Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

30 Aralık 2013 Pazartesi

CHP ve Cemaat Anlaştı mı?

Enver Aysever’in Aykırı Soruları’nda, “AKP ile Cemaat bir daha bir araya gelemezler, CHP ile Cemaat anlaşmış görünüyor” sözlerim haber olup yayıldı. Kullanan kullanana.. Kimisi sözlerimi “artık anlaştılar” biçiminde yansıttı, AKP cenahından bazı kalemler bunun üzerine yorumlar yazdı.. Cemaat cenahından alttaki “militanlar” ise “Cemaat ile CHP arasında öyle şey olmaz aralarında doku uyuşmazlığı var” dediler.. Yaaaa, bak sen ne kadar bilmişler!
Dün Kılıçdaroğlu ve Sarıgül’ün İstanbul’daki büyük gövde gösterisinin, AKP iktidarının İstanbul’da yıkılış sinyallerini verdiğini not düşerken, biz ana konumuza dönelim: Bir anlaşma mı var aralarında? Bizim işimiz “siyasi analiz”, ayrıca bu konu üzerinde çok konuşuluyor.. 
Yazalım ve çıkartalım aradan! Bakarsınız ileride çok tartışılan bir konu olur!
***
Geçen yıl mıydı? Samanyolu TV’nin bilmem kaçıncı kuruluş kutlamalarının en ön protokol sıralarında, CHP’nin en azından İstanbul İl Yönetimi olarak temsil edildiğini görünce, haberini bilgisiyarıma kaydetmiştim. Epey bir zamandır da bu konunun notu, yazılacaklar arasında duruyor. Vakti şimdiymiş?!
Önce olgu saptamaları yapalım: 
CHP uzun zamandır, belki de iki yıldır, daha da kısaltırsak, 7 Şubat 2012’de MİT ve Erdoğan’a yönelik “darbe teşebbüsü”nden sonra, Cemaat, CHP’nin belki de hiç bir resmi söyleminde hedef olarak yer almadı. 
Ama bu süre içinde Cemaat medyasında (Zaman, Bugün.. internet siteleri ve tv’lerinde), CHP’yi hırpalayan çok sayıda haber ve yorum yayımlandığının altını çizelim.. 
17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu sonrasında ise, Cemaat tv’lerinde CHP’li politikacılardan geçilmiyor.. (Çok normal!) Gazetelerinde de CHP hedef olarak çoktan düştü..
ABD’ye ziyarette, Kılıçdaroğlu, Cemaatçilerin dernekleriyle kahvaltı yaptı.
Eh, ABD ile ilişkileri resmi düzeyde iyileştirmeye giderken… Amerikan yönetimince de CHP ile ilişkilerin geliştirilmesi önemsenirken.. ABD ve Cemaat Recep Tayyip Erdoğan ile tam “papaz” olurken…
..CHP’nin Cemaat ile ilişkilerini geliştirmesi, en azından “hedefinden düşürmesi” eşyanın doğasına uygundur. Kimse, o ayrı bu ayrı diyemez.. Olaylar arasında “illiyet bağları”nı görmeden bilimsel, yani doğru analiz yapamazsınız!
Ama şunu da belirtelim: İşin açıkçası, CHP, Silivri davalarında sahtekarlıkların ayyuka çıktığı en civcivli zamanlarda bile Cemaati hedef almadı.. Hedefinde hep Erdoğan ve iktidarı oldu.. Ki o zamanlarda Cemaat’in tam boy hedefleri arasındaydı CHP..
Ama, CHP’ninz hep bir dirsek teması vardı, diyelim. Baykal ile F. Gülen arasında oynaşlı ilişkileri, selamları, kaset işlerini biz yapmadık mesajlarını, Pensilvanya’dan şüphelenmiyoruz demeçlerini anısmatmamız gerekiyor mu?
CHP’nin “yönetim genlerinde”, Cemaatin siyasi ve etkili bir güç olduğu olgusu uzun süredir yer etmiş durumdadır…
Bu “bilgi” belki de rahmetli Ecevit’e kadar gider. Ecevit’in yıldızının parladığı ve iktidara yürüdüğü dönemde, Cemaatin desteğinden bahsedilir. Güçler arasında yumuşak ilişkiler…
***
Peki bu nedir? Söyleyelim: Cemaat her zaman yükselen güçlerle aşna-fişna ilişkilerine girer. Her zaman iktidarlarla “yumuşak ve destekleyici ilişkiler”, F. Gülen’in ana varoluş ve büyüme stratejisinin çok önemli bir parçasıdır. ABD, 12 Eylül generalleri, Evren’e, cennetten bir mekan bile vaadedilmişti!..
İktidarla girdiği kıran kırana savaşın doğal bir sonucu, CHP ile sıcak ilişkilerdir.
Bütün bunlar açık istihbarat gözlemlerine dayalı değerlendirmelerdir.
Bilmediğimiz “gizli”, “dört göz altında” görüşmeler var mı, oldu mu, kamuoyuna yansıyan yok…

4 Olasılık Üzerine Düşünceler
Şöyle diyebilirsiniz: CHP’nin AKP’ye hedef alması doğruydu! Ortada bir hükümet varken ve bütün olaylardan hükümet sorumluyken.. “Devlet içinde in midir cin midir” görülemeyen Cemaati hedef almak, hedeften şaşmak olmaz mıydı?
Kılıçdaroğlu, hala bu politikasını sürdürüyor. Dünkü konuşmasında RTE’ye “devlet içinde çeteden bahsediyorsun, madem çete vardı 1 yıldır neden ortaya çıkarmadın, neden sustun, ülkeyi sen yönetiyorsun ben seni bilirim çete varsa reisi sensin..” dedi.
1) Peki de, Cemaatin devlet içinde polis ve yargıda yapılanması üzerine CHP yönetiminin bir tahlili, görüşü var mı? Bilmiyoruz…
2) Cemaatten açık destek gelir mi? Gelirse %1’lik oy bile, CHP yönetiminin “büyük başarı” hanesine sayılacağı açık.
3) CHP’nin oylarını %30’ün üzerine sıçratması, belki de tamamen kendi yükselişinin ve AKP’nin çöküşünün sonucu olacaktır.. Bu durumda Cemaatin bunu kendine yontması da gündeme gelecek ve Cemaatin oy gücü üzerine spekülasyonlar yapılacak.
4) Cemaatin esas ittifakı AKP’dir, yani RTE’siz bir AKP.. RTE düşüncesinde olanların ayıklandığı ve AKP’nin Cemaat için bir “kabuk partisi”ne dönüşeceği bir parti. Bu Gül, Arınç ve diğerleriyle kotarılabilir. (Bakınız: 1 Aralık yazım http://orhanbursali.blogspot.com/2013/12/devlet-erkinde-bir-taseron.html)
5) Cemaat için öncelik, RTE’yi AKP’nin başından uzaklaştırmaktır. Seçimlere kadar bu olmazsa, yerel seçimler Cemaat için büyük umuttur.
6) Cemaatin yargıda egemenliği sürdükçe, bütün iktidarları susta durdurma özelliğine sahiptir.. Ana greçek de budur..
--- 30 Aralık 2013, Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Büyük Hayalin Çöküşü

Türkiye’yi, bir başka açıdan ikiye ayırabilirsiniz.. İlki siyasetçilerin “büyük Türkiye” hayali, ikincisi ise 12 yıldır inşa edilmeye çalışına “Büyük RTE” hayali.. İlk hayali başta Süleyman Demirel olmak üzere pek çok politikacı paylaştı. İkinci hayal, bu ülke üzerinde bir Tayyibistan Cumhuriyeti kurmak hayaliydi. İlk hayal yerinde duruyor, herkesin paylaşımına açık! İkinci hayal ise, yerle bir olmuş durumda! Tayyibistan’in 12 yıllık pratikte ne demek olduğunu üç kalemde özetleyebiliriz:
 anlamı şudur ancak İstanbul’da gökdelen ve betonlaşma
Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiyesi, İkinci Cumhuriyet değildir, Üçüncü Cumhuriyet denemesidir.
İlk Cumhuriyeti, kurucusu Atatürk ile sonlandırmak gerekir.
Atatürk’ün hedefi, bu ülkenin yaratıcı bütün unsurlarını ayaklandırarak, bilime, araştırmaya, uçak fabrikalarına, sanayiyi kurmaya, demiryollarıyla bütün ülkesi sarmaya ve bütünleştirmeye.. çağın insanını, evet bir ülke zenginliğinin ve mutluluğunun en büyük kaynağı olan kaliteli, yetenekli çağdaş insanı yaratmaya yönelikti.
Yani ayakları üzerinde duran, dünyaya durduğu çıktığı yükseklerden bakan ve bu temel üzerinde özgürce büyüyen bir ülke.
***
Bu büyük insandan sonra Cumhuriyeti devralanlar farklı bir Cumhuriyet politikası izlediler. Atatürk’ün temellerini attığı herşeyi adeta tersine çevirdiler. Sadece bir noktayı söyleyeceğim: Uçak fabrikalarını kapattılar.. yeter mi derdimi anlatmaya! Daha neler neler.. Bu konuda o kadar eser var ki ortada! Sonuçta, Batı’nın ileri karakolu olarak savaş cephesi bir ülkeye dönüştük.
Özeti şudur Atatürk sonrasının: Size para veriyoruz, yardım ediyoruz, siz bu parayla ihtiyacınız olan herşeyi bizden satın alırsınız.. Sizin üretmenize gerek yok..
İşte İkinci Cumhuriyet budur... Şüphesiz 1960’dan sonra, Türkiye yeniden, kuruluş genlerinde yatan “üretici olmayı” yer yer keşfetmedi değil. Ama iç savaş ortamları yaratıldı, hazineyi talan ortamları hiç eksik olmadı, darbe ortamları oluşturuldu, Türkiye ABD ve batının ihtiyaçlarına göre tasarlanan ve güdülen bir ülke oldu. Özet şudur: 60 yılda 20 kadar ekonomik kriz ve yoksulluğun bir türlü aşılamaması.. 2001 krizi adeta bu İkinci Cumhuriyet’in de sonunu hazırladı.
***
Çünkü.. İkinci Cumhuriyet’in Türkiye’yi yöneten tüm partileri, son büyük krizle birlikte iflas etti, dağıldı çöktü kapandı.. RTE, farklı bir kökenden gelen siyasi anlayışın temsilcisiydi. İkinci Cumhuriyetin neredeyse bütün sağ partileri CHP’den üremişti. Erbakan hareketini bunlardan ayırmak gerekir. Hele hele RTE’yi anlayışını neredeyse tamamen ayırmak gerekir. Cumhuriyet’ten çok, Cumhuriyet öncesi dini akımlardan da alıyordu.
RTE, Üçüncü Cumhuriyet’in temellerini attı. Nasıl ve nelerle?
1)   Doğrudan İslamcı siyasi parti niteliği ve buna uygun içeride örneğin eğitim ve toplumsal hayatı onun anlayışına göre yeniden tasarlamaları ve dış politikalarıyla....
2)   Cumhuriyet’i yaratan ve kuranları, Atatürk ve arkadaşlarını (iki ayyaş!) ve Cumhuriyet’in kuruluş aşamalarını (1938’e kadar) reddeden politikalarıyla! (Sahte ve reddiyeci uyduruk yeni bir tarih yaratma çabası)
3)   Uluslaşmayı reddeden, Ulus’u, ulusalcılığı reddeden, millet yerine ümmeti (İslami temelde birleşme) geçirmee yönelik politikalarıyla..
4)   Sanayileşmeyi gerileten, bunun yerine inşaatçılığı geçiren ve el parası ve milletin varlıklarıyla bir tüketim cenneti vaaden politikalarıyla..
5)   RTE “ekonomik cenneti” iki ayak üzerinde kuruldu: Biri dışarıdan 400 milyar dolar borçla içeride tüketimi pompalaması.. Bu milletin varlığı olan malmı mülkü sanayisini satıp savuşturarak 60 milyar liralık bir de ek kaynak  yaratması.. Dahası var, ama burada bu kadar!

Geçmiş Olsun Ülkem!

Tayyibistan Cumhuriyeti, sadece Birinci değil, önemil ölçüde İkinci Cumhuriyet’in de reddine dayanıyordu. Bu nedenle Üçüncü Cumhuriyet Denemesi sıfatını tam anlamıyla hakkediyordu.
Şimdi bütün bunlar bitti. RTE hala iktidarda görünse de sona erdi..
Geçmiş olsun, sevgili ülkem! 12 yılda bu tarihin akışını tersine çevirmeye yönelen bu girişim sona erdi. 2023, Tayyibistan Cumhuriyeti’nin tam ilanının tasarlandığı tarihti! Cumhuriyet’in 100 yılı! Atatürk ve Cumhuriyeti’nin bütününe yönelik bütün bu toplam politikaların hesabı, Recep Tayyip Erdoğan’ı Atatürk’ün yerine, yeni büyük kurucu olarak geçirmeyi hedefliyordu. Suriye Savaşı ile göğsüne bir savaş kahramanı madalyası takabilseydi, Kurucu görüntüsü tamamlanacaktı!
 Atatürk’ü ve yaptıklarını aşmak, boy post meselesi değildir.
 Bu hayal, bakanlar kurulunun istifa enkazlarının altında kaldı. O fotoğraf, yani oğlunun, babasının yanıbaşında, millete tvit atarak hakarete yeltendiği o fotoğraf da, tükenişin ve bitişin görüntüsüydü.
Hele hele o vakıf varya o vakıf! Ona enkazın ta kendisi olarak bakınız lütfen!

--29 Aralık 2013 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

29 Aralık 2013 Pazar

İntihal: Eseri Çalınana 2 bin TL Ceza / DİVRİĞİ ULU CAMİ İÇİN SORU ÖNERGESİ

 CBT Gündem, sayı 1397, 27 Aralık 2013 

Geçen hafta değindiğimiz intihal, yani başkalarının eserlerini çalıp çırparak kendine mal etme, yani fikir ve bilim hırsızlığı konusu ülkemizde nasıl da dal budak salmış.. Yeni öğrendiğim bir vakayı anlatayım, şimdilik isim vermeyeceğim: Bir yardımcı doçent, bir profesörden 40-50 sayfa çalıntı yapmış. Tabii etik kurula taşınıyor olay ve adama bir yıl doçentliğe başvurmama cezası veriliyor. 
Buraya kadar iyi ve normal de, sonrası acaip: Hırsızlığı yapan, eserini çaldığı akademisyeni itibarımı zedeledi, 20 bin lira tazminat istiyorum, diyerek mahkemeye veriyor! Yerel mahkeme bu başvuruyu haklı buluyor ve 20 bin TL değil ama 2.000 TL tazminata hükmediyor. Tabii Yargıtay’a taşınan dava bozuluyor ve hırsızlığı yapan hırsızlığı ile kalıyor.
Bilim hırsızlarının, yüzsüzlüğü nerelere tırmandırdığını gösteren bu olayı okuyunca şaşırmam mı gerekir bilemedim! Geçen haftaki Gündem’de yazdığımız, Danıştay’ın YÖK Disiplin Yönetmeliğindeki bilim hırsızlığına ceza verilmesini öngören maddeleri, yasalarımızda karşılığı yok gerekçesiyle iptal etmesi ve dolayısıyla intihalin serbest kalması üzerine, Bilim Akademisi Derneği Yönetim Kurulu bir açıklama yaptı. Aşağıya alıyorum:
***
Danıştay’ın intihal ile ilgili son yorumu yaygın ve derin bir ahlaki ve bilimsel sorun olan intihal konusuna çarpıcı bir biçimde dikkat çekmiştir. Mevcut yasa ve yönetmeliklerin Danıştay’ca yapılan bu yorumuna  göre intihal yapanlar üniversite öğretim üyeliğinden  çıkarılamayacaktır.
İntihal, başkalarının eserlerinden alınan unsurları, çalıntı bilgileri kendi eseri olarak saiplenmektir. Intihalin ahlaki açıdan hırsızlık veya sahtekarlık yoluyla çıkar edinmekten farkı yoktur. Üniversitelerde, eğitim ve bilim dünyasında, bilgi vermek iddiasındaki her türlü yayında bilginin doğruluğu, kökeni ve sahipliği konusunda sahteciliğin yaptırımsız kalması genç nesillerde ve toplumda ahlak standartlarını düşürür. Sahteciliğin bilgi alanında olması da bu ortamda yetişen gençlerin mesleki yetkinliklerine, dolayısıyla da toplumun üretkenliğine ve refahına olumsuz etki yapar.
Tıpkı maddi alandaki yolsuzluklar gibi intihal de ciddiyetle, açıklıkla ve hakkaniyetle  izlenmeli, intihal yapanların sorumlulukları ünvan, konum ve bağlantılarına bakılmaksızın  ele alınmalı, ceza ve yaptırımlarla karşılanmalıdır. Yargı mevcut yasa ve yönetmelikleri yorumlarken intihalin yaptırımsız kalacağı sonucuna ulaşıyorsa üniversiteler ve YÖK bunu aynen kabul etmek yerine intihal konusunda etkili ve adil bir yasal düzenleme için çalışma yapmalı, önerilerini en kısa zamanda Yasama ve Yürütme organlarına iletmeli ve kamuoyu ile paylaşmalıdır. Üniversiteler akademik dürüstlük ve intihal konusunda ilkelerini açık şekilde duyurmalıdırlar. Siyasi partileri ve milletvekillerimizi bu konuda açık ve adil düzenlemeleri gerçekleştirmeye çağırıyoruz.
Evet, üniversiteler ve siyasi partiler iş başına.. Bakalım bu önemli konuyu gündemine alacak babayiğit olacak mı..

DİVRİĞİ ULU CAMİ İÇİN SORU ÖNERGESİ
Bir kaç sayı önce kapağa taşıdığımız ve Gündem’de de “son çağrı” başlıklı yazı yazdığım, Doğan Kuban hocanın Divriği Ulu Cami yazısına ve feryadına, CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan kayıtsız kalmadı ve 29.11.2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’da, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in yanıtlaması isteğiyle bir soru önergesi verdi. Şöyle:
“UNESCO’nun dünya miras listesinde de yer alan, İslam sanatının en büyük taş oyma yapıtlarından Divriği Külliyesi’nin, gösterilen çabalara karşın durumunun kötüleştiği belirtilmektedir.
1-Bilim insanları, Divriği Külliyesi için tek kurtuluş yolunun, binanın cam kafes içine yerleştirilmesi, gerekli klima kontrolleriyle müze koşullarının yaratılması olduğunu vurgulamaktadır. Divriği Külliyesi için böyle bir proje hazırlanmış mıdır? Hazırlanmışsa uygulamaya ne zaman geçirilecektir?
2-  Divriği Külliyesi’nin bütün taç kapılarının askıya alınarak olası bir depremde zarar görmelerine engel olunması bilim insanlarının önerdiği bir başka koruma yöntemidir. Bu yönde bir hazırlık var mıdır?  
3- Bürokratik engeller ve hızlı hareket edilememesi nedeniyle Divriği Külliyesi’nin daha fazla zarar görmesi durumunda sorumluluk kime ait olacaktır?”
***
Ulu Cami konusunda şüphesiz yapılan bir şeyler var, röleveleri de hazırlanıyor vb.. Ama burada üzerinde durduğumuz, Ulu Cami için müze koşulları yaratılması ve zamanın ve dış etkenlerin yıpratmasına karşı örneğin bir cam yapı içinde bu büyük eserin korumaya alınması.. Başka hiç bir şey Ulu Cami’nin olağanüstü taş oyma taç kapılarını yokolmaktan kurtaramaz.
***
Bu sayımızla 2013’e elveda diyoruz. Geçen yılın önemli bilim ve teknoloji olaylarını her zamanki gibi yayınlamayı sürdürüyoruz..
Yeni yılınız kutlu olsun.. 2014 bilim dünyamıza ve ülkemize hayırlı olsun, diyelim..

Mutlu yıllar.

Çökmeden Bu Sular Durulmaz

Duyduğumuz çatırtı sesleridir dedik... 2013’ü bile çıkartmayabilir, dedik.. Yerel seçimlere, Mart’a kadar uzanması zor dedik.. 
Beklenen, ikinci dalga operasyon küt diye geldi hükümet darmadağınık oldu. Genel seçimlerin erken erken yolu gözüktü.
Sevgili arkadaşım Mine Kırıkkanat’ın dünkü yazısının G Noktası’nda, Hey Türkiye Nasılsın, kitabımdan yaptığı uzun alıntının sonu şöyle bitiyordu “böyle rejimlerin günümüzde yıkılışları kaçınılmazdır da. Uzun zaman almaz, merak etmeyin..”
Siyasi yönü de olan maddi olaylara dayalı ciddi bir operasyon başlamışsa yarıda kesilmez. Cemaat savcılarının torbasında bir atımlık barut olamazdı. Nitekim gerisi geldi. Başbakan da “saldırılarını sürdürecekler” diyerek aslında iktidarlarının daha soruşturulacak çok yönü olduğunu bir tür itiraf etmiş oluyor.. Savcılık sorgulama istiyor, hükümet polisi uygulamıyor haberleri yayılıyor.
İktidar düşerse, o zaman görün, 12 yıllık keyfi yönetimlerin, hukuksuzlukların soruşturma haritasını..
Bu olasılık, iktidara sımsıkı sarılmak için en önemli nedendir..
Öyle ki Başbakan iktidara yapışmayı, milli mücadele savaşı ilan etti!
***
Başbakan’ın dünkü konuşmasını yorumlarsak, iktidarına karşı olan herkesi adeta düşman ilan ediyor.
Şu denkleme bakın: Biz iktidarız = bizi millet seçti = bize karşı yapılan bütün bu suçlamalar millete karşı yapılmış sayılır = o halde millete savaş açılmıştır = milletin buna yanıtı milli mücadele savaşı ile olur..
Beğendiniz mi?
Adeta bir “iç savaş” çağrışımı var konuşmasında.. Tehlikeli sular, hem de çok tehlikeli..
Bir suçlama varsa yapılacak olan sessiz sedasız sonuçlarını beklemektir! Onu örtbas etmeye yönelik her söz davranış ve müdahale, suçlamalara daha baştan haklılık kazandırır. Başbakan bu yola girmemeli
Rüşvet ve yolsuzluk iddiaları küresel komplo imiş, küresel sermayenin saldırısıymış, büyüyen (yani yükselen gökdelenler ve betonlaşan ülke!) Türkiye’yi durdurmaya yönelikmiş..
Hükümetinize yönelik suçlamalar rüşvet ve yolsuzluk.. Dünyanın her yerinde, bakanlara yönelik böyle suçlamaların “siyasi sonuçları” vardır. Örneğin bakanların değişmesi, hükümetin düşmesi, istifalar falan.. Bunların hepsi, soruşturmaların doğal siyasi sonuçlarıdır. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarını, siyasi operasyon olarak nitelendirmek, iddiaları örtbas etme girişimi olabilir ancak..
Bir hükümete arşı “siyasi operasyon”, rüşvet iddialarıyla olmaz, siyasal girişimlerle olur..
Mesela hükümet üyelerini kandırır ve istifa ettirirsin ve hükümeti düşürürsün.
Meclis’te gen soru verirsin, hükümeti düşürürsün…
***
Başbakan’ın iki has danışmanı, Yalçın Akdoğan ve Yiğit Bulut, aynı gün Star’daki yazılarında, “Mlli Ordu’ya komplo” kurmakla suçladı Cemaati.. Bunlar itiraftır, subaylara karşı kurulan tezgahın, pırıl pırıl insanlara yapılan zulmün itirafları..
Önceki gün Ayşenur Arslan’ın Kanal Sokak’taki medya programında bunu konuştuk. Üç yönü var bu yeni gelişmenin..
İlki, Cemaatin devlet, yargı, polis vb içindeki örgütlenmesini “illegal yapılanma” diye savcılığa havale etmesi.. Bu çerçevede, “Cemaat orduya yönelik kasıtlı operasyonlarını, darbe yapacaklardı diye bize de yutturdular..” gibi bir gerekçe.. (Bu iki danışmanın bu açıklamaları, davanın yeniden görülmesi  hatta iptalleri için ciddi gerekçelerdir.)
İkincisi, iktidarın yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarıyla karşı karşıya kaldıkları büyük yalnızlığı delmek, iktidarın çökmesini önlemek ve Cemaati yalnızlaştırmak için, ittifak arayışları..
Üçüncüsü de, TSK’da hükümet için tehlikeli olabilecek ciddi bir Cemaat örgütlenmesi varsa, Ordu içinde de bir operasyon hazırlığı düşünüyorlar demektir.
Her durumda, Silivri kısa zamanda hemen boşaltılmalıdır ve boşaltılacaktır…
***
Sonuç: Bu savaş durulmaz. Bir taraf, her türlü önlemle bertaraf edilecektir. İki tarafın da gerekli siyasi bedeli ödemeleri gündemdedir.
Silivri yargılamalarındaki büyük haksızlıklar da, siyasi bedelin bam tellerinden biridir..
O günlere hızla geliyoruz..
RTE’nin de, Deniz Feneri davasında olduğu gibi, bu yolsuzlukları öyle kolay örtbas etmesi beklenmemeli.
Bütün rüşvet ve yolsuzluk iddialarını reddederek saldırmak ve örtbas etmek yargıya öyle bir müdahaledir ki.. sonuçları feci olur.
Ne yazık ki Başbakan dünkü konuşmasında bunun işaretini verdi..
Ye herro ya merro dönemine girdik..
Ama ya herro ya merro siyasi bir yöntem ve iktidar olma biçimi asla değildir.. İktidarın bütün yasal zeminini ortadan kaldırır..
Sanki Başbakan hızla yasal olmayan bir zemine kayıyor..

---26 Aralık 2013, Perşembe / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

25 Aralık 2013 Çarşamba

RTE, Gülen’i İçeri Attırır mıydı?

İktidar ve yandaşlarının ağzından düşmüyor: “Bir bir siyasi operasyon”… Habertürk’te “Enineboyuna” programında ve aslında bütün diğer tartışmalarda da yaşanan ve söylenen bu: Ama bu bir siyasi operasyon! 
Yani siyasi amaçlı olduğu için, bakanları boyunlarından vuran rüşvet belgeleri, iddiaları gerçek dışı mı?
Bu operasyon siyasi amaçlı olabilir, hatta siyasi amaçlıdır derim, ama böyle olması iktidarın taaa bakanlar kuruluna kadar uzanan rüşvet ve yolsuzluk batağı üzerine güçlü ipuçlarını görmezlikten mi gelelim?
Siyasi bir amacı olmasa ne diyecektiniz? “İftira atılıyor” mu?
İktidar ve medya yandaşları ne diyeceklerini şaşırmış durumda.
İktidara karşı operasyonun siyasi amaçlı olması nedeniyle, yolsuzluk ve rüşveti görmezden gelin, diyecekler ama onu diyemiyorlar.
Tam bir sefalet ve çıkmaz sokak…
***
12 yıllık ortaklarına demediklerini bırakmıyorlar..
En büyük dış müttefiki ABD, Türkiye’nin “istiklaline (bağımsızlığına!) el uzatılırsa, kirli tuzaklar kurulursa o elleri kırarız”ın hedefi oldu!
Ne demiştik? İçeride işler karışınca, “büyük dış düşmanlar yaratmak” bütün sağcı ve otoriter politikacıların başvurduğu ebedi ve ezeli yöntemdir
En büyük “iç müttefiki” ve koalisyon ortağı Cemaat ise en hafifinden devlet içindeki “çete” oldu.. Bu kadarla kalsa iyi, hain ve ajan statüsü de eklendi: O dış düşman “Hangi ajanı hangi haini kullanırsa kulansın, bu millet .. gereken cevabı vermesini bilir.”
Şüphesiz “yasal olmayan yapılanma” da, Cemaate yönelik büyük bir tehdit.
..Yani kanun dışı,
..Yani hakkında dava açılabilir..
Şimdi bütün bu ve benzeri tanımlamalarla, hain ve ajan nitelemelerini de bir araya  getirirseniz, ortaya dört dörtlük bir “yabancılarla işbirliği halinde devlet içinde yasadışı örgüt kuran ve Türkiye’nin menfaatlerini ve sırlarının yabancılara peşkeş çeken” bir suçlama ve dava açma iddianamesi çıkıyor.. Acaba hangi savcılık bu bu dosya ile ilgileniyor dersiniz?
Tabii iktidarın unuttuğu bir şey var: Saldırdıkları “örgüt” ile, 12 yıldır etle ve tırnak gibi birbirine yapışmış yaşıyorlardı!
Yani ortada bir “suç örgütü” varsa, en büyük destekçileri ve müttefikleri de kendileriydi!
Eeee. Ne olacak şimdi?!

Gülen Bir Siyasi Liderdir!

Gülen Hareketi’nin lideri Fethullah Gülen’i siz bir “emekli vaiz” sanıyorsunuz.. Bu sıfatla Gülen’i küçük görme eğilimi var..
Gülen aslında tam bir siyasi lider karakteri çiziyor. Şüphesiz ki farkı görüşler olabilir aralarında, ama Gülen’in otoritesi bütün bu farklılıkların üzerinde ve hepsini kapsıyor.
Gülen, din ile siyaseti, başarılı bir şekilde birleştirmiş ki, küresel işler yapacak kadar büyüyebilmiş..
Gülen’in “entelektüel kapasitesi” ile de RTE’yi “dövebilecek boyutta” olduğuna inanmaya başladım!
Ama Gülen, devlette ve toplumsal hayatta en etkin erklerde iyi yetişmiş elemanlarıyla örgütlenmeyi ana faaliyeti saptadığı için, seçmen kitlelerini peşinden sürükleme ve demagoji konusunda Recep Tayyip Erdoğan ile baş edemez..
Baş edemez mi dedim?
Gülen’i meydanlarda büyük kitlelere nutuk atarken hayal etsek, belki fikrimiz değişir..
Böyle bu durumda, mesela diyelim, Recep Tayyip Erdoğan vallahi Gülen’i, dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle içeri attırabilir!
Kısa bir süre önce, Gülen’i “vatana dönmeye” ikna etmeye çalışıp durdu!
Şimdi de “gel parti kur, seçimlere katıl” diyor ya..
Şüphelenmeye başladım!

---24 Aralık 2013, Salı / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

Duyduğumuz Çatırtı Sesleridir

RTE’nin ABD Büyükelçisini hedef alması ve Büyükelçi’nin de ABD ile çatışma hayır getirmez benzeri sözetmesi, bu çatırdının en önemli fay hatlarından biridir.
ABD ve Avrupa demek, AKP iktidarını 12 yıl ayakta tutan güç demektir. AKP ve Başbakan bunu bilmez mi? Bu ne demek şimdi demeyin.. İktidara oy arttıran, ekonominin 12 yıl çökmeden sürdürülmesidir. Bu, Batı ile istikrarlı bir ilişki sayesinde gerçekleşmiştir. 400 milyar dolara yakın dış borç, daha çok Batı kurumlarınadır. 400 milyar doları Türkiye’nin ayakları altından çekip alırsanız, geride derin bir uçurum kalır. Ne Başbakanın boyu posu ne de AKP.. Bütün o büyük böbürlenmeleri yerle bir olur.
Başbakanın önünde, sözde bir “milliyetçi” söyleme yönelme olasılığı var. ABD’yi hedef alması, Batı ile istikrarsızlaşmayı göze alan ama iç politikada “dış düşman” söylemi ile kitleler üzerinde egemenliğini sürdürmek istemesindendir. Zaten gazetelerine bakarsanız, Türkiye’yi karıştıran hep “dış düşman”dır. “Büyük Türkiye”yi hazmedemeyenlerdir. 
Oysa, Türkiye’de dış ve iç siyasi istikrar bozulmuştur. Nedeni de bu iktidardır. Ne yazık ki bunun bedelini Türkiye, bu ülke ödeyecek. Dış politikanın bütün temel temel öğelerinde yalnızlık ve başarısızlık egemendir. Sadece ülkenin düşmanlarını arttırdı bu iktidar.
İçeride izlediği politikalar da derin istikrarsızlarla doluydu. RTE ile birlikte hiç bir şey sütliman olmadı. Toplumun çeşitli kesimleri arasında ve muhalefet ile iktidar arasında derin fay hatları, bu iktidarın eseridir. Millet birbirine hasım halindedir.
***
Aslında derin bir fay hattı iktidar ortakları arasında ta başından beri vardı.
İki ayrı baş ve iki ayrı gövde, iki ayrı tarih, iki ayrı ideoloji, iyi ayrı yol, iki ayrı iktidar olma ve iktidara yürüme biçimi..
Ortak düşmanlarını alaşağı ettikten ve bu millete büyük eziyetler yaptıktan, ve birbirlerini çok iyi kullandıktan sonra, sıra iktidar erklerini kullanmaya gelince, olay bitti..
Çok temel bir soru şudur, bugünü anamak için: İkisinin ortak iktidarlarının ortak karakteri neydi?
Otoriterlik, hukuksuzluk, adaletsizlik, özgürsüzlük… Türkiye, uyduruktan da olsa, demokrasi tarihinin en karanlık dönemini Cemaat-AKP iktidarı altında yaşadı.
Hiç bir askeri yönetim bu kadar uzun sürmemişti!
Türkiye, basın tarihinin en karanlık dönemini yaşadı ve yaşıyor.
Dünkü karara bakın: Emniyet müdürlüklerinden içeri gazetecilerin girmesi yasaklandı!
İktidar çatırdıyor ama basına baskılar sürüyor.
Savcıların polislerin yaptıkları her soruşturmayı üstlerine bildirme zorunluluğu getirildi!
Bütün operasyonları da, siyasi iktidara taaa göbeğinden bağlı, siyasilerin atadıkları valilere bildirme zorunluluğu da getirildi..
Böylece hiç bir bakanın çocuğu, veya bakanın kendisi veya yakını veya koruduğu herhangi bir kimse, siyasi iktidarın bilgisi olmadan soruşturulamayacak.
Türkiye, iktidarın bilgisi dıyında kuşun bile uçamayacağı bir dikta yönetimine sokuluyor.
Şüphesiz, istenen, siyasi iktidarların yolsuzlukları da gün ışığına çıkmasın..
Cemaat, iki yıl önce özgürlükçü müydü iktidarın ortağı iken…
Zerre kadar hayır..
***
Zımni bir kabul var.. Evet yolsuzluk ve rüşvet olabilir ama devletin milletin parasına bir şey olmadı! Bunu diyen Başbakan! Zaten Deniz Feneri yolsuzluğunda da “devletin parası yenmedi”! Rüşvet ve yolsuzluk bütün toplumu kasıp kavurabilir, ama bunun devletle bir ilişkisi yok, gibi saçmasapan çıkarsamalar yapmak, bütün yolların bir çıkmaza girdiğinin kanıtı ve çaresizliğin dile gelmesidir..
Eh başdanışmanı daha iyi: Yolsuzluk ve rüşvet her zaman olabilir.. Demek istiyor ki, bütün hükümetler döneminde rüşvet işler.. Bizim ne kabahatimiz var..
Hepiniz pirüpaksınız. Cebinize, alınteri dışında tek kuruş girmemiştir.. Bilmez olur muyuz!
***
Güçlü çatırtı sesleri geliyor.
Ülkeye hiç bir özgürlük getirmeyen koalisyon iktidarının sonrasına hazırlanıyor Türkiye..
2023 düşleri gören Başbakan,’ın 2014’ü çıkarması zor görünüyor..
2014 mü dedim?!

---23 Aralık 2013, Pazartesi / Bilim ve Siyaset – Orhan Bursalı

23 Aralık 2013 Pazartesi

Haydi İşbaşına Bilim Hırsızlığı Serbest ve M. Perinçek Olayı

Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, sayı 1396, Gündem, 20 Aralık 2013

Üniversitelerde Kendileri Üretemeyenlere Duyuru: Haydi İşbaşına Bilim Hırsızlığı Serbest

Evet Danıştay’ın verdiği bir kararla bilim hırsızlığı, yani başkalarının bilimsel eserlerini sanki kendin üretmişsin gibi alıp kullanmak, altına imza atmak ve bütün bunların karşılığında da bilimsel kariyer” yaparak üsktelik sıfır ceza almak serbest oldu… Aslında Danıştay’ın kararı taaa geçen yıl alınmış, YÖK’e de bildirilmiş, ama YÖK kılını kıpırdatmamış.. Olay, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün bir yazısıyla “patladı”..

Kararı alan, bir dava nedeniyle, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu.. Yıl: Eylül 2012.. “Hukuka aykırı” bulunan karar şöyle: “Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nde intihal suçunun yaptırımı olarak yer alan üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılma cezasının, 2547 sayılı YÖK Yasası ile  657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nda bu cezaya ilişkin bir düzenleme bulunmadığı”… (http://personel.istanbul.edu.tr/wp-content/uploads/2013/11/Üniversite-Öğretim-Mesleğinden-Çıkarma.pdf)
YÖK yasasının bir “Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmenliği” var. Buna göre, “bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” yüzkızartıcı suç sayılıyor ve bilimsel hırsızlık kabul edilerek, cezasının “üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılmak” olduğu belirtiliyor.
Danıştay’ın kararı, “kanuni” olabilir. Hukukçular bunu tartışır. Fakat, konu üzerine yazan Prof. Kayhan Kantarlı’nın dediği gibi, “Bu durumda YÖK’ün yapması gereken kararda belirtilen yasal dayanaksızlığı giderecek  bir yasa çıkarılması için Milli Eğitim Bakanlığı ve TBMM nezdinde girişimde bulunmaktır. Ancak YÖK yüksek yargı kararının alındığı Eylül 201 den bu güne kadar böyle bir girişimde bulunmadı.” Bu nedenle de geçen süre içinde ihtihal suçu işleyenlere ceza vermek mümkün olamıyor. Hoş, bugünkü YÖK’ün bu disiplin suçunu ne kadar işletiyor diye de sorulabilir. Çünkü Türkiye intihallerin kaynadığı bir ülke olmasına rağmen, herkes yerinde, al gülüm ver gülüm..
Bu konuda, intihal olaylarını yakından izleyen, yorum ve görüşlere yer veren http://plagiarism-turkish.blogspot.com isimli sitede, Danıştay’ın bu kararının yorumunu ve başka şeyler de okuyabilirsiniz! Bir yorumda örneğin, Danıştay’n bu kararıyla aslında öğrencilere verilen disiplin suçlarının da yasal dayanaktan yoksul kaldığı ileri sürülüyor. Örneğin D. Çiğdem Sever’in “Üniversitede disiplin hukuku ve bir Danıştay kararı.”
Bu internet sitesinde bir de “bilimsel yayıncılık” yapan ve kongreler düzenleyen bir Türk ailenin işlettiği, waste adlı bir kuruluş üzerine de ilginç ididalar var (http://plagiarism-turkish.blogspot.com/search/label/WASET) Bir de ingilizce site: “copy-shake-paste.blogspot.com/2012/06/turkish-mock-conferences.html‎)

MEHMET PERİNÇEK OLAYI

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “soykırım yapılmamıştır” demenin suç olamayacağı ve bunun ifade özgürlüğüne aykırı olduğu kararını vererek, İsviçre’yi mahküm etti. Doğu Perinçek’in başvurusu üzerine alındı. İsviçre mahkemesi, bu konuda Doğu Perinçek’i mahkum etmişti.. Şimdi bu vesile ile Mehmet Perinçek’in İstanbul Üniversitesi’nde doktora sürecine keyfi olarak son verilmesi üzerine, CHP Milletvekili Oğuz Oyan’ın verdiği soru önergesini yayımlıyoruz. Önerge herşeyi anlatıyor..
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Araştırma Görevlisi Mehmet Perinçek, Eylül 2007’de doktora çalışmalarına başlamışken Dışişleri Bakanlığı tarafından Ermeni meselesi üzerine çalışmalar yapmak üzere Rusya’da görevlendirilmiştir. Rusya’daki çalışmaları verimli olduğu için görev süresi de bir yıl daha uzatılmıştır. Bu süre içinde doktora programı dondurulmuştur. Ancak Türkiye’ye döndükten sonra, doktora çalışmalarını sürdürürken bu defa Ermeni meselesi üzerine çalışmalarının “milli hassasiyetleri kullanmak suretiyle” sözde Ergenekon Terör Örgütü’nün propagandası olarak değerlendirilmiş ve Ağustos 2011 ile Ağustos 2013 tarihleri arasında Silivri Cezaevi’nde tutuklu kalmıştır. Şimdi de, İstanbul Üniversitesi yönetimi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü hocalarının karşı çıkışlarına rağmen, “doktorasını 6 yıl içinde savunmadığı” gerekçesiyle Mehmet Perinçek’in araştırma görevlisi kadrosuyla yani İstanbul Üniversitesi ile ilişkisini kesmiştir.
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak yanıtlandırılmasını saygılarımla arz ederim.
1-   Mehmet Perinçek’in 2007 yılında başlayan doktora programının iki yılı devlet görevlendirmesi nedeniyle dondurulmuş olmasına rağmen bunun dikkate alınmamasının nasıl bir üniversite yönetim anlayışı olduğu konusunda YÖK aracılığıyla bir inceleme başlatmayı düşünüyor musunuz?
2-   Bir bakanlığın (Dışişleri Bakanlığı) görevlendirdiği, diğer bakanlığın (Adalet Bakanlığı’na bağlı yargı sisteminin) cezalandırdığı, bununla da yetinilmeyip bağımsız, adil ve akademik liyakate saygılı olması gereken bir üniversite yönetiminin yeniden cezalandırdığı bir araştırma görevlisinin haklarını korumak için YÖK üzerinden bir soruşturma başlatmayı düşünüyor musunuz?
3-   Eğer bu katmerli cezalandırmaların, Mehmet Perinçek’in İşçi Partisi’nin Genel Başkanı Doğu Perinçek’in oğlu olmasından dolayı aile boyutunda bir intikam operasyonu olduğu kanısına varırsanız Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu görevlendirmeyi ve sonucuna göre İstanbul Üniversitesi yönetimini uyarmayı düşünür müsünüz?
4-   Sözde Ermeni soykırımı iddialarının 100. yıldönümü olan 2015 yılı yaklaşırken, Ermeni meselesi üzerinde çok sayıda nitelikli akademik yayına (ortalama bir profesörün gerçekleştirdiğinden  daha fazla yayına) imza atmış olan değerli bir araştırmacıyı şimdi de işsiz bırakarak cezalandırmanın kimin çıkarına hizmet edeceğini görerek Başbakan olarak elinizdeki bütün olanakları bu haksızlığı durdurmak üzere harekete geçirmeyi düşünür müsünüz?”
***

Gelecek Cuma yeniden buluşmak üzere...