarının ileri sürdükleri gerekçeye gelince.. 
Devlet Bahçeli, 2001’de koalisyon hükümetini bozarken yaptığı açıklamanın neredeyse bire bir aynısını yaptı.
Cumhurbaşkanı, dış riskler vb dedi. 
Pardon, kendileri iktidar değil mi? İstedikleri kararları anında alıp uygulamıyorlar mı? Koalisyon mu var ki size engel çıkartıyor? Meclis mi var ki yasaları kabul ettiremiyorsunuz? Elinizde ayrıca OHAL var. KHK ile hemen bir gecede yasalar ilan etmiyor musunuz?

OHAL iktidarın keskin kılıcı

İşe bakın ki önce OHAL’in uzatılması ilan ediliyor.. 3 ay daha..
Arkasından seçim kararı alınıyor: 2 ay sonra, yani OHAL koşullarında seçim yapılıyor..
Burada hep yazdık: 2019’da seçimler yapılsaydı bile yine OHAL’i kaldırmayacaklardı. Ama şimdi iktidar için en uygun koşullarda, OHAL’li, insanların tivit attı görüş açıkladı diye içeri tıkıldıkları, İhsan Eliaçık’a uyduruk gerekçelerle 6 yılı aşkın hapis verilmesi, OHAL’i nasıl dikensiz gül bahçesi yaratmak için kullandıklarının açık göstergeleri..
Korku ve panik içinde gidilen bir seçim..
Ve seçmen kütüklerinde hazırlanan karanlık oyunlar...

18 Nisan 2018 Çarşamba

Ankara, savaşın değil barışın parçası olmalı

17 Nisan 2018 Salı / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet  

Ortadoğu’da güç savaşları, dersek doğru mu olur, yoksa gerçeği biraz çarpıtmış mı oluruz? Şüphesiz ki Ortadoğu üzerinde nüfuz kurma mücadelesi var. Ama önce bir gerçeği vurgulayalım: Burada esas saldırgan hep ABD ve Batı oldu. Birinci Dünya Savaşı sürecinde biri Fransız (Picot) diğeri İngiliz (Sykes) iki Ortadoğu uzmanı, ülkelerinin çıkarına, bölgeyi çöller dahil düz cetvellerle çizdiler. Ülkeler tam onların çizdiklerine göre şekillenmemesine rağmen, esas haritaları değişmedi. 
Bugün İngiliz May ve Fransız Macron denen yeniyetme liderin Suriye’yi bombalamada ABD’nin yanında yer almasının nedeni, 100 yıllık bu tarihi olguya dayanır. 
Bu kararları, Macron ve May’in kişilikleriyle ilgili değildir. Onlar geçmişlerinin ve devletlerinin emperyal geçmişlerinin esirleridir. Başka türlü davranacak, yeni ve barışçı bir dünyanın kurulmasında katkıda bulunabilecek yeni bir beyinsel faaliyet göstermekten şüphesiz ki acizdirler. 
Macron sözde yeni bir parti kurdu. Ama partisinin yeni hiçbir tarafı yok, kendisinin de yok. Çünkü dünya ve Fransa ile ilgili, ülkelerini ve dünyayı geleceğe taşıyacak yeni sıfır düşünceleri var. 

Sen kendi ülkene bak May! 

May’in Londrası, dünyanın en çok cinayet işlenen, şiddet uygulanan, uyuşturucu bağımlılığının zirve yaptığı bir gelişmiş metropol. 
Önümdeki araştırmaya bakıyorum: Şiddetin Başkenti! Yıl başlangıcından bu yana büyük bir şiddet dalgası Londra’yı kasıp kavuruyor. 50’den fazla insan öldürüldü. Uyuşturucu ticareti, birgelecek umudu olmayan gençlik.. Bıçak ve tabanca ile işlenen cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor.. 
Kadın başbakan ise Suriye’de halkı öldürme seferine katılıyor. 
Ortadoğu’da 100 yılı aşkın faaliyetlerinin hiçbiri yerel halkın yararına sonuçlar üretmedi, petrolü kontrol, bölgeyi kontrol, ülkeleri birbirine düşürerek kontrol, İran’a sürekli komplo, petrolünü millileştirmesine engel... 
Fransız ve İngiliz, eski emperyal güçlerini yitirince, bu kez kontrolü ele alan ABD’nin kıçında tarihsel görevlerini yerine getiriyorlar. 

Peki, Rusya’nın rolü? 

Bölge üzerine yazılarda sık sık Rusya - ABD çekişmesi gözlüğüyle karşılaşıyoruz. Tamam, şüphesiz ki bir büyük ülke olarak Rusya’ya bölge oyununun dışında bakamayız. 
Ama bu oyunda saldırganlık ve savaş söz konusuysa, ABD ve Batı’dan bahsedebiliriz. Rusya 1972’de yaptığı asker işbirliği ve dostluk anlaşmasıyla Suriye ile yakın ilişki içinde (Türkiye’nin ABD boyunduruğundaki rolü bile ondan daha büyüktü!) Bu da, İsrail’in Arap dünyasına karşı savaşından ve Suriye’nin toprağı olan Golan Tepeleri’nin ABD- Batı himayesinde işgalinden sonra, bir güvence arayışı içinde gerçekleşti. 
Rusya, Irak’ın parçalanmasına bile müdahale edemedi! 
İran-Irak savaşının kışkırtılmasına da. 
Suriye’nin 2011’den itibaren Batı’nın, CIA’nın şantaj ve saldırı altına girmesine bile başlangıçta müdahil olamadı. 

Saldırgana karşı savunma 

İŞID’i Batı müdahalesi doğurdu. Bugün ABD ve Batı hem IŞİD’in hem El Kaideci örgütlerin varlığını sürdürmesinden ve Şam’a karşı savaşından yana. En büyük rahatsızlıkları, Esad’ın ülkesine yeniden egemen olması. Parçalanmış bir Suriye, yazdığım gibi, onlar için en iyi Suriye’dir. Yani aslında Suriye diye bir ülkeyi yok etmek üzerine programlanmışlar. 
Bu aşamada hem Rusya’nın hem İran’ın Suriye’nin birliği için alanda olmaları, tamamen saldırgana karşı savunma amaçlıdır. Kendisi de saldırı altında olan İran açısından Suriye’nin birliği hayati önemdedir. Ama geçmiş olsun.. Fransıza, İngilize ve hatta Ankara’ya kötü haber: Trump eninde sonunda oradan çekilecek.. 

Barışı savunmak: Büyük çıkar 

Başka çare yok. Ankara’da Ortadoğu barışını eylemde savunacak bir güç ve irade yok. “Rusya’nın tarafını tutmak” gibi bir sorunla karşı karşıya değilsiniz barışı savunmak için. Bu kargaşada hiçbir çıkar elde etme hayali kurmayın. 
Yapılabilecek en iyi iş, Irak - Suriye - İran ile bir büyük bir barış - işbirliği, ekonomik- siyasi eylemler dizisi, bölgeyi kısa sürede geliştirecek büyük bir stratejik bakış ortaya koyabilmektir. 
Yok şurayı yöneteyim, yok benim adamların orada olsun, yok belki bize bir şey düşer gibi düşünceler ise sadece bir geleceği olmayan “küçük çıkar”larla ilgilidir.

Su yeşili bir kentten, öldürücü kargaşaya, Vancouver

15 Nisan 2018 Pazar  / Bilim ve Siyaset - Cumhuriyet   



İlk tanımlamam “su yeşili bir kent” oldu. İç denizinden, göllerinden kente baktığınızda, suyun renginin ve sahilin yeşilliklerinin, kent içlerine doğru uzun binalar biçiminde yükseldiğini sanırsınız. 
Hayır, bu bir sanı değil, yüksek yapıların cepheleri su yeşili ve adeta cam ağırlıklı, su ile bütünleşmiş bir kent görünümü. İç deniz, rengiyle sanki kentte göğe doğru yükseliyor. Aralarında yer yer açık kahverengimsi pastel renkli binalar, tatlı bir renk uyumu ile çeşitlilik yaratıyor.
“En güzel kent” diye bir tanımlama olabilir mi? Hayır; “en güzel”, öznel bir tanımlama. Kişiye, algılamaya, beklentilere göre değişir. Dünyada birbirinden güzel kentler vardır. Çok güzel kentler var. Bir kışkırtıcı veya çekiç yönüyle, diğerlerine önemli fark yaratan kentler var.
Vancouver, pek çok güzelliği kendinde toplamış. Kent içine bakarsanız, trafik yoğunluğu sıkışması diye bir şey yok. Yaşam rahat, metrosu, troleybüsleri ile her yer 10 - 25 dakikada (havaalanı) ulaşılabilir uzaklıkta. İnsanlar kendine ve başkasına saygılı. Bir koşuşturma yok. Yürümeyi severseniz, her yere ulaşabilirsiniz.

Okyanus – Kara iç içeliği

Ama kentin özelliği adeta su üzerinde oturuyor olması. Bir yarımada. Ama sadece yarım ada değil. Suların aktığı, göllerin sarıp sarmaladığı, adeta nehirlerin oluştuğu güzel bir coğrafya..
Pasifik Okyanusu mu karayı parçalayarak kent içine girmiş, yoksa kentin üzerinde oturduğu kara mı Pasifiği yararak denize açılmış diye sorarsınız. Pasifik Okyanusu, yarımadanın dışında okyanus, kent içinde ve çevresinde ise kapana kıstırılmış, sanki dışarıya çıkışı olmayan bir iç deniz.
Kentin merkezinden bir uçtan diğer uca boydan boya ulaşan ana caddelerin uzak derinliğine baktığınızda, 2 bin metrelere kadar yükselen karlı ve buzul dağları görürsünüz.
Caddenin sonuna vardığınızda yürüyüp dağlara çıkasınız gelir.
O kadar yakın. 
Evet, o kadar; arabayla köprüden Kuzeye kentin karşı sahiline geçerseniz, 20 dakikada dağın dibindesiniz. Yamaçtan tepelere doğru baktığınızda, erimeye başlayan karın şelaleler görünümünde, yamaçlardan bazen zıplaya zıplaya aşağı doğru bir çay oluşturarak denize aktığını görürsünüz.
Dağcı tarafınız varsa, tepelere doğru tırmanabilirsiniz. Veya teleferikle yamaçlar arasında heyecanlı bir yolculukla, dağların üstünde oluşturulan çeşitli uzunluktaki güzergahlarda, yer yer karlar arasında yürüyebilirsiniz.

Pasifik avuçlarınızda

İşte Pasifik şurada bitiyor,diyebileceğiniz çok sayıda karasal sonlanmalar, devasa okyanusu sık sık avucunuzda tuttuğunuz duygusunu yaşatır size. 
Kenti kuzeyden saran volkanik dağların buzul olanları, yine en çok yarım saatte arabayla tırmanacağınız kayak- yaşam ve eğlence alanları. Bütün bir kent, bazen oralara taşınmış olabilir! Dağların granitleri üzerinde de kent içinde gezinirsiniz.
Vancouver, bir yönüyle yağmur ormanlarıyla çevrili. Kentin hemen başuçlarında yaşayan bu yağmur ormanlarının işi ne buralarda! 
Olağandışı bir olay yaşıyor ve derin bir kanyonun kesip başka bir güzellik kattığı bir yağmur ormanında, devasa ağaçların gövdeleri arasında kurulan ahşap yürüyüş yollarında mı desem, ağaçtan ağaca yüksekten gezer veya uçarsınız. 
Bunların hepsi Vancouver’in parçası değil, kendisi. 
Yağmur da kentin kendisi. Yılın yarısı, hatta fazlası.

Kargaşaya uçuş

Yazıyı, Pasifik kıyısından Atlas Okyanusu kıyısına Montreal’a doğru, Air Kanada ile uçarken yazıyorum: 4 saat kadar yolculuk! Orada 3 saat bekleyişten sonra, bu kez THY ile durmaksızın 10 saat daha İstanbul’a.
1900 mili geride bıraktık, 400 mil kaldı. Dışarısı kutup soğuğu. Aşağısı kuş uçar kervan geçmez uçsuz bucaksız vahşi Kanada, yer yer karlı, bol bol parçalanmış göller, nehirler, sular... Belki de karlı dağlar... Yükseklik 33 bin feet. İstanbul- Vancouver arasında zaman dilimi farkı 10 saat. Montreal’da bu 7 saate düşecek. 
Gece 23’te THY’ye binmeden bu yazıyı göndereceğim. Tam o sırada İstanbul Cumartesi sabah 6’yı yaşıyor ve akşama doğru koşuyor olacak. Akşam olmadan 15.30 gibi sizi yakalayacağım ve günü birlikte bitireceğiz J
Doğu’ya uçuyorum; günü, sonunda-biterken değil, Doğu’da, aslında olmayan başlangıcında yaşamaya, karşılamaya,..
Tabii ki bir öldürücü kargaşaya...
---