Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

29 Aralık 2018 Cumartesi

Hoşgörüsüzlük batağı ve Başkanın kılıçları


27 Aralık 2018,  Perşembe / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gelmiş geçmiş en hoşgörüsüz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan derim. Bu görüş “suç” mudur, “hakaret” mı kabul edilir bilemem. Ama savcılar yaratıcıdır, “Sudan bahsettin, demek ki ördek dedin” yorumlarıyla harikalar yaratıyor, yargıçlar da basıyorlar damgayı.. “Reis”in, CHP’li Özgür Özel’e yaptığı gibi “önce tazminata mahkum edeceksin sonra cezaya” biçimindeki sözleriyle hemen harekete geçerler. Aslında beklemelerine bile gerek yok!
Hoşgörüsüz dedim; Cumhurbaşkanı, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in sözlerine şöyle yanıt verebilirdi:
Yahu Metin, Müjdat, sizlerle hep güldük, ama epey abarttınız, ayıp da yaptınız eskileri kaşıyarak, ama ne Türkiye bir diktatörü yaşatır tepesinde, ne benden bir diktatör çıkar, bu ülke demokrasi çerçevesinde yaşayacaktır, bazı zorluklarımız şimdi olsa bile.. ”
Bazı bahaneler de uydurabilir bugüne: Beka falan, saldırılar, terör, dış düşmanlar.. dahası İstanbul’a gittiğinde onları ziyaret bile edebilir.. inanmasa da, politik davranır (seçimler var ya!) “güzel günlere çıkacağız birlikte” demesine de engel yoktur.
Gülmeyin Allahaşkına!
Ama ne görüyoruz, emir, talimat, polisler eşliğinde savcılığa, karakola haftada bir imza, yurtdışına çıkış yasağı.. Onlar kaçsa kaçsa mizaha kaçar, kabareye kaçar, espriye kaçar..  Bu insanlara, bu topluma bu eziyet ne? Böyle bir kara mizah dönemi Türkiye Cumhuriyeti ve yurttaşları yaşamadı! Emin olun bir daha da yaşamayacaklar! Bir doludur, vurup geçecektir.


“Başkanın Adamları”


Başkanın Medya Adamları”nı seyrediyor ve konuşmalarını dinliyorum. Durum şudur: Reis’in kararlarını, söylediklerini, politikalarını, her ne olursa olsun, ondan daha keskin, daha sert, adeta kılıçla ekranları kırıp geçiriyorlar. Hepsi “Başkanın suretleri” adeta!
Bakıyorum kimlikleri “hukukçu”, Metin Akpınarların ama “suç işlediklerini” söylüyor. Mahkeme bile yok ortada. Tepeden suçlu ilan edildiler ya! Biri, “af dilesinler, hata yaptık desinler Cumhurbaşkanı da onları affetsin” bile diyor.
Bir “denge”, “eşitlik” mi var.  Tepeden gazetecilere saldırılabilecek yalan yanlış ve kasıtlı, ama insanlar gıklarını çıkartamayacaklar. Çünkü bazı makamlar ikonlaştırılmış, yasaların anayasanın üzerinde bir konuma sahipler. Bir cumhurbaşkanının gücü muazzam, tüm devlet erki, üstelik yandaşları, ekranları.. Peki Metin Akpınar – Müjdat Gezen? Sadece dilleri, alkışlamaktan başka silahları olmayan taraftarları.
Özgür ruh, eleştirir. Ülkenin tek sorumlusu kimse, onu daha çok eleştirir. Aşırıya da kaçar, çünkü abartır uç noktalara değer. Demokrasi tolerans rejimidir. Hele hele yöneticiler hoşgörüye mecburdur. Ancak bizim gibi uygarlaşamamış, gelişememiş ülkelerde, “nasıl bunu der” diye ayağa kalkarlar.

“İçinde yasak sözcüğü yok”

“Başkanın Adamları”nı dinleyince bazen kafayı yemişler diyorum! “Nasıl Cumhurbaşkanını kedi falan çizerler” diyeni bile var! Ama dünyada bunun örneklerinden söz edersen “bizim toplum bunu kabul etmez” yanıtını verir.
Uygarlıktan, hoşgörüden, mizahtan bu kadar uzak bir ülkenin geleceği de karanlıktır!
Çeşitli ülkelerde gösterilerin neden olduğu maddi zararların ülke ekonomilerine zarar verdiğini sayıp döker. Peki anayasal ve yasal protesto, miting, gösteri yapmak hak ve özgürlükleri? Hukukçuluğun ülkemizde gugukçuluk olmasının tipik örnekleri olarak olarak boy gösterirler ekranlarda. Hiç de kızarmadan.
Anayasa madde 94e der ki: "TBMM Başkanı, üyesi bulunduğu siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine, Meclis tartışmalarına katılamaz".
Gugukçu “ama madde içinde yasak kelimesi geçmiyor” der ve Binali Yıldırım istifa etmeden TBMM başkanlığından aday olmasını onaylar.
Başkanın adamları her şeyi savunmaya amadedir! Öyle ki, Başkanın henüz yapmadıklarını bile savunmaya hazırdır. Türkiye’de baskılar mesela daha koyulaşsın, hele o zaman görün siz keskinliklerini!
Dönemin insanları! Kılıçları onların da kırılır..

25 Aralık 2018 Salı

Barışı sağlayacak politikalar tek çaredir


25 Aralık 2018,  Salı / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

ABD’nin Suriye’den çekilme kararı uygulanırsa, Türkiye’nin politikası nasıl etkilenecek? Şu sıralarda sınıra askeri birlik takviyesinin sürdüğü haberlerini okuyoruz. Cumhurbaşkanı’nın, Suriye Kürtlerini PKK/ PYD zulmüne terk etmeyeceğiz sözleri eğer Mart yerel seçimlerini kazanma takvimine endeksli değilse, önümüzde ciddi savaş rüzgarı esecek demektir.
Umarım sağduyu ile, ülkeyi zor duruma düşürmeyecek, yalnız ve tek başına olmayan bir politika düşünülür. Suriye meselesi ortak akılla hareketi gerektirir. Tek kişinin istek ve kararı tehlikelerle doludur.
Cumhurbaşkanının, toplumun gönlünde taht kurmuş iki sanatçımız Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’i hedef gösteren sözleri ile hemen savcıların harekete geçmesini, normal ve demokratik bir ülkede yaşamadığımızın somut göstergelerinden biri daha kabul edebiliriz ancak. Ülkede demokrasi tarifinin bile yapılamayacağı, hoşa gitmeyen tanımların tepesine yargı kılıcının kondurulduğu bir dönemin içindeyiz.
Bu nedenle de, Suriye politikası özellikle de askeri sonuçları itibariyle tüm ülkeyi, hepimizi, tüm yurttaşları ilgilendireceği için, tek kişinin ağzından çıkacak kararın çok sağlıklı olmayacağı açıktır. “Ben tek başıma askeri çözümle amacıma ulaşırım” yanlış bir politikadır.

Suriye’nin bütünlüğü ne demek

Suriye’nin kuzeyi, şüphesiz PKK / PYD’nin Türkiye üzerindeki planları açısından tehlike ve tehdit içeriyor. Fakat konu Rusya, Şam hükümeti ve İran ile birlikte düşünülmek zorundadır.
Çünkü Suriye’nin ülke birliğinin en önemli destekçileri Rusya ve İran’dır. Ankara sık sık “Suriye’nin ülke bütünlüğünden yanayız” sözlerini ederken, bunun kanıtı olarak da, Şam ile görüşerek ortak politik düşüncede birleşmesi gerekir.
Ankara ne düşünüyor, planladığı harekatın boyutları nedir, bilmiyoruz.
ABD’nin yarattığı yeni durum, Ankara’da hangi yeni düşünceleri ve politika değişikliklerini gündeme getirdi, getirdi mi bilmiyoruz.
Ankara, bu kez Washington destekli ve ayarlı bir Suriye politikası mı izleyecek, buna karşılık Washington’un Türkiye’den Tahran ve Moskova ile ilişkilerinde yeni bir talebi oldu mu, Ankara ile bir perde arkası anlaşma var mı, bilmiyoruz.

Coğrafyanın değişmez sabiti

Türkiye, komşuları Rusya, İran, Irak ve tabii ki Suriye ile barış ve dostluk çemberi içinde yaşamak zorundadır.
Türkiye ABD ve Batı Avrupa ayarlı bölge çıkarları doğrultusunda hareket edemez. Bu dün de böyleydi yarın daha çok böyle olacak, olmak zorundadır.
Ankara bugüne kadar Moskova- Tahran ve dolaylı olarak Şam işbirliği ile bölgede hareket edebildi ve askeri operasyonlar yapabildi. Unutmayın, Rusya bir yıl boyunca TSK’ya Suriye üzerinde kuş uçurtmadı. Yani yine uçurtmaz.
Rusya, İran, Şam, istedikleri “temizliği” Türkiye’ye yaptırabilirler ve sonra da tamam artık derler. Washington da yeni politik sahnede başka türlü rol alabilir ve Türkiye’ye hadi bakalım diyebilir.
Ankara, bu bölgede uzun süreli dostluk ve işbirliğini asla tehlikeye atmalı, tam tersine hızla geliştirecek politikadan asla vazgeçmemeli ve yarına kötü bir miras bırakmamalı.

Tek çare barıştır..

Ankara’nın mesela ister ABD ile anlaşmalı olsun ister “Suriye bizim Osmanlı bakiyemizdir” eski politikasını hortlatacak, Suriye’nin toprak bütünlüğünü parçalayacak bir politik düşünceye asla sahip olamaz ve olmamalıdır.
Böyle bir politika, Orda Doğu’nun daha yüzyıl emperyalist savaşa sahne olmasını geliştirir.
Bugünkü politikalar, bölgede ve bölge ülkeleri arasında yarının daha barışına refahına hizmet eden ve bunu teşvik eden politikalar olmalıdır.
Ülkemizin ve bölgenin tek şansı budur, yani barışı hemen sağlayacak politikalar.
Bunu hiç unutmayalım..

“Türkiye’yi Rusya’ya kaptırmayalım” görüşü ne kadar doğru?


24 Aralık 2018,  Pazartesi / Bilim ve Siyaset, Cumhuriyet

Henüz, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinden “geri çekilme” kararının pratikte ne anlama geleceğini bilemiyoruz, ama “geri çekileceği” varsayımıyla hareket ederek bazı kestirimlerde bulunmayı sürdürüyorum. Şunu aklımızda tutalım derim: Trump bir iş adamı ve kâr – zarar hesabı yapar..
Trump’ın politikasında ve Orta Doğu’ya bakışında ve bu kararında, “Türkiye’yi kaybetme riski”nin olasılıklar içinde en güçlü olduğu görüşümü sosyal medyada paylaşmıştım, “göze alamadı”..
Şimdi ise bu görüşe de biraz şüphe ile yaklaşıyorum, daha doğrusu tartışmaya açıyorum: Acaba Türkiye, ABD’nin Çin’e yönelik küresel stratejisinde ne kadar öneme sahip? Başkanlığa gelmeden önce “Suriye’den çıkacağız, Rusya ile işbirliği yapacağız” politikasını açıkladığında, mesele Türkiye miydi? Bence hayır.
Trump eğer Suriye’ye gözü arkada kalmadan çıkarsa, ABD’nin kadim Orta Doğu politikası yerle bir oldu demektir. Yani, daha önemli stratejik hedefler için, daha küçük alanları – politikaları önemsizleştirme.
Mesela Suriye’den çıkacağını açıklarken, hemen arkasından Afganistan’da bulunan askerlerinin de yarısını çekme kararını açıkladı!

Tüccar mantığı devrede

Bu Trump’ın “gereksiz büyük harcamaları kısma” politikasının bir parçası.. Avrupa’yı da “artık kendi savunmanı bana ödettirdin 70 yıldır, şimdi savunma masraflarını kendin öde” politikasının da bir parçası. Hepsi bir bütün. Trump’ın bu politikası Avrupa’yı “Avrupa Ordusu” kurma noktasına getirdi. Halbuki bugüne kadar önemli harcamaları ABD’ye yaptırarak, sivil ekonomisine daha büyük pay ayırabiliyordu AB.
Tüm bunlara NAFTA vb gibi anlaşmaları ABD lehine değiştiren ve ticari- parasal kazançlar sağlayan politikalarını da ekleyin! “İklim değişikliği palavra” politikasını da buna ekleyebilirsiniz: İklim değişimini etkileyecek ekonomik faaliyetlere kısıtlamaları kaldırıyor ve önünü yeniden açıyor. Muhafazakar başkanların bu konuda her zaman “iklim değişimi yok” dediğini unutmayalım.

Türkiye mi mecbur bıraktı?

Trump’ın bir tüccar mantığıyla ve pratik hareket ettiğini görüyoruz. Bu Amerikan parasını belki de boş şeyler için çarçur etmemek, Amerikan çıkarları için parayı daha efektif kullanma, Amerikan ulusalcılığının yeni türü olabilir.
Peki bu ABD’nın “küresel jardarmalıktan” vazgeçtiğini mi gösteriyor?
Olaya böyle bakmak yanlış. Jandarmalık başka, emperyalist hegemonya başka.. “Getirisi – götürüsü” ABD ve dünya için yeni bir politik bakış olabilir. Eğer bu doğruysa, ABD yeni bir döneme girdi demektir.
Bu dönemin baş aktörünün Çin olduğunu görürsek, belki de her şey buna göre yeniden belirleniyor.
 “Hayır Türkiye’ye Rusya tarafına kaptırmak istemiyor, bu nedenle Suriye’den çekiliyor, “Erdoğan onu çekilmeye mecbur etti” bakışı yaygın.
Eğer yeni stratejik vizyonunda Suriye’de paha biçilmez bir değer görseydi, kimse onu geri çekilme durumunda bırakamazdı. Bu güce sahip. Türkiye’nin politikasının belirleyici olduğunu söylemenin ben gerçeklikle ilgisini pek de göremiyorum.

Silah pazarı rekabeti

Bu arada Türkiye’ye Patriot füzelerini satma kararını nasıl değerlendirmeliyiz? 3,5 milyar dolarlık silah satışını, eğer Türkiye isterse serbest bıraktılar.
Buna, silah satışında küresel rekabetin bir sonucu olarak da bakılabilir: Silah pazarını kaptırmama. Suudi Arabistan’a da 400 milyar dolarlık silah satışına Trump bu açıdan baktı: Rusya’ya mı kaptıralım pazarı!
Şüphesiz ki bu satışın siyasi getirileri - hesapları olduğunu reddetmek yanlış olur.
Suriye’den çekilme kararı tabii ki Türkiye ile ABD arasında yeni bir durum yaratacaktır. Türkiye’nin İran- Rusya cephesinde saf tutmaktansa, ABD ile küresel işbirliği içinde bulunmasını Beyaz Saray tercih edecektir.
Ben ABD’nin İran’ı safdışı bırakma politikasını ambargolarla sınırlı tutacağını düşünüyorum, yukarıdaki değerlendirmeler çerçevesinde.
Yani bir silah kullanma noktasına gelmeyecektir ABD..
Ankara şimdi ne yapalım hesabı içinde. Bunu yarın yazacağım..