Öne Çıkan Yayın 20 Mart 2012 yazım

Erdoğan’a Askeri Darbe?

Yoo hayır bu kez, başka bir “fantezi”i üzerinde düşünmeye çağırıyorum: Cemaat, denetlemeye başladığı TSK’yı, Erdoğan’a karşı kulla...

29 Eylül 2015 Salı

İnsan serveti talanı, Suriye Mülteci, Avrupa


Das Auto”, Alman kalitesine “sahtekarlık kalitesi” de katınca kabak başlarında patladı; küçük bir şirket ve akıl, “dokunulmaz” gibi duran bir “dünya muktediri”ni minik fiskeyle devirdi. Dev, zayıf yeri olmadığını bilmez, aptal tarafıdır bu.
Soru basitti: Bu adam yüzde 40 daha düşük dizel egzos emisyonuna nasıl ulaştı? Bir test, devi yere serdi. Dünya yıkılıyor, bizim ülkeden bakalım ses seda çıkacak mı.
Niyetim Das Auto’yu yazmak değil, iki haftalık güzel bir aradan sonra okura merhaba ile bir giriş yapalım dedik. Ama Almanya’da kalacağız. Merak ettiğim soru şu: Acaba Das Auto felaketinden sonra Almanya 800 bin göçmen alma programını değiştirir mi?

Yüzbinlerin Göçü ve anlamı
Biliyorsunuz, Suriye’yi dağıtan ABD/Batı (+Ankara), karşılarında yüzbinlerin göçünü bulunca yelkenleri suya indirdi ve “bizim için melanet olan bu durumu nasıl kazanca dönüştürürüz”ü planladı.
Almanya öne çıktı: İşgücü açığım var. Hele genç işgücüm azalıyor, ne kadar fıştıklasam, keyfi yerinde Almanlar doğurmuyor. Bu bir nimet olabilir, yetişkin işgücü, 20 biner avroluk bir eğitim ve uyum programıyla, geleceği kurtarırım..
Suriye’nin insan servetini talan programı desem? Bu açıdan bakın. Ekranlarda gördüklerimizin büyük çoğunluğu iyi eğitimli, yetişmiş insan gücü. 600 bin işgücü açığı var Almanların. Bu bir bereket, hayırlı olay diyorlar. Almanya, ABD’den sonra en çok istenen ikinci göç ülkesi. Spiegel: Yeni Almanya! Bu insanlar bir şans.
Bakıyorum grafiğe, ülke belli tarih aralıklarında görülmemiş mülteci akınlarına uğramış. 1956: Macar isyanı ve16 bin göç. Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesi sonucu 108 bin göç. 1990: Yugoslavya’yı parçalamaları sonucu 400 bin göç. 2015: mülteci dilekçesi sayısı kestirimi 800 bin! 1960’larda Türkiye ve diğer ülkelerden milyonlarca emeği ucuza kapatan Almanya, bu işin ustası, entegrasyon konusunda geniş bir deneyime sahip.

Genç nüfus ithalatı
ABD+Batı, Irak’ı, Suriye’yi parçaladı, insanlarını savurdu, öldürdü, göç ettirdi.. Şimdi ihtiyacı olanlara talan programı başladı. “Safkan” Almanlar, Merkel’i “vatana ihanet” pankartlarıyla karşılayadursun! Alman aklı geleceğe bakarak, mülteci taleblerinde şu nüfus yapısını görüyor:

Yüzde 32’si 17 yaşından küçük (Alman nüfusunda yüzde 16).
Yüzde 49’u 18-34 yaş arası (Alman: yüzde 20)
Yüzde 18’i 35-64 yaş arası (Alman: yüzde 43)
Yüzde 1’i 65 yaş üstü (Alman: yüzde 21)

Yani büyük bir genç nüfus ithalatı ile topluma gençlik aşısı! Ucuz işgücü, maliyetlerde düşüş, yeni bir tüketici kitlesi.. Bir Suriyeli genç kadının fotoğrafının altında şu yazılı: “Eğitimli, kültürlü, yükselme hırsı var.” Tabii ithalat sadece Suriye’den değil. Bu yılın ilk 6 ayındakiler: 42 bin Suriyeli, 30 bin Kosovalı, 30 bin Arnavut, 10’ar bin Sırp, Irak, Afganistan vb. Bu yılın sonunda Suriye mülteci sayısı da tepe yapacak.
Alman patronları büyük göçte yeni bir “büyüme ve refah” görüyor. Toplum hazırlanıyor: “Yeni bir ulus konseptine neden ihtiyacımız var?” ikna edici bir yazı. “Alman ne demek”, öğreniyoruz: “dakiklik, disiplin, berraklık, düzen, titizlik/özen”.. Mültecilere bu öğretildi mi, “Alman” korunuyor demektir!
Peki, das Auto ne olacak?

Bölerseniz, bölünürsünüz
Mesele Almanya değil. Mesele Suriye ve Türkiye (İslam dünyası)! Türkiye’nin ekonomik yapısı, en iyi yetişkin işgücünü zaten kullanamıyor, dışarıya göç ettiriyor.
Bir ülke parçalanıyor, talan ediliyor. Suriye politikanın mimarları, Şam’da kayısı yiyecekler, namaz kılacaklardı. Yüzleri beş karış, ama palavraya devam. 4 yıl önceden beri yazıyoruz ki, Rusya Esad’ın arkasında! Hiç bir şey yapamazsınız, Batı kuyruğunu kısar geri çekilir. Tek yapacağınız, derhal Esad’a ülkesinin birliğini sağlaması için yardımcı olmaktır.
Kin ve nefretiniz buna engel oldu.
Ayrıca, Suriye’nin parçalanması Batı emperyalist politikasıdır; buna destek, yarın Türkiye’nin de bölünmesini gündeme getirir. Ahlaksız politikanın hiç bir yerinden tutamazsınız.

--28 Eylül 2015 / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet

27 Eylül 2015 Pazar

İBG: Ülkede iyi şeyler de oluyor! Seyrek de Olsa

  CBT Gündem, sayı 1488, 25 Eylül 2015






İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi (İBG), 9-10 Eylül’de Dokuz eylül Üniversitesi’nde yapılan törenle ve bilimsel ve konuşmalarla açıldı. Gerçi Mehmet Öztürk ile yaptığımız ve açılıştan önceki sayımızda yayımlanan söyleşide İBG’nin amaçlarını tanıtmıştık. Açılışı izledim, genç bir ruhun, yapma irade ve arzusunun IBG’de dolaştığını gördüm. Bu sevinci paylaştığım için de memnunum. Türkiye nasıl bir terör ve batağa saplanmış bir siyaset çukurunda uğraşıyor, İzmir’de bilim insanlarımız için gelecek için ne planlar kuruyor.
Bu merkezin temelini eski rektör Emin Alıcı atmıştı. O zaman üniversitenin tıp fakültesi sayesinde geliri vardı. Bina inşaatının kabası bitmişti. Neler yapılacağının ilk planları da programlanmıştı. Sonra iktidar tıp fakültelerini boğazını sıktı, gelirleri sıfırladı, hatta borçlandırdı, en değerli öğretim üyeleri kaçtı..
En çok oyu alan Emin Alıcı’nın yerine ise Prof. Dr. Mehmet Füzün az oyla rektör olarak atandı, ama projeyi sürdürmek istiyordu ama para yoktu. Rektörle İBG’de, Merkez’in müdür Mehmet Öztürk’ün ofisinde tanışıp sohbet ettik. Üniversitelere rektör seçimlerinin nasıl yapılması gerektiği konusunda görüş alışverişinde bulunduk ve benzer değerlerle konuya yaklaştığımızı gördük. Merkezi nasıl tamamladıklarını sordum Füzün’e ve ayrıca bu büyük projeyi başarıyla tamamladığı için de teşekkür ettim. 
Füzün, ikinci rektörlük dönemine ise en çok oyu alarak başladı, üniversite Füzün’ü benimsemişti. Bu kez liyakata önem verdi, kadrosunu yeniledi. Biyotıp ve Genom Merkezi’ne, tamamlanması için 150 milyon lira gerekliydi. O sırada Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan ile tanışıklığını bu amaçla kullandı, projenin ülke için önemini anlattı, sonuçta Proje, Kalkınma Bakanlığı’nın en önemli ve pahalı projesi olarak desteklendi. Rektör, Mehmet Öztürk’ün merkezin başına gelmesinde ısrarcı oldu. Ülkemizde iyi şeyler de olabiliyor! Füzün’ün görevi bitecek! Umalım ki yerine yine doğrudan bilimle ilişkili, liyakatı gözetecek, üniversitenin bilimsel niteliğini ön plana alacak ve şu gözbebek projeyi koruyarak destekleyecek, ülkenin ürünlerini almasına hizmet edecek bir rektör gelir.

***
İBG, ülkenin ilk biyoteknolojik ilaçlarını üretmeye de aday. Daha pek çok konuya el atıyor proje. Görülen o ki, üst düzey araştırmalara ve sonuçlarına imza atacak İBG! Haydi hayırlısı! Mehmet Öztürk uluslararası bilim kurumlarıyla işbirliklerini kurmuş, çok uluslu bir çalışma ortamını şimdiden sağlamış, projeye ve kişiye göre laboratuvarlarını sırayla “işletmeye” açıyor.
Açılışta, merkezin uluslararası danışma kurulunun pek çok üyesi, bu arada Aziz Sancar, Gökhan Hotamışlıgil de vardı. 2001’de hücre mekanizmasının anlaşılmasına yaptığı katkılar nedeniyle Nobel Ödülüne ortak oln Tim Hunt yaratıcı bilim temasıyla ve hücrenin yapısının keşfi için neler yapıldığını anlattı açılış bilim konuşmasında.  
Bilim Sanayi ve Ticaret Bakanı Fikri Işık ilginç bir konuşma yaptı. “İthal ilaçları geliştirme imkanını elde edeceğiz. Bu tür tesislere her türlü desteği vermeye hazırız. Türkiye'nin yeni bir atılım yapması, ancak bilim ve teknoloji alanındaki sıçramalarla olacak. Türkiye yükte hafif pahada ağır ürünler üretmek zorunda. Yeni ilaçların gramına 1000 dolar ödüyoruz. İlaç ithalatımız 4.7 milyar dolar ve her bir kilogram biyoteknolojik ilaca ortalama bir milyon dolar ödüyoruz. Türkiye’de gerçi kutu ilaçların yüzde 75’i üretiliyor, az bir miktarı ihraç da ediliyor ama 4 milyar dolar açığımız var, ürettiğimiz ilaçlar yükte ağır, pahada hafif.. 2015-2018 İlaç Strateji ve Eylem Planı hazırladık. Biyoteknoloji eylem belgemiz de var. Araştırma altyapıları kanunu çıkardık. Sizlerden tek isteğimiz bilimsel çalışmalara odaklanmanız."
Bakan, ARGE merkezlerindeki gelişmeleri de anlattı. Ve İzmir’i yüksek katma değerlerin üretildiği bir bölge olarak planladıklarını ve buradaki yatırımlara, Van Hakkari gibi en geri bölgelerdeki yatırım teşviklerinin de tanındığını, ancak bunun fazla bilinmediğini, İzmir’de 16 ARGE merkezinin bulunduğunu söyledi ve "Kuvayi milliye ruhu, halkımızın bütün zorlukları aşabileceğinin tarihi vesikasıdır” diyerek İzmir’e mesaj gönderdi! Toplantıya çeşitli bilim kurumlarından çok sayıda kişi katıldı ve konuşmalar yaptı. Mesela Ahmet Nuri Yurdusev (TÜBA), Dr. Fahrettin Keleştimur (Türkiye Sağlık Enstitüleri Birliği).
Merkezin başkanı M. Öztürk’ün konuşması ilginçti. Nazım Hikmet'in 'En güzel söz henüz söylenmemiş olandır' şiirini okuyarak başladı:
"Nazım Hikmet, 1945 yılında bir Eylül akşamında Bursa hapishanesinde karısına yazdığı dizelerle, ikinci dünya savaşının yaşattığı trajediye rağmen gelecek güzel günlere inancını asla kaybetmedi. Ben de tüm insanlık ve ülke olarak derin acılar yaşadığımız bu günlerin geçici olduğuna inanıyorum. Bu toprağın insanları binlerce yıl aklı selimle cehaletin, iyilikle kötülüğün en şiddetli çatışmalarını yaşadı. Sonunda hep akıl, iyilik, sevgi galip geldi. Bundan dolayı geleceğe umutla bakmaya inatla devam ediyoruz…Daha güzel bir dünya kendiliğinden gerçekleşmeyecek. Bunu elele inşa etmemiz lazım. Sizlerden Ankara'dan, yerel yönetimlerden, işadamlarından, hayırseverlerden tek bir beklentimiz var. Bize maddi ve manevi katkıya devam edin. Bunlar, hasta yakınlarınıza umut olarak dönecektir, bize güvenin."
İzmir’de kollar sıvandı, İBG’nin izleyicisi olacağız!

Gelecek Cuma yeniden birlikte olmak üzere..

14 Eylül 2015 Pazartesi

Devlet kazandır, içini halk doldurur; hükümet ise sadece kapak

CBT Gündem, sayı 1486, 11 Eylül 2015

Doğan Kuban ve Bozkurt Güvenç, 'Devlet ve Halk' temalı konferansta buluştu


Dev çınarlarımızdan biri bir metaforla tanımladı Devlet ve halk ilişkisini.. Doğan Kuban “Devlet bir kazandır, içini dolduran halktır. Kapak ise hükümet...” darken, Bozkurt Güvenç, “Kulu halk yapan, insan yapan Cumhuriyet'ti, şimdi ise halkı yeniden kul yapmaya çalışıyorlar” diyerek günümüze gönderme yaptı.
Her ikisi de 90'ına merdiven dayamış, eski okul arkadaşı bu iki aydın insanın neredeyse bir asıra yaklaşan birikimlerini paylaştıkları söyleşiler dizisinin ilki Cumhuriyet  Bilim Teknoloji dergisi ve Bahçeşehir Üniversitesi'nin ortak girişimi ile İstanbul'da Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş yerleşkesinde yapıldı. 
Devlet ve Halk temalı bu ilk söyleşide bu iki bilge Osmanlı'dan Batıya, Küba'nın efsanevi lideri Castro'dan Gazzali'ye, Harzemşahlar'dan Japonlara bizleri keyiifli bir tarih ve kültür yolculuğuna çıkardı...
Kuban'a göre kavramların, simgelerin içleri doldurulamaması günümüzdeki karmaşalığın ana nedenlerinden biri. “Sorun halka.. Demokrasi nedir bilen yok. Ama bir yandan da o sözlerden kavgalar çıkıyor. Partiler kuruluyor, davalar açılıyor. Tam bir kültür çöplüğünde yaşıyoruz. İçi boş kavramlar bunlar. Devlet kavramı da onlardan biri. Simgesel. İçini dolduran halktır, hükümet de kapak” diyen Kuban  İskandinav toplumlarında halk kararı verir. Hükümet bürokrasiyi değiştirmeye kalksın halk istemezse yapamaz. Ama Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerde yapılır. 7 Haziran seçimleri örneğin. Ne oldu? Çöp...” diye sözlerini sürdürdü.
Kuban'a göre dünyada iki tür insan var. “Sorun çözmeye çalışanlar birinci gruba giriyor. Sayıları azdır ama doğru liderler onların arasından çıkar. İkinci grup kitle insanı diye tanımladığımız tür. Çoğunluğu oluştururlar. Toplumlar için tehlike onlardan birinin egemen olmasıdır.”
  Bozkurt Güvenç ise 'devletin temeli halktır' kavramından yola çıkarak daha ilk TBMM kurulduğunde Meclis salonunda Hakimiyet-i Milliye yazısının asıldığını belirtti ve şöyle sürdürdü:
“Bugünkü anlamıyla demokrasinin içi yıllar içinde boşaltıldı. Bugün ne yazık ki Türkiye bir varlık mücadelesinin içinde... Bugün gelinen noktada milletin yerini cemaatler aldı. Atatürk zamlanında millet yerine ulus kullanıldı, bu doğru bir kavramdı, ulus bir bütünlüktü, millet ise parçalanmış cemaatler, gruplar, aidiyetler olarak gündemde yerini aldı..”
Güvenç ilginç bir saptamada daha bulundu: “ABD Başkanı Eisenhower 1961 yılındaki veda konuşmasında ABD halkını, ülkelerini ve özgürlüklerini tehdit eden en büyük düşmana karşı uyarmıştı. O düşman Sovyetler ya da Çin değildi. O düşman ‘endüstriyel askeri kompleks’ dediği silah sanayii, Pentagon  ve Medya ilişki ağıydı.
Güvenç, Fukuyama'nın Tarihin Sonu kitabı ile büyük tartışma yarattığı ulus devletler çözülüyor sözlerine de değinerek “Fukuyama daha sonra şda devletin önemini kavradı ve şunu söyledi: ‘Toplumlar devletlerini inşa edemezlerse bu dünya yönetilemez'. Ilk kitabı yüzbinler sattı ama devlet kitabına ise çok az sattı...”
İki bilge çok daha ilginç şeyler söyledi ve soruları yanıtladıAncak yerimiz sınırlı, fakat konuşmalar daha geniş bir şekilde verilecek.. 200’e yakın bir kalabalık söyleşiyi izledi ve herkes memnun kaldı.. Gelecek söyleşi 3 Ekim’de, konu hükümet ve halk..

Özlem Yüzak

***

Fahamettin Akıngüç’ten mesaj var:
İstanbul Kültür Üniversitesi Onursal Başkanı Fahamettin Akıngüç özetle şu mesajı gönderdi ve hocaları kutladı:
Sevgili Dostum Orhan Bursalı,
Doğan Kuban – Bozkurt Güvenç konferansları için sizleri kutluyorum. Kültür Üniversitesi ile yapmayı düşünemedik, bizlere yakışırdı.. İki Bilge’nin bu haftaki (Zafer kutlamaları üzerine karşılıklı) yazıları şahane.. Kültür okullarındaki ve tüm öğretmenlerle çalışanlarla bu yazıları paylaşmak istiyorum. Bilge kişilerden izin istedim, verdiler..

Aykut Göker’e 15 yıllık okuru olarak şu teşekkür mektubunu yazdım: Sayın Aykut Göker. Ben de sizin 15 yıllık okurlarınızdan biriyim. Doğan Kuban’ın ve Bozkurt Güvenç’in sınıf arkadaşlarından biriyim. Bizler 90 yaşlarındayız. Onlar yazıyor, ben kısmen çalışıyorum, siz de bırakmayın biz okurlarınızı lütfen.. Bugüne kadar bizlerle paylaştığınız için teşekkür ediyorum, kutluyorum, sağlıklı günler yıllar diliyorum..

İki Onur Listesi, RTE'nin ve İngiltere Kraçilesinin


Öncelikle iki not: RTE fiili olarak partisinin yönetimini tayin etti. Davutoğlu tüm silahlarından arındırıldı. Diğer kurucularla da yönetimde yollarını ayırdı. Aslında bu iyi oldu. Kendi adamlarıyla ya herro merro durumu.
Hürriyet’e saldırının baş rol oyuncularından milletvekilinin Kongre Divan’ına seçilmesi ile RTE’nin bu saldırıyı kınamaması arasında iyi bir benzerlik oluştu. 
Liyakat denince, durumu derin deşeceğim bugün..

Kraliçe’nin Onur Listesi ve..
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Biyotıp ve Genom Merkezi – İzmir (İBG)’nin açılışında konuşmacı İngiliz bilimci Timothy –Tim– Hunt’ın yaşam öyküsü okunurken “Kraliçe’nin Onur Listesi’nde alındı” dendi. Bir de “Sir –Sör” unvanı / Kraliyet Madalyası var.
 Tim Hunt 2001’de Nobel ödülünü paylaştı. Hücre mekanizmasının anlaşılmasına önemli katkılarda bulunmuştu. İzmir’deki “dersi” de “Hücre’nin döngüsü” üzerineydi. Nefis bir sunum. Ama aklım Kraliçe’nin “onur listesi”ne ve bizim Cumhurbaşkanı’nın “saray”a çağırdıklarına takılmıştı. Acaba Cumhurbaşkanı’nın yemeğe davet ettiği zevat da “Saray’ın Onur Listesi” sayılabilir miydi.. Neden olmasın?
Kraliçe’nin “onur listesi”nde ülkeye çok önemli, kanıtlanmış ulusal ve uluslararası katkılar yapan İngilizler bulunur. Nobel ödülü almış bilim adamlarından tutun, örneğin formula yarışlarında dünya şampiyonu Lewis Hamilton’a kadar.
Başarısı kanıtlanmamış kimseyi listeye girmez. Hükümet, Başbakan veya “kraliçe destekçileri”, veya onlara “ideolojik yakın” olanlar. layık olmak birinci derecede önemli.

.. “Saray’ın Onur Listesi
Şimdi 19 Ağustos’ta “Milli mirasımız ve gelecek” temalı sofrada RTE yemek listesinde bulunanlar üzerine bir haberi okuyun: Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, İslamcı yazar Ertuğrul Düzdağ, 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe saygı duruşunda bulunmak yerine tuvalete gitmeyi öğütleyerek ‘Husumetinizi, hissiyatınızı diri tutun’ çağrısı yapan Kadir Mısırlıoğlu, Yeni Şafak yazarı Rasim Özdenören, İskilipli Atıf Hoca filmi yönetmeni Mesut Uçakan, hattat Hasan Çelebi, Yeni Akit yazarları Yavuz Bahadıroğlu ile Hasan Aksay, Sabah Gazetesi yazarı Hasan Celal Güzel..
Anlıyorsunuz..
14 Ocak tarihli yemeğe de akademisyenler davetliydi: Hüseyin Hatemi, Osman Can, Atilla Yayla, Ahmet Çiğdem, Burhanettin Duran, Mesut Hakkı Caşın, Kemal Sayar, Erol Göka, İbrahim Dalmış, Fahrettin Altun, Ümit Meriç, Alev Erkilet ve  Beril Dedeoğlu gibi. Yüzde 95’i iktidarın doğrudan destekçisi, iktidar çevresinde veya ortada olanlar.
20 Şubat yemeğinde yine büyük çoğunluğu iktidar yanında olan, mesela Can Paker, Birol Akgün gibi “düşünce kuruluşu” temsilcileri, akademisyenler ve bu arada da Gülay Göktürk gibi iktidar şakşakçısı köşe yazarı.
23 Haziranda iftar yemeğinde Diyanet Başkanı, din adamları, müftüler ve yine saraya yakın dekanlar, aile yakınları vardı.
13 Temmuz iftar yemeği, Mustafa Ceceli’nin ezan okunmasıyla başlamış. "Hazreti Muhammed'in (S.A.V) hayatı ve İslam Daveti" isimli kitap hediye edilmiş. Petek Dinçöz, Mustafa Keser, Orhan Gencebay, Fatih Terim, Rıdvan Dilmen, Acun Ilıcalı, Gülben Ergen gibi şov dünyasından insanlar.
Yani ağırlık olarak yakınları, destekçileri, ideolojik- İslami düşünce ortaklıkları, kullandıkları, bu onura karşılık hizmet bekledikleri…

Katkıları neydi?
Hadi şov dünyası bir kenara, diğer “onur konukları”nın ezici çoğunluğu, kendi alanlarında ulusal/uluslararası bir başarıya imza atmamış, toplumsal liyakatı bilinmeyen kimseler. Ama Muktedir’in iktidarına şu veya bu şekilde yardımcı olanlar.. İçlerinden azı dışında, RTE’nin kurmak istediği ülkenin insanları. Bugüne kadarki kazanımları yoketmeye hazır, veya kazanımlara kayıtsız herkes “onur listesi”sırasında.

Türkiye’yi katkılarıyla ileri taşıyan, ulusal/uluslararası tartışmasız başarılara imza atanlar, çağdaşlaştıranlar orada hiç yoklar.
Bu onyıllardır böyle.
Dolayısıyla rahatça söyleyebilirsiniz: İngiltere orada, Türkiye de burada, bu nedenle!
İslamlaştıkça, kötüleşen ve çağdaşlıktan uzaklaşan bir ülke oldu Türkiye..

--13 Eylül 2015 Pazar / Bilim ve Siyaset – Cumhuriyet